0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » BİR ARAYIŞ YOLCUSU:İNSAN

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 3 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
BİR ARAYIŞ YOLCUSU:İNSAN

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
BİR ARAYIŞ YOLCUSU:İNSAN

“ İnsan bir düşünsün neden yaratıldığını!..” (Tarık 5)
Saat gecenin zifiri demlerine doğru kaymış, bir türlü gözleri uyku bilemedi, göz kapakları açık gözleri tavana dikilmiş olan muhacir başını her iki elleri üzerine bırakıp uzanmıştı… Bakışları tavanı delip gökyüzüne varmıştı, oradan sonsuza doğru beyni çılgınca düşüncelere dalmış, varlık, hayat onu derin düşüncelere daldırmıştı, kendisini hayatın ve düşüncelerin akışına bırakmıştı, bir şeyler bu zamana kadar kendisini sürüklemiş ve artık bir yerde durup anlam arayışına, gayesi üzerine beyin yormaya ihtiyaç duymuştu. Zira yaşantısının nerede son bulacağını kendisi dahi bilmiyordu. Hangi yaban ellerde son verecekti nefes alışverişleri; ilim, bilim hiçbir şey buna bir çözüm getiremediğinden ve bilinçli bir hayatla karşılaşmış olduğundan her şeyin eksiksiz bir şekilde bu senaryodaki yerlerini aldıklarını hayretlerle gördüğünden, iç dünyasına doğru bir yolculuk etmeye karar vermişti… Bu yolculuğun durak noktası da yoktu zira bakıyordu bir yol uzanmıştı sonu gözükmeyen… Herkes, her şey oraya doğru seyrini almıştı. Her canlının yavaş yavaş ölüm denen gerçekle karşılaştığını görüp, düşünürdü. Sahi nereye doğru idi bunların gidişleri? Hüzünlü nağmeler döküldü yorgun ve bitap düşmüş yüreğine, Baharda yeşeren ağaçların sonbahar mevsiminde ki yaprak dökümlerini anımsadı, bir bir hayat takvimlerinden eksilen anları anımsadı. Toprağa doğru giden insan nesli vardı. Güzel-çirkin dinlemeyen, zengin- fakir ayırımını yapman, zalim-mazlum, haklı-haksız, işçi-patron, yavaş yavaş toprağa dökülüyordu. Çünkü bu ölümdü ecel kılıcı idi, herkes bir gün ruhunu teslim ediyordu. Kimsenin fikrini de almıyordu, ruhsatta yoktu, vadesi dolanın, boynuna dolanırdı. Bir köprü görevini yapar ve ecel rüzgârlarına ruhunu teslim edenleri alır hesap gününe götürürdü. Hatta kendi kardeşini ölümün, soğuk gördüğü ve tamamıyla bir ayrılık olarak algıladığı ellerine teslim etmek zorunda kalmamış mıydı? Birkaç kere toprak, toprak, toprak dedi... Omuzlardaki tabutunu hayal etti, yerin derinliklerine doğru gidiyordu. Bir kefene sarıldığını ve uzunca bir seyahat için toprağın bağrına konulduğunu, üzerinin de taşlar ve topraklarla örtüldüğü gerçeğini hayalinde canlandırıverdi. Defin işleminden sonra kimse kalmamıştı etrafında, bir köşeye yığılmış gözyaşı döken ve Allah azze ve celle den oğluna Rahmet dileyen, içli ve ağlamaklı bağrı yanık bir şekilde dua talebinde bulunan annesinden başka. Üstüne üstelik kabirdeki haşareler geldi aklına, yılan, çiyan, akrep, fare v.b. keyfini kaçırdı, yatağından doğrulup mutfağa doğru gitti, bunun üzerine soğuk bir su içip, ocağın üzerine de bir demlik çay bıraktı. Bu düşüncelerde iken, annesinin müşfik sesi geldi kulaklarına, hep anlatırdı annesi:

