0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Kuran Kıssalarında Müşriklerin Vahye ve Resullere Karşı Aldığı Tavırlar

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Kuran Kıssalarında Müşriklerin Vahye ve Resullere Karşı Aldığı Tavırlar

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Kuran Kıssalarında Müşriklerin Vahye ve Resullere Karşı Aldığı Tavırlar
Kur’an’ı Kerim’de resullerin kıssaları incelediğimizde müşriklerin vahye karşı aldıkları şiddetli tavrın ön plana çıktığını açıkça görmekteyiz. Bu yazımızda, kıssalarda müşriklerin peygamberlere karşı sergiledikleri tavırları inceleyeceğiz.
Allah yeryüzü üzerindeki herhangi bir toplumu imtihana aldığı zaman önce onlara içlerinden birini resul tayin eder.
"Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir gelmesine şaştınız mı ? " (Araf, 7/69)
“İçlerinden bir adama: “İnsanları uyar ve inananlara, Rab'leri katında kendileri için’ bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele!” diye vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı geldi?” (10/2)
Allah’ın, o kavim içerisinden, kendilerince çok iyi bilinen birini Resul seçmesi, müşriklerin peygamberler hakkındaki kimlik itirazlarını önler. Ayetlerde Resullerin kim oldukları nereden geldikleri hakkında müşrikler tarafından ileri sürülen itirazlara rastlanmaz.
Eğer bu elçi dışarıdan gelen biri olsaydı müşriklerin itirazlarının daha da çeşitleneceği aşikar olurdu. Her şeyden önce dışarıdan gelen bu elçinin kendini topluma tanıtması onların güvenini kazanması gerekirdi. Daha sonra vahyi anlatabilirdi.
“Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.“ (7/68)
“Ey Salih, sen bundan önce bizim aramızda ümit beslenen bir kişi idin.”(11/62)
Ayetlerde işaret edildiği gibi Resuller bulundukları toplum içerisinde kendilerini kabul ettirmiş emin kişilerdi.
Fakat Allah’ın onları resul seçip vahyini indirmeye başlamasıyla birlikte, bu emin kişilerin toplumdan tecrit edilip ağır hareketlere maruz kaldıklarını görmekteyiz.
“Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz.” (26/185)
“Hayır o yalancı şımarığın biridir.” (54/25)
“Biz senin beyinsiz olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz.” (6/66)
Sapık toplumların işlerine gelmediği anda tertemiz resulleri karalamaya çalışmaları Vahiy’e karşı aldıkları şiddetli tavırlardandır.
Müşrikler bu iftiralarına toplumu inandırabilmek için vahiyden önce, doğru sözlü ve güvenilir olan resullerin “kahin, sihirbaz ve şair”ler gibi cinlere karışıp mecnunlaştığını ileri sürmüşlerdir.
“Bir kahinin sözü de değildir.” (69/42)
“Kafirler: “Bu apaçık büyücüdür.” dediler.” (10/2)
“Cinlenmiş bir şair...” (37/ 36) Bu saldırılarla müşrikler Resul’ün toplumdaki insanlarla muhatap olup, onları vahyi doğrultuda değiştirmesini önlemek istemişlerdi. Böylece zalim beşeri sistemlerinin oluşturduğu sosyal düzenlen muhafaza edip, statükolarını koruyabileceklerdi.
Müşriklerin bu benzetmelerine Allah, şiddetle karşı koyar.
‘Rabbi’nin nimeti sayesinde sen ne kahinsin ne de mecnun.” (52/29)
“Biz ona şiir öğretmedik, ona yakışmaz da.” (36/ 69)
"O gün cehennem ateşine kakılırlar: "
“İşte yalanlayıp durduğunuz cehennem budur!”
“Bu mu büyü yoksa siz mi görmüyorsunuz?” (52/13-14-15)
Müşrikler, toplumu vahiyden uzak tutabilmek için değişik metotlar da denemişlerdir. Örneğin gelen vahiyle birlikte toplumun atalarının sapıklıkla itham edildiği kendilerinin sadece atalarının yolundan gittiğini gündeme getirerek Resullere karşı toplumda tepki oluşturmuşlardır.
