0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » iSLAMi SOHBET-MÜMiNLER KARDEŞTiR

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 38 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
DERiNsular su an offline DERiNsular  
Themenicon    iSLAMi SOHBET-MÜMiNLER ANCAK KARDEŞTiRLER-

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
Bismillehirrahmenirrahim

ESSELAMUN ALEYKUM VERAHMETULLAHi VE BEREKETÜH,ALLAHIN SELAM VE RAHMETi MAGFiRET VE HiDAYETi HEPiNiZiN ÜZERiNE OLSUN.
----------------------------------------
Tabi muhakkakki her şey niyettir,lavra (cünkü) bütün kitablarda hadislerde,ameller niyetlere göredir hz resulallah böyle buyuruyor,lavra demekki muhakkakki gayemiz Allah olmasi lazim,hedefimiz Allah olmasi lazim,maksut Allah olmasi lazim,eger gayamiz Allah oldugu zaman çok şeyler degişir,kalbimiz de ruhumuzda dünyamizda her şeyde gaye Allah oldugu zaman degişir,onun için insan daima evinden ciktigi zaman niyetini Allahrizasi için yapmasi lazim,velev ne kadar dünya işi dahi olsa ahiret olsa illaki insan niyeti getirdigi zaman dünya işinide yaptigi zaman o onun icin bir ibadettir,muhakkakki günahlar hariçtir yani,günaha gittigi zaman niyeti allah rizasi olmasi mümkün degildir,onun için muhakkakki halis niyetimiz oldugu zaman her işimizde fayda görecegiz inşeallah.
onun için inşeallah daima her yaptigimiz işi niyetimiz allah oldugu zaman,yarabbi bizi muhafaza et yarabbi bunu senin rizan için yapiyorum bizi haramdan koru yarabbi bütün işlerim nekadar dünya olsun ve ahiret olsun senin içindir yarabbi.
kakikaten insan bu niyeti yaptigi zaman insanin bütün umuru Allahrizasi için olmuş olur onun içinde bir ibadettir.
allah dostlerida hz resulallah da (s,a,v) bu niyetin üzerinde cok durmuşlar,gavs (ks) şöyle buyuruyor ben şah i hazne nin (ks) yaninda iken bir gün şah i hazne sohbet etti,söyle buyurdu dediki, vallahi ben bulug cagina erdigim den buya kadar nekadar dünya olsun ve ahiret olsun evvelen niyetimi allahrizasi için getirmeden o işe başlamamışım.
kakikaten büyük bir olay bu,insan acaba hiç birgünmü gafil olmaz,insan hiçmi o niyeti unutmaz,demekki ne kadar bir gayret büyük bir titizlikle büyük bir hassasiyetleki bulug çagindan taa 63 yasina kadar niyetini allahrızası için yapmiş sonrada o işi yapmiş.
hakikaten bu niyet cok önemlidir,bu niyet müslümanlar içinde çok önemlidir,daima bu niyetin üzerinde durursak inşeallah çok herseylerimizde dünya olsun ahiret olsun işlerimizde muvaffak oluruz inşeallah.
onun için muhakkakki niyetimiz allah olduktan sonra yaptigimiz ibadetten lezzet alırız zevk alırız sefa alırız,
bize lezzet verir tat verir.
eger dünya için ise gösteriş için ise allah rizasi için degilse bizim çcin birer işkence olur,insana SIKINTI verir,insan zevk, tat almaz,insan bir işkencede kendini zan eder.
onun icin insan kalben ve bedenen ruhen ferahlamak için niyetini allahrizasi icin yapmasi lazim.
hakikaten insan bakiyorki bu allahin dostlari bunun üzerine çok hassasiyetle durmuşlar,
sultan hz (ks) insan onun hayatina bakıgı zaman bütün halleriyle hareketleriyle hiç bir gün allahin rizasinin dişina çikmamiştir.
allah cc da onu her tarafa her yere büyük hizmetler nasip etti.
onun için mademki bizde bu yolun yolcusu isek bizde hz resulullahın (s,a,v) ümmeti isek,bu sadati ikramin sofisi isek,
bizde muhakkakki onlarin yolunu takip etmemiz lazim.
hz resulullahın cizgisinin dışına çikmamak lazim.

tasavvufunda adabinin ve edebinin dişina çikmamak lazim ki hiç olmasa yaptigimiz şeylerde lezzet alalim
tat alalim keyf alalim zevk alalim muhabbet alalim.
yoksa eger çıktıgımız zaman,hakikaten lezzet almamiz mümkün degildir.
hakikaten biz yola çiktigimiz zaman sırf niyetimiz allah rizasi için insanlarin hidayeti için olmasi lazim,

bir an önce kalkmamiz lazim bu gaflet uykusundan,bir an önce kendimize gelmemiz lazim,
bir an önce kendimize çeki düzen vermemiz lazim,
bir tek vücut haline gelmemiz lazim,
devletimize milletimize dinimize topragimiza sahip çikmamiz lazim,
ayrilik yapmamak lazim,
tefrikat yapmamak lazim,
müslüman müslümanin aleyhinde konuşmamasi lazim,
giybet etmemek lazim,
hakaret etmemek lazim,
bunlar müslümanlara yakişmez,bunlar müslümanlara hiçte hiçte yakişmiyor,
hiçte hoş güzel bir manzara degildir,müminler için muslümanlar için.
muhakkakki gayrete gelmek lazim.
insan kabildir olmuyacak şeyler degil bunlar,
hele hele müminler çok daha kabildir,zekidir akillidir,yeterki o zekasini o kabiliyetini allah yolunda çalistirsin.
yani muhakkakki elde edilir,muhakkakki allahda yardim eder,yani kimse ümitsiz olmamasi lazim.
hakikaten tam öyle bir zaman ki,mümin birleşmesi lazim,tefrikat yapmamasi lazim,
guruplaşmamak lazim,hizipleşmemek lazim,yazik dinde gidecek memlekette gidecek,herşeyde gidecek,
eger biz hakikaten dinimizi dünyamizi devletimizi vatanimizi milletimizi çocuklarimizi düşünmesek hakikaten çok tehlikelerle karşı karşıyayiz,
onun için muhakkakki gayret etmemiz lazim,
tefrikat yapmamak lazim.
lavra (çünkü) insan bakiyorki bu münafiklar müslümanlari bölmüşler,
kimisini tarikatci yapmişlar kimisini nurcu yapmişlar,
kimisini sülaymanci yapmişlar,
kimisini bilmem ne yapmislar ,kimisini A yapmişlar kimisini B yapmişlar,
insanlari birer gurup haline getirmişler,
her bir gurubun arasina bir nifak sokmuşlar,yazik degilmi acaba.?
neticede hepimiz allaha inaniyoruz,
hepimizin kitabi kur ani kerimdir,
hepimizin peygamberi hz resulullah (s,a,v) dir,
elbette allaha giden yollar insanlarin enfasi kadardir,
herkes muhakkak bir hidayet yolu ile allaha kavuşacak,
illaki herkes benim fikrim benim tarikatim benim yolum diye bir kaide yoktur,
onun için ortadan tefrikati kaldirmak lazim,
birleşmek lazim,
müslümanlar tek vücut halinde olmasi lazim,
kim hangi yolda olursa olsun, yeterki allaha secde etsin yeterki allaha ibadet ettikten sonra," bütün müminler kardestir" allah cc buyuruyor, bir tefrikat yoktur ,ayrimcilik yoktur,
neden mümin bu kadar ayrimcilik yapiyor acaba?
insan niye düşünmüyor, demekki münafiklar bunlari aramiza sokuyor müslümanlar bir araya gelmesin
geldigi zaman çok güclü olacak,madden manen bedenen kalben güçlenecek diye ellerinden gelen bütün gayreti sarf ediyorlar,yeterki müslümanlari param parca olsun guruplaşsin bölünsün,

vatanimiz yüzde doksan dokuz müslümandir,hepsiylede konuştugun zaman ben kafirim demiyor,
herkesde diyor elhamdülillah ben müslümanim diyor kelimeyi şahadet getiriyor,
onun için neden biz bu kadar bölünmüşüz,
neden bu kadar ayrimcilik olmuş,
öyle bir hale gelmişki,

bir mümin bir münini gördügü zaman bu benim yolumda olmadigi için buna selam verilmez diyor,
ne kadar garip tir.
ne kadar aci bir durum dur,
hakikaten insanin agliyasi geliyor,
hakikaten insan utancindan başini allahın huzurunda kaldiramiyor,
resulullahin utancindan insan başini kaldiramiyor,
bu kadar mümüne bu kadar allahin kuluna insan zulum yaparmi acaba,
kendi nefsimizede zulum yapiyoruz,
kardeşlerimizede zulum yapiyoruz,
yakinen biliyorum ki insan,ayni caminin cemaatidir ayni safta namaz kiliyor onun tarikati veya onun gurubu ayridir diye selam vermiyor.
nekadar gariptir.
halbuki rasulullah s,a,v söyle buyuruyor,"bir mümin bir müminle 3 günden fazla konuşmadigi zaman benim şefaatim onun üzerine vacip degildir,"
ne kadar gariplikler içerisinde yaşiyoruz,
işte bunlar hakikaten cahalettir,
cahaletin ötesinde hiç bir şey degildir,

maksat allah olsun nerde olursa olsun hangi yerde olursa olsun önemlimidir yeterki allaha secde etsin,
yeterki sahadet getirsin,hepsi abilerimiz dir büyüklerimiz dir,
kucak açacagiz.

neden camiye gidiyoruz,neden cuamaya gidiyoruz,neden bayram günleri olmuştur,
neden dügün günleri olmuştur,neden sünnet günleri olmuştur,
işte müslümanlarin sosyal dialogu içindir.
müminlerin bir birini tanimasi için dir,
bir birlerine kaynaşmasi için dir,
bir bir lerinin bir araya gelmesi için dir,
madden ve manen bir birlerine kaynaşmasi için dir.
rasulullahin sünnetleridir bunlar.
ama biz bu sünneti nefretle kin le dolu olarak bir birimizden ayriliyoruz,
bu müminin evsafi degildir,
bu mümine yakişmaz,
bu muslümanlara yakişmaz,
bunu kaldirmamiz lazim,
ruhen bedenen fikren bunu kaldirmamiz lazim,bu kin lerin olmamasi lazim.
bu böyle yakişmaz,hele resullahin ümmetine hiç yakişmaz,hele hele tasavvufta olan insanlara hiç yakismaz,

tasavvufun amaci ne,
nefs ü seytani öldürmek içindir,
bu kadar zikir çekiyoruz,bu kadar ibadeti yapiyoruz ki nefs e teslim olmamak için dir,
nefs i yenmek içindir,e kalkipta nefs in peşinde gidersek nefs in sözünü dinlersek,
o zaman demekki tasavvuftanda bir şey anlamamişiz,
kendi yolumuzdanda bir şey anlamamişiz,
o zaman nefs imiz dahada kabarmiş dahada nefsimizin pencesine girmişiz,
nefsimizin esiri olmuşuz,
onun için bu nefis ten kurtulmak lazim,
bir tarafa atmak lazim,

nefs seytan hele mümine hiç yakismaz,hele hele rasullahin ümmetine hiç yakismaz,hele hele tasavvuf ehline hiç yakişmaz,
olurmu öyle şeyler,yaptigimiz ibadetle o zikirler boşami gidiyor,
demekki gafletle zikir çekiyoruz,gafletle yapiyoruz,
huşu icinde yapmiyoruz,uyaniklikla yapmiyoruz,demekki kalbimiz başka yerde,parmagimiz başka yerde,
olmaz öyle,
kalp ruh beden bir olmasi lazim,huşu icinde olmasi lazim,allahin huzurunda olmasi lazim,
bunun için kendi nefs imizi çok kötü görmemiz lazim,

insan kendi nefs ini azılı olan kafirin nefs inden daha kötü görmesi lazim ki insan maksadına varsin,
insan yükselsin,istedigi yere gelsin,yook biz dahada yukarlara çikartiyoruz göklere çikartiyoruz olmazzz.
o zaman biz hakikaten dahada perişan olmuş oluruz,itaatlerimiz nerde, muhabbetlerimiz nerde, aşkimiz nerde,feyz imiz nerde,bereketimiz nerde,cezbemiz nerde,nerde hani.?

demek hep nefs u arzularin peşinde gitmişiz,onun yüzünden bitmişiz,

onun için mutlaka bunlardan vaz geçmek lazim,

gayret etmek lazim.

örnek olmak lazim,

çünki müslüman örnek oldugu zaman,müslüman çok hassastir beyaz bir perde gibidir,bem bayaz bir perdedir,

o perdenin üzerinde ufak bir siyah leke oldugu zaman,herkesin gözü erişir o noktaya,

çünki müslüman tertemizdir,bem beyazdir,günahtan bir nokta vurdugu zaman bir leke geldigi zaman,

herkesin gözü erişir ona,

ama kafir sim siyahtir,

binlerce siyah noktalar gözükmüyor,münafiktir taat yapmiyor ibadet yapmiyor allah yoluna gitmiyor,

günah işliyor,her tarafi kap kara olmuştur,kimse onun lekesini görmez.

ama müslüman bem beyazdir,en ufak bir leke müslümanda gözüküyor,

işte o leke olmamak lazim,bem beyaz olmak lazim,herkes parmakla göstermesi lazim bir yere gittigi zaman, bu mümindir,bu müslümandir bu resulullah in ümmetidir,hele hele tasavvuf ehlidir diye.göstermesi lazim,
ahlaken, bedenen,yemesiyle,içmesiyle,konuşmasiyla,hareketleriyle,ticaretiyle,herşeyi ile ,

dört dört lük olmasi lazim,biz öyle oldugumuz zaman,örnek olmuş oluruz,

bizi görenlerde acaba neden bu bukadar güzel hale girmiş diye arayiş içine giriyor,

bu insan nasil böyle güzel olmuş ben de öyle olmak istiyorum diyor,

biz kötüysek ahlakimiz kötüyse,ruhumuz, bedenimiz, yememiz ,içmemiz, konuşmalarimiz, ticaretimiz,

hep islamin dışında oldugu zaman,kardeşim ben zaten öyleyim daha nere gidecegim sabit kalsam yerimde daha güzeldir diyor,

o zaman hem kendimize zarar veririz hem islamiyete veririz hemde insanlara zarar vermiş oluruz,

onlarin hidayete gelmeyişine sebeb olmuş oluruz,

bunun için bize çok büyük görevler düşüyor,

çok çalismamiz gerekiyor,

Allah cc muvaffak etsin.

Allah bizi nefs ü şeytandan halas etsin inşeallah. .


Bu mesaj 2 kez ve en son DERiNsular tarafından 24.01.2007 - 14:59 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.12.2006 - 16:15
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
Seyda hz nin veda sohbeti


Bismillahirrahmanirrahim

Ellhamdülillahi rabbil âlemîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.

Allah (c.c.) biz Müslümanlar'a büyük nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlere çok şükretmemiz lazımdır. Bu nimetlerin birincisi ve en önemlisi Allahü Teala'nın bizi İslâm'la şereflendirmesidir. Bu nimete karşılık Allah'a çok ibadet etmemiz icab eder. Zaten namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, sadaka vermek gibi ibadetler de Allah'ın bize dünyada bahşettiği en büyük nimetlerden değil midir? Bu ibadetlere karşılık Allahü Teala(c.c.) Müslümanlara cenneti ve içindeki nimetleri hazırlamıştır; orada ebedi olarak kalacaklardır. Buna göre ibadetlerimizi arttırmamız gerekir.

