0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » Kim mümin, kim kafir, kim münafık?

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
pembe_PAPATYA su an offline pembe_PAPATYA  
Kim mümin, kim kafir, kim münafık?

330 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 28.08.2007
En Son On: 15.08.2010 - 21:27
Cinsiyeti: Bayan 

Kur’an’a göre
mü’minler

Mü'min, Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Hazreti Allah tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususların tamamını kabul ve tasdik eden kişidir. Biraz daha açarsak, sadece Allah'a ibadet eden, ona hiçbir şeyi şirk koşmayan, Allah'ın emir ve yasaklarına kelimenin tam mânasıyla "teslim" olan, sadece Allah'tan korkup sakınan, hayır ve şer adına ne varsa hepsinin Allah'tan olduğuna inanan, güvenilir, dürüst, Allah için sevip Allah adına buğz eden; sonra iyi ve güzel adına ne varsa kendi şahsiyetinde mevcut olan yani "Kur'an ahlâkı" ile ahlâklanan kişidir.
Dahası bir mü'min Kur'an'ı Kerîm'in muhtelif âyetlerinde belirtildiği üzere Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i tam bir aşkla seven, sünnetine eksiksiz teslim olandır. Bu husus Tevbe sûresinin 24. âyetinde şöyle ifade edilmektedir:
"Onlara de ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resûlü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin." Allah böyle fâsıklar topluluğuna hidayet nasip etmez."
Allah ve Resûlü bu âyette belirtildiği üzere sayılanların hepsinden daha sevimli gelmiyorsa bir insana, ona mü'min diyebilmek için bu gibi âyetleri görmezden gelmek durumundayız yahut kâfir ve münâfıklar gibi kör, sağır ve kalplerimizin taşlaşmış olması gerekmektedir. Daha açık bir ifadeyle belirtmek gerekirse, Peygamberimize olan sevgi ve bağlılığımız yeterince sağlam değilse, hele de şu son yıllardaki gibi Sünnet'e karşı bir düşmanlığımız da varsa, ne yazık ki biraz önce Tevbe sûresinde geçen o fâsıklardan oluruz ki, Allah fâsıklar topluluğuna hidayet etmez. Oysa bizzat yine Kur'an'da belirtilmektedir ki, Peygamber Efendimiz'in her konuşması ve her sözü bizzat Allah tarafındandır:
"O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. Onun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir."agla1)
Öyleyse bir mü'mine düşen ilk vazife bir işi önce Allah'ın ve O'nun Resûlü'nün söz ve fiillerinde aramaktır. Sünnet'e uyuyorsa yapmak; uymuyorsa terk etmek; uyup uymadığı belli değilse, ihtiyatlı davranmaktır. Yani mü'min, Allah'a olduğu kadar O'nun Resûlü'ne de teslim olmalıdır ki buna "Sünnet'e Teslimiyet" denilmektedir.
"Müslümanlık, İslâmiyet'in inanç, ahlâk ve yaşayışa ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesini gerektirir. Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen her kişi, dinin esaslarına göre hissedip, düşünüp, hareket etmek için gayret sarfetmelidir. Bunu yapmadıkça, yani İslâm'ın inanç ve ahlâkına tam olarak kendisini uydurmadıkça, yalnız Müslümanlığını itiraf etmesi ona hiçbir şey kazandırmaz."agla2)
"Elif, Lâm, Mîm. Bu kitapta (Allah tarafından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur; muttakiler (takva sahipleri, korunanlar) için hidayettir. Onlar ki gayba iman edip, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan (Allah yolunda) harcarlar. Onlar ki, hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilenlere. Âhirete de bunlar kesinlikle iman ederler. Bunlar, işte Rablerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir."
Allahu Teâlâ Bakara'nın bu ilk 5. âyetinde mü'minlerin özelliklerini bu şekilde bizlere bildirir. Fakat buradaki her bir özelliğin üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmak ve düşünmek gerekir. Daha da önemlisi yaşamak, kendi şahsımızda uygulamak gerekir. Kur'an–ı Kerîm'in neredeyse her sûresinde geçen bu gibi ayrıntılar itinayla okunmalı ve üzerinde durulmalıdır. Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise okunan Kur'an'ın Allah kelâmı olduğu ve en büyük zikrin Kur'an olduğudur. Öyleyse Kur'an okurken yani Allah'ı zikrederken çok dikkatli olunmalıdır. Bu husustandır ki, Enfal sûresinde gerçek mü'minler anlatılırken ilk önce Allah korkusu geçmektedir. Allah'tan en çok korkanlar hiç şüphesiz ki peygamberlerdir. Peki, ama neden? Mesela, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, gelmiş geçmiş tüm günahları affedilmesine rağmen Allah'tan en çok korkan oydu. Niçin?