“ Biz ilk atalarımızdan böyle birşey işitmedik.”(23/ 24)
".....Şimdi atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men mi ediyorsun ? ” (11/62)
“ Bu sizi babalarımızın taptığından çevirmek isteyen bir adamdan başka bir şey değildir...” (34/43)
Böylece oluşacak tepkiyle kabilecilik güçlendirilip toplumdaki insanların atalarından gelenle, yani kendilerinin de üzerlerinde bulundukları hal ile devam etmeleri sağlanacak ve vahiy ile toplum arasına bir duvar örebileceklerdi. Kitabullah bu tuzağa karşı örnek olarak aşağıda bazısını vereceğimiz ayetlerle insanları uyarmıştır.
“ Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size aittir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız. “(2/134)
“Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?” (5/104)
" Ey kavmim! dedi. Bakın ya ben Rabbimden bir delil üzerinde isem ve o bana kendinden rahmet vermişse " (11/63)
Allah müşriklere körü körüne itaatin doğru bir yol olmayacağını, doğru yolun kendi akıllarına hitabeden vahiy’i düşünerek ona itaat ile bulunabileceğini bildirir.
Neticede herkes kendi yaptıklarından sorumlu olacaktır. 0 halde boş bir yol olan “atacılık/ırkçılık” vahiy’e karşı geçerli bir savunma olmaz.
Resullere yapılan iftiralardan biri de resullerin insan olması gibi doğal bir olgudan ileri gelir. Bu da bize gösteriyor ki vahiy’in karşısında acizlik içerisinde kalan müşrikler ne olursa olsun karşılarındaki Resulü halk nazarında küçültmek için her olguyu kullanmaya çalışıyorlardı.
“Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin.” (26/185)
“Aramızda bir beşere mi uyacağız.” (54/24)
“Seni de ancak kendimiz gibi bir insan görüyoruz.” (11/27)
Evet, Resul’ün insan olmak gibi bir sünnetullah'ı, Resul'ün aleyhinde kullanıyorlardı. Amaçları onu getirdiği vahiy’in içeriğinden ayrı tutarak tartışmayı olağanüstü isteklere sıçratmak ve böylece mucize istekleri ile peygamberi aciz göstermekti.
“Eğer doğru sözlülerden isen göğün bir parçasını üzerimize düşür, dediler.” (26/187)
“Eğer doğrulardansan bize bir mucize getir.” (26/154)
“Niçin ona Rabbinden bir ayet indirilmiyor ? ” (29/50)
Bu hususta Allah peygamberlerin ağzından şöyle cevap verir.
“Ayetler (mucize) Allah katındadır. " (29/50)
Eğer Allah mucize verir ise bu seferde mucizeyi inkar etmeye çalışırlardı. Amaçları iman etmek değil peygamberi zorda bırakarak onu halk nazarında gözden düşürmekti. Müşriklerin mucize istekleri karşısında peygamberin durumunu Allah şöyle beyan eder.
“Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince yeri delmeye ya da göğe merdiven dayamaya güç yetirebilseydin onlara bir ayet getirirdin.” (6/35)
Buraya kadar tevhid inancını getiren peygamberlere ve onun şahsında vahiy’e iftiralarda bulunan müşriklerin iftira ve taarruzları üzerinde durduk. Şimdi bu iftira ve taarruzlarda bulunan müşrikleri tahlil etmeye çalışalım.
Peygamberler elçilikle görevlendirildikleri andan itibaren, aldıkları vahiy’i topluma iletmeye başlarlar. Karşılarında vahiy’i iletmeleri gereken bütün bir toplum vardır. Çünkü içinde yaşadıkları toplumda yanlış bir din inancı vardır ve bu inanca vahiy gelene kadar resullerde dahil herkes itibar etmektedir.
Ne zaman ki resul elçilikle müşerref olur o zaman karşısında tüm toplumu bulur. Vahiy’i onlara ilettiğinde bu insanlardan bazıları iman edecek ve elçilerin yanında bulunacaklardı. Ancak bunlar olana kadar resul inancında yalnız, karşısında da tüm toplum bulunmaktadır.
