0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » GÜZEL SÖZLER » _SONSUZLUK NURUNA YÖNELIS

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
medahms su an offline medahms  
_SONSUZLUK NURUNA YÖNELIS

168 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 19.06.2006
En Son On: 13.05.2011 - 13:25
Cinsiyeti: Erkek 
S.A

_SONSUZLUK NURUNA YÖNELIS



Evren, insan için sonsuzluğun idrak edilmesi imkanını taşıyan bir alandır. Milyarlarca galaksi sistemlerinin, yıldız ve gezegenlerin varlıkları ve her birinin farklı özellikler barındırması ufkumuzu genişletebilir.
Her geçen gün yeni galaksilerin, muhteşem renk cümbüşünü sergileyen yeni nebulaların keşfedilmesi, Yaratıcımızın sonsuz kudretini ve sınırsız güzelliklerini ortaya koymaktadır.
Bu durum aynı zamanda insanoğlunun aczini, yani teknolojik imkanlarımız ve astrofizik bilgilerimiz ne kadar gelişmiş olursa olsun, mutlaka ulaşamayacağımız mekânların olduğunu da göstermektedir. Çünkü sonsuzluğun keşfi, öncelikle manevi anlamda gerçekleşebilir. Bir başka ifadeyle, maddi düzlemde gördüğümüz her şeyin gerçek özlerinin mana alemlerinde bulunmasından dolayı, bu seviyeye yükselmeden evreni keşfetmek ve sonsuzluk nuruna yönelmek mümkün değildir.
Sonsuzluğa bir kapı aralamak
Sonsuzluk, ufuk çizgilerine vardığımızda biten ve başlayan noktaların aynılığını fark ettiğimizde hissedilebilir. Nokta ile çizgi arasında bire bir ilişki vardır. Noktalar olmazsa çizgi olmaz. Çizgi olmazsa noktalar gözükmez. Madde ve mananın peşi sıra alanlar olduğu değil de, birbirini tamamlayan ve iç içe olan hakikat yansımaları olduğunu idrak ettiğimizde nura doğru yönelmiş sayılabiliriz.
Mevlâna Hazretleri’nin insanın ve alemin yaratılışı açısından unutulmaması gereken, Allah’ın kudreti, lütfu, keremi ve kainatı kaplayan sonsuz mübarek nuru hakkındaki mübarek sözlerine bakalım:
“Allah kendi kudret ve büyüklüğü ateşinden bir alev aldı ve onu cemali tecellisi ile saf bir nur haline koydu. Sonra o saf nur ile kainatta mevcut bütün nurları parlattı.
Parıl parıl parlayan o nur bütün ruhlara aksetti. Bütün ruhlar üzerinde parladı. Adem a.s. da isimleri bilme bilgisini o nurla elde etti.
O büyük ve sonsuz nura, can denizi ve denizlerin canı desem de layık değildir. Onu anlatabilmem için ona yeni bir ad aramam gerek.
O büyük ve eşsiz nur hakkı için ki, bu ve şu denilen şeyler ondandır. Bütün içler, bütün özler ona nispetle kabuk gibidir.” (Mesnevi-i Şerif, c. II, beyit: 906-935)
Nurdan oluşmuş, her zerresi nurla çevrilmiş, ancak zaman ve mekânla sınırlandırılmış bu alemde insan nerededir? Cevabını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mısralarında bulabiliriz:
“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir ânın
Parçalanmış akışında.”
İşte, sonsuzluğa kapı aralamak üzere uzayın sırlarına vâkıf olmak isteyen insan için, zamanın ve mekânın aşılmaya çalışılması gerekmez mi? Zaman ve mekân ötesi, var oluş için yekpare bir düzlemdir; yani bu alanda farklı idrak biçimleri vardır. Artık her şey, var olan bütünlük içerisindedir. Dünyadan uzayın derinliklerine doğru açıldığınızda zaman birimleri ve mekân koordinatları değişmiyor mu?