—Oğlum, güzel oğlum Allah insanı bir amaç için ğulk etti. Onu her türlü güzelliklerle donattı... Ve ona kitap gönderdi, uyarıcılar vazifelendirdi onun karanlıkla boğuşmaması için Peygamberimiz iki cihan güneşi Hz. Muhammed (sav) efendimizi de bizim için öğretmen kıldı. Ve insanoğluna bunu idrak etme şuuru da verdi. Bizler çok uzun bir seferdeyiz, ruhlar âleminden beri seyahat eder dururuz, anne karnından dünyaya, sınava tabi tutulmak için geldik. Allah azze ve celle hangimizin daha güzel kulluk yapacağını sınıyor ve bir gün ecel rüzgârları bizi ahiret sokaklarına sürükleyecek, orada herkes adilce yargılanacak, kimse haksızlık görmeyecek. Unutmayasın oğul, Allah insana değer verdi, her şeyi insan denen meçhul için var etti, ama yeryüzünün efendisi olan insanında varlığı Allah’ı tanımak içindir, bizler bunun hesabını vereceğiz.”

Ne kadar da şefkatli idi annesi, annesini özledi, en kısa zamanda memleketine gidip onun ellerini duyasıya öpeceği anlar gelecek mi diye iç geçirdi. Annesinin o tatlı, müşfik sesi, mütebessim yüzü ile oğluna verdiği nasihatler düşündürdü muhaciri,

Kendisini düşüncelerin akışına bıraktı, kendi kendine mırıldanmaya ve sağır duvarlarla konuşmaya başladı:

Ruhlar âleminden başlamıştık biz yola, annemizin vücudunda vermiştik kısa bir mola, oradan dünyaya geçiş yapacak ve dünyayı da terk edip, kabir kapısından ahirete doğru yeniden dirilmek üzere giden bir insanlık kabilesiyiz. Masumiyet kokan çocukları çocukluğunu düşündü ve annesinin şu sözleri kulaklarında çınladı:

— Dünya hayatına çocukluk evresi ile başladık, tertemiz bir fıtratla hayatı anlamaya anlamlandırmaya çalışıyorduk. Kirlenmemiş, özle irtibatını yitirmemiş bir berraklıkla hayata gönderdi Rabbimiz. Daha sonraki aşamalarda büyüdük, çevremizi hayatımızı sorgulamaya kendimizi tanımaya karar kılacak yetkinlik verildi bizlere, zira mecbur idik, ruhumuz buna muhtaç idi, başıboş bir hayat sürükleyemezdi bizleri, mutmain edemezdi sineyi, tatmin edemezdi kalpleri. Bir arayış ve bir düşünsel aşama gerekli idi, insana. Hayat ve mevcudat, bizlerin imtihan yerlerimizi alacak şekilde dizayn edilmişti. Hepimiz irademiz dışında farklı dil ve ırklara farklı renklere bürünerek koyulduk dünya hayatına. Dillerimizin farklı oluşu sadece bir hikmet gereğidir. Birbirimizi daha iyi anlayabilmemiz ve rahat kaynaşabileceğimiz bir ortamın sağlanabilmesi içindi, farklı dil, renk, kültürlere sahip oluşumuz. Bunlar bizim için üstünlüğün belirtisi değildi zira İslam üstünlük takvadadır der. Her birimizin mücadele ve imtihan sahası farklıdır… Bazılarımız fakir, bazılarımız zengin, bazılarımız kör bazılarımız sağır, bazılarımız dilsiz, bazılarımız ruhsal bunalımlarla koyulduk imtihana. Yaşadığımız toplum, aile, akraba, arkadaş çevremiz bizim anlayışımız üzerinde egemenlik elde etti, inanç yapımızı belirledi, ama insanda öyle asil bir ruh vardı ki, sürekli en son durağa muhtaç konumda idi, taki varoluşunun gayesini bulana kadar kendisine rahatlık vermeyecekti içindeki açlık.”

Annesinin en son cümlesini belki defalarca tekrar etti, sanki içine doğmuş gibi idi en son sözcükleri… Ah anne ah neredesin dedi kendi içinden… Bu açlığı şimdi ne kadar da hissediyordu.

