0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » DİĞER KONULAR » İLANLAR & DUYURULAR » mezhebim belli,yazar istemez:::!

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 5 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
karapapak su an offline karapapak  
mezhebim belli,yazar istemez:::!

137 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 07.02.2006
En Son On: 04.04.2010 - 03:44
Cinsiyeti: Erkek 
efendimiz miraca cıkar.Perde arkasından Allahla görüşme yaparken.
Allah;Türklere islam dinini tebliğ ederken güzel yolla et,onlarla savaşma.Senin ölümünden 100 yıl sonra onlardan bir alim gelecek ve senin dini yayacak diye buyurmuştur...
Bu şahıs Numan
Ebu Hanefi hazretleridir...
selametle
Ekleme Tarihi: 15.05.2006 - 07:05
Bu mesajı bildir   karapapak üyenin diğer mesajları karapapak`in Profili karapapak Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
faniiiia su an offline faniiiia  
İmam-ı Azam Ebu Hanife (Numan b. Sabit)

138 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.05.2006
En Son On: 04.09.2007 - 17:20
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı karapapak

efendimiz miraca cıkar.Perde arkasından Allahla görüşme yaparken.
Allah;Türklere islam dinini tebliğ ederken güzel yolla et,onlarla savaşma.Senin ölümünden 100 yıl sonra onlardan bir alim gelecek ve senin dini yayacak diye buyurmuştur...
Bu şahıs Numan
Ebu Hanefi hazretleridir...
selametle




karapapak kardeşim, yazmış olduğun bu yazıyı nereden aldın. Kaynğını belirtebilir misin ? sana tavsiyem bu konuyu iyice bir araştır. Büyük şahsiyetler bölümünden baka bilirsin.




İmam-ı Azam Ebu Hanife (Numan b. Sabit)

Hicri 30 yılında Küfe’de doğan ‘Büyük İmam’ (İmam-ı Azam) lakaplı Ebu Hanife Fars neslindendir. Onun Farisi oluşu, dedesi sebebiyledir. İslam dininin yayılması sırasındaki fetihlerden İran da nasibini almış, İmam’ın dedesi olan Zuta da bu dönemlerde esir olarak kutsal topraklara getirilmişti. Zuta, sonradan müslüman olmuş ve Sabit isminde bir erkek çocuğu doğmuştur.

Dede Zuta, Küfe’de İmam Ali’ye (ra) tatlı ikram etmiş, bu vesileyle duasını kazanmış; aynı şekilde oğlu Sabit de İmam Ali’den (ra) ‘hayırlı bir zürriyet’ duası almıştır. Bu duanın bereketiyle de Allahu Teala kendisine İmam-ı Azam gibi büyük bir zatı bağışlamıştır. İşte Arap bölgesinde bulunan Küfe’de doğmuş olmasına rağmen, İmam’ın Farisi oluşunun sebebi budur.

İmam Azam’ın künyesinde, divit ve kalem manalarına gelen “Hanife” kelimesinin bulunması, ilme olan bağlılığını göstermeye yeterlidir. Asıl ismi olan Numan ise kan ve ruh manalarını taşıdığından kendisine “Fıkhın ruhu ve canı” denilmiştir.

İmam’ın ömrünün çoğu Kufe’de geçmiştir. Çocukluğunda Kur’an-ı Kerim’i ezberleyen İmam’ın, Kur’an-ı Kerim’i çok okuyup tekrar etmeyle iştihar ettiği rivayet edilir. Bununla beraber kıraat ilmini de öğrenmiş, bu ilmi bizzat Kura-ı Seb’a’dan olan İmam Asım’dan ders almıştır.

Ailesinin tüm geçim kaynağı ticaret olunca İmam da ticaretle uğraşmış ve ömrünün sonuna dek hiç kimseye muhtaç olmayarak yaşamıştır. Bir çok alimin aksine o, beyt-ül maldan hiç para almamış, bu şekilde hiçbir şeyden çekinmeksizin hakkı savunabilmiştir. Ticareti sebebiyle elde ettiği serveti sayesinde öğrencilerinin ve diğer ilim taliplerinin de tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır. Öyle ki, yiyip giydiklerinin aynısını öğrencilerine de vermedikçe rahat etmemiştir. Ancak ailenin ticaretle uğraşması onun ilme olan ilgisine engel olmamış, o dönemde büyük İslami merkezlerden olan Kufe’deki büyük alimlerin meclislerine fırsat buldukça katılıp İslami ilimlerde derinleşmeye gayret göstermiştir.

Başlarda ticaretle uğraşıyor olması İmam’ın ilimde yoğunlaşmasına engel olsa da, sonraları bazı alim ve büyük şahsiyetlerin de yol göstermesiyle ticarete daha az vakit harcayıp işini vekillere bırakarak asli ilimlere yönelmiştir. En sonunda da daha fazla ihtiyaç olduğunu gördüğü “Hadis ve Fıkıh” ilimlerinde karar kılmıştır. İlmin ilk aşamasında kazandığı akıl kabiliyeti, sonrasında fıkıhta uygulayacağı yönteminde de etkili olmuş, bir çok meseleyi bu şekilde çözüme kavuşturmuştur. Zaten onun fıkıh ekolünde ve ders verişinde de bu yön çok bariz bir şekilde görünmektedir.

Diğer mezhep imamlarından fazlaca bir özellik olarak sahabelerle görüşebilmiş, ayrıca tabiinin büyük zatlarından ders alıp hadis dinleyebilmiştir. Ancak kuşkusuz en büyük üstadı, uzun süre Kufe’deki ders kürsüsünde müderrislik yapan Hammad b. Ebi Süleyman’dır. İmam, 18 yıla yakın ondan ders almış, vefatına dek ondan ayrılmamıştır. İleride büyük bir alim olacak oğluna Hammad ismini vermesi bu büyük zatın ondaki derin tesirlerini göstermede yeterlidir.

Hocasının vefatından sonra ders kürsüsünde onun yerine geçip çok büyük talebeler (İmam Muhammed, İmam Ebu Yusuf, İmam Zufer vb..) yetiştirmiş, onların serbest düşünüp doğruyu bulmalarında ve bu şekilde büyük hizmet görmelerinde çok büyük katkı sağlamıştır.

Özellikle fıkhın gelişip yayılması ve ortaya çıkan problemlerin halledilmesinde ciddi ilk derli toplu yapıyı kazandıran İmam ile ilgili İmam Şafii’nin şu sözü çok manidardır: “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.”