Allahü Teala (c.c.) bize hidayet yolunu
göstermekle büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Kafirler bu lütfu Rabbani'ye icabet etmediklerinden dolayı onlara ebedi cehennem ateşi ve azabını hazırlamıştır. İnsan şöyle bir düşünse, parmağını tuttuğu bir mum alevinin vereceği acıya dahi dayanamaz. Bir mum ateşine bile parmağını tutamazken nasıl olur da ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan kaçınmaz ve ibadet yapmaz? İşte bütün bunları düşünerek ibadetlerimizi artırmalıyız.

Allahü Teala (c.c.) bütün dünyanın servetini bize vermiş olsaydı Müslüman olmanın bedelini yine de karşılayamazdık.
Bu nimetlerin ikincisi Allahü Teala'nın (c.c.) bizleri en son ve en büyük peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.) ümmetinden kılmasıdır. Nasıl ki, Hazreti Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin en efdali ve en üstünüdür, onun ümmeti de ümmetlerin en üstünüdür. Hazreti Musa (a.s.) Levh-i Mahfuz'a baktığı zamarı, orada Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in hasletlerini, büyüklüğünü, faziletini görmüş de "Ya Rabbi! Keşke beni de Hazreti Muhammed (s.a.v.) ümmeti olarak yaratsaydın. Başka birşey istemezdim" diye buyurduğu rivayet edilir. İşte biz böyle büyük bir peygamberin ümmetiyiz. Buna layık olmaya çabalayalım.

Hazreti Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte `Benim ümmetimin (ilmiyle amil) alimleri Beni İsrailin peygamberleri gibidir. (Bu, büyüklük bakımından değil hidayet bakımındandır.)" buyurmuştur. Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad etmiş, bir kısmı yalnız kendi aile ferdlerini, bir kısmı içinde bulunduğu kabilesini, bir kısmı da yalnız içinde bulunduğu köyü irşad edebilmiştir. Hazreti Peygamber (s.av.)'in ümmetinin velileri, mürşid-i kamiller ise daha fazla irşadda bulunarak daha çok kimselerin hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.
Cenabı Hakk'ın bizlere farz kılmış olduğu namazda huşu ve takvaya da çok dikkat etmemiz gerekir. Namaz peygamber (s.a.v.)'e miraçta farz kılınmıştır. ilk önce elli rekat olarak fart kılınmıştır. Bu emirle Rabb'in huzurundan dönen Hazreti Peygamber (s.a.v.) altıncı kat semada Hz.Musa (a.s.)'ın ruhaniyeti ile karşılaşır. Hz.Musa (a.s.), Rasulüllah Efendimiz'e (s.a.v.) elli vakit namazın çok olduğunu, bunun ahir zaman üm-
metine ağır geleceğini, Allah (c.c.)'tan namaz vakitlerini azaltması için niyazda bulunmasını söyler. Rasulüllah (s.a.v.) da tekrar Allahü Teala'nın (c.c.) huzuruna varıp,
elli vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için Allahu Teala'ya (c.c.) niyazda bulunur. Allahü Teala (c.c.) da namazları on vakit azaltarak kırk vakte
indirir. Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.) geri dönerken tekrar Musa Aleyhisselam ile karşılaşır. Hazreti Musa (as.) yine bu kadar vakit namazın çok olacağını söyler ve biraz daha azaltılması için tekrardan Allahü Teala (c.c.)'nın huzuruna gitmesini söyler. Bu gidip gelmeler birkaç kez daha tekrarlanır ve namaz vakitleri sonunda beş vakte indirilir. İşte böylece Muhammed Aleyhisselam ümmetine her gün beş vakit namaz farz kılınır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Musa Aleyhisselam'm bizzat kendisi ile değil ruhaniyeti ile görüşmüştür. Elbetteki Allah'ın (c.c.) dostları ölmez. Onlar için sadece nakil söz konusudur. Mekan değiştirirler. Onların himmet ve yardımları daima vardır.

Musa Aleyhisselam, Hazreti Muhammed (s.av.)'in ve O'nun ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) yanındaki değerini Levh-i Mahfuz'da gördükten sonra şöyle der: "Ya Rabbi! Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım" deyip derin bir arzu ediyor. O sırada İmam-ı Gazali'nin ruhaniyeti (rahmetullahi aleyh) oraya gelir ve Musa Aleyhisselam ile görüşürler. Musa Aleyhisselam; -Sen kimsin? diye sorunca, İmam-ı Gazali: Muhammed oğlu, Muhammed oğlu, Hamid oğlu İmam-ı Gazali'yim diye cevap verir. Bu cevap üzerine Hazreti Musa (as.): -Künyeni neden bu, kadar uzun söyledin? Yalnızca İmam Gazali deseydin kifayet etmez miydi? diye sorar. İmam-ı Gazali de (rh.a.) şöyle cevap verir:
-Allah (c.c.) Hazretleri ile kelam konuşmaya gittiğin zaman sana `Sağ elindeki nedir?'diye sorduğunda, sen onu tanıtırken `0 benim asamdır. Ona dayanır ve onunla davarlarıma yaprak silkelerim ve onda benim başka hacetlerim de vardır' (Taha, 1 diye uzun uzun anlattın, kısaca cevap verseydin yeterli olmaz mıydı?" şeklinde sorusuna soruyla cevap verir. Hazreti Musa Aleyhisselam da buna cevap olarak:
-Ben Allahü Teala (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzunca açıkladım, der. İmam-ı Gazali de (rh.a) cevap olarak:
Sen, Allah'ın (c.c.) büyük peygamberlerindensin. Kelimullah'sın. Kitab verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail olmak için uzun açıklamada bulundum, der.
İşte Musa Aleyhisselam ile bu derece yakın olabilen İmam-ı Gazali (rh.a.) zamanının en büyük alimlerinden birisiydi. Fakat önceleri tasavvufi yoldan uzak ve bu yolu da benimsemeyen bir zat olduğu, kardeşi ile aralarında geçen bir hadiseden sonra tasavvufa yöneldiği ve kısa zamanda gavs olduğu rivayet edilir.

Bizler de içinde bulunduğumuz bu nimete layık olmak için çok çalışalım, Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e hakiki ümmet olmaya gayret edelim.

Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür. Hasan-ı Basri (r.a.) bir gün çarşıya çıkmış ve bir dükkana oturmuş. Bakmış ki bir adam çarşıda elini kolunu sallaya sallaya, gururlu ve kibirli bir şekilde geziniyor. Hasan-ı Basri (rh.a) sorar.
" -Bu kimdir ki böyle gururla ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyor?" Orada bulunanlar:
-Bu şahıs padişahın hizmetçisidir. 0nun için böyle gururla yürüyor" derler.Bunun üzerine Hasan-ı Basri (rh.a.):
"-Ben de sultanlar sultanı Allahü Teala'nın (c.c.) kuluyum. Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim" der ve çarşının içinde ellerini kollarını sallaya sallaya bir müddet gezinir.

Bizim de üzerimize düşen, sultanlar sultanına çok ibadet edip, çok çalışmamızdır. Zaten Allahü Teala (c.c.) "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" diye buyurmuştur (Zariyat). O'na layık olmaya çalışalım. Bizlere bildirmiş olduğu hayırları yapmaya gayret edelim. Zaten Allahü Teala da (c.c.) şöyle buyuruyor. "Azaba duçar olmadan önce (tevbe edip) Rabbiniz'e dönün ve ona teslim olun.Sonra yardım olunmazsınız. Ansızın haberiniz olmadan azap size gelmeden önce Rabbiniz'den size indirilenin en güzeline (nehyedildiklerinizi bırakıp emrolunduklanıza) tabi olun." (Zümer, 54-5) Dünyada yapılan günahların hesabı, azabı ve cezası ahirettedir. Ölmeden önce iyi amelde bulunmaya acele edin. Bir insan tek başına, yalnızken, günah işleme fırsatı olduğu halde, Allah'tan (c.c.) korkarak o günahı işlemezse, Allah (c.c.) ona çok büyük ecir ve sevap veriyor. Bu davranış (günahtan kaçış) mümin için en hayırlı iştir. Bu hal imanın kemale erdiğinin alametidir.
Kalabalıktan çekindiği için günah işlemeyen kimseye sevap yoktur ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken günah işlemeyene çok sevap vardır.

Herkesin birbirinden kaçacağı o günde, bütün insanlar hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete bir kısmı da cehenneme gitmek üzere ayrılırlar. Daha sonra herkes ayrıldıkları yerlerine gitmeden önce; anne, baba, oğul, kız hepsi birbirlerine sarılıp vedalaşırlar. Onların bu vedalaşmaları 500 yıl sürer. Vedâalaşma bitince melekler onlara gelecek ve " Vedalaşma bitmiştir. Artık birbirinizden ayrılın" diyeceklerdir.
Sonra da herkes hak ettiği yere gönderilecektir. Cehenneme gidenlere Allah (c.c.) seslenir:
" -Ey Adem oğulları! Şeytana itaat etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır, bana itaat edin, doğru yol budur, diye size bildirmedim mi?" (Yasin, 60-61)
Yine Allahü Teala (c.c.) şöyle buyurur:
" -Bugün onların ağızlarını mühürleyeceğiz. Elleri bize konuşacak ve ayakları da neler işledilerse ona şahitlik edeceklerdir."
(Yasin 65).

İnsanların omuzlarında iki melek vardır. İşlenen günahı tevbe edebilir diye sağdaki melek soldakine yirmidört saat yazdırmıyor. Bu vakit zarfında tevbe etmezse, defterine bir günah yazılıyor. Sevap meleği ise, her sevap ve iyilik için ondan yediyüz katına kadar sevap yazdığı oluyor. Hiç beklemeden hemen yazıyor. Bundan büyük bir nimet olur mu?

Allahü Teala(c.c.) kulunu bağışlayıp affetmek için adeta ufak bir bahane arıyor. Madem Allah (c.c.) bahane arıyor, biz de gayret edelim. Dünya ile mağrur olmayalım, ona kanmayalım.

Sofiler ayakta çok beklediler. Onun için sohbetime burada nihayet veriyorum. Allah (c.c.) hepinizden razı olsun. İnşaallah nasib olursa cumaya kadar evimize dönmek niyetindeyiz. Bu maksatla buradan ayrılıyoruz.
_________________
Cennet ile Cehennem'den başka ebedî bir yer yoktur.
(imam´i rabbani hz)
Ekleme Tarihi: 24.12.2006 - 17:01
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
Mesaj konusu: MÜMİNLERDEKİ İSLAMİ ADAP EDEP

--------------------------------------------------------------------------------

Ahlâk, terbiye ve nezâket kuralları. Birini ziyafete davet etme mânâsını ifade eden edep, İslâm'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Bu itibarla edep, insanların kendisine davet olunan bilumum hayır, zarâfet, usluluk ve güzel ahlâk demektir. Seyyid Şerîf, (et-Tarifât) adlı eserinde edebi, "bütün hatâ türlerinden kendisiyle korunulan şeyi bilmekten ibarettir" diye tarif etmektedir. Edeb, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin köklü bir kuvvetidir. "Nefs edebi" ve "ders edebi" olmak üzere ikiye ayrılan edeb'in birincisi acelecilik ve sinirlilik gibi doğuştan olan edeb, ikincisi ise daha sonra elde edilen ve "mekârim-i ahlâk"* (güzel ahlâk) olarak da isimlendirilen edebtir .

Ayrıca münazara-mübahase ilmini içine alan bir edeb türü daha vardır ki, âlimler bunu "edeb-i bahs" diye isimlendirirler. Edeb'in bu türü ilmî münazaralarda tarafların birbirlerine karşı gösterecekleri ahlâkî kaideleri ihtiva etmektedir. Yakın zamanlara kadar medreselerde bir ilim dalı olarak okutulagelmiştir.

Fıkıh ıstılahına göre ise edeb, "Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir." Daha geniş ifadesiyle Allah'ın ve Peygamber'in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir.

Âdâb fıkhî terim olarak ele alındığında 'sünnet-i gayr-i müekkede' hükmündedir. Onun için bu davranışta bulunana sevap yazılır, yapmayana ise günah yoktur. O yüzden âdâb bazen nafile, * bazen müstehap, bazen mendub, bazen de tatavvu' ve fazilet kavramlarıyla eş anlamda kullanılır. Âdâb kaideleri Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından tavsiye ve teşvik edildiği için yapılan bu davranışa müstehab adı verilir. Yapıldığında bir sevap kazanmak söz konusu olduğundan buna mendub denir. Yapılırken bir zorunluluk olmadan yapıldığı için buna tatavvu' adı verilmiştir. Fıkhî bir terim olarak farz ve sünnetlerden sonra ibâdetlerin âdâbı anlamında bu anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir. Meselâ abdestin farz ve sünnetleri sayıldıktan sonra "Âdâbu'l vudû", namaz için "Âdâbu's-salât" terimleri kullanılmıştır.

Edeb'in çoğulu âdâb'tır. En güzel ve hiçbir zaman eskimeyecek olan edeb ve ahlâk, Kur'an'da öğretilen ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünneti ile tatbik edilip yaşanan âdâbtır.

Kâinatı en mükemmel bir düzen ve intizam üzere yaratan Allah, yaratıkları içinde insanı en güzel bir kıvamda yaratmıştır. (et-En, 95/4) Diğer yaratıkları da onun istifadesine vermiştir. Böylece insanı âlem için hâkim duruma getirerek onu muhatab ve mükellef kılmıştır. Peygamberleri vasıtasıyla saadet yollarını göstermiş, iyi ve güzeli, kötü ve çirkini öğretmiştir. Her şeyi mükemmel olarak yaratan Allah, insanlara da kendileri için en doğru olan yaşayış ve hareket yollarını bildirmiştir. Dolayısıyla Allah'ın bize öğrettiği edeb ve ahlâk, değişmeyen en güzel ve doğru ahlâktır. Bu ahlâkı en güzel şekilde yaşayan da Hz. Peygamberdir (s.a.s.): "Gerçekten sen, çok büyük bir ahlâk üzeresin." (Kalem, 68/5) âyeti ile Allah'ın iltifatına mazhar olan Hz. Peygamber kendi hakkında "Ben, ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim." (Muvattâ, Hüsnü'l-Hulk, buyurmuş ve Kur'an'dan ibaret olan güzel ahlâkını hayatında yaptığı tatbikatı ve tavsiyeleri ile ümmetine tebliğ etmiştir. "Onun şahsında Allah'ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça hatırlayanlar için güzel edeb ve ahlâk numuneleri vardır. " (Ahzab, 33/21).

Her konuda olduğu gibi, güzel ahlâk konusunda da örneğimiz olan Hz. Peygamber (s.a.s.) ahlâkça insanların en güzeli idi. Peygamberimiz güzel ahlâkı tarif ederken şöyle buyurmuştur: "İyilik güzel ahlâktır; fenalık da, kalbin yatışmadığı ve halkın duymasını hoş görmediğin şeydir." buyurmuştur.

"İnsanların en hayırlısı ahlâkça en güzel olanıdır." "Kıyâmet günü müminin mîzanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz ve her halde Allah, çirkin ve kötü sözlü kimseyi sevmez. " "İmânı en olgun kimseler, en güzel ahlâklılardır. En hayırlılarınız, kadınlarına hayırlı olanlardır."

"Bir mümin güzel ahlâkıyla gece ibâdet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine erişir.", "Güzel ahlâk güler yüz hayırlı işlerde el açıklığı, bir de kimseye eziyet etmemektir. " buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.), Ebû Hureyre'nin (r.a.) bir sorusu üzerine, Allah'tan korkmanın ve güzel ahlâklı olmanın Cennet'e girmeye sebep olacağını, güzel ahlâklı bir insana Cennet'in yukarı kısmında bir ev verileceğini, Peygamber'e en sevgili olan insanın ve Kıyâmet'te onun meclisine en yakın olacak insanın ahlâkı güzel olan kişi olacağını bildirmiştir. (Riyazu's-Sâlihîn, 1/49-54).