Çay kaynamış olmalı dedi kendi kendine, beynini kemiren düşüncelerle tekrar mutfağa doğru gitti, çay fokur fokur kaynıyordu, hemen ocağın üzerindeki çayı demleyip, bardağına çay ve iki şeker bırakıp karıştırmaya başladı…

Bir iki yudum aldıktan sonra, yolculuğu düşünmeye başladı tekrar, bu sefer içinden bir ses sözü almıştı ve o içindeki ses uzunca bir yolculuk demişti, uzunca bir seferdeyiz bizler…

-“evet” dedi ve yine annesi geldi aklına… Yürekten sızan anne sözcükleri, merhamet yüklü idi, şefkat kokuyordu şöyle devam etmişti annesi;

—Durduğumuz yerden, başladık biz uzunca bir yolculuğa. Yolu, yolları ve yürümeyi tasarladık beyinlerimizde. Yollarla yaşamaya alıştık, sürekli yürümeye koyulduk…

Herkes yüreğinde gezinmeye koyulmuştu, Hakikat yolcuları idi her bir birey kendisince, zira insan sayısı kadar yol vardı, doğruluk-yanlışlık tartışılır vaziyette idi her yolcunun zihninde. Mahlûkatın her biri birer yolcudur, her bir yolcunun kendisini tanımladığı ve tanımladığı yerde yürüdüğü bir yolu var. İşgal ettiğimiz yerden bakıp kavramaya beyinlerimizde çözüm üretmeye başlarız. Kâinat bize eşlik eder. İçimizde bir ses bütün bedenimizi titretircesine bize yolcu olduğunuzu hatırlatır, öylesine bir ruh hali yakalarız ki burnumuzun direği sızlar âdete. Titreriz… İçimiz cız eder… Çünkü yolcuyuz biz. Ve bir yol yürüyoruz. Biliriz ki yürümemiz gereken bir yol vardır. Yürüyenlerde, yürümeyenlerde gidecektir. Birileri sevda ile bitirir yürüyüşlerini, birileride kederle varır varılması gereken menzile doğru. Mahlûkatta eşlik eder kutsal gayenin, kutsi yolculuları ile bu giden kervana. Her şey terk eder yerini kendinden sonrakilere. Bir lahza bile olsun aldığımız soluklarımızdan da hesaba mizana götürüleceğimiz bir yol var, yürünmesi gereken… Yürüyecek yolcular arayan…”

Acaba dedi, ben bu yolun neresin deyim? çayını yarı bırakıp yatağına gömüldü, üzerine yorganı atıp, gözlerini yummaya çalıştı… ama rahat değildi, beceremiyordu, uyku tutmuyordu, içindeki ses annesinin mana iklimlerini getirmişti ruhuna… Canım anneciğim dedi.

Tekrar sözü annesine bıraktı, ve zihninde tekrar düşünmeye devam etti:

—Evladım öylesine bir devir ki yaşadığımız... Yollar çoğalmış, yolcular çoğalmış… Sorumluluk çoğalmış, sorunlarda çoğalmış… Peki, bizler neresindeyiz bu yolun, çözümle yürüyen sorumluluk sahibi yolcalar nerede? Her şey bir yerde kilitlenir, cevabını bir yerde arar… O yer ise meçhul… Bir ruh gezinir yüreklerimizde, bir düş kurarız amaçlarımızı oturtacağımız… Mutluluk, huzur ve kalbin gıdasını arar dururuz… Varoluş gayemizi sorgularız, çünkü yaşadığımız ve yürüdüğümüz, arakamızda bıraktıklarımız, istikbalimiz hep bir soru oturtur gündemimize, sahi biz niçin varız? Varlığımız, ruhumuz hep bir yerde duruverir... Ve yeniden sorma ihtiyacı doğar biz niçin varız diye?

Hicranlı demler tüter, sarar etrafını yolcunun... Kendini tanımaya anlamlandırmaya çalışır… Sahi ben niçin varım? Yaradılış gayem nedir?

Muhacirin aklı bu sır dolu sorunun cevabına kilitlenivermişti, niçin varım dedi gayrı ihtiyari. Annesi devam etmişti bir ikinci soruyu da sormuştu:

—Varlığımız üzerinde de düşünebiliyorsak, düşündüğümüzü de çözümleyebiliyorsak, İçimizde sürekli bir arayış hissedebiliyorsak o zaman bizleri hem vareden, hem varlığımızı sorgulama yeteneğini bahşeden, hayat hakkında bizi bilgi sahibi kılan, yaşadığımız sürece bizlere, kendimizi koruyabilecek her türlü musibetlere karşı akıl ihsan eden, bilinçli tercih yapabilme kabiliyeti veren kimdir, nedir diye?