Allah Korkusu İki
Nedenden Dolayıdır

1.Cezalandırılma ve suçluluk duygularından kaynaklanan korku.
2.Allah'a olan tazim, saygı ve sevgiden kaynaklanan korku. Ölümü yani asıl sevgiliye kavuşmayı özleyen insanlar işte onlardır ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, titrerler ve kendilerinden geçerler ve Kur'an'ı öyle bir okurlar ki, imanları artar:
"Gerçek mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar ki, namazı gereği gibi dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar. İşte gerçekten mü'min olanlar onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler vardır, bağışlanma ve değerli rızık vardır."agla3)
Burada geçen ilk iki hususu az çok izah ettik. Gerçek mü'minin âyette geçen "Yalnızca Rablerine Tevekkül ederler." özelliğine gelince; bir insan düşünelim: Doğan her çocuğu ölüyor. Evlat acısını en derin yerinden defalarca yaşıyor; fakat Rabbisine değil isyan etmek; daha bir bağlılık kazanıyor:
"Veren de O, alanda O" diyerek. Peygamber Efendimiz her hususta bizlere en güzel örnek olduğu için yine onun kapısını çalıyoruz ve görüyoruz ki bu dünyada en büyük tevekkül yine onda, hem de teslimiyetle.
Çocuklarını küçük yaşta kaybeder…
Gözyaşları…
Taif'te taşlanmasına rağmen ellerini Allah'a açıp:
"Onlar bilmiyorlar Allah'ım! Bilselerdi böyle yapmazlar…" diyerek onların hidayetleri için dualar…
Mekke döneminde çekilen eza ve cefalar…
Hicrette Sevr mağarasında, mağara arkadaşı Hz. Ebû Bekir ile geçen dakikalar esnasında "Korkma ey Ebû Bekir! Allah bizimle beraberdir." diyerekten gerçek mânada Allah'a yönelişler ve daha nice tevekkül örnekleri... Bu arada kendimize şunu sormalıyız: Allah dileseydi Peygamber Efendimiz, hiçbir sıkıntı çekmezdi. Buna rağmen bu dünyada en büyük sıkıntıları Peygamber Efendimiz çekmişse ve en büyük imtihanlara da yine o tâbi tutulmuşsa burada bizler için bir mesaj yok mu?
"Gerçek mü'minler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, O'ndan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır." (4)

Kur’an’a göre kâfirler

Kâfirler, mü'minlerin taşıdığı vasıfların tam tersini kendilerinde bulunduranlardır. Allah'a zatında, sıfatlarında, fiillerinde eş ve ortak olduğunu düşünen, kendisine Allah'tan başka ilâhlar edinen kimseler kâfirdir. Kur'an'da şirk ve müşriklerle ilgili olarak dokuz yüze yakın âyet bulunmaktadır. Bunlardan en dikkat çekenleri şunlardır:
"Şu muhakkak ki, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Büyük azap onlaradır." (5)
"Âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman o kâfirlerin yüzlerinden inkârlarını anlarsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara, saldıracaklar. De ki: "Şimdi size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? O, ateştir. Allah bunu kâfir olanlara vaat buyurdu. O ne kötü bir dönüş yeridir." (6)
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor." (7)
"Onlar, o kimselerdir ki dünya hayatını âhirete tercih ederler, insanları Allah'ın yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar, çok büyük bir sapıklık içindedirler." (8)
"İnandıktan, Peygamber'in hak olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâra sapan bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zâlimler güruhunu doğru yola iletmez." (9)
"Andolsun ki, biz insanlar için bu Kur'an'da her türlü meselden örnekler getirdik. Yemin ederim ki, sen onlara başka bir âyet de getirsen o kâfirler yine:
"Siz yalancılardan uydurduğunuz sözü Allah'a nispet edenlerden başkası değilsiniz." diyeceklerdir. İşte bilmeyenlerin kalplerini Allah böyle mühürler." (10)
"Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Çünkü her şeyi işiten ve gören O'dur." (11)
"O kâfirlerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın hâline benzer; onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler." (12)
"Onlar, Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. "Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz." derler. Bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır." (13)
"Halbuki biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise hakkı, bâtılla ortadan kaldırmak için mücadele ediyorlar. Onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da alaya almışlardır. Rabbinin âyetleriyle nasihat edilip de onlardan yüz çeviren ve daha önce işlediği günahları unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalpleri üzerine (Kur'an'ı) anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Ey Muhammed! Sen onları doğru yola çağırsan da onlar asla hidayete ermezler." (14)
"Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, "işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir." diyorlardı." (15)