Abdullah b. Mübarek’in sözü ise daha kapsamlıdır: “O, (Ebu Hanife) ilmin beynidir.”

Uzun süre ticaretle yakından alakalı oluşu sebebiyle muameleler için çok ciddi çözümler geliştirmiş, kalıcı asıllar belirlemiştir. Tüccar olması hasebiyle insanların ekonomik ve sosyal durumlarını da bizzat müşahede etme fırsatı bulmuş, mezkur konularda (zekat, nikah vb) özgün fikirler üretmiştir.

Ömrünün 52 yılı Emeviler, kalan 18 yılı da Abbasiler döneminde geçen İmam, siyasi alanda bir çok çetin sınavla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle hocasının vefatından sonra etkinliğinin daha fazla artması ve ilmi seviyesinin yüksekliği gibi sebeplerle itibarının ziyadeleşmesi onu gözde haline getirmiş, bu durum ondan su-i istifade etmek isteyen kimi siyasetçilerin (bu şahsiyetler özellikle Hulefa-i Raşidin’den sonra çokça türemiş ve çok büyük hasarlara yol açmışlardır) de ilgisini çekmiş ancak İmam’ın Nebevi çizgiden taviz vermeyişi ve teklif edilen görevleri geri çevirişi nedeniyle istediklerini elde edememişlerdir. Hal böyle olunca mezkur şahıslar ona düşmanlık etmeye başlamışlardır.

İmam Ebu Hanife’nin Ehl-i Beyt’e bağlılığı, Emevi ve Abbasiler döneminde karşılaştığı zorluk ve baskıların temel sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Emeviler zamanında vuku bulan Zeyd b. Ali’nin kıyamında İmam, Zeyd’e çok ciddi desteklerde bulunmuş, şehadetiyle de büyük üzüntülere gark olmuştur. Bu olaydan sonra birer sene aralıklarla; önce İmam Zeyd’in oğlu Yahya, sonra da Yahya’nın oğlu Abdullah aynı akıbete uğrayınca İmam, bunu yapanlara karşı durmuş, onları şiddetle eleştirmiş ve doğal olarak bu tarihten sonra ciddi takip ve baskılara maruz kalmıştır.

Bu devir, Abbasilerin iktidarı ele geçirme girişimlerinin yoğunlaştığı döneme de denk gelince Emevi valilerinden İbn-u Hubeyre, tüm alim ve fakihleri kontrol altına almak amacıyla çağırtıp görev ve sorumluluklar yüklemiş, aynısını İmam Ebu Hanife’ye yapmak istemesine rağmen başarılı olamamış, ikna etmeleri için araya koyduğu kişilerden de ümit kesince, o büyük imamı hapsedip dövdürmüştür. Tekrar ikna etmek için bir çok girişimde bulunan İbn-u Hubeyre, gördüğü işkenceden dolayı öleceğinden korkarak İmam’ı bırakmak zorunda kalmıştır. İmam serbest kaldıktan sonra Hicaz’a gidip uzun süre orada yaşamak mecburiyetinde kalmıştır.

İleriki dönemlerde Abbasiler iktidarı ele almış fakat İmam’ın; zulmetme konusunda Emevileri aratmayan Abbasilerle de arası açılmış, hele de İmam’ın hocası olan Abdullah b. Hasan’ın hapiste ölmesi, oğlu Muhammed Nefsüzzekiyye’nin zulmen katli ve diğer oğul İbrahim’in kıyamına karşı da ordu hazırlanması, ilişkileri tümüyle koparmıştır.

İmam Malik’in de fetvasıyla desteklenmiş olan İbrahim b. Abdullah’ın (bu fetva sebebiyle İmam Malik de işkencelere uğratılmıştır) kıyamına karşı görevlendirilen ordu komutanlarından Hasan b. Kahtab, İmam Ebu Hanife’nin telkinleriyle bu görevi reddedince dönemin halifesi Ebu Cafer el-Mansur, aralarında İmam’ın da bulunduğu bir kısım fakihleri toplayarak onlardan ayaklanmayı bastırma cevazını almak istemiş, ancak İmam’ın; “Müslümanların ancak üç durumdan biriyle (zina, katl, irtidat) kanları akıtılabilir. Onlar, (biati kastederek) ellerinde olmayan bir şeyi kabul etmişlerdir. Böyle bir şey yaparsan helal olmayan bir şekilde cezalandırmış olursun” sözüyle bu emelinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.

Bu olaydan sonra İmam’ı daha sıkı takibe aldıran halife, dönemin kadısı İbn-i Ebi Leyla’nın amaç gözeterek verdiği fetvaları eleştiren İmam’a, onu saf dışı etmek amacıyla kabul etmeyeceğini bile bile, kadılık teklif etmiş ve bu hususta onu çok ciddi manada sıkıştırmaya başlamıştır. Son olarak kötü amaçlı teklifine cevaben; “Kadılık teklifine karşı beni Fırat’ta boğmakla tehdit etsen, boğulmayı tercih ederim” deyip kabul etmeyeceğine dair yemin eden İmam’ın hapsedilerek her gün on kırbaç vurulup işkence edilmesini emreden El-Mansur, öleceğini anlayınca onu, ders vermesini yasaklayarak hapisten çıkarmış, ancak Büyük İmam bunun etkisiyle Rabbine şehid olarak kavuşmuştur. İmam Ebu Hanife, büyük bir İslam alimi olarak tarihteki yerini almış, “En büyük İmam” manasındaki “İmam-ı Azam” ismini hak edecek tüm güzel hasletleri kendinde taşımıştır.

Kuşkusuz bu hasletlerin başında gelenlerin biri, nefsine hakim oluşudur. Yoğun ihtilafların olduğu dönemde yaşayıp hiçbir taviz vermeyişi, çokça eleştirilip rencide edilmesini de beraberinde getirmiş, o ise bizlere ders verircesine nefsi ile alakalı hususlarda kendine hakim olup ıslah yolunu seçmiştir. Bir defasında (bu tür nitelemelerden münezzeh olmasına rağmen) kendisine (haşa) ‘zındık, bidatçi’ diyen birine; “Allah seni affetsin. Allah benim öyle olmadığımı biliyor. O’nu tanıdığımdan beri yolundan dönmedim. O’nun cezalandırmasından başka bir şeyden de korkmam” diye cevap verip ‘ceza’ kelimesini duymanın verdiği tesirle ağlamaya başlamıştır.