Vahiy’in gelişiyle beraber Resul. topluma tevhid inancını anlatmaya ve yaymaya başlar. Toplumda ki bazı insanlar hemen onun yanında yer alır ve onun
inancını paylaşmaya başlar. Ancak bunlar çok cüzi bir azınlıktır. İnkar edenler ise çok büyük bir çoğunluktur. Toplum artık Resule inananlar ve karşı gelenler olmak üzere
ikiye ayrılmıştır. Bu olguyu Allah şöyle belirtiyor.
“Semud kavmine kardeşleri Salih’i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.” (27/45)
Artık iki kutupa ayrılan bu toplumda vahyi görüşü temsil eden Resul ve ona itibar eden bir avuç taraftarı ile onun getirdiği vahyi reddeden büyük bir çoğunluk vardır.
Şimdi Resullere karşı çıkan ve onların getirdiği vahyi reddeden kutupu, müşrikleri incelemeye devam edelim.
Müşriklerin bulunduğu inkarcı gurubun içerisinde de onları yöneten önder bir gurubun bulunduğunu görmekteyiz. Bu önder gurup inkarcılar içerisinde çok küçük bir azınlık olarak ortaya çıkmaktadır.
“ 0 şehirde dokuz kişi vardı ki bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar. İyilik tarafına yanaşmıyorlardı. ” (27/48)
Salih’in (a) kavminin inkarcıları içerisindeki önder gurubuna dahil insanların sayısını bildiren bu ayetteki verilen sayı ilgi çekicidir. Kavmin nüfusu belli değildir. Ancak binleri on binleri bulacağını tahmin edebileceğimiz bir toplumda müşriklerin başını çeken,onları Resullere karşı inkara azmettiren çok az sayıdaki bir guruptur. Bu olgu bütün Resullerin kıssalarında aynı gözükmektedir.
Sosyolojik olarak bu olgu genel geçer bir kaidedir. Toplumlar her zaman küçük bir azınlık tarafından yönetilmiş ve yönlendirilmişlerdir. Toplum yöneticileri mal olarak önde giden zenginler,Resullere yapılan tüm iftira ve saldırı kampanyalarını bu azınlık gurup tezgahlar ve böylece halkın vahye yönelmesini önlemeye çalışırlardı. Çoğunluk olan halk ise, bunların ürettiği sloganlar çerçevesini aşamayan rızklarını kazanmak derdine düşmüş, fikri gayret göstermeyen bir kitledir.
“Mele” “Mütref” ve “Müstekbir” ler maddeten ve fikren zayıf düşürdükleri halk adına peygamberlerle savaşırlar. Çünkü onların malı mülkü ve askeri güçleri vardır ama bütün bu kazançlarını sağlamak ve devam ettirebilmek içinde halk onlara lazımdır. Onların sömürülerine karşı çıkan vahye tabi olan bir toplum ise, sömürü hortumlarını tıkayacak ve ellerindeki egemenliklerini kaybettirecektir. Dolayısıyla halk onlara lazımdır ve resullere karşı verilen mücadelede aslolan peygamberleri toplumun ilgi odağından düşürmektir. İşte halkı kazanmak için Resullere karşı yaptıkları şiddetli mücadele esnasında Resulleri halk nazarında gözden düşürmek için yer ve zamana dayalı olarak iftira ve saldırı kampanyaları düzenler
Dolayısıyla siyasi, askeri ve maddi gücü elinde bulunduran bu zümre toplumun peygambere karşı tutumlarını belirleme çabası içindedir.
Kur’an’ı Kerim’de bu gurup “mele” “mutref’ “ müstekbir” olarak isimlendirilmektedir.