Muhaddisler, Hz. Peygamber'in bizzat yaşadığı ve ümmetine tavsiye ettiği edeb ve ahlâk kaidelerini ihtiva eden hadîsleri, tasnîf ettikleri hadîs kitaplarında "Kitâbu'l Edeb", "Bâbu'l Edeb" gibi başlıklar altında toplamışlardır. (bk. Buhârî Edeb; Müslim Edeb, Muvattâ Hulk...) Buna ilâveten İmam Buhârî "El-Edebu'l Müfred" isimli kitabını, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) ahlâkî yaşayış ve emirleri ile ilgili hadîslerini derleyerek meydana getirmiştir.

Edeb, insanlara karşı bütün davranış ve muamelelerinde terbiyeli ve ahlâklı olmaktır. Selâm vermek, güler yüz göstermek, tırnak kesmek, sakal* bırakmak gibi nice İslâmî edebler vardır ki, bunlar Hz. Peygamber'in birer sünneti olduğu gibi, daha önce geçen peygamberlerin de sünnetidir.

Rivâyetlerle sabit olan edeb ve güzel ahlâk hakkındaki Peygamberî emirler bütün ümmeti ilgilendirdiği için edeb verme ve terbiye etme konumunda olan her kişinin bu emirleri önce şahsında tatbik etmesi, daha sonra da terbiyesi altında bulundurduğu kişileri bu güzel ahlâk ile ahlâklandırmaya çalışması gerekir. "Ey inananlar, nefsinizi ve ehlinizi tutuşturucusu taşlar ve insanlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan Cehennem ateşinden koruyunuz." (Tahrim, 66/6) buyuran Cenâb-ı Allah hem nefsimizi hem de elimiz altında yetiştirmekle mükellef bulunduğumuz çoluk çocuğumuzu Allah ve Peygamberi'nin razı olduğu güzel ahlâk ile ahlâklandırarak bu suretle Cehennem'in azâbından korumamız gerektiğini ifâde etmiştir.

Her insan, elinin altında bulundurduğu kimselerin her türlü hak ve hukukundan eğitim ve öğretiminden, terbiyesinden, sorumludur. (Tecrîd-i Sarih trc., Hadis no: 487) Ebeveynin evlâd üzerindeki eğitiminin önemi hakkında Allah'ın Rasûlü: "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Bundan sonra anası, babası onu Yahudi yaparlar, Nasrânî yaparlar, Mecusî yaparlar. Nitekim behîme, derli toplu bir behîme olarak doğurulur. Siz kusursuz doğan bu hayvan yavrularının içinde kulağı, dudağı, burnu, ayağı, kesik olanını hiç görüyor musunuz? " buyurmuştur. (Müslim, Kader, 25) Hadîsi rivâyet eden Ebû Hureyre devamla: "İsterseniz şu âyeti okuyunuz" dedi. "O halde sen yüzünü bir muvahhîd* olarak dîne, Allah'ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (er-Rûm, 30/30) Zikredilen âyet ve hadîsi şerif, insanın fıtraten temiz ve saf olduğunu, ahlâkın en güzeli olan İslâm'ı kabule kabiliyet ve istidatlı bulunduğunu ortaya koyar. Ancak, insana verilen yanlış bir eğitim onu kötü ahlâk sahibi ve inançsız bir insan durumuna getirir. Bu nedenle çevrenin ve ebeveynin çocuk üzerindeki te'dib terbiyesi tartışılmayacak kadar önemlidir. (Müslim, Kader, 22) Allah insanı fıtraten temiz yarattığı halde onun fıtratına uygun edebi verme işini babaya havale etmiştir. Babanın evlâda en güzel ve kalıcı hediyesi, onu iyi terbiye etmesidir. Terbiye edilmiş sâlih bir evlâd ölümünden sonra da baba için hayırlı amellerin yazılmasına sebep olur.

Ebû Hüreyre, Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini nakletmiştir: "Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Ona rastladığın zaman kendisine selâm ver, seni yemeğe davet ederse icâbet et. Senden öğüt isterse öğüt ver. Aksırır da Allah'a hamd ederse "yerhamükellah" (Allah sana merhamet etsin) de. Hastalanırsa kendisini ziyaret et. Ölürse cenazesinde hazır bulun." (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4-6).

Hadiste yer alan edebler:

1) Rastladığı zaman din kardeşine selâm vermek. İslâm âlimlerinin çoğuna göre selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Başka hadislerde selâmın yaygınlaştırılması ve bunun toplumda karşılıklı sevgi ve muhabbetin artmasına sebep olacağı bildirilmiştir.

2) Davete icâbet etmek. Bu davet düğün, sünnet cemiyeti ve benzerlerini kapsamına alır. Düğün davetine "velîme" * denir ki, buna icabet vacibtir. Çünkü hadiste "Her kim velîme davetine icabet etmezse Allah'a ve Resûlü'ne isyan etmiş olur." (el-Askalâni, Buluğu'l-Meram Trc. A. Davudoğlu, IV, 315) buyurulmaktadır. Diğer davetlere icabet menduptur. Çünkü onlar hakkında velîmede olduğu gibi tahdîd yoktur.

3) Öğüt isteyene öğüt vermek. İstemeden nasihatta bulunmak menduptur. Çünkü hayra ve iyiliğe delâlettir.

4) Aksırır da "elhamdülillah" derse, bunu işiten "yerhamükellah" der. Hadiste: "Biriniz aksıracağı zaman hemen iki avucunu yüzüne koysun ve bunlarla sesini kıssın." (Ebû Davûd, Edeb, 90) buyurulur. Aksırık tekerrür ederse, üç defaya kadar "yerhamükellah" (teşmit) da tekrarlanır. Aksırık insan için bir nimettir.

5) Hasta ziyareti yapmak. Hasta ziyaretini farz-ı kifâye sayanlar varsa da, İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre menduptur. Bunda hastayı tanımakla tanımamak ve hısım olmakla olmamak aynıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) müslüman hastalar yanında gayr-ı müslim hizmetkârını ve amcası Ebû Tâlib'i ölüm döşeğinde ziyaret etmiştir. Hizmetçi, bu ziyaret bereketiyle İslâm'a girmiştir.

6) Cenazede bulunmak. Cenaze tanıdık olsun veya olmasın hazır bulunmaya çalışmak gerekir.

Ebu Hüreyre'den rivâyet edilen başka bir hadis şöyledir:

"Kendinizden aşağı olana bakın. Sizden daha üstün olana bakmayın. Çünkü bu türlü hareket Allah'ın size olan nimetini küçümsememeniz için daha uygundur."

İnsanoğlu genellikle kendisinden üstün bir kimse görünce onun gibi olmak ister ve Allah'ın kendisine verdiği nimetleri küçümser. Ötekine yetişmek için bu nimetlerin artmasını diler. Fakat dünya işlerinde kendisinden aşağı olanların durumuna bakarsa, elindeki nimetin kadrini bilir ve şükreder. Başka bir hadiste "Biriniz mal ve yaratılış (hilkât)ça kendinden üstün birini gördü mü, kendinden aşağı olana bakıversin." (Buhârî, Rikâk, 30; Müslim, Zühd, 8; Tirmizî, Libas, 3

Nevvâs b. Sem'ân (r.a.) Allah Rasûlü'ne birr ve ism'in anlamını sormuş, o, şu cevabı vermiştir: "Birr, ahlâk güzelliğidir. İsm ise, kalbini rahatsız eden ve başkalarının bilmesini istemediğin şeylerdir."

Güzel ahlâk şu hadiste tarif edilir: "Güzel ahlâk, güler yüzlü olmak ve eziyet etmemektir." (el-Askalâni, a.g.e., IV, 321)

İbn Mes'ud (r.a.) Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini nakletmiştir: "Eğer bir yerde üç kişi iseniz, kalabalığa karışmadıkça, ikiniz ötekini bırakarak gizli bir şey konuşmasın. Çünkü bu, onu üzer." (Müslim, Selâm, 26, 27, 28; İbn Mâce, Edeb, 50).

İbn Ömer, Rasûlullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Bir kimse birini yerinden kaldırarak oraya kendisi oturamaz. Lâkin açılın ve genişleyin. ", "Bir kimse yerinden kalkar da sonra o yere dönerse, orası için başkasından daha fazla hak sahibidir." (Müslim Edeb, 21; Ebû Dâvûd, Edeb, 28-139).

İsraftan sakınma ve nimetin kadrini bilme ile ilgili bir hadis şöyledir: "Birinizin lokması yemekte yere düşerse, üzerindeki bulaşığı gidersin ve yesin, onu şeytana bırakmasın."

Selâmlaşmada âdâb: Ebû Hüreyre'den, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve sayıları az olanlar çok olanlara selâm versin. " (Buhârî, İsti'zân, 4-7; Müslim, Selâm, 1, Edeb, 46; İbn Hanbel, III, 444) Hz. Câbir (r.a.)'den: "Yaya giden iki kişi karşılaştıklarında hangisi önce selâm verirse o daha fazla ecir kazanır" hadisi rivâyet edilmektedir .

Ahlâk, hulk kelimesinin çoğuludur ve Arapça bir kelimedir. Huy, tabiat mânasında kullanılır. İnsanın yaradılışından gelen ve cemiyet içinde yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar, insanın yaradılışından gelen bu hususiyetler, Kur'an'ı Kerim ve Sünnet'te sınırları çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesiyle kazanılan iyi ve güzel davranışların bütünü. Zıddı, ahlâksızlıktır .

Her toplumun kendi sosyal yapısına göre ahlâk anlayışı vardır. Bir topluma göre ahlâkî bir davranış kabul edilen bir fiil bir başka topluma göre ahlâksızlık olarak kabul edilebilir. İslâm dışı toplumlarda flört ve zina gibi fiiller normal bir olay kabul edildiği halde, İslâmî toplumlarda bu durum, Allah'ın emri ile haram kılınmış, en büyük ahlâksızlıktır. Öyleyse müslüman toplumumuza göre ahlâk ve ahlâksızlığın ölçüsünü Allah'ın yasakladığı ve yasaklamadığı fiiller olarak kabul ederiz.

Şamil İA

Âyet ve Hadisler Işığında Âdâb-ı Muâşeretten Örnekler

-Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü açık kalbli olmak. Allah iyi huylu güler yüzlü kimseyi sever.

-Herkes ile güzel görüşmek, halka eziyet vermekten sakınmak. "Müslüman diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir."

-Kötülüğe karşı iyilikte bulunmak ve halkın eziyetlerine karşı sabırlı olmak. Allah katında sıddîkların mertebelerine erişmek için zulmedeni affetmek, irtibatı kesenle irtibat kurmak esirgeyene esirgemeden vermek gerekir.

-Küskünlüğe, dargınlığa, düşmanlığa son vermek. Müslümanın müslümanla üç günden fazla dargın durması helâl değildir.

-Dargın iki müslümanın arasını bulmaya çalışmak. Yalan söylemenin câiz olduğu yerlerden biri, dargınların barışmalarını sağlamak için söylenen yalandır. Bu da sadaka vermek kadar hayırlı bir iştir.

-İnsanların kusurlarını araştırmamak, bilakis bu kusurları örtmeye çalışmak. Başkasının kusurunu arayan, önce kendi kusurunu görmelidir. Başkasının kusurunu örten bir müslümanın kusurunu da Allah örter ve onu affeder.

- Dostlar birbirlerini arkalarından müdafaa etmelidir, haklarındaki yanlış fikirleri düzeltmelidirler. Kardeşine yardımda bulunana Allah da yardım eder.

-İnsanlara karşı kötü zan ve töhmette bulunmamak, nefret uyandırmamak, dedikodu yapmamak. Bu sözlerin konuşulduğu yerleri terketmek.

-Her insanla, kapasite ve mevkilerine göre konuşmak. Câhille ilmî konuşma yapılamayacağı gibi, âlimle de câhille konuşulduğu gibi konuşulmaz. İnsanlara akıllarına göre hitap edilmelidir.

-Büyüklere hürmet ve saygı; küçüklere, düşkünlere şefkat ve merhamet; özellikle aile arasındaki fertlere iyi muamele etmek İslâm'ın esaslarındandır. Allah ana babaya saygısızlık bir tarafa "öf " demeyi dahi yasaklamıştır. Başkasına merhamet etmeyene merhamet olunmaz.

-Herkes hakkında hayır dilemek ve, yardımda bulunmak müslüman kardeşliğinin bir özelliğidir. Ancak bu yardımlaşma kötülükte değil, iyilikte olmalıdır. Mümin kendisi için arzu ettiği güzel şeyleri Müslüman kardeşi için de arzu etmelidir. Kendini kötülüklerden koruduğu gibi etrafındakileri de korumaya çalışmalıdır.

-Selâm, müslümanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasında önemli bir araçtır. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Peygamberimiz (s.a.s.) selâmı yaymamızı, tanısak da tanımasak da her müslümana selâm vermemiz gerektiğini bununla da imanımız olgunluğa erdiği için Cennet'e gireceğimizi müjdelemiştir. Bu nedenle gençler ihtiyarlara, binek üzerinde olanlar yürüyenlere, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere, bir kişi çok kişiye selâm vermelidir. Selâma daha güzel bir şekil de karşılık vermek gerekir. "es-Selâmu aleykum" diyene "ve aleykumu'sselâm ve rahmetullâhi ve berekatuhu" denmelidir. Verilen selâmı alma durumunda olmayana selâm vermek mekruhtur. Yemek yiyene, namaz kılana, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene selâm verilmemelidir. Kâfirlere selâm verilmez. Açıktan açığa Allah'ın emrini çiğneyen ve bu hâlinde ısrarlı olana da selâm verilmez. Topluma verilen selâma bir kişi karşılık verirse, diğerlerinin selâm alma sorumluluğu kalkar. Selâm getiren birinden selâmı almak, mektupta yazılı selâma ya mektupla ya da o anda sözle karşılık vermek gerekir. Eve girerken ev halkına selâm verildiği gibi ayrılırken de selâm vererek ayrılmak faziletli bir iştir. Boş bir yere girilirken de "es selâmu aleyna ve alâ ibâdillahi's-Sâlihîn" diyerek selâm verilir. Selâm, müminin mümine yaptığı hayırlı bir duadır. "Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. " Mânasına gelen selâmlaşmanın yerini basit kelimeler tutmaz.

-Karşılaşan iki müslüman birbirlerinin ellerini tutarak müsafaha* eder, Peygamber'e (s.a.s.) salavât okur, hal hatır sorarlar. Bu durumda olan kişiler henüz birbirlerinden ayrılmadan Allah onlara mağfiret eder.

-Aksırana karşı hayır dua etmek. Aksıran kişi "elhamdülillah"der, yanındaki müslüman "yerhamükellah" yani "Allah sana merhamet etsin " diye dua eder, aksıran kişi de "yehdîna ve yehdîkumullah " yani Allah bizi de sizleri de hidâyete dâim kılsın" diye karşı duada bulunur. Buna "teşmît" denir.

Müddessir sûresi 4. âyetinde "Giydiklerini temizle. Kötü şeylerden sakın" şeklinde temizlik emredilmektedir. Giydiklerini temizlemek kalbi, ahlâkı ve ameli temizlemeden kinâye olarak kullanılmaktadır. Elbiseyi giyen şahsın ve onun dokunduğu her şeyin temizliği Kur'an ahlâkına uymanın gerektirdiği bir temizliktir. Her türlü nefsânî arzulara, şeytânî hileler ve alışkanlıklara mârûz kalan bir ortamda Kur'an'ın öngördüğü temizliğe dikkat etmek ve onu gerçekleştirmek insana büyük bir izzet kazandıracağından maddî ve manevî yönden temiz olmayan kimselerin kirlerine bulaşmadan ayrılmak mümin için önemli bir davranıştır. Bâtıl inanışları, kötü âdet ve alışkanlıkları câhiliyyet halkının daldığı ve insanı lekeleyen ve âhirette sorumlu tutacak her türlü bâtılı terketmek Kur'an ahlâkının istediği muaşeret edeplerindendir.