Cesaretin doruğunda olan İmam, hiçbir tehdide aldırmadan en büyük siyasi otoritelere karşı durup hakkı söylemiş, canını verme pahasına geri adım atmamıştır.

Kendisi, nassların zahiri manalarıyla yetinmeyerek gizli manalarını da araştırmış ve bu yöntemiyle kendisinden sonra gelenlerin çok istifade edeceği büyük bir çığır açmıştır.

Heybeti, ilmi şahsiyetlere yakışan vakarı, kendi şahsında İslam’ın izzetini temsil edişi ve feraseti dışında, emindi de. Zeyd b. Ali’nin kıyamına katılmayışının nedenini; “Beni ondan alıkoyan, insanların yanımdaki emanetleriydi. Savaşta ölürsem bunca emanetin altında kalırım diye korktum” sözüyle belirtmiştir.

Kumaş satarken salavat getiren tezgahtarının, müşteri çekmek amaçlı söyleyebileceğini hesaplayıp işine son verecek; Kufe’de bir koyun çalındığını işittiğinde koyunun ne kadar yaşayabileceğini öğrenip o müddet içinde kasaptan et almayacak; satılacaklar arasında kusurlu bir malın bulunduğunu belirtip satarken bu kusurdan söz etmesini tembihleyerek satışa gönderdiği ortağının, yapılan telkini unutarak satış yaptığını ve kime sattığını hatırlamadığını öğrenince malın tüm bedelini satarak sadaka verecek derecede bir takvaya; “Bizim düşüncemiz, bir görüşten ibarettir ve elde ettiğimiz en güzel görüştür. Birisi bizim görüşümüzden daha güzel bir görüş ortaya koyarsa, bizden çok onun doğrulanması gerekir” diyecek bir tevazuya; mescitte sabahladığını görenlere; “Bu Ebu Hanife’nin Rabbine ilticasıdır. Sakın meth konusu yapmayın” diye söyleyecek seviyede bir ihlasa sahip olan İmam, biriktirdiği senelik kazancıyla alim ve muhaddislerin ihtiyaçlarını giderip artanı da onlara nakit olarak verdikten sonra; “Bu paralarla diğer ihtiyaçlarınızı karşılayıp şükredin. Çünkü ben size yalnızca Allah’ın malını veriyorum” diye söyleyecek kadar cömert olmakla beraber şahsında temsil ettiği davasının heybet ve izzetini gösterecek tarzda giyimine ve temizliğine, hoş kokular sürmeye itina gösteren bir şahsiyet olarak da belleklerde örnek bir karakter profili bırakmıştır.

Çok kısaca anlatmaya çalıştığımız özelliklerinin tümünün esası da aslında sünneti yaşamadaki duyarlılığından kaynaklanmaktadır. Diğer bütün büyük alimler ve fakihler gibi… Herhalde şu rüyasının anlatılması, sünnet-i seniyyenin onun nezdinde ne anlama geldiğini gösteremeye yeterlidir. Gelin bu rüyayı İmam-ı Azam’ın kendi dilinden dinleyelim:

“Ben gece gündüz mescitte ilim çalışıyor, arkadaşlarımla ilmi müzakerelerde bulunuyordum. Bir gece kendimi, Resulullah’ın kabrini açıp mübarek kemiklerinin parçalarını bir araya getirir halde gördüm. Bundan ürktüm ve okumaya ara verdim. Ancak bu rüyanın manasını da meşhur rüya müfessiri İbn-i Sirin’den sormadan edemedim. İbn-i Sirin rüyamı; Resulullah (as)’ın kabrini açmak, üzeri örtülü olan ilmi açmaktır. Kemiklerini bir araya getirmek de sünnetini bir araya getirmektir” şeklinde yorumladı.

Yaşamının tümünde sünnet-i seniyyeyi esas alıp bundan zerre miktar taviz vermeyen, büyük bir alimin ilim ve cesaretini, takva ve ihlasını, vakar ve tevazusunu kendinde içselleştirmiş bu yüce şahsiyetten alacağımız çok dersler vardır. Rabbimiz onların yaşayış ve yolunu bize de nasip eylesin.(Amin.)

Kaynak: Mezhepler tİmam-ı Azam Ebu Hanife (Numan b. Sabit)

Hicri 30 yılında Küfe’de doğan ‘Büyük İmam’ (İmam-ı Azam) lakaplı Ebu Hanife Fars neslindendir. Onun Farisi oluşu, dedesi sebebiyledir. İslam dininin yayılması sırasındaki fetihlerden İran da nasibini almış, İmam’ın dedesi olan Zuta da bu dönemlerde esir olarak kutsal topraklara getirilmişti. Zuta, sonradan müslüman olmuş ve Sabit isminde bir erkek çocuğu doğmuştur.

Dede Zuta, Küfe’de İmam Ali’ye (ra) tatlı ikram etmiş, bu vesileyle duasını kazanmış; aynı şekilde oğlu Sabit de İmam Ali’den (ra) ‘hayırlı bir zürriyet’ duası almıştır. Bu duanın bereketiyle de Allahu Teala kendisine İmam-ı Azam gibi büyük bir zatı bağışlamıştır. İşte Arap bölgesinde bulunan Küfe’de doğmuş olmasına rağmen, İmam’ın Farisi oluşunun sebebi budur.

İmam Azam’ın künyesinde, divit ve kalem manalarına gelen “Hanife” kelimesinin bulunması, ilme olan bağlılığını göstermeye yeterlidir. Asıl ismi olan Numan ise kan ve ruh manalarını taşıdığından kendisine “Fıkhın ruhu ve canı” denilmiştir.

İmam’ın ömrünün çoğu Kufe’de geçmiştir. Çocukluğunda Kur’an-ı Kerim’i ezberleyen İmam’ın, Kur’an-ı Kerim’i çok okuyup tekrar etmeyle iştihar ettiği rivayet edilir. Bununla beraber kıraat ilmini de öğrenmiş, bu ilmi bizzat Kura-ı Seb’a’dan olan İmam Asım’dan ders almıştır.