Tasdik etti annesini, varlığı sorgulamaya başladı beyni, dilinden şu cümleler dökülüverdi:

Yürüyüşlerimiz bir yerde cevap arar, varlığa doğru kaygılarımızı dile getirir aklımız… Çünkü gayesiz olamazdı insanlık... İnsan düşünebiliyordu akledebiliyordu, hissedebiliyordu, beynini, mantığını, duygularını, kalbini, ruhunu, yönlendirme yetkisine sahip kılınmıştı; hayata, varlığa bu pencerelerden bakmak gerektiğini anlıyordu.

Artık arayışa bütüncül yaklaşmıştı yolcu, yaratılış gayesine akıl yetmiyordu çözüm için. Akıl sadece hakikata açılan pencerenin bir parçası idi, bunu diğer parçaları izlemeli idi, diğer kısımlara başvurmak gerekli idi, Vicdan, ruh, kalp, duygu ve VAHİY… Vahyin penceresine başvurmalı idi muhacir. Hem Allah azze ve celle şöyle demiyormuydu, Kur’an üzerinde, düşünmeye yönlendirmiyormuydu insanı:

“ Hala Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? ” (Ali İmran 82)

“ Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var? “ (Muhammed 24)

Birden insanlığı düşünmeye başladı, kimler Kur’an-ı açıp varlığını onun süzgecine vurmuştu…

Kaygılar beliriverdi sinesinde; çamurdan, balçıktan, yaratılmış, ruh ile bezenmiş, akıl ile donatılmış, fanilik mührü alınlarına vurulmuş olarak yaşamaya başlayan kendini tanımlamaya, varlığı anlamlandırmaya çalışan ve bu yolda hüzünlerin, ruhsal çöküntülerin, insani çözülmelerin başladığı, karamsarlığın, gizemli saldırıların hücum etti bireyler için…

Muhacir şahsında şu kainata göz attığımız da, kim kime hizmet ediyor, kim kimi tanıyor.. kim kimi Rab, İlah, Yaratıcı, Kanun koycu, Hayat üzerinde hak sahibi olduğunu kabul ediyor, artık iradeler iflas etmiş, Patronlar insan kanı üzerinde dolar sayıyor, Akılları beyinleri mide uçkurunda olanlar nasıl hesap vereceklerdi… Ey insanoğlu Kalk ve diril, uyan bu kış uykusundan, öleceksin, hesap vereceksin… Beyinler felç olmuş, sorgular ve sorunlar köhne düşünceler, çıkmaz sokaklar, iğrenç yollar… Bir inilti duyulur, bütün gönüllerde, kayıp aranıyor. Herkes kendisini bulma telaşında… Herkes amacını, duruşunu ve yürüyüşünü sorgulamaya doğru gidiyor... Beyinlerde fırtınalar kopuyor… Geceler kör kuyu misali, karanlık zindan oluverir… Kör kuyularda arar kendisini insan…

Muhacirin gafletle örülü ruhu ezel ve ebed sahibi Hakimi zülcelalin hayat bahşeden mana iklimleri ile okuyanların ruhlarını sükuna erdiren, ayetlerine ne kadar da muhtaçtı. Çünkü Allah (cc) insanı yaradılışı üzerine varlık üzerine tefekküre davet ediyordu…

“Siz hiç düşünmez misiniz? “ (Ali İmran 65)

“ Bir düşünebilseniz!..” (Şuara 113)

Muhacir, birden Annesinin verdiği Kur’an-ı kerimi düşündü, sahi neden daha önce okumadım ki dedi, ama bu sıradan bir eser değildi, bu öylesine bir kitap değildi, iki cihanda da mutluluğun anahtarını insana sunan bir hayat klavuzu idi, en güzel yaşam tarzı idi. Aklına anne babası geldi. Babası, annesi, her sabah kalkar güzelce abdest alır ve bütün çocukları rahatsızlık vermeden, yüzlerini kondurdukları öpücüklerle uyandırırlardı, Hep beraber Yüce divana durup namazla yüreklerini ihya ederlerdi. Namazdan sonrada her biri bir köşeye çekilir, çocuklar küçük bir ders görürler, anne babası da bir cüz okumaya gayret ederlerdi. Birden uzandığı yerden bir sıçrayışla kalktı, hemen alelacele abdest aldı. Annesinin verdiği Kur’an-ı toz kaplamış dolabtan çıkarıp, edep ve haya ile kurtuluş umudu ile, Rabbi ile konuşacağı hissiyatı ve heyecanı ile okuyup üzerinde düşünmeye karar kıldı.