Kavminden büyüklük taslayan “mele” ileri gelenler içlerinden zayıf görülen inananlara : " Siz, dediler Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? " “onlarda doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!” dediler.” (7/75)
“Kavminden “mele” ileri gelen inkarcı gurup dedi ki: “Biz seni bizim gibi bir insan görüyoruz...”(11/27)
" Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse mutlaka oranın "mütrefuha" varlıkla şımarmış kimseleri : Biz sizin gönderildiğiniz şeyi inkar ediyoruz.” dediler. " (34/ 34)
Kur’an’ı Kerim’de anlatılan kıssalarda peygamberlerle en şiddetli biçimde mücadele eden
“Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman onun “MUTREFİHA” varlıklılarına emrederiz orada fısk yaparlar. (17/16)
“ İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkarlar. Zayıf bırakılanlar “Müstekbirlere” büyüklük taslayanlara: “Biz size tabi idik. Şimdi siz, bizden Allah’ın azabından bir şey savabilir misiniz ? ” (14/21)
Ayetlerde de görüldüğü gibi müşrikleri yöneten ve onları Resullere karşı inkara azmettiren azınlık küçük bir gurup vardır. Resullere yapılan tüm iftira ve saldırı
kampanyalarını bu azınlık gurup tezgahlar ve böylece halk'ın Vahiye yönelmesini önlemeye çalışırlardı. Çoğunluk olan halk ise, bunların ürettiği sloganlar çerçevesini aşmayan, rızıklarını kazanmak derdine düşmüş, fikri gayret göstermeyen bir kitledir.
"Mele" " Mütref " ve " Müstekbir" ler maddeten ve fikren zayıf düşürdükleri halk adına peygamberle savaşırlar. Çünkü onların malı mülkü ve askeri güçleri vardır ama bütün bu kazançları sağlamak ve devam ettirebilmek için de halk onlara lazımdır. Onların sömürülerine karşı çıkan Vahiy'e tabi olan bir toplum ise sömürü hortumlarını tıkayacak ve ellerindeki egemenliklerini kaybettirecektir. Dolayısıyla halk onlara lazımdır ve Resullere karşı verilen mücadelede aslolan peygamberleri toplumun ilgi odağından düşürmektir. İşte halkı kazanmak için Resullere karşı yaptıkları şiddetli mücadele esnasında Resulleri halk nazarında gözden düşürmek için yer ve zamana dayalı olarak iftira ve saldırı kampanyaları düzenlerler.
Kur'an'ı Kerim 'de anlatılan kıssalarda peygamberlerle en şiddetli biçimde mücadele edenlerin " Mele " "Mütref " " Müstekbir " ler olarak nitelenen yönetici varlılı ve kuvvetli sınıfın bireylerinin yaptığını görüyoruz. Bunun en bariz sebebi Resullerin getirdiği tek Allah inancına da­yalı vahiy'e halkın itibar etmesi halinde halkı sömürerek “müstez’af” düşürerek zulüm ve talanla elde ettikleri mal mülk ve egemenliklerini kaybetmek korkusudur.
Aslında onlarda Allah’ın resulüne ve ayetlerinin Allah’tan geldiğine kanaat getirirler. Ancak zulümle elde ettikleri mal, mülk ve mevkileri onların Allah’ın ayetlerine karşı gelmelerine sebep olur, kazandıkları bu dünyalıkları Allah’ın ayetlerine tercih ederek inkarda direnirler.
“Vicdanları onların doğruluğuna kanaat getirdiği halde sırf haksızlık ve böbürlenme yüzünden onları inkar ettiler. “(27/14)
Halkın ise kaybedecek bir şeyleri yoktur. Aksine ellerinden zulümle alınanlar tekrar iade edilecektir. İşte bu olguyu fark eden yönetici sınıf “egemenler” müşriklerin Resul hakkında Kur’an’da belirtilen tüm iftira ve saldırılarının müsebbibidirler.
Resullere karşı en şiddetli tavırları sergileyen “egemen” sınıfın (mele, mütref, müstekbirler) sömürdükleri halk ‘müstez’af” ları peygamberlere karşı nasıl inkara sürüklediklerini ahiret manzaralarını yansıtan şu ayetlerden daha güzel anlıyoruz.
“Kafirler: Bu Kur’an’a ve ondan öncekilere inanmayacağız dediler. Sen bu zalimleri rablerinin huzurunda dikilmiş oldukları zaman suçu birbirinın üzerine atıp dururken görsen: Müstez’af’lar , müstekbirlere” size doğruluk rehberi geldikten sonra ondan sizi mi alıkoyduk? Hayır suçlu kimselerdiniz derler. Müstez’af’lar , müstekbirlere ” Hayır gece gündüz hile kuruyor ve bize Allah’ı inkar etmemizi ona ortaklar koşmamızı emrediyordunuz:” derler.” (34/31-32-33)
“Cehennemin içinde birbirleriyle tartışırlarken müstez’af’lar, müstekbirlere doğrusu sizlere uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?” derler.” (40/47)
Bu ayetler aynı zamanda egemenlere inanıp körü körüne Resule karşı çıkan halkı da uyar
kuvvet olarak önde olan askerler ve bunların dediklerini yapan idareci takımından oluşur.