Ailesinin tüm geçim kaynağı ticaret olunca İmam da ticaretle uğraşmış ve ömrünün sonuna dek hiç kimseye muhtaç olmayarak yaşamıştır. Bir çok alimin aksine o, beyt-ül maldan hiç para almamış, bu şekilde hiçbir şeyden çekinmeksizin hakkı savunabilmiştir. Ticareti sebebiyle elde ettiği serveti sayesinde öğrencilerinin ve diğer ilim taliplerinin de tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır. Öyle ki, yiyip giydiklerinin aynısını öğrencilerine de vermedikçe rahat etmemiştir. Ancak ailenin ticaretle uğraşması onun ilme olan ilgisine engel olmamış, o dönemde büyük İslami merkezlerden olan Kufe’deki büyük alimlerin meclislerine fırsat buldukça katılıp İslami ilimlerde derinleşmeye gayret göstermiştir.

Başlarda ticaretle uğraşıyor olması İmam’ın ilimde yoğunlaşmasına engel olsa da, sonraları bazı alim ve büyük şahsiyetlerin de yol göstermesiyle ticarete daha az vakit harcayıp işini vekillere bırakarak asli ilimlere yönelmiştir. En sonunda da daha fazla ihtiyaç olduğunu gördüğü “Hadis ve Fıkıh” ilimlerinde karar kılmıştır. İlmin ilk aşamasında kazandığı akıl kabiliyeti, sonrasında fıkıhta uygulayacağı yönteminde de etkili olmuş, bir çok meseleyi bu şekilde çözüme kavuşturmuştur. Zaten onun fıkıh ekolünde ve ders verişinde de bu yön çok bariz bir şekilde görünmektedir.

Diğer mezhep imamlarından fazlaca bir özellik olarak sahabelerle görüşebilmiş, ayrıca tabiinin büyük zatlarından ders alıp hadis dinleyebilmiştir. Ancak kuşkusuz en büyük üstadı, uzun süre Kufe’deki ders kürsüsünde müderrislik yapan Hammad b. Ebi Süleyman’dır. İmam, 18 yıla yakın ondan ders almış, vefatına dek ondan ayrılmamıştır. İleride büyük bir alim olacak oğluna Hammad ismini vermesi bu büyük zatın ondaki derin tesirlerini göstermede yeterlidir.

Hocasının vefatından sonra ders kürsüsünde onun yerine geçip çok büyük talebeler (İmam Muhammed, İmam Ebu Yusuf, İmam Zufer vb..) yetiştirmiş, onların serbest düşünüp doğruyu bulmalarında ve bu şekilde büyük hizmet görmelerinde çok büyük katkı sağlamıştır.

Özellikle fıkhın gelişip yayılması ve ortaya çıkan problemlerin halledilmesinde ciddi ilk derli toplu yapıyı kazandıran İmam ile ilgili İmam Şafii’nin şu sözü çok manidardır: “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.”

Abdullah b. Mübarek’in sözü ise daha kapsamlıdır: “O, (Ebu Hanife) ilmin beynidir.”

Uzun süre ticaretle yakından alakalı oluşu sebebiyle muameleler için çok ciddi çözümler geliştirmiş, kalıcı asıllar belirlemiştir. Tüccar olması hasebiyle insanların ekonomik ve sosyal durumlarını da bizzat müşahede etme fırsatı bulmuş, mezkur konularda (zekat, nikah vb) özgün fikirler üretmiştir.

Ömrünün 52 yılı Emeviler, kalan 18 yılı da Abbasiler döneminde geçen İmam, siyasi alanda bir çok çetin sınavla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle hocasının vefatından sonra etkinliğinin daha fazla artması ve ilmi seviyesinin yüksekliği gibi sebeplerle itibarının ziyadeleşmesi onu gözde haline getirmiş, bu durum ondan su-i istifade etmek isteyen kimi siyasetçilerin (bu şahsiyetler özellikle Hulefa-i Raşidin’den sonra çokça türemiş ve çok büyük hasarlara yol açmışlardır) de ilgisini çekmiş ancak İmam’ın Nebevi çizgiden taviz vermeyişi ve teklif edilen görevleri geri çevirişi nedeniyle istediklerini elde edememişlerdir. Hal böyle olunca mezkur şahıslar ona düşmanlık etmeye başlamışlardır.

İmam Ebu Hanife’nin Ehl-i Beyt’e bağlılığı, Emevi ve Abbasiler döneminde karşılaştığı zorluk ve baskıların temel sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Emeviler zamanında vuku bulan Zeyd b. Ali’nin kıyamında İmam, Zeyd’e çok ciddi desteklerde bulunmuş, şehadetiyle de büyük üzüntülere gark olmuştur. Bu olaydan sonra birer sene aralıklarla; önce İmam Zeyd’in oğlu Yahya, sonra da Yahya’nın oğlu Abdullah aynı akıbete uğrayınca İmam, bunu yapanlara karşı durmuş, onları şiddetle eleştirmiş ve doğal olarak bu tarihten sonra ciddi takip ve baskılara maruz kalmıştır.

Bu devir, Abbasilerin iktidarı ele geçirme girişimlerinin yoğunlaştığı döneme de denk gelince Emevi valilerinden İbn-u Hubeyre, tüm alim ve fakihleri kontrol altına almak amacıyla çağırtıp görev ve sorumluluklar yüklemiş, aynısını İmam Ebu Hanife’ye yapmak istemesine rağmen başarılı olamamış, ikna etmeleri için araya koyduğu kişilerden de ümit kesince, o büyük imamı hapsedip dövdürmüştür. Tekrar ikna etmek için bir çok girişimde bulunan İbn-u Hubeyre, gördüğü işkenceden dolayı öleceğinden korkarak İmam’ı bırakmak zorunda kalmıştır. İmam serbest kaldıktan sonra Hicaz’a gidip uzun süre orada yaşamak mecburiyetinde kalmıştır.

İleriki dönemlerde Abbasiler iktidarı ele almış fakat İmam’ın; zulmetme konusunda Emevileri aratmayan Abbasilerle de arası açılmış, hele de İmam’ın hocası olan Abdullah b. Hasan’ın hapiste ölmesi, oğlu Muhammed Nefsüzzekiyye’nin zulmen katli ve diğer oğul İbrahim’in kıyamına karşı da ordu hazırlanması, ilişkileri tümüyle koparmıştır.

