0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » İLAHİ & EZGİ SÖZLERİ » kuranda ihlas

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 3 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
hafize elif su an offline hafize elif  
kuranda ihlas

124 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2006
En Son On: 13.12.2007 - 19:57
Cinsiyeti: Bayan 
selamun aleykum verahmetullah
ben geldim nasılsınız kardeşler bi araştırma yapıyrdum bulduklarımı sişzinle paylaşmak istedim inşallah sizde yararlanıorsınız



Kuran'da İhlas

Hayalinizde iki insan canlandırın. Bu insanların her ikisine de dünya hayatında Allah'ın rızasını kazanabilecekleri kadar bir süre tanınmış, doğrudan ve yanlıştan yana herşey anlatılmış olsun. Bu kişiler hayatlarının sonuna kadar din ahlakının gereklerini yerine getirip, görünüşte Müslümanca bir hayat sürsünler. İkisi de her konuda başarılı, iyi bir işe ve aileye sahip, sevilen ve sayılan birer insan haline gelsinler. Bu iki kişinin yaşantılarına şahit olan insanlara, hangisinin hayatta daha "başarılı" olduğunu soracak olursanız, 'en çalışkan ve en atak olanı ya da en çok çaba harcayanı' gibi yanıtlar alabilirsiniz. Ancak dikkat edilirse "başarılı" kelimesini tanımlayan bu cevapların, Kuran'a göre değil de dünyevi kıstaslara göre verilmiş olduğu anlaşılır.
Kuran'a göre ne çok çalışmak, ne çok yorulmak, ne de insanlardan saygı ve sevgi görmek bir üstünlük nedeni değildir. İnsanları Allah Katında üstün kılan özellik imanları, Allah rızasını kazanmak için yaptıkları salih ameller ve tüm bu amelleri yaparken kalplerinde sakladıkları niyetleridir. Allah bu durumu bizlere Kuran'da şöyle bir örnekle açıklamıştır:
"Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver." (Hac Suresi, 37)
Ayette belirtildiği gibi Allah adına bir hayvan kesen kişinin yaptığını Allah katında değerli kılan, bu kişinin takvası, yani Allah korkusudur. Bir insanın Allah'ın adını anarak kestiği hayvanların etlerinin ya da kanlarının -eğer insan bunu Allah rızası için yapmıyorsa- Allah Katında bir değeri yoktur. Önemli olan insanın bir salih amelde ya da bir ibadette bulunurken bunu salih bir niyetle yapması ve Allah'a karşı samimi olmasıdır. Dolayısıyla kişiye Allah Katında değer kazandıran sadece yaptığı iyilikler, yerine getirdiği ibadetler, gösterdiği tavırlar, söylediği güzel sözler değildir. Tabi ki bunlar her Müslümanın hayatı boyunca yapması gereken salih davranışlardır ve her birinin hesap gününde güzel bir karşılığı olacağı umulmaktadır. Ancak asıl önemli olan kişinin tüm bunları yaparken Allah'a karşı ne kadar samimi olduğudur. Önemli olan yaptığı işlerin çokluğu değil, insanın ihlasla ve samimi bir kalple Allah'a yönelmesidir.
İhlas, "insanın yaptığı işleri, hiçbir menfaat gözetmeksizin, başka hiçbir beklenti içerisine girmeksizin sadece Allah emrettiği için yapması"dır. İhlas sahibi bir insan yaptığı her işte, attığı her adımda, söylediği her sözde, ibadetinde ya da günlük hayatında gönülden Allah'a yönelir ve katıksız olarak O'nun rızasını hedefler. İşte bu da ona güçlü bir iman verir ve onu 'takva' sahibi bir insan haline getirir. Kuran'da insanların Allah Katındaki asıl üstünlük ölçülerinin de bu olduğu bizlere şöyle açıklanmıştır:
... Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Kuran'ın pek çok ayetinde "sadece Allah'ın rızası gözetilerek" yapılan salih amelin önemine dikkat çekilmiştir. Ancak buna rağmen kimi insanlar bu konunun önemini göz ardı ederler. Örneğin kimi insanlar 5 vakit namazlarında gafildirler, vakitlerine, erkanına dikkat etmezler. Bir ayette şöyle buyrulur:

Vay o namaz kılanlarını haline, Ki onlar, kıldıkları namazdan habersizdirler. (Maun Suresi, 4-5)

Taberi, ayetin bu şekilde izah edildiğinde, "Namazı terk edenler ve namazın vaktini geçirenler" şeklindeki iki görüşü de içine alacağını bildirmiştir. Bu ayetin açıklamasıyla ilgili olarak Taberi iki de hadis nakletmiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas´tan rivayet edilmiştir. Sa'd diyor ki: "Ben Resulullahtan, namazlarına karşı gaflet içinde olanlardan sordum. Buyurdu ki: "Onlar namazlarının vakitlerini geçirenlerdir."

Ebu Berze diyor ki: "Onlar o kimselerdir ki namazlarına karşı gafildirler." âyeti kerimesi nazil olunca Resulullah şöyle buyurdu: "Allahu ekber, bu namaz sizin için her birinize bütün dünya kadar şeyler verilmesinden daha hayırlıdır. Namazına karşı gafil olan kimse kıldığı namazdan hayır ümid etmeyen ve kılmamaktan dolayı Rabbinden korkmayan kimsedir." (Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 9/238-239)Bir işe başlarken, bir konuşma yaparken, bir yardımda ya da bir özveride bulunurken kalplerindeki niyetlerinin halis olup olmadığını düşünmeye gerek duymaz, "Nasıl olsa ibadetlerimi yerine getiriyorum" diyerek yaptıklarını yeterli görürler. Oysa Allah Kuran'da hayatlarının sonuna kadar çalışmış, çaba harcamış olup da yaptıkları boşa gitmiş insanların durumundan bahsetmektedir. Demek ki her insanın ahiret gününde böyle bir ihtimalle karşılaşması söz konusu olabilir.

Bu gibi kişiler bir işe başlarken, bir konuşma yaparken, bir yardımda ya da bir özveride bulunurken kalplerindeki niyetlerinin halis olup olmadığını düşünmeye gerek duymaz, "Nasıl olsa ibadetlerimi yerine getiriyorum" diyerek yaptıklarını yeterli görürler. Oysa Allah Kuran'da hayatlarının sonuna kadar çalışmış, çaba harcamış olup da yaptıkları boşa gitmiş insanların durumundan bahsetmektedir. Demek ki her insanın ahiret gününde böyle bir ihtimalle karşılaşması söz konusu olabilir. Allah "O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.' Çalışmış, boşuna yorulmuştur." (Gaşiye Suresi, 88/2-3) ayetleriyle tüm insanları böyle önemli bir tehlikeye karşı uyarmıştır. Dolayısıyla insan ahirette iki farklı durumla karşılaşabilir. Hayatları boyunca görünüşte neredeyse birbirleriyle aynı işleri yapan, aynı çabayı harcayıp, aynı azmi gösteren iki insan sırf niyetlerindeki farklılık nedeniyle ahirette farklı karşılıklar alabilirler.
Biz de bu kitapta yapılan işleri Allah Katında anlamlı ve değerli kılan bu iki önemli mümin özelliğine, ihlas ve samimiyete değineceğiz. Bu kitabın amaçlarından biri hayatları boyunca katıksızca Allah'ın rızası için yaşamayan insanları, yaptıkları amellerin boşa gitmesi ihtimaline karşı uyarmak ve hesap günü gelmeden evvel ihlasa davet etmektir. Bunların yanı sıra tüm iman edenlere ihlası zedeleyecek düşüncelerin, sözlerin ve amellerin sonsuz ahiret hayatları açısından ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlatmak ve ihlaslarını koruma yollarını Kuran ayetleri ışığında göstermektir.çııÖÖçş
İhlaslı İnsan Nasıl Olur?
tarih: 3/8/2007 05:33
ALLAH'A SIMSIKI SARILIR VE DİNİ KATIKSIZCA ALLAH'A HALİS KILAR
Allah, "Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir." (Nisa Suresi, 146) ayetiyle müminlere, dini; 'Allah'a sımsıkı sarılan ve dinlerini katıksız olarak Allah için halis kılan' kimseler olarak yaşamalarını emretmiştir. Bir kimsenin Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi ihlastır. Allah, Kuran'da "... Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir." (Al-i İmran Suresi, 101) şeklinde buyurmaktadır.