Bu zümre öylesine birbirine kaynaşmıştır ki hem zenginlik him askeri kuvvet bir kişide olabileceği gibi bütün bu toplumu yönetim erki veren maddeler ayrı ayrı şahıslarda da bulunabilmektedir.
Egemenlerin propagandalarına kanıp Resullere karşı çıkan müstez’af’larında sonunun egemenler gibi ateş olacağı bizlere bildirilmektedir. Bizi onlar kandırdı gibi mazeretlerin geçersiz olacağı dünyada iken müstez’af’lara bildirilmektedir.
0 halde resul seçilip, vahiy nazil olduktan sonra toplumda başlayan, karşı tepki ile beraber oluşan iki grup arasındaki mücadelenin resul ve toplumu yöneten egemen bir avuç kişi arasında şiddetli bir biçimde geçtiğini tespit etmekteyiz. Her iki zümrenin taraftarlarının yaptıkları pro­paganda faaliyeti diğerine galebe çalarsa galip olanlar onlar olmaktadır.
Doğrular ortaya konmuştur ancak müşrikler bu doğruları kapatmak için karşı propagandaya geçmişler ve her türlü hile ve saldırıyı denemektedirler. Toplum bu iki propaganda arasında kalmıştır ancak toplumun düşünce yetisi ortadan kaldırılmış olduğundan sloganlara teslim olmakta ve bir taraftan da atacılık gibi hissi olguları ileri süren egemenlerin tuzağına düşerek Resullere karşı gelmektedirler.
Burada çok güçlü bir propaganda yapan egemen sınıfın toplumdaki propaganda malzemelerine bakmak gerekmektedir.
İnkarcı ileri gelenler o toplumda toplumun itibar ettiği kurumlar oluşturmuşlar veya oluşmuş olan bu kurumlara hakim olmuşlardır. Bunlar Musa kıssasında görüleceği gibi sihirbazlar. Diğer kıssaları anlatılan toplumlarda görülen astrologlar, kahinler, şairler gibi müesseseler ol­maktadır.
Toplumdaki her katmanın şu veya bu vesileyle dertlerine çözüm amacıyla başvurdukları ve olağanüstü vasıflarla mücehhez
ettikleri bu kurumlar ‘ileri gelen’ lerce para veya güç sayesinde elde edilmişlerdi ve ileri gelenlerin topluma lanse etmek istediklerini bunlar vasıtasıyla kabul ettirmekteydiler.
.Resullerin yanında ise bu kurumlardan hiçbiri yoktur. Yalnız ve yalnız kendinin ve yanındaki inananların kişisel gayretleri vardır.
Hal böyle olunca müstekbirlerin zayıf olan inançlarını kuvvetli olarak sundukları güçlü propaganda odakları sayesinde halkı bu propaganda mekanizmaları ile oyalayabilecek sloganlara dayalı iftiraları toplumda büyük yer etmekte. böylece toplum düşünemez hale getirilmekteydi.
Hiç bir zaman peygamber ve ona tabi olan insanlar karşılarında gözüken toplumun tümünün hep birden taarruzu ile boğazlarından sıkılı bir vaziyette olmamışlardı. Ancak o toplumun yöneticilerinin halkı, resullere karşı devamlı olarak inkara teşvikleri ve baskıları vardı.
Resule en şiddetli tavırlar ileri gelenlerden gelmekte halk ise bunlara seyirci kalmakta, karşılarındaki güçlere boyun eğerek düşünce boşluklarından ve caydırıcı güçlerinin olmamasından dolayı rızık ve can endişesiyle beraber inkarcıların safında yer almaktaydılar.