İnanan ve Yüce Allah’a ulaşmak isteyen insan için sonsuzluğun idraki, aynı zamanda duygularımızı aşmayı da gerektirmektedir. Çünkü kainatın yaratılışında ve özünde var olan “Hakk’ın nuru deniz gibidir; duygu ise çiğ tanesine benzer.” (Mesnevi-i Şerif, c. II, beyit: 1295). Duygularımız bizi sadece insanî sınırlarımız içinde tatmin edebilir; deryaya nispeten bir çiğ tanesi kadar değeri olabilir ama Hakk’ın nuru için nice çiğ taneleri de feda edilmelidir.
O denizin kıyısında
Peki, bahsettiğimiz bu sonsuzluk denizine nasıl ulaşabiliriz? Muhtemel pek çok cevaptan bazılarına şu örneklerle işaret edebiliriz:
Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü isimli şiirinde önemle vurguladığı gibi, insanın ve yaratılmış olan her şeyin bir akışta demetlenmiş olduğunu unutmamalıyız:
“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; / Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. / Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; / Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. / Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; / Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir. / Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;” (Çile, 398)
Hepimiz, her şey, varlık, madde ve mana, hepsi bir merkeze doğru akmaktadır. Bu akış, manevi olan şeyleri de kapsamaktadır. Evrenle ve evrende halife olan insanla ilgili her şey bu akış sayesinde aslına dönmektedir. Çünkü yöneldiğimiz merkez, geldiğimiz yerdir. Böylece daire tamamlanmış olacaktır.
Vücudumuzda bize hayat veren kanımızı taşıyan bütün damarlar, kalbimize akmıyor mu? Kalbimiz hayatımızın tam merkez noktası! Kalbimiz sadece biyolojik anlamda değil, aynı zamanda manevi anlamda da merkezî olma fonksiyonunu yerine getirmektedir. Yani kanımız gibi bütün duygularımız da kalbimize akmıyor mu?
Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz s.a.v.’in bizlere, bir hadis-i şerifinde, küçük bile olsa yapılan her günahın, söylenen her kötü sözün, kalpte bir kara leke bıraktığına ve bunların devamı halinde kalbimizin büsbütün karardığına işaret etmesi son derece anlamlıdır. Sözlerimizden, duygularımızdan, kalbimize neler akıyorsa, bunlar kalpten mücessem olarak, yani davranış ve tavır olarak dışa yansımaktadır. Böylece ahlâkî yapımızı belirlemiş olmaktayız.
Sonsuzluk nuruna ulaşabilmemiz, daha doğrusu önce bu yola girebilmemiz için, yaratılışımızdan itibaren bu yolda olduğumuzu zihnen ve kalben idrak etmemiz gerekli…
Akış ve yörüngeler
Yaratmış olduğu her varlığa Allah bir yörünge belirlemiştir. Yörüngesine göre varlıklar ve tabii ki insanlar değer kazanabilir veya değeri tespit edilebilir.
“Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratan O’dur. Bunların her biri bir yörüngede yüzmektedir.” (Enbiya, 33)
Bu ayet-i kerimedeki yüzme ifadesi, bir noktaya doğru akışı da ifade etmektedir.
Kendi yolumuzu tasvir eden yörüngelerimiz, bizlerin fıtrî eğilimlerini de belirlemektedir. Bu anlamda baktığımızda hayatta yarış yoktur. Herkes kendi kabiliyetleri ve anlayışları ölçüsünde bulunduğu makamdadır.
“Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yani yörüngede yüzmektedirler.” (Yâsin, 40)