'Dini katıksızca Allah'a halis kılmak' ise, kişinin din ahlakını yaşarken başka hiçbir çıkar ya da menfaat gözetmeksizin sadece Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu hedeflemesidir. Allah bu konunun önemini bir başka ayette; "Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur" (Beyyine Suresi, 5) hükmüyle vurgulamış ve din ahlakının ancak bu şekilde yaşanabileceğini belirtmiştir.
İnanan bir kişi yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. Eğer böyle bir arayışı olursa, bu da ayetlerdeki tanımların aksine, kişinin Allah'a tam bir samimiyet ve ihlasla yönelmemiş olduğunu gösterir. Aslında insanların "ibadet ya da salih amellerini Allah rızası dışında başka amaçlarla yapması" çevremizde sık sık rastladığımız bir durumdur. Örneğin bir fakire yardımda bulunurken bunu diğer insanlara gösteriş olsun diye yapan, namaz kılarken bu önemli ibadetle bir itibar kazanmayı ya da çıkar sağlamayı hedefleyen insanlar vardır. Kuran'da bazı insanların namazlarını gösteriş için kıldıklarından, mallarını da yine gösteriş amaçlı infak ettiklerinden şöyle bahsedilir:
Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Ma'un Suresi, 1-6)
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın... (Bakara Suresi, 264)
Bir insanın gösteriş içinde olması demek o kişinin Allah'ın rızası dışında başka kişilerin rızasını araması demektir. Bir yardımda bulunurken, güzel bir tavır sergilerken, ibadet halindeyken ya da bir fedakarlık yaparken bunu diğer kişilere göstermeyi hedef edinmek, iman eden bir kişinin şiddetle kaçınması gereken bir ahlaktır. Oysa dini katıksızca Allah'a halis kılarak iman eden bir insanın tek hedefi Allah'ı razı etmek olmalıdır. Kuran'da peygamberlerin de başka hiçbir karşılık ve menfaat gözetmeden sırf Allah rızası için ihlasla ibadet ettiklerine Hz. Hud'un kavmine söylediği şu sözler ile dikkat çekilmiştir:
Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
İman eden bir kişi Allah'tan başka hiç kimseyi razı etme peşinde olmaz. Çünkü o kalplerin Allah'ın elinde olduğunu, Allah dilediği takdirde tüm insanların razı olacağını bilir. Üstelik insan dünya hayatında ne kadar takdir, övgü ya da iltifat görürse görsün, bunlar sonsuz ahiret hayatında ona hiçbir şey kazandırmayacaktır. O gün her insan yapayalnız, yalın olarak ve tek başına Rabbimizin önünde hesaba çekilecek ve tüm yapıp ettikleri önüne getirilecektir. O gün asıl olarak, kişinin imanı, takvası, samimiyeti ve teslimiyeti önemli olacaktır. Nitekim Peygamberimiz (sav) de "Amellerinizi Allah için halis kılınız. Zira Allah Teala ancak kendisi için ihlasla yapılan ameli kabul eder." 1 şeklindeki sözleriyle iman edenlere ihlasın önemini hatırlatmışlardır.
GÖNÜLDEN BAĞLANARAK, ALLAH'A YÖNELİR
Allah, "'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın." (Rum Suresi, 31) ayetiyle inananlara gerçek imanın nasıl olması gerektiğini bildirmiştir. Yine bir başka ayette geçen "… Bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim." (Lokman Suresi, 15) sözleriyle de Allah doğru yolun, elçilerin ve bu ahlakı yaşayan insanların yolu olduğuna dikkat çekmiştir.
Allah'a gönülden bağlanmak, her ne şart altında olursa olsun, O'na olan iman, bağlılık ve sadakatten vazgeçemeyecek kadar çok sevmek ve haşyet dolu bir korku duymaktır. Allah'a, O'nun razı olmayacağı bir tavır göstermekten içi titreyerek korkacak ve şiddetle kaçınacak kadar büyük bir saygı ile inanmaktır. Allah'a bu şekilde gönülden bağlanan bir insan ihlası da kazanmış demektir. Allah'a karşı böyle güçlü bir inanç ve bağlılığı olan kişi, gerek ibadetlerinde gerekse de Allah'ın rızasını gözeterek yaptığı diğer tüm işlerinde ihlas ve samimiyetle hareket eder. Müminler ihlaslarının temelini oluşturan bu özellikleri dolayısıyla Kuran'da 'Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanan kimseler' (Hud Suresi, 23) olarak tanımlanmış ve cennetle müjdelenmişlerdir.
Allah inanan kimselerin, Kuran'da bildirilen emir ve ibadetleri Allah'a karşı gönülden bir boyun eğicilikle yani ihlas ve samimiyetle yerine getirmelerini bildirmiştir. Allah "'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın." (Rum Suresi, 31) ayetiyle iman edenleri bütün ibadetlerinde ihlasa ve teslimiyete çağırmaktadır. Bir başka ayette ise Allah "Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et" (Al-i İmran Suresi, 43) şeklinde bildirerek Hz. Meryem'e Allah'a gönülden itaatte bulunmasını hatırlatmıştır. Ayrıca Allah, Kendisi'nden sakınıp-korkan, gönülden yönelerek O'nun emirlerini yerine getiren kimselere rahmetinden iki kat vereceğini de şöyle müjdelemiştir:
Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden - itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. (Ahzab Suresi, 31)
Müminlerin "Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir" (Al-i İmran Suresi, 17) ayetiyle de ifade edilen bu özellikleri, en yoğun olarak Allah'ın kullarına uyarıcı olarak gönderdiği elçilerinde görülür. Kuran'da elçilerin gönülden Allah'a yönelen, ihlas sahibi kullar olduklarına dikkat çeken pek çok ayet bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
"Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 120)
"Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık." (Sad Suresi, 45-46)
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
"Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi." (Meryem Suresi, 51)
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 12)
ALLAH'A DERİN BİR SAYGI GÖSTEREREK İNANIR
Kuran'da tarif edilen ihlası kazanmış olan müminler 'Allah'a derin bir saygı göstererek" iman ederler. Bu, Allah'ın Yüceliğini ve gücünü kavramak ve bundan dolayı da O'na karşı derin bir sevgi, içli bir saygı ve haşyet dolu bir korku duymaktır. Rabbimize böyle derin bir saygı ve korku ile bağlanan kimseler, Allah'ın rızasını kazanmayı hiçbir dünyevi çıkar ya da menfaate değişmezler. Çünkü ihlas, dünya üzerindeki küçük büyük hiçbir menfaatin Allah'ın rızasını kazanmaktan ve O'nun emirlerini yerine getirmekten daha önemli olmadığını bilmektir. Kuran'da "... Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar..." (Al-i İmran Suresi, 199) ayetiyle ihlas sahiplerinin bu özelliği vurgulanmıştır.
Ayetlerde tarif edildiği şekilde bir ihlasa sahip olan insanlar, hangi şart altında olurlarsa olsunlar, konu Allah'ın emir ve yasakları olduğunda, Kuran ayetlerinin gereklerini yerine getirmede hiçbir şekilde taviz vermezler. Çünkü kişinin kalbindeki bu saygı dolu korku ve derin bağlılık, Allah'ın beğenmeyeceği bir tavrın gösterilmesini kesin olarak engeller. Aynı şekilde Allah'ın razı olacağını bildirdiği ahlakı eksiksiz olarak yaşama konusunda da büyük bir şevk ve azim ile hareket edilmesini sağlar. Kuran'da ihlas sahibi müminlerin Allah'a karşı olan saygı dolu korkuları şöyle ifade edilmiştir:
"Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar." (Rad Suresi, 21)
Başka ayetlerde ise kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda, inanan kimselerin Allah'a karşı olan saygı dolu bağlılıklarının daha da arttığından ve bu bağlılıklarından dolayı çeneleri üzerine kapanıp ağladıklarından şöyle bahsedilmektedir:
De ki: "İster ona inanın, ister inanmayın: O, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman, çenelerinin üstüne kapanarak secde ederler." Ve derler ki: "Rabbimiz Yücedir, Rabbimiz'in va'di gerçekten gerçekleşmiş bulunuyor. Çeneleri üstüne kapanıp ağlıyorlar ve (Kur'an) onların huşu (saygı dolu korku)larını arttırıyor. (İsra Suresi, 107-109)
Kuran'da bildirilen "... Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi." (Enbiya Suresi, 90) ayetiyle de Hz. Zekeriya ve eşinin Allah'a karşı olan saygı dolu bağlılıkları tüm müminlere örnek gösterilmiştir. Ayette dikkat çekilen bir diğer konu ise ihlas sahibi kulların Allah rızası için hayırlarda yarışmalarıdır. Bu kişiler Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmak için -güçlerinin ve imkanlarının elverdiği ölçüde- sürekli bir çaba içindedirler.