Çünkü “ileri gelenler” peygamberlere karşı saldırı ve iftiralarına rağmen inanmaya niyet edenleri sürülmek ve öldürülmekle tehdit etmekteydiler. Toplum kaba kuvvet ile de sindirmekteydiler.
“Ey Nuh, bu işe bir son vermezsen taşlananlardan olacaksın.” (26/116)
“Allah’a and içerek birbirlerine şöyle dediler: gece ona (Salih) ve ailesine baskın yapalım, sonrada velisine “biz ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik inanın doğru söylüyoruz’ diyelim. Onlar öyle bir tuzak kurdular.” (27/48-50)
“(Şuayb’ın) kavminden “ileri gelen” inkarcılar dediler ki: “Eğer Şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrayanlardan olursunuz.” (7/90)
“(Fir’avn): “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? 0 size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse bende sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım...”(20/71)
Görülüyor ki Resullere karşı yapılan menfi propagandanın yanında: kaba kuvvet, sürülme ve öldürülme gibi çeşitli tazyiklerle de hem Müslümanlar ve hem de diğer halk kitleleri sindirilmekteydi.
“İleri gelenlerin” Resuller aleyhinde aldıkları bütün bu şiddetli tavır ve karşı koyuşlara rağmen Resuller neler yapıyorlardı? Şimdi de bunları görelim.
“Rabbim! doğrusu ben kavmimi gece gündüz çağırdım”(71/15)
“Rabbim! beni yalanlamalarına karşı bana yardım et” (23/25)
“Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında hak ile sen hüküm veri sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (7/89)
“Ey kavmim! andolsun ki Rabbimin sözlerini size bildirdim, öğüt verdim; Kafir bir millet için niye üzüleyim” (7/93)
“İşte ben Allah’ı şahit tutuyorum. Sizde şahit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp o’na şerik koştuğunuz şeylerden uzağım.” (11/54)
“Siz yüz çevirirseniz, ben size gönderilmiş olduğum vazifemi tebliğ ettim.” (11/57)
“Ey kavmim! olduğunuz yerde yaptığınızı yapın ben de yapıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.” (11/93)
Ayetlerden anlaşıldığı üzere Resuller, müşriklerin karşı koyuşlarına rağmen gece gündüz Allah’ın vahyini onlara tebliğ etmekten yüz çevirmiyorlardı. “İleri gelenlerin” tuzak kurmalarına karşı Allah’a sığınıyorlar ve tüm tebliğin gidişatını Allah’a havale ederek sonuna kadar hakkın şahinliğinden vazgeçmiyorlardı.
Kıssalarda anlatılan Resullerin tebliğ mücadeleleri esnasında yaşadıkları, müşriklerin karşı tavırlarını incelediğimiz bu yazımızın sonunda, bize tarihi bir olay olarak değil ibret alınması gereken bir örnek olarak anlatılan kıssalardan günümüze aktarmalarda bulunacağız.
Her şeyden önce belirleyeceğimiz ilk kaide kıssalarda yaşanılanların Allah’ın kanunu " sünnetullah " olduğudur. Kavimlerine elçi olarak yollanan bütün Resullere aynı tavırlar konmuş ve aynı benzer mücadeleler yaşanmıştır.
Günümüzde de Resul olmamasına karşın onun getirdiği vahiy’e ve taraftarları Müslümanlara karşı aynı tavırlar değişik versiyonlarla tekrar edile gelmektedir.
Bugün de “İleri gelenlerin” koordine ettikleri karşı propagandalarla, vahiy ve onun temsilcileri halk nazarında mahkum edilmeye çalışılmaktadır.
Vahye ve onun taraftarları olanlara, “ ileri gelenler ” in sahipliğini yaptıkları; kıssalarda anlatılan Resullere karşı tavırlarda müşriklerin en önde gelen müesseseleri olan sihirbaz, kahin şairin günümüz versiyonları olan kurumlarla beraber topyekün taarruzlarda bulunmaktadır.
Bu kurumlar; medya denilen yazılı basın, radyo ve televizyon gibi iletişim vasıtaları, bilim kurumları bilim adamı, sanatçı gibi oluşumlardır.