Gönlün temiz tutulması da Kur'an-ı Kerim'de emredilmiştir. "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu, kulak göz ve kalb bunların hepsi o şeyden sorumludur."aglael-İsrâ, 17/36) buyrulması bunun açık delillerindendir.

-Müslüman gittiği meclise temiz elbiseyle gitmelidir. Yaşlı ve bilgili kimselerden üstte oturmamalı, kendine söz düşmedikçe konuşmamalı, söylenilen faydalı şeyleri dinlemelidir. Sonradan gelenlere yer vermeli, birbirlerine karşı güler yüzlü, tatlı sözlü olmalıdır. Meclisten ayrılırken arkadaşlarından izin alarak ve selâm vererek ayrılmalıdır.

"Ey inananlar, toplantılarda size 'yer açın' denince yer açın ki Allah da size genişlik versin. 'Kalkın' dendiği zaman da hemen kalkın ki Allah içinizde inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, işlediklerinizden haberdardır." (el-Mücadele, 59/11) buyrularak bir toplum kuralı belirtilmiş olmaktadır. Bu kural cemiyet ve cemaat muaşeretindendir.

- Müslümanlar uygun zamanlarda mümin kardeşlerini, büyüklerini ve yakın akrabalarını ziyaret etmeli, onların gönüllerini hoş etmeye çalışmalıdır. Ancak ziyâretin, çok uzun ve usandırıcı olmamasına özen göstermelidir. Ziyârete gelenlere imkân nisbetinde ikram etmelidir. Allah'a ve âhirete inanan, misâfirine izzet ve ikramda bulunmalıdır.

- Müslüman, din kardeşinin davetine icabet eder, ziyâretinde bulunur. Böylece aralarında muhabbet artmış olur. Peygamber (s.a.s.), "Sizden birinizi kardeşi düğün yemeğine veya benzer bir ziyâfete davet edince icabet etsin." buyurmuştur. Ancak bu tür yerlerde Allah'ın yasakladığı içki ve benzeri şeyler bulunuyorsa oraya gitmemelidir. Kötülükleri engelleyeceğine kanaat getirirse, gidebilir. Merâsimler külfetten ve gösterişten uzak olmalıdır.

- Müslümanlar, din kardeşleri yanlarına geldiklerinde, hürmet olsun diye ayağa kalkabilirler.Âlim zatların ellerini öpmek câizdir. Ancak dünyalık bir menfaat elde etmek için el öpmek, boyun bükmek, hele hele dalkavukluk yapmak asla doğru değildir. Büyüklerin huzurunda yerlere kadar eğilmek ve yeri öpmek haramdır.

-Müslümanlıkta komşuluğun büyük ehemmiyeti vardır. Komşu haklarına son derece riayet etmeli, onlara zarar verecek her türlü hareketlerden kaçınmalıdır. Kötülüklerinden, komşusu emin olmayan kimse gerçek mümin olamaz.

- Hastaları ziyârette bulunmak, onların afiyetlerine dua etmek dinî bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde: "Beş şey vardır ki, kardeşine karşı müslümana vazife olur. Bunlar da, verilen selâmı iâde, aksırana hayır dua, davete icâbet, hastayı ziyâret ve cenazeleri mezara kadar takip etmektir. " buyurmuştur. Müslümanlar, vefat eden din kardeşlerinin cenazelerini kabirlerine kadar üzüntülü ve düşünceli götürür kabre defnederler, haklarında rahmetle duada bulunurlar. İmkân buldukça müslümanın cenaze namazını da kılmalıdır. Kabirlerini ziyâret ederek haklarında hayır duada bulunmak bir vefa borcudur. Ancak kabir ziyâretleri İslâmî ölçüler içerisinde olmalı, aşırı ta'zim hareketlerinden sakınmalıdır. Kabir ziyâreti insana ölümü ve geleceğini hatırlatır, uyanmaya vesile olur.

- Evlere ve odalara girerken usule riayet etmek gerekir. Cahiliye devrinde evlere hücum edilircesine girilirdi. Ziyâretçi eve girer ve girdikten sonra da 'girdim' diye seslenirdi. Çok defa, ev sahibinin ailesiyle onları başkasının görmesi doğru olmayan hâlde, kadın veya erkeğin avret yerlerinin açık olduğu olurdu. Bu hâl, üzüntü verip gönülleri yaraladığı gibi evleri emniyet ve huzurdan yoksun bırakırdı. Ayrıca gözler tahrik edici yerlere takıldığı zaman nefisleri bu şekilde fitneye sürüklerdi. İşte bu sebepten dolayı Allah müslümanları yüksek bir âdâb-ı muaşeretle terbiye etmiştir. Evlere girmeden izin isteme âdâbı ve ev halkına güven verip onlardan kuşkuyu gidermek için girmezden evvel selâm verme âdâbını getirmiştir.

"Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selâm vermeden girmeyiniz. Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp anlarsınız." "Eğer orda kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir..." (en-Nur, 24/27-2. Aynı şekilde erginlik çağına erişmemiş çocuklarla hizmetçilerin başkalarının odalarına girerken izin almaları yolunda eğitilmeleriyle bunların girmesinin ancak hangi vakitlerde olabileceği de belirtilmiştir:

"...Sizden henüz erginlik çağına erişmemiş çocuklar üç vakitte sizden izin istesinler. Sabah namazından önce, öğlenden sonra elbisenizi çıkarıp yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunun dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. " (en-Nur, 24/5.

İşte böylece İslâm, gerek başkaları için gerek ev halkı için çiğnenmesi asla doğru olmayan özel bir dokunulmazlık koymuştur. İslâm'da devletin temeli aile olduğundan, insanlar evlerinde yabancı kimselerin anî baskınlarına maruz bırakılmaz. Ancak ev sahiplerinden izin isteyip, onların müsâadesi alındıktan sonra girilebilir.

-Müslümanın davranışları yumuşak ve yavaş olmalıdır. Bu muaşeret kuralı için Kur'an-ı Kerim'de tavsiye ve emir buyrulan açık ve anlaşılır şu âyet ne güzeldir:

"İnsanları küçümseyip yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." (Lokman, 31/18-19).

-Müslüman doğru sözlü olmalıdır. Kur'an-ı Kerim, Müminlerin doğru ve dikkatli konuşmasını, söyleyecekleri sözü ölçülü ve bu sözün nereye varacağını düşünerek söylemelerini emretmekte ve onları sâlih amele yol açan güzel söz söylemeye yönlendirmektedir. Çünkü Allah, doğruların, doğru sözlülerin yardımcısıdır. Doğru sözlülerin hareketlerini hatadan korumayı, işlerini düzeltip yoluna koymayı kendilerine bir mükâfat olarak vâdetmiştir. Bu güzel davranışı yerine getiren müminin hatalarını Allah'u Teâlâ'nın bağışlaması ne engin bir rahmettir. İnsanoğlunu da ancak Allah'ın bu bağış ve rahmeti kurtarabilir:

"Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir başarıya erişmiş olur. " (elAhzab, 33/71)

- Müslüman israf etmemelidir. İsrâf, herhangi bir şeyi gereğinden fazla kullanmak demektir. "...Yeyin, için fakat israf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez." (el-A'raf, 7/31) buyurulmaktadır. Yine "...Allah, israfçı ve yalancı kişiyi hidâyete erdirmez. " (el-Mü'min, 40/2 düsturu yer almaktadır. En'am Sûresi 141. âyeti de yine bu hükmü beyan etmektedir: "..İsraf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez."

İnsan iyilik yaparken de isrâf yapmamalıdır. "..onlar infak ettikleri zaman bile israf etmezler." (el-Furkan, 25/67)

Ayrıca kusurları bağışlamak her işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işlerinde doğruluktan ayrılmayıp dirayet ve akıl dairesi içinde yürütmek, büyüklerin dine uygun emirlerine itaat etmek, halkın itimadını ve güvenini kazanmak, her işte aşırı gitmemek, münasip kişilerle güzel bir sûrette görüşüp konuşmak, kendisine emânet edilen sırlara ve eşyaya hainlik etmemek, zulümden uzaklaşarak insafla hareket etmek, insanlara karşı mütevâzî olmak, sözünde durarak ahdine vefa göstermek, ihtiyaç sahiplerine karşı cömertçe davranmak, insanlar hakkında daima iyi zan beslemek, lüzumsuz ve kalb kırıcı sözlerden sakınmak, her yaptığı işi hakkâniyet ölçüleri içinde yapmak, kızgınlık ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, namusu, haysiyeti ve mukaddes değerleri korumak, daima hayır ve iyilik yolunu tutmak, dostluğa önem vermek, hakkına razı olmak, vaktini boşa geçirmeden çalışmak, korkaklığı terkederek yiğit ve cesur olmak, yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmek, şehevî duygularına hakim olmak her türlü belâ ve musîbetlere sabretmek, bir işte azim ve sebat sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, herkesin mertebesini bilip hakkında ona göre muamele etmek, kanaat sahibi olmak, şaka ve nüktelerinde bile ahlâk dışı olmamak, başkalarını kötülemekten kaçınmak, kendini yüksek görmemek, içi başka dışı başka olmamak, insanlığa ve inançlarına uygun olan her şeyi yapmak, bu işi yapmadan evvel o işin ehli ile istişâre'de bulunmak, yaptığı iyilikleri başa kakmamak, ağır başlı ve vakur olmak, koğuculuk yapmamak gibi güzel meziyetler insanlar arasında saygınlık ve muhabbet doğurur. Bunlara riayet etmek İslâm'ın ortaya koyduğu muaşeret âdâbındandır.
_________________
Cennet ile Cehennem'den başka ebedî bir yer yoktur.
(imam´i rabbani hz)
Ekleme Tarihi: 24.12.2006 - 17:07
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
sohbet



- "Daima, tövbe edeyim de, belki Allah'u Zülcelal bana hakiki samimi tövbeyi nasib eder, yine tövbe edeyim, yine tövbe edeyim, diyerek tövbeden geri kalmamamız, tövbenin üzerinde olmamız lazımdır."

-Esasen insan ibadetini sadece Allah'u Zülcelal'in zatı için O'nun aşkı ve muhabbeti için yapmalıdır. Kendi nefsimizin azaba uğramasından korktuğumuz veya cennet nimetlerine müstehak olmak için değil de, Allah'u Zülcelal ibadet edilmeye layık olduğu için ibadet yapmamız lazımdır.

- Biz nefsimizin takati miktarınca O'nun ibadetini yapalım. Samimi olarak bu ibadeti yapmaya çalıştığımız zaman eğer yapamazsak dahi Allah'u Zülcelal inşaallah o yaptığımız eksik olarak veya isteyip de yapamadığımız ibadeti kabul edecektir.

-Allah'u Zülcelal'e karşı yalvarıp, tövbe etmeliyiz, hatta ibadetlerimizden dahi Allah'u Zülcelal'e sığınalım. Çünkü ne kadar güzel yaparsak yapalım yinede yaptığımız ameller O'nun Kudret ve azametine , layık değildir, eksiktir.

-Allah'u Zülcelal kullarının kendisine karşı daima, fakir, zillet içinde görüp, kendisini de kudret ve azamet sahibi olarak görüp bilmesini ister. Bu hal çok kolay olmasına rağmen altında nice menfaatler gizlidir.

-İnsan şöyle düşünürse yabancı kadına bakmaz. Kendi gözü daha yabancı kadına varmadan, Allah'u Zülcelal'in gözünün kendisi üzerinde olduğunu yakinen bilip idrak etmelidir.Daha o kadına bakmadan, Allah'u Zülcelal beni görüyor, diye itikad etmelidir. Eğer insan böyle bilirse, kolay kolay yabancı kadına bakmaz.

-Eğer Allah'u Zülcelal'i kudret ve azamet sahibi bilirsek, herşeyi yapabileceğini, hatta dilerse bizden imanımızı alarak ebed ül-ebed cehennemde yakabilir diye bilirsek kolay kolay günaha düşmeyiz.

- İnsanın bu dünyada yabancı kadınlara şehvetle bakması, zaman zaman Allah'u Zülcelal'in haram kılmasına rağmen zina yapması veya buna benzer şehvet içeren günahları işleyip cehenneme gitmesi çok büyük bir akılsızlıktır. Halbuki insan şehvetini cennete bıraktığı zaman büyük bir karın ve şerefin sahibi olacaktır.

- İnsan, yaptığı ameli, mücahedeyi ve kuvvetini kendi nefsinden bilmemelidir. Herhangi bir amel yaptığında, kendisine bir hal geldiğinde bunu Allah'u Zülcelal'in minneti, nimeti, fadlı keremi ve vergisi olarak bilmelidir. Böyle olduğu zaman Allah'u Zülcelal bize sahip çıkar.

-Allah'u Zülcelal bizi kendi huzuruna kulluk vazifesini yapmış olarak görmek istiyor. Onun için kendimizi daima onun karşısında kul olarak görmemiz ve vazifelerimizi yerine getirmeye gayret göstermemiz lazımdır.
Ekleme Tarihi: 26.12.2006 - 15:35
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
iNSANA LAZIM OLAN ÖNCE EHL-i SÜNNETE UYGUN iNANMAK,SONRA ALLAHÜ TEALANIN EMiR VE YASAKLARINA UYMAK,DAHA SONRA TASAVVUF YOLUNDA iLERLEMEKTiR. (imam-i rabbani hz)
Ekleme Tarihi: 30.12.2006 - 12:35
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Havz-i Kevser su an offline Havz-i Kevser  
RE:

1543 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 22.01.2007 - 18:46
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı DERiNsular

iNSANA LAZIM OLAN ÖNCE EHL-i SÜNNETE UYGUN iNANMAK,SONRA ALLAHÜ TEALANIN EMiR VE YASAKLARINA UYMAK,DAHA SONRA TASAVVUF YOLUNDA iLERLEMEKTiR. (imam-i rabbani hz)




Es Selamu Aleykum Ve Rahmetullah...

Elhamdülillah ne güzel bir söz İmamımız'dan...


ALLAH c.c. razı olsun Derinsular kardeşim. MaşALLAH güzel kardeşim güzel paylaşımlar yapıyorsun. Yalnız bir hususa dikkat çekmek isterim yazının karakterlerini düzeltebilirsen ve birde kısa tutup devamlı eklersen daha faydalı olur sanırım. Zira çok uzun olunca gözler yoruluyor ekran karşısında lakin kısa ama devamlı olursa daha rahat okunur.
Ekleme Tarihi: 30.12.2006 - 18:38
Bu mesajı bildir   Havz-i Kevser üyenin diğer mesajları Havz-i Kevser`in Profili Havz-i Kevser Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
;Ey iman edenler! Hep birden Allaha tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz. (Nûr/31) uyarısında bulunmuştur. Ayrıca Allahu Tealâ takvaya ulaşmak ve güzel edebi korumak için yardımlaşmamızı (Maide/2), kendi yolunda toplu halde, birlik ve dirlik içinde olmamızı istiyor. (Âl-i İmran/102-103) Takvaya ulaşmak ve istikameti korumak için sadık kulları ile beraber olmamızın gerektiğini belirtiyor. (Tevbe/119)

"Ey iman edenler,Allahtan korkun ve sadiklarla beraber olun" (tevbe/ 119)





İMAM-I RABBANİ'NİN (KS) SOHBETLERİNDEN


Edebi gözetmek, zikrden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakk'a kavuşamaz.

Ehlininn gönlü için günah işlemek ahmaklıktır.

Farzı bırakıp, nâfile ibâdetleri yapmak boşuna vakit geçirmektir.

Gınâ sâhiplerinin yâni zenginlerin, alçak gönüllü olması güzeldir. Fakirlerin ise onurlu olması lâzımdır.

İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allah'ın emir ve yasaklarına uymak, daha sonra tasavvuf yolunda ilerlemektir.

Kalbin tasfiyesi (temizlenmesi); İslâma uymakla, sünnetlere yapışmakla, bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikr ve mürşidi sevmek bunu kolaylaştırır.

Kalbin birçok şeyleri sevmesinin sebebi, hep o bir şey içindir. O da nefsdir.

Kâfirlere kıymet vermek, müslümanlığı aşağılamak olur.

Kelime-i tevhîd; putlara ibâdeti bırakıp, Hakk'a ibâdet etmek demektir.

Küfür, nefs-i emmârenin isteklerinden hâsıl olur.

Malı zarardan korumanın ilâcı, zekât vermektir.

Mübahları gelişi güzel kullanan, şüpheli şeyleri yapmağa başlar. Şüphelileri yapmak da harama yol açar.

Büyükleri sevmek, saâdetin sermâyesidir. Muhabbete müdâhane, gevşeklik sığmaz.

Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi sanarak Cehl-i mürekkeb olmuştur.

Nefse, günahlardan kaçmak, ibâdet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.

Er-Rezzâk olan Hakk , rızıklara kefil olmuş, kullarını bu sıkıntıdan kurtarmıştır.

Saâdet, ömrü uzun ve ibâdeti çok olanındır.

Sonsuz saâdete kavuşmak, Rasullere uymağa bağlıdır.

Sohbeti ganîmet bilmelidir. Sohbetin üstünlüğü, bütün üstünlüklerin ve kemâllerin üstüdür.

Sünnet ile bid'at birbirinin zıddıdır. Birini yapınca öteki yok olur.

Zâhid, dünyâya gönül bağlamadığı için, insanların en akıllısıdır.

Zekât niyeti ile bir kuruş vermek, dağlar kadar altını sadaka olarak vermekten daha sevapdır.

Sâlih ameller İslâmın beş şartıdır. Sâlih amelleri yapmadan kalb selâmette olmaz.

Cennet ile Cehennem'den başka ebedî bir yer yoktur. Cennet'e girmek için îmân ve dînin emirlerine uymak lâzımdır.

Dünyâyı maksad edinmemeli. Dünyâ, nefsin arzularına yardımcıdır. Dünyâ ve âhiret bir arada olmaz. Dünyâya düşkün olmak, günahların başıdır. Dünyâya düşkün olanlar âhirette zarar görür. Dünyâya düşkün olmamanın ilâcı, İslâma uymaktır.

Bu zamanda dünyâyı terk etmek çok zordur. Dünyâyı terk lâzımdır. Hakîkaten terk edemeyen, hükmen terk etmelidir ki, âhirette kurtulabilsin. Hükmen terk etmek de büyük nîmettir. Bu da, yemekte, içmekte, giyinmekte, meskende, dînin hudûdundan dışarıya taşmamakla olur.

Dünyâyı terk etmek iki türlüdür; birincisi, mübahların, zarûret mikdârından fazlasını terktir. Bu çok iyidir. İkincisi, haramları ve şüphelileri terkedip yalnız mübahları kullanmaktır. Bu zamanda bu da iyidir.

Tesbih okumak (Subhânallah demek), tövbenin anahtarı ve hattâ özüdür.

Vakit çok kıymetlidir. Kıymetli şeyler için kullanmak lâzımdır. İşlerin en kıymetlisi sâhibine hizmet etmektir. Yâni Allah'a ibâdet ve tâat etmektir.

Gençlik zamânında dînin emirlerine uymak, dünyâ ve âhiret nîmetlerinin en üstünüdür.

Annenin yavrusuna faydası olmadığı (annenin yavrusundan kaçacağı) kıyâmet günü için, hazırlık yapmayana yazıklar olsun!

Âyet-i kerîmede meâlen; "Vallâhu basîrun= Allah onların ne yaptıklarını görmektedir" buyruldu. Allah her şeyi gördüğü hâlde, (insanlar) çirkin işleri yaparlar. Aşağı bir kimsenin bile bu işleri gördüğünü bilseler, vaz geçerler yapmazlar. Bunlar ya Hakk'ın görmesine inanmıyorlar, yâhud onun görmesine kıymet vermiyorlar. Îmânı olana her ikisi de yakışmaz.

Velîlerin hiçbiri, nebi mertebesine varamaz.
Velîlerin hiçbiri, Sahâbî mertebesine çıkamaz.

İhlâs ile yapılan küçük bir iş, senelerce yapılan ibâdetler gibi kazanç (sevap) hâsıl eder.

Her ibâdeti seve seve yapmalı. Kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanlara hakkını ödemeğe titizlikle çalışmalıdır.

Dünyânın vefâsızlıkta eşi yoktur, dünyâyı isteyenler de alçaklıkta ve bahillikte (cimrilikte) meşhûrdur. Azîz ömrünü, bu vefâsızın ve değersizin peşinde harcayanlara yazıklar ve korkular olsun.

Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmı öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz.

İnsanlar riyâzet deyince, açlık çekmeği ve oruç tutmağı anladılar. Hâlbuki, dînimizin emrettiği kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nâfile oruç tutmaktan daha faydalıdır.

Bir kimsenin önüne lezzetli, tatlı yemekler konsa, iştihâsı olduğu hâlde ve hepsini yemek istediği hâlde, dînimizin emrettiği kadar yiyip, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyâzettir ve diğer riyâzetlerden çok üstündür.

Bir farzı vaktinde yapmak, bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha çok faydalıdır.

Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir.

Sonsuz kurtuluşa kavuşmak için, üç şey muhakkak lâzımdır: İlim, amel, ihlâs.

Ölülere duâ ve istigfâr etmekle ve onlar için sadaka vermekle, imdâtlarına yetişmek lâzımdır.

Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allah'ı bırakmak ahmaklıktır.

Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi saâdet zannetmemeli, nefse güç ve acı gelenleri de şekâvet ve felâket sanmamalıdır.

Birkaç günlük zamânı büyük nîmet bilerek, Allah'ın beğendiği şeyleri yapmağa çalışmalıdır.

İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allah'a en çok yaklaştıran şey namazdır.

Câhillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! Her işinizin İslâm'a uygun olması için, Allah'a yalvarınız.

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyâlıklara aldanmamalıdır.

İhsân sâhibinin kapısı çalınınca açılır.

Gönül dalgınlığının ilâcı; gönlünü Allah'a vermiş olanların sohbetidir.

Dünyâ hayâtı pek kısadır. Bunu en lüzumlu şeyde kullanmak gerekir. Bu en lüzûmlu şey de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmaktır. Hiçbir şey sohbet gibi faydalı olmaz.
.(İMAM-I RABBANİ' hz).



Muhyiddîn-i Arabî hazretleri kendinden nasîhat isteyen bir kimseye buyurdu ki:

"Ey nefsinin kurtuluşunu isteyen kimse! Herşeyden önce sana lâzım olan, sana kendi ayıb ve kusûrlarını gösterecek, seni nefsine itâattan kurtaracak bir rehber , bir mürşid lâzımdır.


Bu mesaj 1 kez ve en son DERiNsular tarafından 06.01.2007 - 15:18 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 31.12.2006 - 14:09
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
bir gün hazret (ks)şeyh muhammed diyauddin hz,

atının üstünde giderken molla ahmed i (ks) şahı hızneyi yanına çagırır ve buyururki.

molla ahmed kimde zerreyi miskal nefis varsa o kişi

Allahtan (cc) uzaktır.


durum böyle onunca bizim halimiz nice olur acaba

kendimizi kontrol etmemiz lazım .

biz Allaha yakınmıyız uzakmıyız.

rahmetli seyyid muhammed raşidin (ks) bir sözü var idi,

teslim olmadan teslim olduk demeyin,

biz ise uzak iken yakın oldugumuzu yani sevdigimizi,

ve teslim olmadan teslim olduk diyoruz.

belkide kendimizi avutuyoruz.

herşeyin bir alameti vardır elbette.


Allah cc bizi gercekten seven teslim olan ve nesf inden kurtulanlardan eylesin,

AMİN.


SELAM VE DUA İLE.
Ekleme Tarihi: 03.01.2007 - 14:18
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  
TEVAZU

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
TEVAZU


"Allahü Teala, Adem (a.s.) zamanında O'na sordu:
"Ya Adem, sen benim neyimsin?"
Adem (a.s.) söyle dedi:
"Ya Rabbi Sefiullahınım" (Ya Rabbi, senin seçkin kulunum)
İbrahim (a.s.) zamanında Ona sordu:
"Ya Rabbi Halilullahınım" (Ya Rabbi ben senin dostunum)

Musa (a.s.) zamanında na sordu:
"Ya Musa sen benim neyimsin?"
Musa (a.s.) şöyle dedi:
"Ya Rabbi Kelimullahınım" (Ben senin Tekellüm edenin, kelamın)
İsa (a.s.) zamanında ona sordu:
"Ya İsa sen benim neyimsin?"
İsa (a.s.) söyle dedi:
"Ya Rabbi Ruhullahınım" (Ben o kimseyim ki senin Ruhundan yaratılmışım)
Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında ona sordu:
"Ya Muhammed sen benim neyimsin?"
Peygamber (S.A.V) söyle cevap verdi:
"Ya Rabbi, Yetimullahınım" (Ya Rabbi ben senin yetiminim.)


"Nasıl yağmur yağdığında, O yağmurun suyu dik yerlerde durmaz, daima alçak yerlere akıp geliyorsa, Saadatların nispeti de alçaktan, yerden gelir. Her kim kendisini eğerse (başı eğik, alçakgönüllü olursa), bu nisbetten O faydalanır; başını dik tutan kişinin (nefsi kabarık olanın) bu nispetten nasibi yoktur."


Bu mesaj 1 kez ve en son DERiNsular tarafından 05.01.2007 - 12:14 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 05.01.2007 - 12:12
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
hanzade3 su an offline hanzade3  

975 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 15.11.2006
En Son On: 11.06.2010 - 18:28
Cinsiyeti: Bayan 
Allah Razı Olsun Çok güzel konulara değinmişsiniz.

Hadisi Şeriflerde buyurulduki;

İbnu Abbâs (R.a) anlatıyor: "Resülullah (S.a.v) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri buyurdular ki:
"Büyüklük benim ridamdır, azamet de benim izarımdır. Kim, bunlardan birinde benimle iddialaşmaya kalkarsa, onu cehenıneme atarım."

Ebu Sa'îdi'l-Hudri (R.a) anlatıyor:
"Resülullah (S.a.v) buyurdular ki:
"Kim Allah Teâla hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safilîne (aşağıların aşağısına) atar."

Selam ve Dua ile..
Ekleme Tarihi: 05.01.2007 - 12:23
Bu mesajı bildir   hanzade3 üyenin diğer mesajları hanzade3`in Profili zum Anfang der Seite
semerkand52 su an offline semerkand52  
Themenicon    ALAH CC RAZI OLSUN

26 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 12.02.2007 - 21:10
Cinsiyeti: ----- 
Peygamber (S.A.V) söyle cevap verdi:
"Ya Rabbi, Yetimullahınım" (Ya Rabbi ben senin yetiminim.)


"Nasıl yağmur yağdığında, O yağmurun suyu dik yerlerde durmaz, daima alçak yerlere akıp geliyorsa, Saadatların nispeti de alçaktan, yerden gelir. Her kim kendisini eğerse (başı eğik, alçakgönüllü olursa), bu nisbetten O faydalanır; başını dik tutan kişinin (nefsi kabarık olanın) bu nispetten nasibi yoktur."
************************


ALLAH CC RAZI VE HOŞNUT OLSUN....
NE KADAR GÜZEL VE BİR OKADAR DA ÖNEMLİ KONULARA DEĞİNMİŞSNİZ..RABBİM RAZI OLSUN....
OKURKEN GÜNÜMÜZDE BİRBİR YAŞADIĞIMIZ BU KONUDA GEÇEN ANLATIMLAR ASLINDA HEPİMİZE BİRER ÖRNEK....
GERÇEKTENDE ÖYLE AMELLER NİYETLERE GÖREDİR..
VE İNŞALLAH NİYETLERİMİZİ SAĞLAM OLARAK İŞLEYENLERDEN OLURUZ..
TÜM KALBİMLE SÖYLÜYORUM BU KONULARI OKUYAN KARDEŞLER BİRAZ DÜŞÜNSE KARARMIŞ KALPLERE IŞIK OLCAĞINI GÖRECEKTİR..
SELAM VE DUA İLE (DEVAMINI BEKLERİZ İNŞ)
Ekleme Tarihi: 06.01.2007 - 22:18
Bu mesajı bildir   semerkand52 üyenin diğer mesajları semerkand52`in Profili semerkand52 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
k_ali_te su an offline k_ali_te  
RE: RE:

534 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 05.05.2006
En Son On: 27.01.2007 - 00:03
Cinsiyeti: Erkek 
ALLAH c.c. razı olsun Derinsular kardeşim. MaşALLAH güzel kardeşim güzel paylaşımlar yapıyorsun. Yalnız bir hususa dikkat çekmek isterim yazının karakterlerini düzeltebilirsen ve birde kısa tutup devamlı eklersen daha faydalı olur sanırım. Zira çok uzun olunca gözler yoruluyor ekran karşısında lakin kısa ama devamlı olursa daha rahat okunur. [/quote]


Havz-ı Kevser kardesim aynen senin dediklerine katılıyorum........gül
Ekleme Tarihi: 07.01.2007 - 00:14
Bu mesajı bildir   k_ali_te üyenin diğer mesajları k_ali_te`in Profili k_ali_te Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
rumeysa88 su an offline rumeysa88  
s.a.

1 Mesaj

Kayıt Tarihi: 06.01.2007
En Son On: 07.01.2007 - 15:50
Cinsiyeti: ----- 
Allah (c.c.) razi olsun!!!
Ekleme Tarihi: 07.01.2007 - 15:50
Bu mesajı bildir   rumeysa88 üyenin diğer mesajları rumeysa88`in Profili zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  
DOST LUK

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
ALEYKÜM SELAM VERAHMETULLAHİ VEBREKETÜH


Allah Razı Olsun

HEPİMİZDEN İNŞ.



Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında şöyle anlatılır.
Yolculugun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri ötekine bir tokat atar. Tokatı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar: "BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BANA BİR TOKAT ATTI." Yıkanabilecekleri bir havaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler.Tokadı yiyen yikanırken bataga saplanır, bogulmak üzereyken arkadaşı tarafindan kurtarılır. Bogulmak üzere olan arkadaş tam selamete çıktıktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır: "BUGÜN EN iYi ARKADAŞIM BENİM HAYATIMI KURTARDI." Tokadı vuran ve sonra en iyi arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der,senin canını yaktıgımda bunu kum üzerine yazdın ama şimdi kayaya kazıyorsun, neden?" Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir. Biri bizi incittiginde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bagışlama rüzgarı estiginde onu silebilsin. Ama biri bize iyi bir şey yaparsa onu kayaya kazımalı ki onu hiçbir rüzgar yok etmesin." İNCİNMELERİNİZİ
KUMA, GÖRDÜGÜNÜZ İYLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI ÖGRENİN. Denilir ki: özel birini bulmak bir dakikanızı alır,onu degerlendirmeniz bir saat içinde olur,onu sevmek için bir gün yeter ama sonra onu unutabilmek için bir ömrün geçmesi gerekir.
Ekleme Tarihi: 08.01.2007 - 13:39
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  
SOHBET...

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
MÜMİN ÖRNEK İNSANDIR


Son Pişmanlık
Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
O halde, vay kalpleri Allahın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar açık bir sapıklık içindedirler. (Zümer; 22)
Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerime ile bize çok büyük işaretler vermektedir. Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in hadis-i şerifleri bizim için büyük bir eczane gibidir. Orada manevi ilaçlar vardır ve bu ilaçları kullanmamız lazımdır.