TAM BİR TESLİMİYETLE ALLAH'A TESLİM OLUR
Kuran'da, "Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136) ayetiyle Allah Müslümanlardaki teslimiyetin önemine dikkat çekmiştir.
Gerçek ihlas da zaten Allah'a karşı tam bir teslimiyetle teslim olmayı gerektirir. Ancak bu teslimiyetin şartsız olması gerekir. Belirli şartlar söz konusu olduğunda Allah'tan razı olan, şükredici ve boyun eğici bir tavır gösteren, ancak bu şartlar değiştiğinde hemen isyankar, itaatsiz bir ahlaka bürünen insanların teslimiyeti yaşamaları mümkün değildir. Örneğin işleri son derece iyi giden ve tatminkar miktarlarda para kazanabilen bir kimse, kendisine bu şartları oluşturanın, rızkını verenin ve işlerinin rast gitmesini sağlayanın Allah olduğunu sık sık dile getirir. Ancak işleri ters gitmeye başladığı anda o güne kadar Allah'a göstermiş olduğu bu teslimiyetli tavrını hemen unutur. Bir anda bambaşka bir karakter gösterir; ne kadar iyi bir insan olduğunu, başına gelenleri hak etmediğini, işlerinin neden ve nasıl bozulduğunu bir türlü anlayamadığını söyleyip durur. Hatta daha da ileri gidip Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunmaya başlar ve kaderin en mükemmel ve en hayırlı şekilde işlediğini unutarak "Neden böyle oldu?", "Niçin benim başıma bunlar geldi?" gibi isyan dolu sözler sarf eder.
Oysa Allah Katında makbul olan insanın iyi ya da kötü, lehte ya da aleyhte görünen her türlü olayda tevekküllü bir tavır göstermesidir. Kişi dıştan nasıl görünürse görünsün tüm bunların hayır ve hikmetle yaratıldığını bilerek teslimiyetli davranmalıdır. Çünkü "Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez" (Al-i İmran Suresi, 140) ayetiyle de bildirildiği gibi zorluklar ve sıkıntılar insanlar için bir denemedir. Bunlar insanlardan hangilerinin ihlasta ve Allah'a olan teslimiyetlerinde kararlılık göstereceklerinin denenmesi için özel bir imtihan olarak yaratılmaktadır.
Samimi iman etmiş olanlar mutlak bir teslimiyetle Allah'a dayanıp güvenir, hiçbir zaman için başlarına gelenler dolayısıyla şüpheye kapılmazlar. Kalpleri Rabbimizden gelecek her türlü denemeden yana mutmain olmuştur. İmanları şartlı değildir. Aksine, başlarına gelebilecek her türlü zorluğa karşı dayanıklı, köklü, sağlam ve sarsılmaz bir imandır. Allah'a karşılıksız olarak teslimiyet gösterirler. Kuran'da müminlerin teslimiyet konusundaki bu keskin ve kararlı tavırları şöyle ifade edilmiştir:
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (Osevinçli "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 131)
Bir başka ayette ise Allah en güzel dinin kendini Allah'a teslim edip, Allah'a bir olarak iman eden kimselerin dini olduğunu belirterek, kayıtsız şartsız teslimiyetin önemine şöyle dikkat çekmiştir:
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125)
SADECE SIKINTI VE ZORLUK ANLARINDA DEĞİL, HER AN GÖNÜLDEN ALLAH'A YÖNELİR
İnsanların büyük çoğunluğu kendilerini yoktan yaratan, dünya hayatının nimetlerini emirlerine veren Yüce Rabbimiz'i genellikle hiç düşünmezler. Yaşantılarının yolunda gidiyor olmasından dolayı Allah'ın rahmetine muhtaç olan aciz varlıklar olduklarını tamamen unuturlar. Oysa onları nimet içerisinde yaşatan ve onlar adına herşeyin yolunda gitmesini sağlayan tek güç Allah'tır. Ancak bu kimselerin böylesine bir gaflet içerisinde olmaları gerçeği bilmemelerinden değil, tümüyle Allah'a karşı nankör ve büyüklenen bir tavır içerisinde olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunun en açık delili de bu kimselerin herhangi bir zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşıp çaresiz kaldıklarını anladıkları anda, hemen Allah'a yönelip, O'ndan yardım istemeleridir. Daha önce Allah'ı inkarda direnen bu kimseler, bir anda Allah'a 'gönülden ve katıksız bağlılar' olarak O'na dua etmeye başlarlar. Allah, "İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak, Rablerine dua ederler; sonra Kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar. Kendilerine (nimet olarak) verdiklerimize nankörlük etsinler diye. Öyleyse metalanıp-yararlanın, artık yakında bileceksiniz." (Rum Suresi, 33-34) ayetleriyle bu önemli gerçeğe dikkat çekmiştir.
Ayetlerde de görüldüğü gibi bu insanlar o güne kadar, Allah'ın gücünü bilmemelerinden, Allah'a kulluk etmekle yükümlü olduklarını anlamamalarından dolayı değil, bilerek inkar etmelerinden dolayı yüz çevirmektedirler. Nitekim Allah üzerlerindeki bu zorluk ve sıkıntıyı kaldırdığı anda da öncesinde Allah'a nasıl sığınıp, samimiyet ve ihlasla yardım istediklerini unutarak hemen inkarlarına geri dönmektedirler. Yani zorlukla karşılaşınca ihlaslı davranıp, zorluk kalkınca da samimiyetsizlik yapmaktadırlar. Kuran'da bu kimselerin tavırlarına şöyle bir örnek verilmiştir:
Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22- 23)
Görüldüğü gibi istediklerinde ihlaslı bir tavır gösterebilen bu insanlar, Allah kendilerine yardım ettiği takdirde kesin olarak şükredenlerden olacaklarını söylerler. Allah'ın yardımı gelince de hemen O'ndan yüz çevirirler. Ancak Allah yaptıkları bu taşkınlığın onların aleyhlerine olacağını bildirerek, bu kimseleri azapla uyarmıştır.
Samimi bir kalp ile Allah'a yönelen ihlas sahiplerinde ise zorluk ve rahatlık anları arasında böyle bir farklılık oluşmaz. Onlar Allah'ın mutlak gücünü bilmelerinden dolayı her an içleri titreyerek O'ndan korkup sakınırlar. Bu nedenle de hayatlarının her anında ihlaslı davranıp, Allah'a gönülden katıksız bağlılar olarak kulluk ederler. Allah sadece zarara uğradığı zaman ihlaslı davranan kimselerle, tüm hayatlarını ihlasla din ahlakını yaşayarak geçiren kimselerin Allah Katında alacakları karşılık bakımından bir olmayacaklarını bildirmiştir; müminler cennetle karşılık görürlerken diğerleri ateşle azaplandırılacaklardır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder. Sonra ona Kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlar. De ki: "İnkarınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın."
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 8-9)
ALLAH'A KUL OLMAKTA VE ON'A İBADET ETMEKTE ÇEKİMSER KALMAZ
Allah, "İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller." (Bakara Suresi, 8-9) ayetleriyle gerçek anlamda iman etmedikleri halde Müslüman olduklarını söyleyen insanların varlığına dikkat çekmiştir.
Bunlar, iman edenlerle birlikte olan, onlarla birlikte ibadette bulunan, onların sohbetlerine katılan, ancak gerçekte kalplerinde inkar olan kimselerdir. Bu kimseleri, kesin bir bilgiyle Allah'a iman edenlerden ayıran en önemli özelliklerden biri ise onların 'Allah'a kul olmakta ve O'na ibadet etmekte çekimser kalmalarıdır. Müminler Allah'a gönülden iman eden, katıksızca O'na yönelen, büyük bir aşk ve şevkle Allah'a ibadet eden, ihlas sahibi kullardır. Allah, "Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır." (Nisa Suresi, 172) ayetiyle bu tavrın ahiretteki karşılığına dikkat çekmiş ve meleklerin bu konuda gösterdikleri ahlakı insanlara örnek olarak vermiştir.