Münâfık tipli
insanlar ve bunların
davranış özellikleri

Abdullah b. Amr b. Âs anlatıyor:
"Nebiyy–i Mükerrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: "Dört şey, her kimde bulunursa hâlis münâfık olur. Her kimde bunların bir parçası bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münâfıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyânet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde ahdini tutmamak, husûmet (iddiâ ve mürâfaa) zamanında da haktan ayrılmaktır."agla16)
Kur'anî bir ifadeyle kısa ve öz olarak ifade etmek gerekirse, münafıklar; kalplerinde hastalık olanlardır. (17) Nerede, ne zaman, nasıl davranacaklarını kestirmek zordur. Mü'minlerin içinden çıkarlar. İman etmedikleri hâlde iman etmiş gibi gözükürler. Kibirli ve nankördürler. Kalplerinde olmayanı söylerler. Kur'an'ı çarpık yorumlarlar. İslâm toplumu içinde fesatçıdırlar. "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde:
"Biz ıslah edicileriz." derler." (18). "Müslümanların inandıkları gibi inanın!" diye örnek verilince; "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" diye itiraz ederler. İnananlarla yan yana gelince de "Sizinle beraberiz." derler. Fakat reisleri ve şeytanlarıyla baş başa kalınca, "Biz onları aldattık." diye alay ederler." (19)
Medine döneminde, Yahudîlerle dostluk Kur'an münâfıklarla, mü'minlerin dost olmamaları hatırlatılmakta (20) ve Hz. Peygamber'e, asıl düşmanın münâfıklar olduğu, onlarla savaş yapması, hatta sert davranması vahiy yoluyla bildirilmektedir. Hz. Peygamber'in de münâfıklara karşı gayet ihtiyatlı, temkinli bir siyaset uyguladığı, gayrimüslimlere yapılan muameleye tâbi tutmadığı; bilakis onları İslâm toplumu içerisinden ayırmayıp, üzerlerinde kurduğu kuvvetli bir otorite ile tesirsiz hâle getirdiği müşahede edilmektedir.
İman ile küfür arasında bocalayan münâfıklar, bazen Allah'ı hatırlar gibi davranırlar. Fakat Allah'a oyun etmeye çalışırlar ve gösterişte bulunurlar. Namaza da üşene üşene kalkarlar. (21) İnsanları Allah'ın yolundan döndürmek için yalan yere yemin ederler. (22)
Münâfıkların kalbi, verimsiz toprak gibidir, (23) menfaatlerine göre şekil alırlar, dönektirler. (24) Asr–ı Saadet'teki münâfıklara, "Hz. Peygamber'in yanına gelmeden önce sadaka verin de öyle gelin." denildiğinde bunların, menfaatlerine dokunduğu için, kaçtıkları tespit edilmiştir.(25) Münâfıklar bir taraftan da maddî kazanç sağlamak için ahlâk dışı davranışlara başvururlar. Nitekim, münâfıkların başı Abdullah b. Übey b. Selûl, kazanç sağlamak amacıyla câriyelerini zinaya zorluyordu. Zina yoluyla câriyelerinden gelir sağlama çabası üzerine olayı yasaklayan âyet nazil olmuştur. (26)
Münâfıklar Allah'ı unutup, cimrilik yaparak ellerini yumarlar, (27) bir belâya uğrayıp sıkışınca hemen fitneye düşerler. (28) Felâketin dönüp kendilerine çarpmasından korktuklarını, kendi aralarında fısıldanırlar. (29) Olayların akışı lehlerine gibi ise, itaatla koşa koşa Peygamber'in yanına gelirler. (30) Bunlar zâhiren iman edip kalpleriyle kâfir olanlardır. (31)
"Allah'a, Peygamber'e inandık, itaat ettik." (32) diyen münâfıklar diğer taraftan Hz. Peygamber'e isyanı, düşmanlığı fısıldanırlar. (33) Onlar aynen şeytanlara benzerler; (34) tabiatları gereği, Allah'a ve Peygamber'e muhalefet üzeredirler; (35) fakat kalplerinde gizlediklerini ortaya çıkaran âyetlerin inmesinden de çok korkarlar. (36)