Nasıl bir insan, hastalanınca tedavi oluyorsa, tedavi olmadığı zaman da gün geçtikçe hastalığı artıyor ve ölüme kadar gidiyorsa; manen hasta olan insan da, manevi ilaçları yani, Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerifleri uygulamazsa, gün geçtikçe durumu kötüye doğru gider ve sonuçta bütün maneviyatını kaybeder, manevi olarak ölür. Bunun için bu ilaçları kullanıp kendimizi tedavi etmemiz lazımdır.

Böyle davranmadığımız takdirde, Allahın zikrinden gafil kalıyoruz, kalplerimiz katılaşıyor. Kalpleri katılaşan insanlar da apaçık bir dalalete düşüyor. İnsanın manen tedavi olması için en büyük ilaç, Allahın zikrini yapmaktır.
Bu zikirden, yani Allahı zikretmekten kastedilen mana da sadece bir kenara oturup ele tespih alıp Allah, Allah... demek değildir. İnsanın nerede olursa olsun, ister yolda yürüyor olsun, ister arkadaşlarıyla konuşuyor olsun, ister başka bir iş yapıyor olsun, o anda Allah-u Zülcelalin onun yanında hazır ve nazır olduğunu düşünmesi, çok büyük bir zikirdir. İnsan, ancak o zaman Allahı hakkıyla zikretmiş sayılır.

İnsan böyle davrandığı zaman, daima hayırlara yönelecek, kendini günahlardan muhafaza edecek ve sonuçta da çok güzel neticeler alacaktır.
Şunu çok iyi bilmemiz lazımdır ki, bu dünya hayatı bittikten sonra hakikat ortaya çıkacaktır. Hakikatin ortaya çıktığı, insanların sevap ve günahlarının sunulduğu o günde perişan olmamak için hazırlığımızı şimdiden yapmamız lazımdır.
Ekleme Tarihi: 09.01.2007 - 21:42
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  
SOHBET

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
İslamı Hakkıyla Yaşamak.


Her ne kadar İslam Dinini hakkıyla yaşayamıyorsak da, bari ona zararımız olmasın!
Avrupa kafirleri, iman etmeyen ve iman edipte gereklerini yapmayan; namazını kılmayan, orucunu tutmayan, zekatını vermeyen, her çeşit günahı yapan kimselere bakarak: Eğer müslümanlık böyleyse, müslümanlık hiçbir işe yaramıyor ve sizinle bizim aramızda hiçbir fark yok, bu nasıl dindir! diyorlar.

O kişiler, kendileri İslamı yaşamadıkları ve başka insanlara da kötü örnek oldukları için vebal altında kalırlar.
Böyle kimseler, kendi nefislerine zulmetmiş, kendi elleriyle (nefislerini) ateşe atmışlardır ama yine de; inananları, imanları sebebiyle Allah-u Zülcelal cezalarını çektikten sonra, cehennemden çıkaracaktır. Kafirler için ise Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
O gün, zalim kimse ellerini ısıracak ve şöyle diyecek: Eyvah! Keşke peygamberin maiyetinde bir yol tutsaydım. (Furkan; 27)

Nasıl dünyada bir insan, dehşetli ve ne yapacağını bilemediği bir işle karşılaşınca çaresizliğe düşüyor, elini ısırıyor ve keşke ben başından bunun tedbirini alsaydım da başıma böyle bir şey gelmeseydi diyorsa; kendi nefislerine zulüm yapan şahıslar da öyle bir günde elerini ısırıyor ve keşke biz de Allahın Resulüyle Allaha doğru yol alsaydık, ona tabi olsaydık, diyorlar ama o zaman iş işten geçmiş oluyor.
Demek ki müslüman olarak günah işlemeye devam ettiğimiz, Allahın zikrinden gafil kaldığımız zaman, kalplerimiz katılaşacak ve biz de o kafirler gibi pişman olacağız. İş işten geçmeden bunları düşünmeli ve tedavi yollarını aramalıyız.

Nasıl bir insan hasta olduğu zaman doktora gidiyor, neresi ağrıdığını söylüyor ve ben hangi ilacı kullanırsam geçer, diye soruyorsa; Ashab-ı Kiram da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gidip hallerini, arz ediyor, manevi hastalıklarını söylüyor Ya Resulellah benim için ne lazımdır? Diye soruyorlardı.
Muaz bin Cebel (Radıyallahu Anh) anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gittim ve ona:
-Ya Resulellah! Ahiretim için ne lazımdır, bana bu konuda tavsiyede bulun, dedim. Bana:
-Sanki Allahı görüyor gibi ona ibadet et, dedi.

Burada bizim için çok büyük bir işaret vardır. Eğer insan Allahı her an görüyor gibi ibadet etse, Allahı o kudret ve azametiyle tanısa, onun ibadetinin onu nasıl yapacağını, ancak Allah bilir!..
Onun karşılığını, ancak Allah verir. İnsan böyle olduğu zaman, hiç günaha da düşmez. Çünkü, Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
Muhakkak (sahih) namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alı koyar. (Ankebut; 45)

Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
Siz bir namaz kıldığınız zaman, Bu benim son namazımdır, ben bir daha namaz kılma fırsatı bulamayacağım diye düşünün. Bir sadaka, bir zekat verdiğiniz zaman da öyle düşünün.

Yani, yapılan her ameli, son amel olarak kabul etmeli, ondan sonra tekrar amel yapamayabileceğimizi düşünmeli, ona göre kendimizi ayarlamalıyız.
İnsan ölürken son bir namaz, sadaka gibi ibadet yapsa, şöyle düşünür: Ben ölüyorum. Bu benim son amelimdir. İnşallah bununla Allahın rızasını kazanırım. İnsan böyle düşündüğü zaman, imanın halaveti bütün vücuduna yerleşir, ibadetini içinden gelerek, isteyerek, ondan tat alarak yapacaktır.

Ama maalesef, hep gafletten dolayı vücudumuz bir yerde ibadet ediyor, kalp ise başka düşüncelerle başka yerlerde geziyor. Vücut güya ellerini Allahın huzurunda bağlıyor, kalp ise başka yerlerde dolaşıyor. Böyle olduğu zaman da ibadetten istenilen menfaat elde edilemiyor.

Ashab-ı Kiram (Radiyallahu Anhum) kendilerini hasta, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i de doktor gibi görüyorlardı. Onun söylediklerini dinliyorlar ve tam hakkıyla onu alıp uyguluyorlar, onun emirlerini kılı kılına yerine getiriyorlardı.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya ikinci tavsiyesi ise şu şekildeydi:
-Ya Muaz! Nefsini ölülerden say.

Niçin öyle diyor? Çünkü ölüler, bu dünyanın malına; keyf-u sefasına, onları aldattığı, onlara zarar verdiği, Allahın zikrinden alıkoyduğu ve onları günaha yönelttiği için düşmandırlar. Eğer biz onların dünyaya ne kadar düşman olduğunu bilseydik, dünyaya karşı sevgimiz çok azalırdı. İşte, insan nefsini ölülerden kabul edince, nasıl bir insan haline geleceğini, ancak Allah bilir!

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya üçüncü tavsiyesi ise:
-Ya Muaz! Bir taşın yanında, bir ağacın yanında, nerede olursan ol, Allahın zikriyle meşgul ol! Çünkü, yanında Allahın zikrini yaptığın toprak, taş, ağaç, kıyamet gününde sana: Ya Rabbi! Bu adam benim yanımda senin zikrini yaptı diye şahitlik edecektir.

Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya ettiği bu üç tavsiyeye uyduğumuz zaman, Allah-u Zülcelalin hakiki bir kulu oluruz.

Bir gün, Ahmed b. Amir (ra) Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e gelerek:
-Ya Resulellah! Kıyamet günü insan kendini nasıl kurtaracaktır, dedi. Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona şöyle cevap verdi:
-Dilini hatalardan, gıybetten, yalandan muhafaza et!

Bu hadis-i şerif, şu anda içinde yaşadığımız zamana çok uygundur. Çünkü, zamanımız günahın, yalanın, gıybetin çok olduğu bir zamandır. İnsanın gitmiş olduğu bir çok meclis günah meclisidir.

İnsan bir meclise gittiği zaman, o meclise nasihatte bulunamıyorsa, oradakileri günahlardan çeviremiyorsa, sonunda o da onlarla beraber günaha giriyor, onlara uyuyor. Onlara uymamak için dilimizi muhafaza etmemiz, kendi evimize çekilmemiz, kendi hatalarımız üzerinde ağlamamız emir olunuyor.

Çünkü, insan ne kadar iyi olursa olsun hata sahibidir, beşerdir, nefis ve şeytan onu hep aldatmaya çalışmaktadır. İnsan bazen bunlara mağlup olmaktadır. Günah sahibi olduktan sonra, mağlup olduktan sonra, tek çare kendi günahlarımız, hatalarımız karşısında Allaha yalvarmalı, ağlamalı af ve mağfiret dileyerek: Ya Rabbi! Özür diliyorum demeli, bize rahmetiyle muamele etmesi için Ona niyazda bulunmalıyız.

Son olarak, bazı alimlerin çok güzel tefsir ettiği şu ayet-i kerime bize büyük bir işarettir:
Dünyadan kendi nasibini, payını unutma. (Kasas 77)

Dünyada bizim nasibimiz nedir? Hakiki olarak kefendir. Bütün dünya senin de olsa, senin dünyadan nasibin, üzerine örtülecek bir kaç metre çaputtur. Çünkü, bütün mal, servet geriye kalacaktır.

İnsan böyle tam olarak bunu düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelalin ibadetine sımsıkı sarılır ve kendi payını, amel-i salih olarak dünyadan ahirete götürmek için aşkla muhabbetle çalışır. Demek ki, müminin dünyadan nasibi; Allah-u Zülcelale ibadet etmek ve ahirette kendisine yardımcı olacak salih ameller, hayırlar işlemesidir.

Allah-u Zülcelal, hepimize istediği razı olacağı şekilde salih amel yapmayı nasip etsin, inşallah. (Amin)
Sallallahu ala Seyyidina Muhammedin Nebiyyül Ümmiyyi ve ala Alihi ve Sahbihi ve Sellem.
Ekleme Tarihi: 09.01.2007 - 21:48
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
semerkand52 su an offline semerkand52  

26 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 08.02.2006
En Son On: 12.02.2007 - 21:10
Cinsiyeti: ----- 
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya üçüncü tavsiyesi ise:
-Ya Muaz! Bir taşın yanında, bir ağacın yanında, nerede olursan ol, Allahın zikriyle meşgul ol! Çünkü, yanında Allahın zikrini yaptığın toprak, taş, ağaç, kıyamet gününde sana: Ya Rabbi! Bu adam benim yanımda senin zikrini yaptı diye şahitlik edecektir.

Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Muaz Bin Cebel (ra)ya ettiği bu üç tavsiyeye uyduğumuz zaman, Allah-u Zülcelalin hakiki bir kulu oluruz.



HAY HAKKK..ALLAH CC RAZI OLSUNN.EVET ZAMAN AHİR ZAMAN..VE AMELLERİMİZİ GÜZEL İŞLER GÜZEL YAŞARIZ..EN ÖNEMLİSİ KALP ÇOK ÖNEMLİ..

BU SOHBET NİTELİKLİ KONU TÜM GÜNÜMÜZ İNSANININ OKUYUP ONA GÖRE DAVRANMASI GEREKTİĞİ HAKKINDA MESAJLAR VERİYOR..
ALLAH CC RAZI OLSUN..NE GÜZEL PAYLAŞIMLAR...MEVLAM RAZI OLSUN EFENDİM RAZI OLSUN..
ÇOK TŞK EDERİZ..
Ekleme Tarihi: 11.01.2007 - 19:29
Bu mesajı bildir   semerkand52 üyenin diğer mesajları semerkand52`in Profili semerkand52 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
burada cok gzl seyler paylasiliyor Rabbim hepnizden razi olsun..DERINsular hizmetiniz daim olsun insaAllah..
Ekleme Tarihi: 12.01.2007 - 10:40
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
TEK BİR ÜMMET TEK BİR DİN


Mü'minun Suresi 52-53- 54. Ayet Meali

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM


"Ve gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinİzim, o halde Ben'den korkun."
"Ama insanlar işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her güruh ellerinde bulunandan memnundur."
" Şimdi sen onları bir süreye kadar gaflet ve bilgisizlikleri içinde bırak."

AYETLERİN TEFSİRİ

1- Tek Bir Ümmet, Tek Bir Din:

"Ve gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir." Yani daha önceden sözü edilen bu hususlar sizin dininiz, sizin milletiniz (şeriatiniz)dir, ona sımsıkı bağlı kalınız. Burada ümmet, din demektir. Buna dair açıklamalar ve bu kelimenin manaları daha önceden (d-Bakara, 2/128 ve 213. âyetlerde) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın:"Gerçekten biz atalarımızı bir ümmet üzere bulduk" (ez-Zuhruf, 43/23) buyruğu, bir din üzere bulduk, demektir, en-Nâbiğa da şöyle demiştir:
"Yemin ettim, artık senin için şüpheyi gerektirecek bir şey bırakmadım, Bir ümmet (din) sahibi kendisi itaatkar olduğu halde hiç günah kazanır mı?"

2- Bu Ayetin Önceki Âyetlerle İlişkisi:

"Ve gerçekten... bu" buyruğunda; "Gerçekten" lafzı hemze esreli olarak ve önceki âyetle bağlantısı koparılarak okunmuştur. Hemze üstün ve "nun" harfi de şeddeli olarak da okunmuştur. el-Halil der ki: Bu cer edatt ortadan kalktığından dolayı nasb mahaîlindedir. Size kendisine iman etmenizi emretmiş olduğum bu dininizi en iyi bilenim, takdirindedir.

el-Ferrâ der ki: Hemze'nin üstün okunması halinde şu takdirdeki hazfedilmiş bir fiile taalluk eder: Ve şunu bilin ki; gerçekten sizin bu ümmetiniz.,. Sibeveyh'e göre ise bu, "Benden korkun" buyruğuna taalluk etmektedir. İfadenin takdiri de şöyle olur: Benden korkun, çünkü sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir.

Bu da yüce Allah'ın: "Şüphesiz
yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki mescidler de Allah'a mahsustur. Onun için Allah ile birlikte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin" (el-Cin, 72/18) buyruğu gibidir. Bu da: Çünkü şüphesiz mescidler Allah'ındır. O halde onunla beraber başkasına dua (ve ibadet) etmeyin, demektir. Yine bu yüce Allah'ın: "Kureyş'in güvenlik ve esenliği için" (Kureyş, 106/1) buyruğuna benzemektedir. Bu da: İbadet etsinler şu Beyt'in Rabbine, Kureyş'in güvenlik ve esenliği için, takdirindedir.

3- Peygamberlerin Ümmetleri:

Bu âyet-i kerîme daha önceden geçen: "Ey peygamberler" (Müminun 23/51) buyruğunun bütün peygamberlere hitab olduğunu ve bu hitabın onların hep birlikte hazır olduğu varsayılmış gibi yapıldığı görüşünü güçlendirmektedir. Çünkü "ey peygamberler" buyruğunun sadece Muhammed (sav)a yönelik bir hitab olduğunu kabul edecek olursak, bu âyet-i kerîme ile "ama İnsanlar işlerini kendi aralarında parça parça ettiler" buyruğunun ilişkisi sağlam bir İlişki olmaz.