Ayetlerde de bildirildiği gibi ihlas ve samimiyetin göstergelerinden biri de Allah'a kulluk yapmakta ve ibadet etmekte asla çekimser kalmamaktır. Nitekim iman edenler her şart ve durumda ibadet şevklerini korurlar. Bu, mallarından ya da canlarından fedakarlıkta bulunmalarını, hatta tamamiyle feragat etmelerini, zorluk ve sıkıntılara göğüs germelerini gerektirse de, şevklerini asla kaybetmezler.
Kuran'da müminlerin bu halisane çabalarını ifade eden güzel ahlaklarına pek çok örnek verilmiştir. Örneğin savaşa katılabilmek için peygamberden defalarca savaşabilecekleri bir binek talep eden, ancak binek bulamadıkları için savaşa katılamayanların ya da infak edecek birşey bulamadıkları için geri dönen insanların durumundan bahsedilmiştir. Bu kimseler savaşa katıldıklarında ölüm, yaralanma, sakat kalma gibi ciddi kayıplarla karşılaşabileceklerini çok iyi bildikleri halde, sadece Allah'a olan samimi imanlarından ve güçlü ihlaslarından dolayı bu duruma seve seve talip olmaktadırlar. Kuran'da bu kimselerden şu şekilde bahsedilir:
"Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur." (Tevbe Suresi, 92)
Kuran'da aynı şartlar altındayken, Allah'a kul olmakta ve O'na ibadet etmekte çekimser kalan insanların örnekleri de verilerek, müminlerle bu kişiler arasındaki farkın görülmesi de sağlanmıştır. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: "Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O'nun elçisi de. Sonra gaybı da, müşahade edilebileni de bilene döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir." (Tevbe Suresi, 93-94)
Dilleriyle iman ettiklerini ve peygambere de itaat ettiklerini söyleyen bu kimseler, mal ve imkan bakımından son derece güçlü oldukları halde ihlas sahiplerinin tam aksine savaşa katılmamak için peygamberden izin isterler. Müslümanların çok büyük zorluklar içinde oldukları bir dönemde savaştan kaçan bu kişiler, aslında Allah'a karşı çok çirkin bir cesaret göstermektedirler. Aynı durum günümüzde daha farklı bir zorluk ya da sıkıntı anı için geçerli olabilir. Unutulmamalıdır ki Rabbimiz ayetlerde Müslümanların yardıma ve desteğe ihtiyacı olduğu bir dönemde Allah'ın rızasını kazanabilecekleri bir işe katılmaktansa, dünya hayatına ait menfaatlerini korumayı yeğleyen bu insanların kalplerini mühürlediğini bildirmiştir.
ARINMAYI İÇTEN ARZULAR
İhlas sahibi bir müminin en önemli özelliklerinden biri de Allah'ın beğendiği ahlaka ulaşabilmek için Kuran dışı olan her türlü tavır ve ahlak özelliğinden arınmayı içten arzu etmesi ve bunun için samimiyetle çaba harcamasıdır. Zira insan hata yapmaya açık bir varlıktır. Ancak Allah "Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 7-10) ayetleriyle insanın nefsine hem sınır tanımaz günah ve kötülüğü hem de tüm bunlardan sakınmanın yollarını ilham ettiğini bildirmiştir.
Allah korkusunu kalbine sindiren bir mümin hayatının sonuna kadar nefsinin kötülüklerinden arınmayı hedefler. Vicdanını ve aklını var gücüyle kullanıp Kuran'da tarif edilen güzel ahlaka ulaşmaya çalışır. Bir kimsenin arınmayı içten arzu ederek bu yönde ciddi bir çaba harcaması, onun 'imanının ve ihlasının bir göstergesi'dir. Çünkü insan ancak Allah'a ve ahirete kesin bir bilgiyle inandığı takdirde nefsinde kalan kötülüklerden kurtulmaya çalışır. Aksinde ise bu kötülükleri saklamayı ve insanlardan titizlikle korumayı tercih eder. Bundan da kimsenin haberdar olmayacağını zanneder. Oysaki Allah insanın içini de, dışını da en iyi bilendir. Allah gizlinin gizlisini bilir. Ahirette insanın tüm yapıp ettiklerini ortaya çıkaracaktır. Bugerçekten haberdar olan ihlas sahipleri nefislerindeki kötülüklere karşı verdikleri mücadele ile tanınırlar. Kuran'da müminlerin bu özelliklerine şöyle değinilmiştir:
Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever. (Tevbe Suresi, 108)
CİDDİ BİR ÇABA GÖSTERİR VE ' SÜREKLİ' SALİH DAVRANIŞLARDA BULUNUR
Kuran'da "Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf Suresi, 46) ayetiyle Allah Katında asıl makbul tutulan ve sevap bakımından da hayırlı olanın 'sürekli olan salih davranışlar' olduğu bildirilmiştir. Bu aynı zamanda kişinin ihlasının ve samimiyetinin de önemli bir göstergesidir.
Kimi insanlar Allah korkularından dolayı değil, insanların gözünde dünyevi anlamda bir itibar ya da takdir kazanabilmek için de iyilik yapabilmektedirler. Sözgelimi bir kimse depremden dolayı evsiz ve ihtiyaç içerisinde kalan kimselere, evindeki eşyalarından ya da kıyafetlerinden yollayabilir. Komşularına karşı yardımsever, nezaketli ve sevecen bir ahlak gösterebilir. İşyerindeki çalışanlarına karşı son derece ilgili, şefkatli ve anlayışlı bir yapı sergileyebilir. Yaşlılara, büyüklerine karşı saygılı ve hoşgörülü olabilir. Gerektiğinde yardım kuruluşlarının etkinliklerine katılıp özverili tavırlar sergileyebilir. Bu yapılanlar tabi ki güzel davranışlardır. Ancak asıl önemli olan bu gibi güzel ahlak özelliklerinde süreklilik göstermek ve sabırlı davranmaktır. İhlas sahibi bir Müslümanın yapması gereken şey de, hayatının her anında, ihtiyaç içinde olan her insanın yardımına koşmada kararlı olmak ve bu yaptıklarında insanların rızasını gözetmemektir. Sadece Allah'ın rızasını kazanmak için gösterilen bu ciddi çaba, kişinin samimiyetinin de bir kanıtıdır. Ancak eğer tüm bunların yanında kişi hayatının geri kalan kısmını aynı güzel ahlak anlayışına uygun, aynı özverili tavırlar, aynı ciddi çaba içerisinde geçirmiyorsa, bu durumda diğer davranışlarında da ne derece samimi olduğu şüphelidir.
Nitekim cahiliye toplumlarında da Allah'a iman etmediklerini söyledikleri halde bu tarz iyiliklerde bulunabilen bazı insanlar vardır. Ancak bunları Allah korkusundan ya da ahiret inançlarından dolayı yapmazlar. Hedefleri genelde dünyevi anlamda küçük ya da büyük birtakım çıkarlar elde edebilmektir. Örneğin biraz önce verilen örnekteki kişi, sırf evindeki fazlalıklardan kurtulabilmek için depremzedelere yardımcı olmuş olabilir. Ya da komşularına, yaşlılara ve büyüklerine karşı gösterdiği saygı geleneklerin, örf ve ananelerin etkisinden kaynaklanıyor olabilir. Aynı şekilde işyerinde de, çalışanlarını motive etmek ve böylece de onlardan daha fazla işgücü ve kazanç elde etmek için de onlara karşı güzel tavırlar sergiliyor olabilir. Yardım kuruluşlarına da yine toplumda iyi bir itibar ve saygınlık elde edebilmek için katkıda bulunuyor olabilir. Tüm bunların Allah korkusundan, Kuran'ın getirdiği güzel ahlaktan kaynaklandığını ve ihlaslı olduğunu söyleyebilmek için kişinin bu çabasını hayatının her anına yayması ve kesintisiz olarak Kuran'a uygun tavırlarda bulunması gerekir. Zira Kuran'ın "Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (Kehf Suresi, 28) ayetiyle 'sabah akşam' yani 'gün boyunca' ve 'kesintisiz olarak' Allah'ın rızasını aramanın önemine dikkat çekilmiştir.