Allah'a kötü zanda bulunan erkek ve kadın münâfıklar, (37) birbirlerinin tamamlayıcı parçası olup, insanları kötülüğe çağırır, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar. Onlar ebedî cehennemliktirler. (38) Kötü sözlerin Müslümanlar arasında yayılmasını isterler. (39) Kötülük yapınca sevinirler; yapmadıkları şeylerle övünmekten hoşlanırlar. (40) Kur'an–ı Kerîm'in âyetleriyle alay ederler. (41) İslâm toplumu içinde yalan–yanlış uydurma haberler yayarlar. (42) Cihada çıkacaklarını yemin ile ifade ettikleri hâlde iş fiiliyata dökülünce kaçarlar; (43) düşman korkusuyla kaçacak delik ararlar. (44) Mü'minler zafer kazanınca, başarıya ortak olmak, ganimetten faydalanmak için, "Sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirler galip gelince; "Size mü'minlerden gelecek ziyanı biz önlemedik mi?" derler. (45) Savaşta şehit sayısı artınca, "Allah lütfetti de iyi ki savaşta bulunmadım." diyen münâfıklar, eğer ganimet bölüşülecekse, "Ah keşke ben de şu ganimete erseydim." derler. (46)
Kur'an–ı Kerîm'de özelliklerini tanıtıp haber verdiği münâfıklar için Yüce Allah, Peygamber'ini şöyle uyarmaktadır:
"O münâfıkların dış görünüşlerine aldanma. Onların liderlerini gördüğün zaman yakışıklıdırlar, gövdeleri hoşuna gider. Konuşurlarsa güzel konuşurlar, dinlersin. İşte onlar sıra sıra dizili kereste gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar." (47) "Hak sözü tanımayan, âhirette topluca kâfirlerle bir araya gelecek olan (48) münâfıklara istiğfar etsen de etmesen de birdir. Çünkü Allah bu fâsıkları affetmeyecektir." (49)
Münâfıkların, İslâm toplumu içinde bulunmalarından dolayı elde ettikleri menfaatlerin âhiret hayatında da devamını isteyeceklerini; fakat bunun mümkün olmayacağını Kur'an–ı Kerîm şöyle haber verir:
"Âhirette münâfık erkek ve kadınlar iman etmiş olanlara, "Bizi bekleyin, nûrunuzdan bir parça ışık alalım." diyecekler. O gün onlara alayla, "Dönün, arkanızda bir nur arayın." denilecek de, neticede iman edenlerle aralarında bir duvar olduğunu görecekler. O zaman münâfıklar, mü'minlere şöyle seslenirler:
"Biz sizinle beraber değil miydik?"
"Evet." diyecekler; "Fakat kendinizi siz kendiniz yaktınız, kuruntunuz sizi aldattı." (50) Böylece münâfıklar ve kâfirler cehennemde bir araya gelmiş olacaklardır. (51)
Kur'an'ı Kerîm'in üzerinde en çok durduğu insan tipi sizlerin de gördüğü üzere münâfıklardır. Yukarıda zikrettiğimiz âyetleri yorumlamayı ve her bir âyet üzerinde düşünmeyi sizlere bıraktık. Münâfıklardaki nifak hâline gelince; bunu itikadî ve amelî olarak iki grupta toplamak mümkündür:

1. İtikadî Nifak:

Kur'an–ı Kerîm'de karakterize edilen, dünyada iken Müslüman muamelesi görüp, âhirette inançsızlığı ortaya çıkınca kâfirlerden daha kötü muâmeleye tâbi tutulmasına sebep olacak olan nifak hâli.(52)

2. Amelî Nifak:

Bazı tutum ve davranışlarıyla itikadî nifaka kısmî bir benzeyiş içinde bulunmakla beraber, inançlarında açık bir nifakın söz konusu olmadığı Müslüman kişilerin durumudur. Hadislerde geçen münâfık türü, amelî (ahlâkî) yönden olan nifakı vurgulamaktadır.
Meselâ:
"Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vaadettiğinde vaadinden döner, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete hıyanet eder." (53) hadisi ve benzer hadisler itikadî nifaka yaklaşılmaması için alınan tedbirler ve tenbihler mahiyetindeki emirlerdir. Zira amelî nifak çoğalınca ileride Müslümanın itikadî nifaka yaklaşma tehlikesi doğabilir.