İmam Malik’in de fetvasıyla desteklenmiş olan İbrahim b. Abdullah’ın (bu fetva sebebiyle İmam Malik de işkencelere uğratılmıştır) kıyamına karşı görevlendirilen ordu komutanlarından Hasan b. Kahtab, İmam Ebu Hanife’nin telkinleriyle bu görevi reddedince dönemin halifesi Ebu Cafer el-Mansur, aralarında İmam’ın da bulunduğu bir kısım fakihleri toplayarak onlardan ayaklanmayı bastırma cevazını almak istemiş, ancak İmam’ın; “Müslümanların ancak üç durumdan biriyle (zina, katl, irtidat) kanları akıtılabilir. Onlar, (biati kastederek) ellerinde olmayan bir şeyi kabul etmişlerdir. Böyle bir şey yaparsan helal olmayan bir şekilde cezalandırmış olursun” sözüyle bu emelinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.

Bu olaydan sonra İmam’ı daha sıkı takibe aldıran halife, dönemin kadısı İbn-i Ebi Leyla’nın amaç gözeterek verdiği fetvaları eleştiren İmam’a, onu saf dışı etmek amacıyla kabul etmeyeceğini bile bile, kadılık teklif etmiş ve bu hususta onu çok ciddi manada sıkıştırmaya başlamıştır. Son olarak kötü amaçlı teklifine cevaben; “Kadılık teklifine karşı beni Fırat’ta boğmakla tehdit etsen, boğulmayı tercih ederim” deyip kabul etmeyeceğine dair yemin eden İmam’ın hapsedilerek her gün on kırbaç vurulup işkence edilmesini emreden El-Mansur, öleceğini anlayınca onu, ders vermesini yasaklayarak hapisten çıkarmış, ancak Büyük İmam bunun etkisiyle Rabbine şehid olarak kavuşmuştur. İmam Ebu Hanife, büyük bir İslam alimi olarak tarihteki yerini almış, “En büyük İmam” manasındaki “İmam-ı Azam” ismini hak edecek tüm güzel hasletleri kendinde taşımıştır.

Kuşkusuz bu hasletlerin başında gelenlerin biri, nefsine hakim oluşudur. Yoğun ihtilafların olduğu dönemde yaşayıp hiçbir taviz vermeyişi, çokça eleştirilip rencide edilmesini de beraberinde getirmiş, o ise bizlere ders verircesine nefsi ile alakalı hususlarda kendine hakim olup ıslah yolunu seçmiştir. Bir defasında (bu tür nitelemelerden münezzeh olmasına rağmen) kendisine (haşa) ‘zındık, bidatçi’ diyen birine; “Allah seni affetsin. Allah benim öyle olmadığımı biliyor. O’nu tanıdığımdan beri yolundan dönmedim. O’nun cezalandırmasından başka bir şeyden de korkmam” diye cevap verip ‘ceza’ kelimesini duymanın verdiği tesirle ağlamaya başlamıştır.

Cesaretin doruğunda olan İmam, hiçbir tehdide aldırmadan en büyük siyasi otoritelere karşı durup hakkı söylemiş, canını verme pahasına geri adım atmamıştır.

Kendisi, nassların zahiri manalarıyla yetinmeyerek gizli manalarını da araştırmış ve bu yöntemiyle kendisinden sonra gelenlerin çok istifade edeceği büyük bir çığır açmıştır.

Heybeti, ilmi şahsiyetlere yakışan vakarı, kendi şahsında İslam’ın izzetini temsil edişi ve feraseti dışında, emindi de. Zeyd b. Ali’nin kıyamına katılmayışının nedenini; “Beni ondan alıkoyan, insanların yanımdaki emanetleriydi. Savaşta ölürsem bunca emanetin altında kalırım diye korktum” sözüyle belirtmiştir.

Kumaş satarken salavat getiren tezgahtarının, müşteri çekmek amaçlı söyleyebileceğini hesaplayıp işine son verecek; Kufe’de bir koyun çalındığını işittiğinde koyunun ne kadar yaşayabileceğini öğrenip o müddet içinde kasaptan et almayacak; satılacaklar arasında kusurlu bir malın bulunduğunu belirtip satarken bu kusurdan söz etmesini tembihleyerek satışa gönderdiği ortağının, yapılan telkini unutarak satış yaptığını ve kime sattığını hatırlamadığını öğrenince malın tüm bedelini satarak sadaka verecek derecede bir takvaya; “Bizim düşüncemiz, bir görüşten ibarettir ve elde ettiğimiz en güzel görüştür. Birisi bizim görüşümüzden daha güzel bir görüş ortaya koyarsa, bizden çok onun doğrulanması gerekir” diyecek bir tevazuya; mescitte sabahladığını görenlere; “Bu Ebu Hanife’nin Rabbine ilticasıdır. Sakın meth konusu yapmayın” diye söyleyecek seviyede bir ihlasa sahip olan İmam, biriktirdiği senelik kazancıyla alim ve muhaddislerin ihtiyaçlarını giderip artanı da onlara nakit olarak verdikten sonra; “Bu paralarla diğer ihtiyaçlarınızı karşılayıp şükredin. Çünkü ben size yalnızca Allah’ın malını veriyorum” diye söyleyecek kadar cömert olmakla beraber şahsında temsil ettiği davasının heybet ve izzetini gösterecek tarzda giyimine ve temizliğine, hoş kokular sürmeye itina gösteren bir şahsiyet olarak da belleklerde örnek bir karakter profili bırakmıştır.

Çok kısaca anlatmaya çalıştığımız özelliklerinin tümünün esası da aslında sünneti yaşamadaki duyarlılığından kaynaklanmaktadır. Diğer bütün büyük alimler ve fakihler gibi… Herhalde şu rüyasının anlatılması, sünnet-i seniyyenin onun nezdinde ne anlama geldiğini gösteremeye yeterlidir. Gelin bu rüyayı İmam-ı Azam’ın kendi dilinden dinleyelim:

“Ben gece gündüz mescitte ilim çalışıyor, arkadaşlarımla ilmi müzakerelerde bulunuyordum. Bir gece kendimi, Resulullah’ın kabrini açıp mübarek kemiklerinin parçalarını bir araya getirir halde gördüm. Bundan ürktüm ve okumaya ara verdim. Ancak bu rüyanın manasını da meşhur rüya müfessiri İbn-i Sirin’den sormadan edemedim. İbn-i Sirin rüyamı; Resulullah (as)’ın kabrini açmak, üzeri örtülü olan ilmi açmaktır. Kemiklerini bir araya getirmek de sünnetini bir araya getirmektir” şeklinde yorumladı.