İncitmeden büyük bir terbiye ile aldı eline hidayet kaynağını ve derin bir hissiyatla terennüm etmeye başladı. Okudu, okudu, okudu… Her okuduğu satırda gözleri boşalır, yüreği huzur dolardı… Sanki yeryüzü derin bir sessizliğin içine gömülmüştü. Bir o birde Alemlerin Rabbinin insanlığa hidayet kaynağı olarak sunduğu kur’an vardı. Her yer, her şey, yeryüzünün, sesi soluğu kesilmişti, kuşlar ötmez, suslar çağlamaz, hayvanat nebatat durmuş zaman durmuş, zira karanlık girdaplardan çıkaracak Allah (cc) konuşuyordu, umudun kapısı, varlığın çözüm dergâhı, darlıktan ve yokluktan varlığa ve bolluğa erdirecek Allah (cc) ferman buyuruyordu. Kur’an’ın rahmet kokan, yol gösteren, ilim irfan dağıtan, varlığa çözüm sunan yaprakları arasında bulmuştu kendisini yolcu; … Okuduğu ayetlerin çoğu akletmeye sevk ediyordu onu:

“ İnsan bir düşünsün neden yaratıldığını!..” (Tarık 5)

“ Kendi benlikleri içinde olup biteni de mi düşünmediler? “ (Rum 8)

“ Nefsinizde de birçok alametler var. Hala görmeyecek misiniz?” (Zariyat 21)

“ Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür!..” (Zümer 9)

“ Bunlar, bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Fakat onları ancak ilim sahipleri düşünüp anlayabilir!..” (Ankebut 43)

“ Bu bir öğüt verici, düşündürücüdür. Dileyen Rabbine doğru bir yol edinir.”

( Müzemmil 19)

“ Göklerde ve yerde nice mucizeler var ki, yanlarından geçerler de dönüp bakmazlar bile.” (Yusuf 105)

“ Gönlünü ve aklını çalıştırandan başkası düşünüp anlayamaz!..” (Bakara 269)

“Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabb’idir. “ ( Şuara 24)