Peygamberimizin
münâfıklara karşı
tutumu

Peygamberimizin münâfıklar karşısındaki tavrı, diğer gruplara karşı olan tutumundan oldukça farklıdır. Mesela; Mekke hayatında müşriklere karşı son derece sabretmiş, Müslümanların mukabele etme tekliflerine karşı sabrı, sabredemeyenlere de hicreti tavsiye etmiştir. Medine hayatında ise gelişen yeni şartlara uygun olarak taktik değiştirmiş, gerek müşrikler gerekse Yahudîler karşısında enerjik ve aktif bir siyaset takip etmiştir. Bazen sabretmişse de çoğu kere tavır koymuştur. Yıkıcı faaliyetler gösterenlere karşı asla alttan almamış, gereken karşılığı vermiştir.
Fakat tüm bunlara rağmen Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Müslümanların safında yer almış olan münâfıklar karşısındaki tutumu, müsamahalıdır. Oysa münâfıkların faaliyetleri müşriklerden ve Yahudîlerden daha fazla yıkıcı ve zararlı olmasına rağmen… Bunun nedenlerini ve neticelerini birazdan izah etmeye çalışacağız; fakat öncelikle Peygamberimizin bu müsamaha politikasını birkaç noktada özetleyelim:

1–SERBESTLİK

Münâfıklar, mü'min olduklarını ilan etmeleri hasebiyle zâhirde Müslüman kabul ediliyorlardı. Peygamberimiz de onlara karşı herhangi bir Müslümana nasıl davranmak gerekiyorsa öyle davranıyordu. Münâfıklar, cemiyet içerisinde serbestti ve Müslümanların sahip oldukları bütün içtimâî haklardan istisnasız olarak istifade ediyorlardı. Cemaatle kılınan bütün namazlara, askerî seferlere iştirak ediyorlar, ganimetten eşit şekilde paylarını alıyorlardı. Yıkıcı faaliyetleriyle ilgili bir şikâyet vaki olmadıkça onların hissedebilecekleri takip, teftiş, kontrol, muaheze diye bir şey yoktu. Fakat bir şikâyet vaki olduğunda yahut Peygamberimiz onların nifaklarına bizzat şahit olduğunda o vakit bunu küçümseyip geçiştirmiyor, gereken tahkikatı yapıyor, sorguya çekiyordu.

2–ÖZÜRLERİNİN KABULÜ

Peygamberimizin tebliğine ve tevbe dâvetine icabet ederler veya herhangi bir faaliyete katılmama hususunda bir bahane ileri sürecek olurlarsa, Peygamberimiz özürlerini kabul ederek affediyor ve haklarında Allah'tan da af talep ediyordu. Mesela, Tebük seferine katılmayan seksen kadar münâfığın özrünü Peygamberimiz kabul etmiştir. Fakat aynı sefere katılmayan üç samimi Müslümanı affetmemiştir. Aynı zamanda bu üç müslümana verilen ceza o kadar şiddetli idi ki, âyet–i kerîmenin ifadesiyle:
"Arz bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Vicdanları onları sıktıkça sıkmıştı." (54) Zira toplumdan dışlanmışlar ve hiç kimseyle ilişkileri kalmamıştı yani psikolojik bir baskı ile yüz yüze kalmışlardı. Peki, seksen münâfığın aynı suçtan affedilmelerine rağmen o üç Müslüman niçin affedilmemişti? (Haklarında âyet inene kadar.) Çünkü münâfık zaten münâfıktı. Onlardan başka bir şey beklenmezdi. Oysa o üç samimi Müslümanın samimiyetlerine, teslimiyetlerine ve emredilene itaat etme özelliklerine zevâl gelmekteydi. Münafıklar eksiden artıya doğru yol alırlarken; Müslümanlar artıdan eksiye düşmekteydiler. İşte bu ibret dolu olay bizlere çok mânidar bir mesaj vermektedir.