Yaşamının tümünde sünnet-i seniyyeyi esas alıp bundan zerre miktar taviz vermeyen, büyük bir alimin ilim ve cesaretini, takva ve ihlasını, vakar ve tevazusunu kendinde içselleştirmiş bu yüce şahsiyetten alacağımız çok dersler vardır. Rabbimiz onların yaşayış ve yolunu bize de nasip eylesin.(Amin.)

Kaynak: Mezhepler tarihi (M.Ebu Zehra)

İnzar Dergisinden alıntıdır.

--------------------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------------------


Bu mesaj 1 kez ve en son faniiiia tarafından 15.05.2006 - 09:30 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 15.05.2006 - 08:55
Bu mesajı bildir   faniiiia üyenin diğer mesajları faniiiia`in Profili faniiiia Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
~KeMaL~ su an offline ~KeMaL~  

785 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 14.04.2006
En Son On: 15.12.2007 - 14:26
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı karapapak

efendimiz miraca cıkar.Perde arkasından Allahla görüşme yaparken.
Allah;Türklere islam dinini tebliğ ederken güzel yolla et,onlarla savaşma.Senin ölümünden 100 yıl sonra onlardan bir alim gelecek ve senin dini yayacak diye buyurmuştur...
Bu şahıs Numan
Ebu Hanefi hazretleridir...
selametle



ESSELAMU ALEYKUM..

FAHRİ KAİNAT EFENDİMİZ SAV MİRACA URUC ETİĞİNDE HALİK-I ZÜL CELAL İLE 90 BİN KELAM KONUŞMUŞTUR ARADA SADECE ULUHİYYET PERDESİ KALMIŞTIR VE HZ EBU BEKR RA İN SESİ İLE BİZİM ANLAYAMAYACAĞIMIZ HARF VE KELİMELERDEN OLMAYARAK HİTAB ETMİŞ VE NAMAZ EMRİDE ORADA VUKU BULMUŞTUR...

EFENDİMİZİN SAV İMAM-I AZAM HAZRETELRİ HAKKINDA BİR HADİS SERİFİ MEVCUTTUR....

TU-ZEU ZİYNETUL İSLAMİ SENETE MİETİ HAMSİYNE:

İSLAM 150 SENESİNDE ZİYNETİNİ YİTİRİR.

İMAM-I AZAM HAZRETLERİ 150 SENESİNDE VEFAT ETMİŞTİR..

LAKİN YUKARIDA YAZMIŞ OLDUĞUNUZ SÖZLER HAKKINDA HERHANGİ BİR BİLDİRİMEVCUT DEĞİLDİR..,

BUTUN SAMİMİYETİMLE SİZDEN RİCA EDİYORUM NEREDE BULDUNUZ NERDEN BU BİLGİYE VARDINIZ....

MEASSELAM gül
Ekleme Tarihi: 15.05.2006 - 09:57
Bu mesajı bildir   ~KeMaL~ üyenin diğer mesajları ~KeMaL~`in Profili ~KeMaL~ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
faniiiia su an offline faniiiia  

138 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 01.05.2006
En Son On: 04.09.2007 - 17:20
Cinsiyeti: ----- 
FAHRİ KAİNAT EFENDİMİZ SAV MİRACA URUC ETİĞİNDE HALİK-I ZÜL CELAL İLE 90 BİN KELAM KONUŞMUŞTUR ARADA SADECE ULUHİYYET PERDESİ KALMIŞTIR VE HZ EBU BEKR RA İN SESİ İLE BİZİM ANLAYAMAYACAĞIMIZ HARF VE KELİMELERDEN OLMAYARAK HİTAB ETMİŞ VE NAMAZ EMRİDE ORADA VUKU BULMUŞTUR...
---------------------------------------------------
Kemal kardeşim

yukarıdaki cümlelerin kaynağı nedir ?
Ekleme Tarihi: 15.05.2006 - 10:19
Bu mesajı bildir   faniiiia üyenin diğer mesajları faniiiia`in Profili faniiiia Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
~KeMaL~ su an offline ~KeMaL~  

785 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 14.04.2006
En Son On: 15.12.2007 - 14:26
Cinsiyeti: ----- 
Miraçta beş vakit namazın farz kılınması

Hazret-i Peygamberin (asm), Mîrâcı esnasında geçen mânevî olaylardan anlattığı bir hadîsinde; emrolunduğu elli vakit namazı duâ ve niyazları netîcesinde beş vakte indirmeye ve beş vakit olarak teşrî kılınmasına vesîle oluşu mevzubahis edilir. Haber,hâşâ hiç de pazarlık değil; bilakis büyük bir merhamet, eşsiz bir rahmet, muazzam bir şefkat ve azametli bir heybet ifâde etmektedir.