Ve yolcu okumaya başlar, bütün mevcudata göz atar, tabiat kitabını açar, anlamaya/anlam vermeye çalışır. Tanımaya/tanımlamaya çalışır.. Evrenin her zerresinde bakıp bu gezegende kendine yer biçmeye kendi yerini tespit etmeye çaba gösterir. Aklını, duygularını, düşüncelerini harekete geçirir, vicdanını silkeler… Zira arayışa, keşfe koyulmuştur. Baktığı her yerde bir ipucu kendisini veriyordu, hicranla örülmüş sinesine, karamsar kalmış yüreğine, arayış bekleyen gönlüne… Yeryüzündeki ihtişam, ahenk, dizayn beynine anlam dağıtıyordu, çünkü Allah (cc)nun, insana varlığını bulması için bıraktığı işaret taşlarıydı her birisi… İhtişam, düzen, ahenk yüreğini huzurla donatmıştı. Yine aramaya koyulur, bu seferde Resulu kibriyanın hadisi şerifi ile ruhun gıdasını yakalamaya çalışır, “kendini tanıyan Rabbini tanır” Çünkü RABBİ RAHİMİ tanıyan varoluş yaradılış gayesini bilir… Kendisine göz atar, iç müşahedeye başlar belki de en güzel yoldur yaradılışındaki hikmetlerden yola çıkışı… Beynini düşünür, hücrelerini algılamaya çalışır, Kuran’ın örnek verdiği parmak izlerinin farklı oluşundaki mucizeleri düşünür, gözlerin hassasiyetini düşünür, işitme organını düşünür, atan kalbinin bir an durduğunu ve nasıl çalıştığını düşünür… Düşünür, düşünür, düşünür… Aklına Dr. Alexis Carrel gelir. Sitoloji denilen hücre biliminin ileri gelen isimlerinden olan Dr. Alexis Carrel hücre üzerinde yaptığı inceleme ve çalışmalarından sonra “ İNSANLAR UYANIN” ve “İNSAN DENEN MEÇHUL” isimli iki eser kaleme alıp, adeta feryat etmişti, insanlar artık bu gafletten uyansınlar diye, Artık düşünsünler, beyinlerini kullansınlar ve başıboş yaradılmadıklarının şuuruna kavuşsunlar diye… Garip ve uzun bir yolun yolcusu muhacir artık biliyor ki Tek çözüm Allah azze ve cellededir, Çözüme çağırıyor Yaradanımız… Tek teselli kaynağımız O… Umudun belirdiği tek kapı O… Sevgiler O’nda güzelleşir… İnsan O’nu bulunca öyle manevi iklimlerin içinde hisseder ki kendisini artık gördüğü, baktığı her şeyde gönül gözü açılır ve yüreklerinde arının vızıltısı Allah (cc) der… Öten bülbüller Allah (cc) der… Cümbüş cümbüş rengârenk çiçekler bağlar bostanlar Allah (cc) der, toprak Allah (cc) der, gök gürler Allah (cc) der… Tabutun içindeki insan kalkar dirilir yüreğinizde, gidişim Allah azze ve celleye der. Varlığım, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbini tanımak ve O’na en güzel şekilde kulluk vazifemi ifa etmektir der. Yeryüzünde ibadet edilecek, insanın hayatı üzerinde söz sahibi yegâne merci Allah (cc) der… Bende O’na gidiyorum der… Ben varoldum, varolduğum içinde sorumlu tutuldum. Sorumlu tutulduğum değerler için sorgulanmaya gidiyorum der… Ya ebedi cennet ülkesine, Allah (cc)’nun lütuf ve ikram sunduğu en güzel, muazzam memlekete doğru yahut da yiyecek ve içeçeceklerin kan, irin, zakkum olduğu cehennem çukurlarına doğru gidiyorum der… Bir hayat bahşedilmişti onun hesabını vermeye gidiyorum der… Zira başıboş yaratılmamıştım “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Bakara-31) ve yalnız O’na ibadet etmek için yeryüzüne gönderilmiştim, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk –ibadet- etsinler diye yarattım” (Zariyat-56)

Bu düşünceler gönlüne esenlik, mutluluk ve sonsuzluk hazzını, adeta musiki eşliğinde bırakmıştı muhacirin. Allah’ım dedi seni bulan neyi kaybeder ki, seni bulmayan seni tanımayan neye sahiptir ki, neyi bulmuştur ki neyi tanımıştır ki? Dr. Alexis Carel gibi haykırası geldi Uyanın artık dirilin içinde bulunduğunuz gafletten…

Ta Peygamberi Zişan efendimizin, çile erleri sahabeyi kiramın yüreklerinden bir yol görünmüştü yolcunun ufkuna, bir aşk akmıştı hicranla mahrum kalmış varlığına… Bir çözüm bulmuş, muzdarip gönlü… Vahyin sıcaklığını hissetmişti, soruların ve sorunların girdabından çıkan çözümlerin ve sevinçlerin odak noktaları olan Kuran ile buluşan varlığı. Sorgulamaya bir çözüm gelivermişti niçin varım diyen yolcunun beyin ve düşünsel dünyasına… Gayemiz, Allah (cc)’ı tanımak, marifetullah… Gayemiz, kul olduğumuzun idrakına varmak ve yeryüzünde kulluğumuza yaraşır bir hayat sürmek…