Feleğin, yani sema’nın veya gökküresinin kendisi de bir yörüngededir. Aşktan cûşa gelip sema’ eden semazenlerin kendi çizgilerindeki o muhteşem devranları, evrendeki yıldız ve gezegenlerin merkezdeki nura doğru akışlarının tecessüm etmiş halleri değil midir?
Kainattaki varlıkların tek bir yörüngesi mi vardır? Tabii ki hayır... Bir atomun elektronlarının sayısına ve karakterine göre, çekirdeğin etrafında farklı sayılarda yörüngeler oluşturduğunu biliyoruz. Çeşitli atomların birbirlerinden elektron alması veya vermesi gibi karakterlerini ve karar biçimlerini, son yörüngelerine bakarak belirliyoruz. İnsan da böyle; gezegenler de! Ve Kur’an bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
“Çeşitli yörüngeleri bulunan göğe and olsun ki…” (Zariyat, 7)
“Nereye gidiyorsunuz?”
Şimdi sormamız gerekiyor: İnsan, evrendeki gezegenlerin yörüngesine inanıyor da, nasıl oluyor kendi yörüngesinin de olduğunu keşfedemiyor? Hepimiz bir yörüngede akıp sonsuza doğru gitmekteyiz. Kendi yörüngemizin farkında mıyız ve ondan razı mıyız? Bulunduğumuz alanı ve yörüngemizi görememek, cehennemin farklı bir biçimi olmasın!
Bu noktada bizlere pratik ve ahlâkî anlamda bir sorumluluk düşmektedir: Herkesi kendi yörüngesine göre değerlendirmek! Karşılaştığımız insanın yaptıklarında ve söylediklerinde bir istikrar varsa, hangi parkurda olursa olsun, o kimseye az veya çok bir değer atfetmeliyiz. İnsanlık ve var oluş için asıl problemli insan, münafık dediğimiz sürekli yörünge değiştiren istikrarsız insandır.
Söz konusu değerlendirmelerimiz ışığında sonsuzluk yolcularının dikkat etmesi gereken şey, bazı yüksek ruhlu insanların yörüngelerinin çok değerli olduğunun bilinmesidir. Varlığının bir anlam ifade edebilmesi için elektrona ihtiyacı olan insanlar, yüceliğin temsilcisi olan bu kişilerden kendilerine elektron transfer etmelidirler ki, onların evrende açtıkları koridorlardan geçerek mana alemine ulaşabilsinler.
Hızla giden bir arabanın içindeki insanların yaşadıkları hızı bilememesi gibi, yaşadığımız zamanın da yeterince farkında olamayabiliyoruz. Bizi kendimize getirecek bir iksire ihtiyacımız var. Ancak adı aşk olan bu iksir bizleri sonsuzluğa taşıyabilir. Muhammed İkbâl’in dediği gibi:
“Gerçi zamanın akışı pek hızlıdır her şeyi silip götürmektedir;
Ama aşkın kendisi diğer selleri durduran bir büyük seldir.” (Cebrail’in Kanadı, 97)
Bütün derelerin, ırmakların okyanuslara yani bahr-i ummanlara akması gibi, günün birinde bir bahr-i ummanın kucağına düşersek, bu deryada aşk iksirini içip sonsuzluk nûruna gark olabiliriz.
Böylece “Bu aşk bir bahr-i ummandır / Buna hadd-ü kenar olmaz.” diyen Seyyid Seyfullah’ın yaşadığı, sınırı olmayan ummanda bulunmanın sonsuz zevkine ulaşabiliriz.


Ekleme Tarihi: 07.02.2007 - 17:08
Bu mesajı bildir   medahms üyenin diğer mesajları medahms`in Profili medahms Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1409 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ilhan29 (55), bozadeniz (43), islamboy84 (40), küçük &t.. (49), teknur (50), hlim (51), veleye (60), Abdullah_78 (46), sefa60 (45), Gaziantepli (34), sivasliunsal (48), mcu (44), asess (45), akif21 (61), mimar_sophie (44), mamusali (49), Bilal_YETER (41), edare (42), terrazi (43), FaTMaNuR (60)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.68809 saniyede açıldı