Söz konusu haber, hadis rivâyetinde en titiz ölçülere sahip Buhârî ile Müslimin sahih kaynaklarında vâriddir. Müslimin, Enes bin Mâlikten (ra), İbn-i Hazmdan (ra) ve Ebû Zerrden (ra) ayrı ayrı rivâyetlerle kitabına aldığı söz konusu hadisi, Buhârî yine Enes bin Mâlik (ra) ve Mâlik bin Sasanın (ra) rivâyetleriyle zikretmiştir.
Haber, Mîraçta yaşananları konu eden uzun bir hadisin bir bölümünde yer alır. İlgili bölümü buraya alalım:
Peygamber Efendimiz (asm) Mîracını anlatırken buyurdu ki: Artık Allah, bana vahy ettiğini vahy etti. Üzerime her gündüz ve gece içinde elli namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Nihâyet Mûsâya (as) uğradım. Mûsâ Aleyhisselâm:
Rabbin ümmetine ne farz kıldı? diye sordu.
Elli vakit namaz farz kıldı dedim. Mûsâ (as) bana:
Rabbine dön, müracaat et, hafifletmesini iste. Zîrâ ümmetin buna tâkat getiremez. Ben senden önce insanları imtihana tâbi tutmuş ve onları tecrübe etmişimdir dedi.
Ben de Rabbime döndüm ve Ey Rabbim! Ümmetim üzerine hafiflet! diye niyaz ettim. Benden on vakit namaz indirdi. Bunun üzerine Mûsâya (as) döndüm. Mûsâ (as) tekrar:
Ümmetin buna güç yetiremez. Rabbine dön ve hafifletmesini iste! dedi. Ben de Rabbime niyaz eyledim. Bu defa on vakit namaz daha indirildi. Ben yine Mûsâya (as) dönüp geldim. Mûsâ (as) yine eskisi gibi öğüt verdi. Ben de Rabbime tekrar niyaz ettim. Benden on vakit namaz daha indirildi. Bu defa yine Mûsâya (as) dönüp geldim. Mûsâ (as) yine önceki tavsiyede bulundu. Ben de Rabbime tekrar niyaz eyledim. Benden on vakit namaz daha indirildi de, artık on vakit namazla emrolundum. Ve Mûsâya (as) dönüp geldim. Mûsâ (as) bana önceki mütalaasını tekrar söyledi. Ben de Allaha niyaz eyledim de, bu defa her gün beş vakit namazla emrolundum. (Mâlik bin Sasanın (ra) rivâyetinde Rabbim şöyle buyurdu:
Yâ Muhammed! Onlar her gündüz ve gece içinde beş namazdır. Her bir namaz için on sevap vardır. Böylece yine o elli namaz olur. Her kim bir hasene ve iyilik yapmak niyet eder de onu fiilen yapamazsa, ona bir iyilik yazılır. Her kim bir kötülük yapmayı tasarlar da, onu işleyemezse onun aleyhine hiçbir şey yazılmaz. Eğer o tasarladığı kötülüğü yaparsa, üzerine bir tek günah yazılır.
Bunun üzerine Musâya dönüp geldiğimde, Mûsâ (as):
Ne ile emrolundun? dedi. Ben de:
Her gün beş vakit namazla emrolundum dedim. Musâ (as) tekrar:
Ümmetin her gün beş vakit namaza muktedir olamaz. Ben senden önce insanları epeyce tecrübe ettim. Ve İsrâiloğullarını sıkı bir imtihana tâbi tuttum. Şimdi sen Rabbine tekrar dön ve müracaat et de, bunu ümmetin için daha da hafifletmesini iste dedi. Ben de:
Rabbime çok döndüm. Öyle ki, artık Ondan utanır oldum. Beş vakit namaza râzı olacağım dedim.
Ben Mûsânın (as) yanından geçince bir ses: Ben beş vakit namazı farz olarak imzâ ve irâde eyledim. Ve kullarımdan fazlasını indirdim ve hafiflettim diye nidâ etti. (1)

Bu hadiste: 1-En güzel duâ ve niyaz örneği, 2-En güzel istişâre örneği, 3-Peygamberlerin ümmetleri lehine en güzel dayanışma ve ittifak örneği, 4-Allahın fazlını, lütfunu, ihsânını, ikrâmını, merhametini ve şefkatini gösterecek biçimde, duâ ve niyâzlara karşı en güzel olumlu cevap ve en latîf kabûl örneği, 5-Duâ ve niyaz hususunda, istediğini alana kadar, Allaha dileğini en güzel arz ve en hoş arzda ısrar örneği gibi latîf, nezîh, pâk, mukaddes, muallâ, müberrâ, temiz ve yüce bir çok örnekler ilk bakışta gözümüze çarpar.

Namaz gibi dînin direği sayılan bir ibâdetin teşrîinde, böyle nezih tavır ve örnek davranışların yaşandığı bir mânevî hâtıra bize ancak hayret, muhabbet, mehâbet ve heyecan verir; ancak tüylerimizi diken diken eder!

Bu haber ancak, nebîlerin ve resûllerin insanlığın huzûruna ve kurtuluşuna ne kadar düşkün ve ümmete karşı ne kadar ince ve latîf yürekli olduklarını; Allahın ve Resûlünün (asm) ne derece hadsiz rahmet ve derin şefkat sahibi bulunduklarını bize gösterir.

Dipnot:
1-Müslim, Îmân, 74; Buhârî, Salât, 227; İsrâ ve Mîraç, 1551

MIRAC

Arapça'da merdiven, yukari çikmak, yükselmek anlamlarini dile getirir. Islam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göge yükselerek Allah'in huzuruna kabul edilmesi olayi. Mirac olayi hicretten bir yil ya da onyedi ay önce Receb ayinin yirmi yedinci gecesi gerçeklesir. Olayin iki asamasi vardir. Birinci asamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'in andigi bu asama, gece yürüyüsü anlaminda isra adini alir. Ikinci asamayi ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselisi olusturur. Mirac olarak anilan bu yükselme olayi Kur'an'da anilmaz, ama çok sayidaki hadis ayrintili biçimde anlatilir.

Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasinin kizi Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip gögsünü yardi, kalbini Zemzem ile yikadiktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adli binege bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. Ibrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve diger bazi peygamberler tarafindan karsilandi. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diger peygamberlere namaz kildirdi.

Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yaninda Cebrail oldugu halde göge yükselmeye basladi. Gögün birinci katinda Hz. Adem, ikinci katinda Hz. Isa ve Yahya, üçüncü katinda Hz. Yusuf, dördüncü katinda Hz. Idris, besinci katinda Hz. Harun, altinci katinda Hz. Musa ve yedinci katinda Hz. Ibrahim ile görüstü. Cebrail ile birlikte yükselis Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarim" diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldi. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adli baska bir binekle yükselisini sürdürdü. Bu yükselis sirasinda Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabini müsahede etti. Sonunda Allah'in huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a sirk kosmayanlarin Cennet'e girecegi müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve bes vakit namaz fari kilindi. Yeniden Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndürüldü.

Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayini anlatti. Olayi duyan müsrikler yogun bir kampanya baslatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya basladilar. Bu kampanya bazi müslümanlari da etkileyerek süpheye düsürdü. Olayin gerçek olup olmadigini arastirmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana iliskin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sinadilar. Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdigi bilgilerin dogrulugu müslümanlari süpheden kurtardiysa da müsriklerin inatlarini kirmaya yetmedi. Mirac olayi inatlarini ve düsmanliklarini artirarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karsisindaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Siddîk" lakabiyla onurlandirildi. Hz. Ebu Bekir olayi kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyecegini soran müsriklere "O söylüyorsa süphesiz dogrudur" cevabini vermisti.