"Bende sizin Rabbinizİm, o halde yalnız Ben'den korkun" buyruğuna gelince, eğer bu peygamberlere yönelik bir hitab ise, o takdirde onların ümmetleri de mana itibariyle bunun kapsamına girmektedir.
İşte bundan sonra: "Ama İnsanlar... parça parça ettiler" buyruğunun ilişkisi de güzel bir şekilde ortaya çıkar. "Tefrikaya düşenler"den kasıt ümmetlerdir, yani onlar bir olan dinlerini, bir araya gelmekle emrolunmuşken ayrı ve farklı dinlere böldüler, bölündüler. Daha sonra da yüce Allah onların herbir fırkasının kendi görüş ve dalâletini beğendiğini süz konusu etmektedir ki, bu da sapıklığın en ileri derecesidir.

4- Bu Ayet-i Kerime İle Peygamber Efendimizin "Geçmiş Ümmetlerin ve Muhammed Ümmetinin Fırkalarına Dair" Hadisi Arasındaki İlişki:

Bu âyet-i kerîme, Peygamber (sav)ın şu buyruğuna İşaret etmektedir: "Şunu biliniz ki; sizden önceki kitab ehli yetmişiki millete bölündüler. Bu ümmet de yetmişüç fırkaya bölünecektir. Yetmişikileri ateşte, bir tanesi ise cennette olacaktır. O da cemaattir." Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet ettiği gibi Tirmizî de rivayet etmiş ve rivayetinde ek olarak şunu kaydetmiştir: Ashab: Bu hangisidir, ey Allah'ın Rasûlü, dediler. O: "Benim ve ashabımın üzerinde gittiği yolda gideceklerdir" diye buyurdu. Tirmizî bunu Abdullah b. Ami yoluyla rivayet etmiştir.

Bu hadis, âyet-i kerîmede sakındırılan fırkalara ayrılıştan neyin kastedildiğini açıklamaktadır. Hadis dinin esasları ve kaideleriyle ilgili ayrılık hakkındadır. Çünkü Peygamber burada "milletler" lafzını kullanmış ve bunlardan herhangi birisine sarılmanın cehenneme girmeyi gerektireceğini haber vermiştir.

Fer'î hususlardaki görüş ayrılıkları hakkında ise böyle bir şey söylemeye imkân yoktur. Çünkü fer'î (fıkhî) meselelerde görüş ayrılığı, milletlerin (itikadı fırkaların) çok olmasını da gerektirmez, cehennem azabını da gerektirmez. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik." (el-Mâide, 5/48)
Yüce Allah'ın: "Parça, parça* buyruğu uydurduktan kitaplar ve telif ettikleri sapıklıklar, demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Onlar kitapları kısımlara ayırdılar. Bir kısım sahifelere tabi oldu, bir kısım Tevrat'a, bir kısım Zebur'a, bir kısım da İncil'e uydular. Sonra da onların hepsi ellerindeki kitapları tahrif ettiler ve değiştirdiler. Bu açıklamayı da Kata de yapmıştır,
Bir diğer açıklama da şöyledir: Onların herbir kesimi bir kitap alıp ona iman etti, onun dışındakileri de inkâr etti.


Bu kelimeyi Nâfî' "be" harfini ötreli "Zebur"ın çoğulu olarak okumuştur. el-A'meş ve Ebû Amr ise ondan farklı olarak "be'T harfini ötreli "demir parçalarım andıran parçalar anlamında" okumuşlardır. Nitekim bu kelime yüce Allah'ım Bana büyük demir parçaları getirin" (el-Kehf, 18/96) buyruğunda da böyledir.

"Her güruh" yani herbir fırka ve herbir mezheb "ellerinde bulunandan" din diye sahip olduklarından "memnundur" onu beğenirler.
Bu âyet-i kerîme Kureyşin durumunu da açıklamaktadır. Çünkü hemen bu buyruğun akabinde Kureyş'in durumu ile ilgili olarak Muhammed (sav)a şöylece hitab etmektedir:
"Şimdi sen onları bir süreye kadar gaflet ve bilgisizlikleri İçinde bırak." Yani daha önce sözü edilenler durumunda olan bu gibi kimseleri ter-ket. Azaplarının ertelenmesi dolayısıyla da kalbine sıkıntı girmesin, herşeyin belli bir vakti vardır.

Sözlükte: "aglamealde; gaflet ve bilgisizlik): Seni örten, üstünü kapatan şey" demektir. Asıl anlamı setretmek, Örtmektir. Kin anlamına gelen da bu köktendir, çünkü kin kalbin üstünü örter. "Çok su" demektir. Çünkü çok su yerin üzerini örter. "Verdiği bağışlarla bütün insanları kapsayan, örten" demektir. Şair de şöyle demiştir:
"Gülercesine tebessüm ettiğinde herkesi kapsar iyilikleri, Ve bütün inallar esir olur onun gülmesine."

Burada buyruktan kasıt, şaşkınlık, gaflet ve sapıklık içinde olduklarını anlatmaktır.
"İnsanların kalabalığı arasına girdi, karıştı" demek olur.
Yüce Allah'ın: "Bir süreye kadar" buyruğunu Mücahid, ölüme kadar diye açıklamıştır. Bu bir tehdittir, bir süre vermek değildir. Nitekim; Senin de günün gelecektir, demek de böyledir

Kaynak:

-KURTUBİ TEFSİRİ (EL-CAMİU Lİ-AHKAMİ´L KUR´AN)
Ekleme Tarihi: 13.01.2007 - 15:01
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
DERINsular hic üsenmeden yorulmadan yaziyorsunuz Allah sizden razi olsun..Rabbim muhabbetinizi artirsin insaAllah..hizmetiniz daim olsun...a.r.o muhabbetle...
Ekleme Tarihi: 14.01.2007 - 10:27
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
drtılsım su an offline drtılsım  
selametle dua ile

46 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 07.01.2007
En Son On: 11.02.2007 - 15:18
Cinsiyeti: Erkek 
evet kardeşim miminler kardeştir ama inan kardeşlik hakkını yerine getire bilsek çok güzel olacak...şimdi okuyoruz ama birazdan yine aynılarını yapıyoruz kardeşlik hukukunu gözetmiyoruz... şu fani dünyada islam kardeşliginden daha güzel olan bir şeyler de vardır ama... bence öbür kardeşlikten daha üstündür islami kardeşlik. kardeşiz diyoruz ama hak hukuk gözetmiyoruz acizana kendim adına konuşuyoru......sadatlar ne güzel demişler bize uygulamak düşer... bu yola giren yalan demez haram yemez karıncayı bile incitmez.....allahın izni ile mümin kardeşliklerimizi
pekişdirelim derimmmm... selametle.
Ekleme Tarihi: 14.01.2007 - 15:08
Bu mesajı bildir   drtılsım üyenin diğer mesajları drtılsım`in Profili drtılsım Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
Akıl tek başına
yeterli değildir!

Koşunuz, müsabaka edercesine yürüyünüz, birbirinizi geçercesine çalışınız.
Namazda, zikirde ve diğer ibadetlerde yarışırcasına koşun. Namazımı ihlâs ve huzur içinde kılayım, ama mü'min kardeşim de daha huzurlu kılsın. Böyle düşüneceğiz, böyle yarışacağız ki, bir kardeşin daha cennete girse, cennetten bir şey mi eksilir?



Şu dünya hayatında Mevlâ Teâlâ Hazretleri kuluna yardım etmese, kulun elinden tutmasa, kul hiçbir varlık gösteremez, hiçbir şey yapamaz. Bunun Kur'an-;ı Kerim'de çok örneği vardır. Bu örneklerden biri de Musa Aleyhisselâm ile İsrailoğulları'nın kıssasındadır. İnsan, Allah'ın yardımı, ilâhî emir olmadan bir şeyler yapabilecek kapasitede olsaydı, İsrailoğulları kendi akılları ile başlarına gelen olaylarda bir çıkış yolu bulurlardı.
Allah Celle Celâluhu onlara kırk yıllık bir ceza verdi. Bu ceza, çölde kırk yıl hapsolmalarıydı. Kırk yıl çölde dolaşıp durdular. Hâdise buralara nasıl gelmişti, ona bir bakalım:
Musa Aleyhisselâm'a vahiy gelmişti:
"Cebabire kavmiyle muharebe edeceksiniz, onların bulunduğu toprakları fethedeceksiniz."
İlâhî emri alan Musa Aleyhisselâm, ordusunu hazırladı ve yola çıktılar. Fethedilecek yerin yakın bir mevkisine gelip konakladılar. İstişare edip, istişare neticesinde bir öncü birlik çıkarmaya karar verdiler. Bu öncü birlik, düşman topraklarına gidecek ve düşman hakkında bilgi toplayıp geri dönecekti. Giden grup gerekli bilgileri toplayarak geri döndü, döndü, ama hiç de iyi haberlerle geri gelmemişti.
"Biz orada çok güçlü ve kuvvetli insanlar gördük. Bu insanlarla bizim başa çıkmamız mümkün değildir, onlar o topraklardan ayrılmadıkça biz o topraklara ayak basamayız."
Bu değerlendirmeye İsrailoğulları'nın ekser çoğunluğu katıldı. Ancak iki iman eri, Allah'tan gerçek manada korkan iki zat şöyle dediler:
"Hayır! Biz oraya gideceğiz ve onlarla savaşacağız. Rabbimizin vaadi haktır, galip gelecek olan bizler olacağız." Bunun üzerine ordudan birtakım insanlar ileri çıkarak, bu iki iman eri ve Musa Aleyhisselâm'a şöyle bir öneri getirdiler:
"Cebabire kavmi o topraklarda bulunduğu müddetçe biz oraya gitmeyeceğiz. Sen Rabbinle birlikte git ve onlarla savaş, biz burada bekleyeceğiz."
Musa Aleyhisselâm çok çirkin bir teklifle karşı karşıya bulunuyordu. Çok sıkıntıya düştü, darlandı, kavmine ne yaptı ne ettiyse bir türlü onları hak yola çıkaramadı. Bu sefer de böyle olmuştu, artık son noktaya gelinmişti. Rabbine yöneldi:
"Ya Rabbi! Ben ancak kendi nefsime ve kardeşime etki edebiliyorum. Artık bizim aramızla bu fasık kavmin arasını ayır." duasını yaptı. Bu dua neticesinde, İsrailoğulları ile ilgili son karar geldi. Artık onlar cezaya müstahak olmuşlardı.
Musa Aleyhisselâm'ın bu niyazı ile ilâhî cezanın gelmesi gecikmedi. Allah Teâlâ Hazretleri buyurdular ki:
"O yer, onların üzerine kırk sene haram kılınmıştır. O yerde mütehayyirane (şaşkın) bir şekilde dolaşıp duracaklar. Artık o fasıklar kavmine acıma"
İsrailoğulları'nın Musa Aleyhisselâm ile olan ilişkilerinden anlaşılıyor ki, İsrailoğulları akıllarının dediğini yapmaya, akıllarının peşinden koşmaya başladılar. Aklın peşine takılınca çölde kırk sene şaşkın şaşkın dolaştılar. Akla uyarsan, sonun bu olur. Buradan anlaşılan şudur ki, akıl tek başına yeterli değildir. Akla muhakkak bir rehber gereklidir.
İmam Rabbânî Kuddise Sırruhu Hazretleri buyurdular ki:
"Akıl hüccettir, ama hüccet-i bâliğa değildir. Tek başına maksada ulaştırıcı değildir. Akıl, peygamberlerin gönderilmesi ile hüccet-i bâliğa olmuştur."

Koşun! Birbirinizle
yarışırcasına koşun
"Ve Rabbinizden bir mağfirete ve eni gökler ile yer genişliğinde olan bir cennete koşunuz ki, o cennet muttakiler için hazırlanmıştır."
Âyet-i kerimede Rabbimiz bize "Nineler gibi yavaş yavaş, ağır ağır yürümeyin." buyuruyor. Peki, nasıl yürüyeceğiz? " Birbirinizle yarışırcasına, müsabaka edercesine" koşun. Bunu kim buyuruyor? Rabbimiz. Dikkat edin Allahu Teâlâ Hazretleri:
"Acele etmeyiniz, ben nasılsa cenneti siz vereceğim, onun için yavaş yavaş hareket edin" buyurmuyor. Aksine şöyle buyuruyor:
"O cennetleri yarattım, koşun, müsabaka ederek, acele ederek koşun."
Mufaale babından gelen bu kelimede müşareket yani ortaklık vardır. Nerede ortaklık vardır? Koşmakta, kulluk vazifelerini yerine getirmekte ve yapılan hata ve kusurlardan dolayı Allahu Teâlâ Hazretlerinden af talep etmekte ortaklık vardır. Mü'min kardeşin çalışacak, sen de çalışacaksın. Mü'min kardeşin de Mevlâ'nın rahmetine koşacak, sen de koşacaksın. Hiçbir sûrette durmak yok, biri duracak, diğeri koşacak da değil, hep birlikte koşacağız.
Bugün ne oluyor, biri koşmuyor, koşana da engel olmaya çalışıyor. Belki bu engelleme lisanla olmuyor, ama hâl ile böyle olduğu anlaşılıyor.
Bu, haberle, ilimle öğrenilir, onun için ilim tahsiline önem verelim. Bilelim ki, "Hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu?"
Değerli kardeşlerim,
Geri kalmayın, koşun, Mevlâ'mızın rahmetine koşun. Bugün bilgisizler ne yapıyor, koşuyor, koşuyor, ama nereye? Abdu'l-kafa, kafasının kulluğuna koşuyor. Abdü'l-butun, karnının kulluğuna koşuyor.
Koşunuz, müsabaka edercesine yürüyünüz, birbirinizi geçercesine çalışınız. Namazda, zikirde ve diğer ibadetlerde yarışırcasına koşun. Namazımı ihlâs ve huzur içinde kılayım, ama mü'min kardeşim de daha huzurlu kılsın. Böyle düşüneceğiz, böyle yarışacağız ki, bir kardeşin daha cennete girse, cennetten bir şey mi eksilir? Cennet ve cennetler o kadar büyüktür ki, onların büyüklüklerini aklımızla anlamamız mümkün değildir. Rabbimizin nimetleri o kadar çoktur ki, en zayıf mü'mine bile iki dünya büyülüğünde cennet verilecek.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:
"Cennet ve cehennem, her birinin dolması vardır." Demek ki cennet de dolacak, cehennem de. Cennetin dolması ile cehennemin dolması arasında bir fark vardır. Cennetin dolması için Hak Teâlâ Hazretleri yeni mü'minler yaratacak. Fakat cehennemin dolması için insan yaratılmayacak. Bu konudaki bir âyet-ikerimede Rabbimiz şöyle buyurur:
"Âhiret gününde biz cehenneme diyeceğiz ki: "Doldun mu?" Cehennem ise diyecek ki: "Daha var mı?" (Kaf 50/30)
Rabbimiz kudreti ile cehennemi dürecek, dürülen cehennem de "Başka alacak yerim yok." diyecek.


SELAM VE DUA İLE.gül
Ekleme Tarihi: 15.01.2007 - 20:35
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  
MÜMİNLER ANCAK KARDEŞTİRLER.

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
-Amacımız müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasıdır. Hayır kurumları olsun, vakıflar olsun hepsinin gayesi müslümanları bir araya getirmek, bütünleştirmektir.

Vakıflar ve diğer kuruluşların birlik, beraberlikten sonra en fazla önem vercekleri şey ilimdir. İlimsiz hiç bir yere gidilmez. Hazret-i Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki, 'İlmi talep edin, isterse Çin'de olsun.' Bugün herşeyimiz var. Türkiye'de herşeyimiz güzel, yalnız ilim müesseselerimiz eksik ve yetersiz. Hem dini, hem müsbet ilimlerde yetersiziz. Bir memlekette, bir toplumda ilim bittiği zaman her şey biter. İlim olmalı ki cehalet bitsin.




KENDİMİZİ YETİŞTİRMELİYİZ


--------------------------------------------------------------------------------


İstiklallerine kavuşan Türk Cumhuriyetleri'nin maddi ve manevi açıdan çok şeylere ihtiyaçları var. Hem devlet, hem fertler olarak onlar için neler yapabiliriz?