Halk nazarında itibar gören bu müesseseleri yanına alan “ileri gelenlerin” düzenlen vahiy ve onun temsilcileri olan Müslümanları karalamak için hiçbir fırsatı kaçırmamakta propaganda bombardımanına tutmaktadır.
Bu saldırılar sonucu vahiy ve Müslümanlar yobaz genci, çağdışı, terörist, radikal, gibi çok çeşitli tanımlamalara uğratılmakta daha sonra ilgili müesseseler bu iftiraların teorik ve pratiğini geliştirerek toplum nazarında mahkum etmQye çalışmaktadır.
Global olarak, tüm dünyanın jandarması rolündeki müşriklerin başı Amerika ve onun yandaşı sanayileşmiş birkaç ülke “ileri gelenleri’ temsil etmektedir. onların oluşturduğu birleşmiş milletler, uluslararası medya ve devletçiklerle beraber Müslümanları dünya kamuoyunda mahkum etmeye çalışmaktadırlar.
Salman Rüşdi, Teslime Nesrin gibi müşrikler, Danimarka, Fransa v.b gibi Hıristiyan devletlerdeki bir takım gazete ve dergileri ileri sürerek tezgahladıkları oyunlarla bunları gerçekleştirmektedirler.
Pratik olarak da Cezayir, Filistin, Keşmir, Irak, Filistin, Afganistan vb. gibi Islami hareketlenmenin yoğun olduğu beldelerde propagandayı da aşıp kan içmektedirler.
Yazımızı bitirmeden önce bizler bu kıssaların anlatımı ışığında neler yapmaktayız buna da değinmek istiyoruz.
Sovyet bloğunun çöküp dünyada tek egemen güç olarak Amerika ve çevresindeki sanayileşmiş birkaç ülkeden oluşan G-7'ler ile birlikte; bu egemen güç grubunca oluşturulmaya çalışılan Yeni Dünya Düzeni kendisi için potansiyel tehdit olarak yalnızca bilinçli Müslümanları görmektedir. İşte bu nedenle biraz önce yukarıda sıraladığımız
müstekbirlerin saldırıları, Yeni Dünya Düzeni ile birlikte şiddetini gittikçe arttırarak sürüp gitmektedir. Peki Sünnetullah’ın bir gereği olarak tağut ve İslam arasında sürüp giden bu mücadelede Müslümanlar ne yapmaktadırlar.
Evet Müslümanlar Cezayir, Bosna, Filistin, Çeçenistan Irak, Afganistan, Keşmir vb. Is1am coğrafyasının birçok yerinde Yeni Dünya Düzeni’ne karşı başlattığı direnişle, artan saldırılara boyun eğmeyeceğini göstermiştir. Fakat Yeni Dünya Düzeni’ne karşı iyice alevlenen bu direnişin saman alevi gibi parlayıp sönmemesi için Müslümanların hala alması gereken çok yol olduğunu da gözden kaçırmamalıyız.
Her şeyden önce müstekbirlere ve Islam coğrafyasındaki yerli işbirlikçilerine karşı yürüttüğümüz bu mücadelemizde rehber olarak Kitabullah’ı almalıyız.
Müstekbirlerle yürüttüğümüz bu mücadelenin başladığı noktanın ise hatalı dini anlayışımızı Kur’ani doğrularla değiştirmekten geçtiğini kesinlikle hiç bir zaman unutmamalıyız.
Böylece Müslümanlar kendi aralarındaki anlaşmazlıklarını Kitabullah’ın hakemliğinde çözerken, edinecekleri Kur’ani doğrularla mücadele bayrağını yükseltebileceklerdir. Ve yine sadece bu sayede Allah’ın rızasına nail olacaklardır.
Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar
Ekleme Tarihi: 11.01.2009 - 22:11
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1376 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
bahar61 (48), ebrar22 (52), muzo 02 (53), abdulberr (57), Sakarya5461 (54), canan85 (39), Abdulkadir056 (27), Alaaddin_E (51), betus86 (38), zeynepcik (41), halebi (40), ammarh. (58), hatice gönül (39), karamurad (57), erens (42), ZeYD-CaN (37), pazarci (40), bkaya85 (39), can38 ()
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.57641 saniyede açıldı