3–İHTİYAT

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız bütün müsamaha, af ve hoşgörüsüne rağmen Peygamber Efendimiz, münâfıklara karşı ihtiyatı da elden bırakmamıştır. Onların daha ciddi, telafisi mümkün olmayan bir eyleme geçmelerini engellemek için son derece dikkatli davranmıştır.

4–PSİKOLOJİK BASKI

Peygamberimiz, münâfıkları cemiyet içerisinde serbest bırakmakla beraber bir kısım davranışlarıyla da onlar üzerinde korku ve bunun neticesinde psikolojik baskı oluşturuyordu. Bu hususta, gerek Peygamber Efendimiz şahsen ve gerekse münâfıkların hemen hemen her ciddi eylemlerinden sonra gelen vahiyler, onların menfî davranışlarını yüzlerine vuruyor, inkâr etmelerine fırsat vermiyordu. Kur'an–ı Kerîm'de bu mühim hususa şöyle yer verilmektedir:
"Münâfıklar, kalplerinde olanı açıkça haber verecek bir sûrenin indirilmesinden daima endişe ederler. De ki: Siz maskaralık yapadurun. Allah kaçınageldiğiniz şeyi (zaten) meydana çıkarandır." (55) Yine Kur'an–ı Kerîm münâfıkların, askerler arasında herhangi bir sebeple çıkan gürültüyü bile kendi aleyhlerine zannedecek kadar devamlı bir korku içerisinde olduklarını haber vermektedir. (56) Ki tüm bunlar, Peygamberimizin münâfıklara karşı tatbik ettiği psikolojik baskı siyasetinin başarısını ifade etmektedir.

5–KENDİ ARALARINDA
BİR ARAYA GELMELERİNİ
ÖNLEMEK

Peygamberimizin, münâfıklara karşı takip ettiği siyasetin bütün gayesi, hedefi ve maksadı (kanaatimizce), bunların ayrı bir grup hâlinde İslâm'dan kopmalarını önlemeye yönelikti. Onlara gösterilen müsamaha, af, ihsan ve iltifatın yanı sıra gizlemeye çalıştıkları dalaverelerini, inkâr ettikleri bölücü faaliyetlerini yüzlerine vurmak sûretiyle korku ve psikolojik baskı altında tutulmaları, hep bu hedefin gerçekleşmesi içindi. Bu maksatla Peygamberimizin gösterdiği diğer bir gayret, onların gerek camide gerekse hususi olarak evlerinde Müslümanlardan ayrı olarak bir araya gelmelerini önlemeye yönelikti. Tebük seferinde iken münâfıklar tarafından inşa edilen meşhur Mescid–i Dırar'ın yıktırılması da yine aynı gaye içindi.
Son olarak şunu söyleyebiliriz: Peygamberimiz, neticede münâfıklara karşı takip ettiği müsamaha ve ihtiyat esasına dayanan siyasetin meyvelerini toplamıştır.
Münâfıkların, Müslümanları terk ederek, Mekkeli müşriklerin safına geçmeleri gibi ciddi bir eylemde bulunmalarını önleyerek, İslâm cemaatinin birliğini korumuştur. İhtiyatlı davranarak da onların gruplaşmasını, ayrı bir cemaat oluşturmalarını önlemiştir.

MÜ'MİN, KÂFİRLİKLE İTHAM EDİLEMEZ

Şunu bilmekteyiz ki bir mü'mine kâfir demek, diyenin imanını götürür ve Müslümanın dikkatle kaçınması gereken hususlardandır. Birbirleriyle münasebette, çeşitli dinî hizmet yapan gruplara mensup olanların düştüğü en mühim hata, birbirlerini itham ettikleri yersiz tenkitler olduğu gibi, aralarındaki soğukluk ve husûmeti arttıran en büyük etken de bu çeşit atıflardır. Oysa dinimiz kime kâfir, kime münâfık denileceğini açıkça belirtmiştir. Bu hususta Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in pek çok hadis–i şerifi vardır ve mü'minleri bundan yasaklamaktadır: "Kim kardeşine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur. Eğer itham edilen kâfir değilse, küfür, itham edene döner."


Ekleme Tarihi: 22.05.2008 - 16:41
Bu mesajı bildir   pembe_PAPATYA üyenin diğer mesajları pembe_PAPATYA`in Profili pembe_PAPATYA Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1291 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.58859 saniyede açıldı