Eğer bir insan Allah'ın ve ahiretin varlığına samimiyetle inanıyorsa, aksini yapabilmesi de kesinlikle mümkün değildir. Ahirette, dünyada yaşadığı her anın hesabını vereceğini ve ancak Allah'ın rızasına uygun bir yaşam sürdüğü takdirde sonsuz cennet hayatına layık olabileceğini bilir. Bu nedenle de yaptığı her hareket, söylediği her söz ve her tavırla Allah'ın rızasını kazanabilmek için hayırlarda yarışır. Sürekli olarak "Daha fazla ne yapabilirim?", "Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanmak için nasıl daha güzel bir tavır gösterebilirim?", "Ahlakımı güzelleştirmek için hangi tavırlarımı düzeltmem gerekir?" diye düşünerek, ciddi bir çaba harcar. Nitekim Kuran'da da kesintisiz bir ciddi çaba içerisinde olan kimselerin tavırlarının şükre şayan olduğu bildirilmiştir. Ayetler şöyledir:
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
SADECE İBADET DEĞİL, HAYATIN HER ANINDA İHLASI YAŞAR
Allah Kuran'ın pek çok ayetinde Kuran ahlakının iman eden bir insanın tüm hayatına hakim olması gerektiğine dikkat çekmiştir. İnsan sabah uyandığı andan gece tekrar uykuya daldığı ana kadar yaptığı her işte, Müslümanca yaşamak, Müslümanca konuşmak ve Müslümanca düşünmekle yükümlüdür. Her an ihlası ayakta tutmalı, her an Allah'a karşı samimi ve dürüst olmaya niyet etmeli ve bu konuda iradesini ve vicdanını son noktasına kadar kullanmalıdır.
Ancak dini sadece belirli ibadetlerle sınırlandırmaya çalışan kimi insanlar, hayatı bu şekilde 'ibadet anları ve diğer anlar' olarak ikiye bölen bir bakış açısını makul ve mantıklı bulurlar. Allah'ı ve ahireti, sadece namaz kılacakları, oruç tutacakları, sadaka verecekleri ya da hacca gidecekleri zaman hatırlarlar. Günün ve yılın diğer zamanlarında ise dünya işlerinin karmaşasına kapılıp giderler. Allah'ı ve ahirette alacakları karşılığı unuttukları için içlerinde Allah'ın rızasını kazanmak için bir şevk hissetmez ve bu yönde çaba da harcamazlar.
Sokakta yürürken, yemek yerken, işyerinde çalışırken, spor yaparken, sohbet ederken, ticari bir işi takip ederken, televizyon seyrederken, politik konulardan bahsederken, müzik dinlerken de din ahlakını yaşamakla sorumlu olduklarını düşünmezler. Bu konuların dünya ile ilgili konular olduğunu düşünerek, bunlarla meşgul olduklarında dünyaya yönelik hesaplar içerisinde olmaları gerektiğine inanırlar. Oysa insan tüm bu konularla ilgilenirken de Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşayabilir ve ihlaslı davranabilir; bir yandan yapmakla yükümlü olduğu işlerle en dikkatli ve en titiz şekilde ilgilenir, sohbetini eder, yemeğini yer, sporunu yapar, okuluna ya da işine gider, temizlik yapar, televizyonunu seyredip, müziğini dinler. Ama tüm bunları yaparken Allah'ın razı olacağı şekilde hareket etmeye gayret eder.
Allah'ın razı olacağı davranışlar da Kuran ayetlerinde çok açık ve detaylı bir biçimde belirtilmiştir; ticaret yaparken dürüst ve adil olmak, haksız menfaat elde etmeye çalışmamak, tartıda ölçüde hile yapmamak ve bunlara benzer daha pek çok konu Kuran'da açıklanmıştır. Kişinin Allah'tan korkarak ve bu ayetleri göz önünde bulundurarak hareket etmesi, yaptığı ticareti Allah'ın rızasına uygun ve ihlasla yaptığını gösterir. Aynı şekilde sohbet eden bir kimsenin boş söze dalmaması, Kuran'a muhalif bir konuşmaya seyirci kalmaması, faydalı ve hayırlı konuşmalar yapması, doğru ve dürüst konuşması da yine hep Kuran ile bildirilen ahlakın birer parçasıdır. Bu nedenle insan hiçbir zaman için dinin sadece bazı ibadetlerden ibaret olduğu, ihlasın da ancak bu ibadetler yerine getirilirken yaşanabileceği gibi yanlış bir düşünceye kapılmamalıdır. İnsan, dünya hayatının bir gereği olarak pek çok farklı işle meşgul olmak durumundadır. Önemli olan kişinin kalpte her an Allah ile birlikte olması, her yaptığı işte Allah'ın rızasını araması, Kuran ahlakından ödün vermemesi ve ihlası gözetmesidir.
DOĞAL, SAMİMİ VE GÜVEN VEREN BİR KARAKTER OLUR
Hayatının her anında ihlası gözeten insan doğal ve samimi olur. Sadece Allah'ın rızasını gözeten, dünyadan yana bir menfaat beklentisi içinde olmayan bir insan asla yapmacık, samimiyetten uzak ve suni tavırlarda bulunmaz. Hareketleri, mimikleri, üslubu ve konuşması son derece doğaldır. İnsanları etkilemeye çalışmadığı ve gösterişe dayalı bir tavırda bulunmadığı için yanında rahat edilen, huzur ve güven veren bir karakteri olur. Sadece Allah'ın rızasını hedeflediği için her türlü yapmacık tavrın ve insanlara yönelik yaşamanın ihlasını zedeleyeceğini bilir. Sadece Allah'ı dost ve vekil edinmenin rahatını ve konforunu yaşar.
Bu kişi ihlas ve samimiyetinde böylesine bir kararlılık gösterdiği takdirde, Allah'ın her amelini salih amel kabul etmesini ve dünyada da ahirette de onu güzel bir karşılıkla mükafatlandırmasını umabilir.
çııÖÖ纪eytanın Müminlerin İhlasını Kırma Çabası
tarih: 2/8/2007 05:34
Şeytan, kıyamete kadar insanları Allah'ın yolundan saptırmaya ve onları da kendi peşinden cehenneme sürüklemeye ant içmiş bir varlıktır. Allah'ın "Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir." (Mücadele Suresi, 19) ayetiyle de belirtildiği gibi şeytan inkar eden kimseler üzerinde bu emellerini gerçekleştirmiştir. Onları sarıp kuşatmış, onlara Allah'ı unutturmuş ve onlar üzerinde mutlak bir hakimiyet elde etmiştir. Onlar artık bir anlamda şeytanın bizzat kendisi gibi, diğer insanları da inkara, günaha ve kötülüklere çağıran varlıklar, yani şeytanın fırkası olmuşlardır.
Ancak elbette ki Allah'a ihlasla inanan kimseler için durum çok farklıdır. Bu nedenle de şeytanın asıl mücadele ettiği kimseler, Allah'a iman eden ve yaşamlarını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirme konusunda kararlı gördüğü bu insanlardır. Şeytan inkar edenlere doğrudan etki edebilmektedir. Ama müminler Allah'a kesin olarak iman ettikleri için şeytanın onlar üzerinde böyle bir etkisi olamaz. Örneğin Allah rızası için çalışıp yorulmalarını engelleyemez. Kuran ahlakının hükümlerini yerine getirmelerini, infak edip namaz kılmalarını, iyilik yapıp güzel ahlak göstermelerini, Allah'ı zikretmelerini, mallarıyla canlarıyla fedakarane bir mücadele vermelerini engelleyemez.
Bu gerçeği bilmek şeytanı iman edenler üzerinde etkili olabilmek için daha da sinsice yöntemler aramaya iter. Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yaptıkları işleri doğrudan engelleyemediği için müminler tüm bunları yaparlarken niyetlerine kötülük katmaya çalışır. Onları Allah'ın rızasından başka hedeflere yöneltmeye ve bu şekilde ihlaslarını zedeleyerek, katıksızca Allah'a yönelmelerini engellemeye gayret eder. Kuran'da şeytanın bu konudaki kararlılığına kendi sözleriyle dikkat çekilmiştir. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 119-120)
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (A'raf Suresi, 16-17)
Ayetlerde bildirildiği gibi şeytan müminler üzerinde 'şaşırtıp saptırarak', 'olmadık kuruntulara düşürerek', 'doğru yollarına oturup pusu kurarak', 'önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sinsice sokularak' etkili olmaya çalışır. Onların doğru bildiklerini yanlış, iyi bildiklerini kötü, güzel gördüklerini çirkin, hayır gördüklerini şer, şer gördüklerini ise hayır gibi göstermeye gayret eder. Allah'ın rızasına uygun bir iş yapacakları zaman kalplerine şüphe vermeye ve olmadık kuruntu ve vesveselerle onları durdurmaya gayret eder. Kuran ahlakına uygun olmayan bir iş söz konusu olduğunda ise bunu süsleyip çekici kılmaya ve müminleri bu işe yöneltmeye çalışır.