Ahad hadislere dayansa da Mirac olayinin gerçekliginde tüm müslümanlar birlesmislerdir. Ancak olayin gerçeklesme biçimi Islam bilginleri arasinda görüs ayriliklarina neden olmustur. Buna göre Ibn Abbas'in da içinde bulundugu bazi bilginlere göre Mirac olayi uykuda gerçeklesmistir. Bilginlerin büyük çogunluguna göre ise uyku durumunda ve rüyada degil, uyanik iken gerçeklesmistir. Fakat bu görüsü savunanlar da Mirac'in yalniz ruhla mi, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi oldugu konusunda ikiye ayrilmislardir. Sonraki Kelamcilarin büyük çogunluguna göre mirac olayi uyanikken hem ruh, hem de bedenle gerçeklesmistir. Içlerinde Hz. Aise'nin de bulundugu bazi bilginlerle mutasavviflarin büyük çogunluguna göre ise uyanik durumda iken ama yalniz ruhla gerçeklesmistir.

Mirac olayinin gerçeklestigi gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayilmis ve bu gecenin ibadetle ihyasi geleneklesmistir. Osmanlilar döneminde, camiler kandillerle donatildigi için Mirac kandili olarak anilan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayini anlatan ve Miraciye adi verilen siirlerin okunmasi, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.

MIRAC GECESINDE PEYGAMBERIMIZE VERILEN HEDIYELER

Mirac günü peygamber efendimiz (S.A.V) hediye olarak üç sey verilmisti: Bunlar; Bes Vakit Namaz, Bakara Suresinin Son Ayetleri, Ve Sirk Kosmamak sarti ile ''LA ILAHE ILLALLAH ''diyen her Müslümanin cennete girebilecegi müjdesi.


VASİTASİZ CENAB-I HAKLA KELAMI

Yüce Allah, gönderdiği peygamberlerini tebliğ görevi ile başbaşa bırakmamış, onları vahiy ile yönlendirdiği gibi, zaman zaman çeşitli mucizelerle de desteklemiştir. İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in en büyük mucizelerinden birisi İsrâ ve Mirac hadisesidir. Hicretten bir yıl kadar önce bir gece vakti büyük melek Cebrâil (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'i "Burak" adı verilen ve mâhiyeti bilinmeyen binek üzerinde, Mekke'deki Mescid-i Haram'dan alıp, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya götürdü. Peygamber Efendimiz'e yaptırılan bu yolculuğun Kudüs'e kadar olan bölümü ki, buna "İsrâ" denir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır: "Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı yücedir. O, gerçekten işitendir, görendir." (1)
İsra'dan sonraki Mirac yolculuğunun Mescid-i Aksa'dan itibaren olan kısmı ile ilgili bilgileri Hz. Peygamber'in hadislerinden öğreniyoruz. Bu konu ile ilgili hadisler özetle; Hz. Peygamber'in, Cebrâil refakatinde göklere yükseldiğini, orada bazı peygamberlerle karşılaştığını, nihayet Cenab-ı Hakk'ın huzuruna çıktığını, geniş bir şekilde anlatmaktadır. (2) Ayrıca, Mirac'ın sırlarla dolu bu bölümüne Necm sûresinde de işaret buyurulmuştur. (3)
Mirac hadisesinin, mü'minleri ilgilendiren yönü, mâhiyetinden daha çok neticesi ve bu neticeden alınabilecek mesajlardır.
Mirac olayının, müslümanlar için önemli sonuçlarından birisi hiç şüphesiz, İslâm Dininin direği mesâbesinde olan namazdır. Namaz mü'minlere bir Mirac hediyesidir. Onun içindir ki, "Namaz mü'minin Miracı" olmuştur. Nasıl ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), Mirac'ta vasıtalardan arınmış olarak, Yüce Allah'la buluştu ise; mü'min de namazda vasıtasız olarak doğrudan Rabbinin huzuruna çıkar, sadece O'na kulluk etme ve sadece O'ndan yardım isteme fırsatı bulur. Öyle ise, mü'min günde beş vakit namazını dikkatle ve huşu içerisinde edâ edecek olursa, namaz onun için bir Mirac olacak ve kul onunla Hakk'a yol bulabilecektir.
Mirac'ın diğer bir önemli sonucu, Bakara Sûresinin son iki âyetinin nazil oluşudur. "Amenerrasûlü" diye de anılan ve ülkemizde yatsı namazlarından sonra mihrâbiye olarak okunan bu mübârek âyetlerde; ilâhî emirler karşısında mutlak itaate yönelen mü'minlerin inançlarındaki sadâkatleri ifade edilmektedir. Ayrıca, bir önceki âyette geçen: "İçinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de, Allah sizi hesaba çekecektir." haberiyle endişeye kapılan mü'minlere, bu âyetlerle kolaylık bahşedilmiş, sorumluluklar hafifletilmiştir. Böylece Allah'a tam itaat meyvelerini verirken, yersiz kuşkular da, "Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar" müjdesiyle bertaraf edilmiştir.
Mirac'ta Peygamberimize vasıtasız olarak vahyolunan bu âyetler, Rasûlüllah'ın hadislerinde övülmüş, her zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye edilmiştir. Bir hadiste de; "Bu âyetlerin geceleyin yatmadan önce okunması kişiye yeter" () buyurulmuştur.

- İsrâ, 1.
- Buhârî, Bed'ü-l Halk, 6; Müslim, İmân, 264.
- Bkz. Necm, 7-18.
- Buhârî, Fedâilü'l-Kur'an, 10 ,27, 34; Müslim, Salâtü'l misâfirîn, 255-256.

90 bin Kelam İle Hz Ebu Bekr ra in Sesi ile ilgili kaynağıda yazıcam İnsallah

Measselam
Ekleme Tarihi: 15.05.2006 - 11:30
Bu mesajı bildir   ~KeMaL~ üyenin diğer mesajları ~KeMaL~`in Profili ~KeMaL~ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1191 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ljungberg (41), yasse_g (32), SiRaTYoLCuSu (42), merseli (46), tebessumm (43), gül-ay (50), nimet (38), yunusozkan06 (38), gurur35 (38), GLADIO (37), Tuana29 (36), apodurmus (49), omer_soner (48), seher bingöl (41), ethemfener (50), voice (36), incim91 (35), Muhammed1992 (32), MESACID (39), sekaratulmevt (40), munira (43), Ceyt (41), erdoðan57 (50), Bayram weli (39), zekeriya87 (51), garip41 (45), ACÝZB&Ya.. (40), gönül_dostu (47), ercankiran (58)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.62124 saniyede açıldı