Bu sefer yepyeni ve çözümleyici bir soru gündemine gelir, ama mutluluk getirir, çözüm getirir, Kalpleri mutmain eden bir anlayış getirir. Madem bir amaç için varım, madem kulum, madem kendimi buldum, kulluğumu bildim, yüreğimin sahibine teslim oldum, o zaman bu bulduğum yol nasıl bir yaşantı tarzı gerektiriyor, benim için biçtiği hayat nedir? BU DİNİN MUTLULUK TARİFİ NASILDIR? Beni nasıl bir yürüme tarzı, nasıl bir hayat anlayışı ile yargılayacak, O gün tek yargıç, ve tek söz sahibi Alemlerin Rabbi Rahimi. Bana beni buldurttu beni neyden ötürü hesaba çekecek… İyi anlamıştı ki, bu din bütün bir hayata hükmediyordu, hayatın her alanı için kurallar veriyordu, insanın ticaretinden, ahlakına, siyasetinden, iktisadına, anne babası ile muamelesinden, komşu ve akrabaları ile olan beşeri münasebetlerine… Yemek yenişinden, yürüyüşüne… Hayat denen fırsat bu dini yaşaması için kendisine hediye edilmişti, ama bu dünya hayatından sonra gerçek bir sürpriz bekliyordu kendisini… Kendisi buna hazır mıydı acaba? Ve ruhlar aleminde verdiği sözü tazeleyip… Varlığını ve sahip olduğu her şeyi Rabbine kendisinden razı olması ve cennet karşılığında sattı... Bundan çok emindi ki bu alışverişten karlı çıkacaktı…

Ve zaman ilerlemiş, sabah ezanı yürekleri okşarcasına okunuyordu. Kendisini bu kutsal çağrının yürekleri cezbeden sırlı yamaçlarına verdi, ve hemen ezan bitiminde yüce divana durup, dakikalarca secdede gözyaşları içiresin de kaldı… Namazın bitiminde avuçlarını yüce dergâha uzatıp kendi şahsındaki bütün hayat yolcuları için dua etti… Annem dedi, merhamet yüklü yürekli annem. Rahmet ve merhamet sahibi Rabbinden annesi için ilticada bulundu.

Gecenin karanlığında bir hidayet talebesi daha olmuştu… Ve âlem bizleri bekliyor. İman neferlerini… Hidayet bekleyen daha ne kadar çok yürek kalmıştı… Yaratılış gayesinden uzak yaşayan ne kadar çok insan vardı şu koca alemde… Umutla Başlayalım, tebliğ ezgimize…

Bizleri yalnızda bırakmaz Rabbimiz, her daim yanımızdadır.

“ Kullarım sana benden sorarlarsa, ben onlara gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, beni çağırıp yakardığı anda cevap veririm!..” (Bakara 186)

Muhacir ERKAM
Ekleme Tarihi: 21.10.2008 - 22:27
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Maksat kelam olsun su an offline Maksat kelam olsun  

1463 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 23.03.2007
En Son On: 09.05.2011 - 10:25
Cinsiyeti: Erkek 
Abi çok güzel bir yazı kalemem almış Muhacir ERKAM

İç hasaplaşma ölüm,kabir vs....Anne özlemi....Ama en sonunda

elhamdülillah doğru yolu buldu çok şükür ....

Baki selamlar....

Ekleme Tarihi: 22.10.2008 - 08:04
Bu mesajı bildir   Maksat kelam olsun üyenin diğer mesajları Maksat kelam olsun`in Profili Maksat kelam olsun Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Dogrusuda bu degilmi arayis icinde olup hatadan dönerek gercege diz cökmek... en güzele en dogruya sirati müstegiyme.
Selam ve dua ile Kardesim.
Ekleme Tarihi: 22.10.2008 - 13:27
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1627 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
apsikama (58), bosay (59), diclesu (), oguz5656 (37), Sevdigim (43), aseksioglu (41), hazangülü (38), Berk (43), sevgi mersin (52), UfukTuncer (46), dadas_25 (47), siynem (31), yayla_gülü (50), oktay (), gonulbahcesi (46), yeþilim (40), t_turan (41), USSAK 64 (65), ismail gülda&th.. (44), ezilmezhalil (50), m_aktaran (51), sudenaz (50), miftehul_kulb (47), sedanur (38), zeynepsu (47), caferyalcin2 (47), KÜRSAD (38), el-esed (46), kozlu67 (49), gezegen38 (46), zuley (41), sahra_a (41), kübranur (36), Mustafa TASKESE.. (46), bilvanis (70), aspirin28 (45), yorgunadam (57)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.77858 saniyede açıldı