ŞEYTANIN FIRKASI
Şeytan yukarıda saydığımız emellerini gerçekleştirebilmek için gerektiğinde kendisini dost edinmiş olan inkar eden kimselerden de yardım alır. Onların ağzından kendi telkinlerini verir, planlarını onların sözlerinde dile getirir. Bu gibi sinsi taktikler kullanarak iman edenlere yanaşmış olur.
Elbette ki şeytan tüm bunları yaparken iman edenleri "Kuran'a uymayın, Allah'ın rızasına uygun davranmayın ya da bana uyun" gibi ifadelerle açıkça inkara davet etmez. Tam tersine hileyle, sahtekarlıkla ve yalancılıkla onları kandırmaya çalışır. Samimi davranmalarını engellemeye, iyiliklerden alıkoymaya uğraşır, çeşitli vesveseler verir. Şeytanın kandırma yöntemlerinden bir tanesi de, müminler katıksızca Allah'ın rızasını gözeterek bir işe giriştiklerinde, onları insanların rızasına yöneltmek için sinsice sözler fısıldamaktır.
Örneğin Allah'ın rızasını kazanmak için fedakarane bir tavır içerisinde olan bir insanın niyetine insanların rızasını katmaya çalışır. Bu fedakarlığını, çabasını ve yaptıklarını dile getirmesini, kendisini yüceltmesini, ön plana çıkarmasını telkin eder. Oysa Allah rızası için yapması gereken bir işte, kişinin kendisiyle övünmesi ihlası kırabilecek bir davranıştır. Çünkü eğer bir özveride bulunuyorsa bunu Allah için yapıyordur ve bunu insanlara duyurması için hiçbir sebep yoktur. Allah zaten onu görmekte ve işitmektedir. Ama şeytan bunu daha masumane bir zemine oturtur. Kişiye "Ne kadar güzel ahlaklı olduğunu, Kuran'a ne kadar uygun hareket ettiğini dile getirirsen sana daha çok güvenirler, seni daha çok severler zaten bu da son derece meşru bir istek" gibi bir mantık sunar. Elbette ki bu meşru bir istektir, ama insanın bu sonucu Allah'tan isteyip, bunu Allah'ın takdirine bırakması Kuran ahlakına daha uygun bir tavırdır. Çünkü aksinde insanın gösteriş için ibadet yapma, kendisini ön plana çıkarma, yaptıklarıyla övünme gibi Kuran'da makbul olmadığı bildirilen tavırların hükmüne girme ihtimali vardır. Ve tüm bunlar kişinin samimiyetini, sadece Allah'ın rızası için ibadet yapmanın kazandırdığı ihlası zedeleyecek davranışlardır.
ŞEYTANIN HİLELİ TUZAKLARI
Şeytan, müminlerin ihlasını kırma yönündeki kıyamete kadar sürecek olan bu çabasına Hz. Adem ile başlamıştır. Hz. Adem'e de aynı hileli taktiklerle yaklaşmış, ona da güzel olanı çirkin, çirkin olanı da güzel gibi göstermeye çalışmıştır. Kuran'da bildirildiğine göre şeytan, Hz. Adem ve eşinin Allah'ın yasağına uymamalarını sağlamış, böylece onların cennetten çıkarılmalarına neden olmuştur. Bu olay Kuran'da bazı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." (Bakara Suresi, 35)
Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: "Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?" (Taha Suresi, 120)
Şeytan Hz. Adem ve eşinin açıkça Allah'ın emirlerine karşı gelmelerini söylememiştir. Çünkü Allah'a iman eden kimselerin böyle bir emri yerine getirmeyecekleri açıktır. Bu nedenle onları ikna edebilecek başka mantıklar bulmuş ve yasaklanan ağaçtan yedikleri takdirde melek olup, ebedi yaşama imkanını elde edeceklerini söylemiştir. Söylediği bu yalanları daha da ikna edici kılabilmek için Allah adına yemin etmekten de çekinmemiştir. Kuran'da iman edenler şeytanın bu gibi sinsi tuzaklarına karşı şöyle uyarılmaktadırlar:
Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. (A'raf Suresi, 27)
Kendilerine Kuran'ı rehber edinen insanlar, şeytandan gelebilecek boş kuruntulara, asılsız vesveselere, hileli oyunlara karşı son derece hazırlıklı olurlar.Örneğin tesettür, Müslüman kadınlar için çok önemli bir ibadet ve Allah (cc)’tan çok büyük bir nimettir. Tesettür, kadının Allah (cc) Katında ve inananlar nezdinde yücelmesini sağlayacak, onu her türlü bağımlılıktan ve sıkıntıdan kurtaracak bir vesiledir. Tesettür aynı zamanda Müslüman kadının iffetinin sembolüdür. Tesettürle ilgili ayetlerin indiği dönemde Müslüman kadınların güzel tavırlarıyla ilgili olarak şunlar rivayet edilir: Hz. Ayşe (radiyAllahu anh)'dan rivayet edilmiştir:

“Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar”ayetini inzal edince harmaniyelerini yırtarak onunla örtünmüşlerdir.” İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, s. 5880
Peygamberimiz (sav) döneminde mümin kadınlar Allah’ın tesettür konusundaki emrini işte böylesine büyük bir şevk ve istekle karşılamışlar, hemen itaat etmişlerdi. Onlardan sonra gelen Müslümanlar da aynı şevk ve kararlılıkla bu emri yerine getirmişlerdir. Bu konuda şeytanın mümin kadınlara vermeye çalıştığı vesveler boşunadır.
Öncelikle "İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli düzeni pek zayıftır." (Nisa Suresi, 76) ayetiyle de hatırlatıldığı gibi şeytanın hileli düzeni zayıftır ve boş bir aldatmacadan ibarettir. İman edenler "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir." (A'raf Suresi, 200-201) ayetleriyle de bildirildiği şekilde kendilerine fısıldayan bu sesin şeytandan olduğunu anlar ve hemen Allah'a sığınırlar. Allah'a sığındıkları anda ise olayları Kuran gözüyle değerlendirip, doğruyla yanlışı birbirinden ayırt edebilecek bir anlayış elde ederler. Şeytanın bu yöndeki çabaları da müminlerin güçlü imanları sayesinde tamamen sonuçsuz kalmış olur.
Nitekim Kuran'ın "Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur." Vekil olarak Rabbin yeter." (İsra Suresi, 65) ayetiyle de şeytanın, Allah'a güvenip dayanan ve her işlerinde kendilerine O'nu vekil edinen kimseler üzerinde bir etkisinin olamayacağına dikkat çekilmiştir. Şeytanın etkisi Kuran'da "Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir." (Nahl Suresi, 99-100) ayetleriyle belirtildiği gibi ancak onu veli edinen ve Allah'a şirk koşan kimseler üzerindedir. Şeytanın Allah'ın ihlaslı ve samimi kullarına etki edemeyeceği gerçeği onun şu sözleriyle de ifade edilmiştir:
Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (Sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. "Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)
İşte bu nedenledir ki ihlas sahibi, samimi müminlerin şeytanın hileli tuzaklarından yana hiçbir korku ve endişeleri yoktur. Çünkü onlar iman edenler üzerinde şeytanın hiçbir gücü olmadığını bilir ve yalnızca Allah'tan korkarlar. Şeytandan korkanlar ise yine onu dost ve veli edinen inkarcılardır. Bu gerçek de Kuran'da şöyle vurgulanmaktadır:
İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)
Kuran'da Allah şeytanın peygamberler de dahil olmak üzere tüm insanlara kuşku ve vesvese vermeye çalışacağını bildirmiş ve bunun kalbinde hastalık olanlarla gerçek ihlas sahiplerinin birbirlerinden ayırt edilebilmesi için yaratılan özel bir imtihan şekli olduğuna dikkat çekmiştir. İlim ve ihlas sahibi kimseler şeytanın bu vesveselerinden hiçbir şekilde etkilenmezler. Çünkü şeytanın bağımsız bir gücü olmadığını, Allah'ın yarattığı ve tamamen Allah'ın kontrolünde bir varlık olduğunu bilirler. Şeytan Allah'ın dilemesi dışında hiçbir insanı doğru yoldan saptıramaz, ihlasını zedeleyemez, kötü yola sevk edemez. Müslümanların -şeytan onlara vesvese vermeye çalıştığında- Kuran'ın hiç tartışmasız Rabbimizden gelen bir gerçek olduğu konusunda kalpleri pekişir. Bu gerçek ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler.
(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle O'na iman etsinler ve kalpleri O'na tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 52-54)
link çııÖÖçşİhlası Kazanmanın Yolları
tarih: 1/8/2007 05:43
Kitabın önceki bölümlerinde ihlasın önemini ve ihlas sahibi bir müminin özelliklerini Kuran ayetleri doğrultusunda açıkladık. Allah'ın razı olduğu kullarından olmak ve sonsuz cennet nimetlerine kavuşmak isteyen bir mümin ihlası kazanmak için hayatının her anında Kuran ayetlerini titizlikle uygulamalı, Kuran ahlakına göre yaşamalıdır. Ancak bunun için samimi bir kalple, katıksızca Allah'a yönelmesi, sadece Allah'ı razı etmek için çaba sarf etmesi ve ihlasını kırmak isteyen tüm olumsuz etkilere karşı son derece dikkatli olması gerekir. Çünkü önceki bölümde vurguladığımız gibi şeytan da sürekli çaba sarf etmekte ve türlü yöntemlerle insanı doğru yoldan çevirmeye çalışmaktadır.
İnsan alışkanlıkla ya da çevresinden görerek yaptığı pek çok hareketle ihlasını zedeleyebileceğini, katıksızca yapmak istediği amellere zarar verebileceğini aklından çıkarmamalıdır. Bu nedenle de sürekli olarak niyetini kontrol etmeli, her söylediği sözü, yaptığı her ameli Allah'a has kılarak yapmalıdır. Ancak bu ahlaka sahip olmanın zor değil, aksine çok kolay olduğunu da hiçbir şekilde aklından çıkarmamalıdır. Samimiyet, dürüstlük ve katıksızca Allah'a yönelmek insanın hiç güç harcamadan kazanabileceği özelliklerdir. Üstelik her işte bir kolaylık kılan Rabbimiz bizleri elçileriyle ve salih müminlerle desteklemiş, ihlası kazanmanın yollarını da ayetleri ile göstermiştir. İslam alimleri de ihlas konusunun üzerinde özellikle durmuş ve eserlerinde iman edenleri katıksızca Allah'a yönelmeye ve ihlası gözetmeye davet etmişlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi'nin eserleri de ihlası kazanma konusunda gayret içinde olan Müslümanlar için çok önemli birer rehber niteliğindedir. Bediüzzaman ihlasın üzerinde önemle durmuş ve bu konuda iman edenlere çok önemli tavsiyelerde bulunmuştur. Bediüzzaman bir sözünde ihlası şu şekilde tarif etmektedir:
"Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, özellikle ahiret hizmetlerinde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir aracı, en önemli dayanak noktası, en kısa bir hakikat yolu, en makbul bir manevi dua, amaca ulaşmada en kerametli vasıta, en yüksek bir karakter, en safi bir kulluk: İhlastır."2
Bediüzzaman'ın da önemle vurguladığı gibi ihlas, insanın kulluk vazifesini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmesi için sahip olması gereken en önemli özelliklerden biridir. Çünkü "Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet et. Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır…" (Zümer Suresi, 2-3) ayetleriyle de emredildiği gibi gerçek din ancak ihlasla, katıksızca Allah'a yönelmekle yaşanabilir. Bediüzzaman Said Nursi insanın yaptıklarıyla Allah Katında değer kazanabilmesi için ihlası kesin olarak kazanması gerektiğine şu sözleriyle dikkat çekmiştir:
"… Madem ihlasta sözü edilen özellikler gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var… Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve vazifeliyiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hayırlı hizmetler kısmen ziyan olur, devam etmez; hem şiddetli sorumlu oluruz."3
Allah, Kuran ayetleriyle insanın katıksız bir iman ve ihlası nasıl kazanabileceğini bildirmiştir. Ayrıca her insan da ihlası ve samimiyeti tek başına kavrayabilecek ve yaşayabilecek şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla ihlası kazanmak ve artırmak son derece kolaydır. İnsan hiçbir bilgiye sahip olmasa dahi sırf vicdanına başvurarak ihlası kazanabilir. Sırf samimi bir kalple Allah'a yönelmekle, ihlası zedeleyen tüm tavırlardan arınıp, hangi tavrın ihlaslı hangisinin ise ihlassız olduğunu anlayabilecek hale gelir. Bu nedenle de insan vicdanın nasıl Rahmani bir rehber olduğunu bilmeli, hiçbir zaman için "Hangi tavrın ihlaslı olacağını bilmiyordum", "Gösterdiğim davranışın ihlasımı zedeleyebileceğini tahmin edemedim", "Ben samimi ve ihlaslı olduğumu sanıyordum" gibi mantıklarla kendisini kandırmamalıdır. Tüm bunların insanın vicdanını rahatlatmak için öne sürdüğü samimiyetten uzak düşünceler olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Çünkü vicdanına uyan bir kimse için ihlası kazanmak ve bunu ahirete kadar muhafaza etmek son derece kolaydır.
Bu bölümde Kuran ayetleri ile bizlere bildirilen, aynı zamanda vicdanın da insanlara sürekli olarak hatırlattığı 'ihlası kazanmanın yolları'na değinecek ve insanların günlük hayatlarında bu konularla ne şekillerde karşılaşabileceklerine dair örnekler vereceğiz. Ardından da insanların ihlaslarını zedeleyen tavırlara dikkat çekip, ihlası kazanmanın ne denli kolay olduğunu anlatacağız.
İHLASLI OLMAK MÜMİNE GÜÇ VERİR
İnsanın ihlası gerçek manasıyla yaşayabilmesi için öncelikle ihlasın neden bu kadar önemli olduğunu kavraması ve bu iman seviyesine ulaşabilmeyi içten arzu etmesi gerekmektedir. Çünkü ihlasın önemini kavramamış olan insanlar güç ve kudreti dünyevi değerlerde arayabilmekte, toplum içinde yer edinebilmek için bunların peşinde koşabilmektedirler. Şan şöhret, zenginlik, güzellik, akademik kariyer ya da itibar sahibi olmak bu düşünceye kapılan insanların ardı sıra sürüklendikleri özelliklerdir. Oysa bunların hiçbiri insana ne dünya hayatında ne de ahirette gerçek anlamda kalıcı bir güç ya da itibar kazandıramaz. Bediüzzaman Said Nursi de "Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet kuvvet hakta ve ihlasta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlas, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur." 4 sözleriyle müminin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında güç ve kuvveti ancak ihlasla kazanabileceğini hatırlatmaktadır. Bu düsturu unutup, yukarıda saydığımız maddi değerlerin peşine düşen bir insan ise katıksızca Allah'ın rızasına yönelmiyor demektir.
Örneğin Müslümanlara fayda getirecek bir konuda dört beş kişi arasında bir iş bölümü yapıldığını varsayalım. Bu kişilerden birine yapılacak işin perde arkasında kalan, pasif ve ses getirmeyecek, ama bir o kadar da zor bir bölümünün verildiğini düşünelim. Diğer kişilere de daha ön planda, insanların övgü ve beğenilerini doğrudan alabilecekleri, daha aktif birer görev verilmiş olsun. Eğer bu kişi kendisine düşen görevi sırf arka planda kalacağı ve takdir toplama imkanı olmayacağı için reddeder, bunun yerine insanların beğenisini kazanabileceği, kendisini ön plana çıkarıp övgü alabileceği diğer bir görev ile değiştirmek isterse bu noktada ihlasını zedelemiş olur. Çünkü böyle bir durumda kişi 'Hem o kadar emek harcayacağım, hem de ortaya çıkan işte benim adım hiç geçmeyecek. Üstelik bir de diğerleri daha az çalışıp benden daha çok takdir toplamış olacaklar' gibi ihlastan uzak bir düşünceye kapılmış demektir. Makbul olan tavır ise takdiri ve övgüyü sadece Allah'tan beklemek, yapılan işte katıksızca Allah'ın rızasını hedeflemektir. Eğer yapılacak iş bir fayda getirecekse, bunu kimin yaptığı önemli değildir. Bir insan yaptığı iş kimse tarafından bilinmese ve insanlardan hiç takdir toplamasa da sadece Allah'ın rızasını kazanabilmek ve fayda getirecek bir işe vesile olabilmek için bu işi şevkle üstlenmelidir. Çünkü ihlaslı olan tavır budur.
Hayatının her anında ihlaslı davranan bir kimse, hem dünya hayatında başarılı ve huzurlu olurken, hem de ahirette güzel bir karşılığı umabilir. Çünkü bu kimse dünyevi imkanlarına, bulunduğu makama, sahip olduğu mal ya da mülküne, toplumdaki itibarına değil, önce Allah'a, sonra da imanına, aklına, vicdanına ve ihlasına güvenerek hareket eder. Allah da katıksızca Kendisine yönelene "… Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40) ayetiyle de bildirdiği gibi her zaman için yardım eder. Bu nedenle imanın ve ihlasın karşısında başka hiçbir gücün galip gelmesi mümkün değildir. Çünkü ihlas ile kişi Allah'ın yardımını, desteğini ve gücünü kazanmış olur.
ALLAH KORKUSUNU ARTTIRMAK
Allah korkusu, insanın ihlasını artırmasını sağlayan en önemli yoldur. Allah'ın büyüklüğünü, O'ndan başka bir kuvvet olmadığını, kainatı yoktan yaratan, tüm canlıları gözeten ve rahmet edenin sadece Allah olduğunu kavrayan insan derin bir sevgiyle Allah'a bağlanır. Dünyada ve ahirette gerçek dostunun yalnızca Allah olduğunu, dolayısıyla rızası aranacak olanın da ancak O olduğunu anlar. Bu güçlü sevginin yanı sıra Allah'tan şiddetle korkar. Allah "... Allah'tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp-toplanacaksınız." (Bakara Suresi, 203) ayetiyle insanlara Kendisinden korkup sakınmalarını bildirmiştir.
Allah korkusu kişinin Allah'ın büyüklüğünü bilmesinden ve O'nun gücünü takdir edebilmesinden kaynaklanır. Allah'ın makamının Yüceliğini ve sonsuz kudretini kavrayan bir insan, O'nun rızasına uygun bir yaşam sürmediği takdirde İlahi adaletin bir gereği olarak Allah'ın intikam alıcı, azap edici sıfatlarının muhatabı olacağını bilir. Çünkü Kuran ayetlerinde Allah'ın inkar edenler için dünyada ve ahirette hazırlamış olduğu azap çok detaylı olarak anlatılmış ve bu duruma karşı tüm insanlar uyarılıp korkutulmuştur. İnanan kişi, hayatının her anında bu bilinçle hareket eder. Allah korkusu, onun dünya hayatının eninde sonunda sona erip, tüm insanların Allah'ın huzurunda yaptıklarından hesaba çekileceklerini bir an bile aklından çıkarmamasını sağlar. Her anını bu azabın şuurunda geçirir. Bu şuur açıklığı da kişinin Allah'ın azabıyla karşılaşmaktan yana doğal olarak bir korku duymasına ve bundan dolayı da 'sakınmasına' sebep olur.
Sakınma kişinin Allah'ın haram kıldığı ve razı olmayacağı tavırlarda bulunmaktan şiddetle kaçınmasıyla ve O'nun emirlerini yerine getirmekte hiçbir gevşekliğe kapılmamasıyla ortaya çıkar. Allah'tan korkup sakınan ihlaslı bir insan hangi tavrından Allah'ın razı olmayacağını bilir ve hemen bunu düzeltmek için harekete geçer. Örneğin nefsinde mala karşı bir düşkünlüğü varsa bunu fark eder. Böyle bir durumda sırf mala olan düşkünlüğünden kurtulmak için, bütün imkanlarını Allah yolunda hayırlı işlerde kullanılması için seferber eder. Bu, kişiye fayda getirecek bir ahlaktır. Ayrıca ihlasa en uygun olan tavır da budur. İhlası kazanmak isteyen bir kimse, içinde mala ve mülke yönelik böyle bir zaafın olduğunu fark ettiğinde, hemen Allah'ın 'malınızı Allah yolunda infak edin' şeklindeki emrini hatırlamalı ve yine "Allah'tan güç yetirebildiğiniz kadar korkun" ayetini düşünerek Allah'ın beğenmeyeceği bir tavır içerisinde kalmaktan korkmalıdır. Her ne kadar nefsi aksini emretse de Allah'ın ayetinde emrettiği gibi sevdiği şeylerden infak edebilmelidir. Ayette şöyle buyurulmaktadır:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Allah "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin..." (Tegabün Suresi, 16) ayetiyle insanlara güçlerinin yettiği kadar Kendisinden korkmalarını emretmiştir. Bu ayetin bir gereği olarak iman eden insan hiçbir zaman için Allah'a karşı olan imanını, korkusunu yeterli görmez. Hayatının son anına kadar kalbindeki Allah korkusunu ve sakınma gücünü artırmaya çalışır. Çünkü Kuran ayetlerinde "Allah'tan korkup sakınanlar" olduğu gibi "Allah'tan içleri titreyerek korkup sakınan kimseler" olduğundan da bahsedilmiştir.
Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır. (Mülk Suresi, 12)
"... Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar." (Rad Suresi, 21)
Allah korkusu ile ihlas birbirlerine paralel olarak gelişir. İman eden kişi ayetin bir gereği olarak Allah'tan güç yetirebildiği kadar korkabilmek için çaba harcar. Bu çabanın bir diğer adı da ihlastır. İhlası sayesinde "Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin." (Al-i İmran Suresi, 102) ayetiyle bildirilen şekilde Allah'tan korkup sakınmayı başarır. Allah korkusunun artması sonucunda oluşan derinlik ve hassasiyet ise kişinin daha da sakınmasına ve daha da ihlaslı davranmasına neden olur. Ayrıca "Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın..." (Maide Suresi, 35) ayetiyle de bildirildiği gibi Allah'a yakınlaşacak vesileleri görebilen ve bu fırsatları değerlendirebilen ihlaslı bir insan haline gelir.
Böyle bir insan Allah'tan içi titreyerek korktuğu için Kuran ahlakını hayatına geçirme konusunda gevşeklik gösteremez. Karşısına çıkan ibadet fırsatlarını görmezlikten gelerek umursuz davranışlarda bulunamaz. Her an her yerde, ister kalabalık içerisinde isterse yalnız olsun Allah'ın kendisini görüp duyduğunu unutmaz. Gücünün yettiği en güzel tavrı göstermediği takdirde Allah'ın azabıyla karşılaşabileceğini bilerek hareket eder. Allah korkusunun artmasıyla birlikte bu şuur sürekli olarak güçlenir ve böylece hayatının her anında yaptığı her işte Allah'ın cehennem tehdidini hatırlayarak ihlasından asla ödün vermemiş olur.
ALLAH'TAN BAŞKA HİÇ KİMSEDEN KORKMAMAK
İman eden bir insanın yükümlülüklerinden biri de "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir." (Zümer Suresi, 67) ayetiyle hatırlatılan gerçeğin şuurunda olarak 'Allah'ı gereği gibi takdir edebilen bir iman seviyesine gelebilmek'tir. Allah'ı takdir edebilmek, O'nu tüm isimleriyle tanıyıp, O'nun bu isimlerinin tecellilerini hayatın her anında görüp kavrayabilmekle mümkün olur. Çünkü insan ancak Allah'ın büyüklüğünü kavrayabildiği takdirde O'ndan korkup sakınabilir ve ancak bu şekilde samimi bir imana ulaşabilir.
İns
Ekleme Tarihi: 15.08.2007 - 14:55
Bu mesajı bildir   hafize elif üyenin diğer mesajları hafize elif`in Profili hafize elif Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
rifat56 su an offline rifat56  

5108 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.05.2005
En Son On: 21.01.2023 - 23:33
Cinsiyeti: ----- 
Aleykumisselam...
Hoşgelmişsiniz,
Paylaşım için teşekkürler çok yararlı bir ekleme...
Allah razı olsun.

Ekleme Tarihi: 15.08.2007 - 15:04
Bu mesajı bildir   rifat56 üyenin diğer mesajları rifat56`in Profili rifat56 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
hafize elif su an offline hafize elif  

124 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2006
En Son On: 13.12.2007 - 19:57
Cinsiyeti: Bayan 
hoş bulduk abi rica ederim görevimiz.nedemek biz bildiklerimizi ögrendiklerimizi paylaşmassak dünyanın en çimri insanı oluruz sizlerden allahrazı olsun okudunuz için amin ecmein inşallah yararlı bi insan faydalı oluruz
Güle Güle
Ekleme Tarihi: 15.08.2007 - 15:31
Bu mesajı bildir   hafize elif üyenin diğer mesajları hafize elif`in Profili hafize elif Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1297 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.84619 saniyede açıldı