-Avrupa olsun, Amerika, Ortadoğu ve Türk Cumhuriyetleri olsun, oralarda bir şeyler yapabilmek için ilk önce kendimizi iyi yetiştirmemiz lazım. Lazım ki gittiğimiz ülkelerde iyi örnek, dört dörtlük insan olalım. Herşeyden önce maddeten ve manen kendimizi düzeltmemiz lazım. Hele bu zamanda maneviyata çok büyük ihtiyaç var. Çünkü çok büyük boşluk var. Biz bir ara gezi yaptık, hakikaten büyük ihtiyaçları var. Bütün vakıflar ve dini kuruluşlar oralara gitmeli. Devlet olarak, millet olarak, vakıf ve diğer kuruluşlar olarak hepsi bu konuya bir an evvel el atmalı. Herkes kendi çabası, kendi gücü nisbetinde yardımcı olmalıdır. Buna hakikaten ihtiyaç vardır.




KÜLTÜRÜMÜZ YOK OLDU


--------------------------------------------------------------------------------


Batı bloklaşıyor. İslam dünyasında tam olarak bir araya gelemiyor. Bu hususta, birlik ve beraberlik için görüşleriniz nelerdir?

Ben bunu yine ilme bağlıyorum. Bizim ilmi eksikliğimizden kaynaklanıyor. Ecdadımızın yolunu bırakmamızdan kaynaklanıyor. Osmanlı İmparatorluğu 600-700 sene hükümran olmuş. Viyana'nın kapılarına kadar dayanmış. İranlıyı, Suriyeliyi, Iraklıyı, diğer insanları birleştirmiş ve idare etmiş. Bu adil idareyi nasıl

sağladı? Nasıl birleşti bu milletler? İlimle, birlik-beraberlik sağlandı.Bizde bitti bu. Bizde cahil insanların üçü bir araya gelince ya küfür ediyorlar veya birbirini vuruyorlar. Eğer içimizde ilim sahipleri olsaydı biz bu hale düşmezdik şu anda. Bunu bizim kültürümüzün, manevi değerlerimizin yok olmasına bağlıyorum.

-Kaybolan manevi değerlerimizi, güzel geleneklerimizi, geri getirmek için neler yapılabilir?

-Elhamdulillah Türkiye artık oraya doğru yavaş yavaş gidiyor. Benim yaşım belki küçük ama 20 sene öncesiyle kıyas ettiğimizde bile büyük bir ilerleme var. Sevindirici noktaları görüyoruz. Bu gelişmelerin 1-2 senede olması mümkün değil. Zamanla olacak inşallah. Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) buyurduğu gibi, son zafer yine İslamiyet'indir ve Müslüman'ındır. Buna inancımız sonsuzdur ve tamdır. Bunu bekliyoruz.



DOĞU'YA BEYAZ SAYFA


--------------------------------------------------------------------------------


Doğu'daki bölücülük fitnesinden kurtulmak için ne yapılması gerek?

-Biraz gecikmiş olsa da inşallah zamanla hallolacak. Bu konu, bu sorular çok soruldu, biz de defalarca teşhisimizi söyledik. Doğuda devletimize de, bize de iş düşüyor. İlim adamlarımız ve işadamlarımız başta olmak üzere hepimize düşen görevler vardır. Yalnız devlete iş düşmüyor. Bugün oraya ilim adamlarını da, işadamlarını kültür elçilerini de göndermemiz lazım. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı'nın bilhassa gitmesi, daha fazla gitmesi lazım.

Biliyorsunuz Doğu Anadolu eskidan ilim merkeziydi. Bunu kimse inkar edemez. Her köyde en az 20-30 talebe, başlarında da bir hoca vardı. Her köy kendi ilmiyle meşguldü. Hocasına güveniyordu. Ve diğer ideolojik akımlar giremiyordu. Maalesef bu medreseler 1970'lerden bu yana yavaş yavaş kalktı. Bunlar kalkınca dış akımlar buralara girdiler. Halk boşta kaldı. İlim bitti, alimler de tükendi...

Doğudaki insanlarımızın eğitimi zaten yetersizdi. Medreseler de kalkınca tamamen eğitimsiz kaldı. Şu anda bütün Doğu Anadolu'yu arayıp tarasan bir talebe bulamazsın! İlim yuvalarını bulamazsın. İlimsiz olan bir yer de her zaman yıkılmaya mahkumdur.

Bir an önce ilimle, ekonomi ile, siyasi olarak tertemiz bir sayfa açmalıyız Doğu Anadolu'da. Hâlâ ümit var, yok değildir. O vatandaşlarımızın bir an önce ilme, refaha kavuşmasıyla birliğe-beraberliğe kavuşacağız. Allah'tan temennimiz budur. İnşallah olacaktır da.

Bugün Doğu'da ağaların olsun, hocaların olsun, tasavvufun ve manevi saiklerin çok büyük rolü vardır. Kimse bunu inkar edemez. Onun için doğru teşhis konulup, doğru tedavi yapılırsa daha güzel günlere gideceğimizi söyleyebilirim. Allah'tan temennimiz de budur.







BİRLİK DİRLİK İÇİNDE OLMALIYIZ



--------------------------------------------------------------------------------


Son olarak zor durumdaki İslam ülkelerinin, özellikle de Çeçenistan'ın durumunu değerlendirir misiniz?

Mü'minlerin birlik ve beraberlik olması, nifak ve ayrılıktan kaçması lazım. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, bölünüp parçalanmayınız buyuruluyor. Eğer müslümanlar birlik-beraberlik içinde olsaydı, hiçbir İslam ülkesi düşmanlarına karşı bu hale düşmezdi. Başı eğik ve zelil olmazdı. Bizi zayıflattıkları için bu duruma düştük.

Mü'minler tek bir vücuttur. Bu vücudun bir parçası koparsa onun acısını bütün azalar duyar. Çeçenistan bir kolumuzdur. Koparılmak istenen kolumuzun acısını hepimiz duymamız lazım. Bugün muhtelif İslam ülkelerinde yüzlerce kardeşimiz gidiyor, hiç haberimiz bile olmuyor. Neden? Çünkü zayıfız. Bu zamanda müslümanların birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Birliği sağladığımız an bu gibi olaylar cereyan etmez. Allah (c.c.) bize ve bütün İslam alemine birliği ve dirliği nasip eylesin. Ben birlik ve beraberlik içinde Allah'ın (c.c.) dinimize, milletimize ve devletimize refah, ferahlık ve güzellikler nasip etmesini temenni ediyorum.
Ekleme Tarihi: 23.01.2007 - 15:30
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
drtılsım su an offline drtılsım  

46 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 07.01.2007
En Son On: 11.02.2007 - 15:18
Cinsiyeti: Erkek 
inşallah kardeş...allah razı olsun ..herkes üstüne düşeni yapsa...bence düzelir..vatan millet sakarya angarya diye düşünülütor.. ama bu millet zamanında çok büyük şeylere önderlik yaptı...şimdi bunun özlemini yaşamaktayız....millet olarak çok şey düşüyor bizlere. inşallah bunun da üstesinden gelecegiz...selametle dua ile ....................
Ekleme Tarihi: 23.01.2007 - 15:56
Bu mesajı bildir   drtılsım üyenin diğer mesajları drtılsım`in Profili drtılsım Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
İman ve Vesvese:

***************************


İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Her insana musallat olan en az bir şeytan vardır. Şeytanın vereceği vesveselerden korunmaya çalışmalı! Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kanın damarlarda dolaştığı gibi, şeytan da, insanın vücudunda dolaşır. Açlıkla [az yemekle, oruç tutmakla] onun yollarını daraltın!) [Buhari]

Şeytanın kalbe giriş yerlerinden biri de, Allahü teâlânın zatı hakkında düşündürmek, şüpheye düşürmektir. İnsanların en ahmağı zekasına en çok güvenendir. İnsanların en akıllısı da, suçu kendinde arayan ve bilmediklerini âlimlere soran kimsedir. İki hadis-i şerif meali:
(Şeytan, "seni kim yarattı" diye vesvese verir. O kişi "Allah yarattı" derse, "Onu kim yarattı" diye vesvese verir. Böyle vesvese gelince, "Ben Allah ve Resulüne iman ettim" desin!) [Buhari]

(Allah ın yarattığı şeyleri tefekkür edin, ama zatını tefekkür etmeyin.) [Ebu-ş-şeyh]

Vesvese, dua ve zikir ile azalıp yok olur. Bunun için, bilhassa günaha meyledildiği zaman, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istiğfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı!

Bilhassa 40 yaşını geçince, tevbeyi hiç ihmal etmemeli. Hadis-i şerifte, (Şeytan, 40 yaşını geçtiği halde, tevbe etmeyen için, "Bu artık kolay iflah olmaz" der) buyuruldu. (İ. Gazali)

Tevbe edip şeytanı çaresiz hâle getirmeye çalışmalı. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsan, yolculukta devesini zayıflatabildiği gibi, mümin de şeytanını zayıflatabilir.) [İ.Ahmed]

Kötü şeyler düşünerek, kötü yerlere giderek, şeytana yardımcı olmamalı! Çünkü hadis-i şerifte, (Uçurum etrafında dolaşan oraya düşebilir) buyuruldu. (Buhari)

Haram işlemeye niyet edip, Allah tan korktuğu için vazgeçen günaha girmez. Bir hadis-i şerif meali:
(Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur.) [Beyheki]

Kibir, hased gibi şeyler böyle değildir. Çünkü bunlar zaten kalb ile olur.

İbadetleri yapıp imanıma bir zarar gelir diye korkanın ve günahlarım çoktur, ibadetlerim beni kurtarmaz diye düşünenin imanı kuvvetli demektir. (Bezzaziyye)

İbadetleri yapıp, ilmihal bilgilerini öğrenmeye çalışan kimseye, Allah ı, ahireti inkâr gibi düşünceler gelmesi, onun imansız olduğunu değil, imanlı olduğunu gösterir. Meyveli ağaç taşlandığı, hırsız mücevher olan eve girmeye çalıştığı gibi, şeytan da imanlı olanlara saldırır. Hadis-i şerifte, böyle vesveselerin imandan olduğu bildirildi, (Vesvese imanın tâ kendisidir) buyuruldu. (Ramuz)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kötü vesveselerin gelmesine sebep imanın kâmil olmasıdır. Çünkü hadis-i şerifte (Böyle vesveseler, imanın olgun olmasındandır) buyuruldu. (1/182)

Böyle vesveseler birçok kimsede olabilir. İmanım gitti diye şüpheye düşmemeli, böyle düşüncelere önem vermemeli, her zaman Allahü teâlâyı anmaya çalışmalıdır!

Sual: Bize gelen kötü düşünceler şeytandan mıdır?
CEVAP
Evet dine aykırı vesveseler şeytandandır. Kur an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hakikaten şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman edinin. Çünkü o, kendine uyanları, [günahlara sokup] Cehennem ehlinden olmaya çağırıyor.) [Fatır 6]

(Ey iman edenler, şeytanın yoluna [ve vesveselerine] uymayın.) [Bekara 208]

(Şeytanın izine, yoluna tâbi olmayın. Muhakkak ki, o size apaçık bir düşmandır. Şeytan size ancak kötülüğü, fahşayı [hayâsızlığı, dünyaya düşkün olmayı, nefsin arzularının peşinde koşmayı] emreder.) [Bekara 168-169]

(Şeytan sizi [Allah yolunda infak ederken] fakir olursunuz diye korkutur ve [sadaka vermemenizi] emreder.) [Bekara 268]

(Şeytan onları [taşkınlığa meylettirip] hidayete uzak bir sapıklığa düşürmek ister.) [Nisa 60]

(Şeytana itaat etmeyin, o size açık düşmandır diye size nasihat vermedim mi?) [Yasin 60]

(Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister. Sizi, Allah ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz bunlardan [ayıplarını, zararlarını bildikten sonra] hâlâ sakınmaz mısınız?) [Maide 91]

([Nefsine uyarak] Allahü teâlânın dininden yüz çevirenlere, [dünyada] bir şeytan musallat ederiz.) [Zuhruf 36]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Melekten gelen ilham, İslamiyet e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet ten ayrılmaya sebep olur.) [Tirmizi]

(Allahü teâlânın rahmeti cemaat üzerinedir. Şeytan, Müslümanların cemaatine katılmayıp muhalefet eden kimse ile beraberdir.) [D.Kulub]

(Sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. Bölünüp parçalanmaktan sakının, cemaat halinde birleşin, mescitlere koşun!) [Tirmizi]


selam ve dua ile.


Bu mesaj 1 kez ve en son DERiNsular tarafından 24.01.2007 - 14:50 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 24.01.2007 - 14:47
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
Rabbim hepinizden razi olsun insaAllah...DERINsular hizmetiniz daim olsun insaAllah..tskler..gül
Ekleme Tarihi: 26.01.2007 - 16:37
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
''Vallahi.....cennete giremezsiniz."


İnananların kalplerine Allah'ın yerleştirdiği kardeşlik sevgisinin ön şartı nedir biliyor musunuz?


nedir biliyor musunuz?

Birlikte olmaktır,

topluca sarılmaktır, yani cemadât (cansız varlık)değil cemaat olmaktır.

"Ve Allah'ın ipine hep birlikte sarılın, bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın." (3/103)

İşte sevgi nimetinin şükrü öncelikle sevgi birliğinin sağlanmasıdır. Herhalde kimse sevginin olmadığı bir yerde vahdetten (birlik)söz edilemez.

CEMAAT, sevginin bir araya topladığı, ülfet (kaynaşma,görüşme,dostluk) adlı yürek devletini kurabilmiş insanlara topluluğudur; yüreklerini paylaşanların, ülfet kimliğiyle vizesiz gümrüksüz birbirlerinin gönlüne özgürce yol bulanların topluluğudur. Ümmet işte bu toplulukların oluşturduğu okyanusun adıdır.

Böyle bir topluluğun fertleri, yürek ülkelerinde MUHABBETİ iktidar etmişlerdir. sevgi toplumunda fertler birbirlerinin gönlünü, hayat denizinde kopan yada kopacak olan fırtınalara karşı, emin bir liman, selametli bir sığınak, bereketli bir barınak bilirler.

Sevgi toplumunda insan insanın kurdu değil insan insanın cennetidir. Sevgi iksirinin cennet haline getirdiği yüreklerinde konuklarlar bir birlerini. Öyle bir yürek ki, çarşılarında sevgi satılır, terazilerinde sevgi tartılır, ancak karşılığında para değil sevgi alınır. Sevgilerinin faturası yine sevgidir. Çok kere severler ve sevgilerini bezlederler, (hiç esirgemeden bool bol verme) feda ederler.

Sevgi toplumunda insanlar yeni tanıdıkları her "insan'a" yeni nazil olmuş bir ayet gibi bakarlar.

Sorunlarını sevgiyle çözmeye çalışırlar. Kendi aralarındaki kavgaları sevgiden, tokatları ise şefkattir. Olağan üstü durumlarda sevgilerini tümden yitirtmezler, parantez içine alırlar. Bu da üç günün gezmez, geçemez.

Bir birlerini tezgahlarına koyup tüketmezler, gönüllerine ekip o münbit (ekilen şeylerin güzel ve bolca olması) toprakta üretirler.

Sevgi toplumunda yüreklere asılan Sevgi pankartta şu yazılıdır:



Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz.



(Bu sözün sahibi SEVGİNİN baş ÖĞRETMENİDİR.) s.a.v


**ya beni vur...

ya bırak geceye

sen gittin ya

gelgit sevdalar koydum yerine

seni koydum yüreğime gitsen de

sevdan canımdan toprağa benle

senle bitsin bu ömür
aşkın gönlüme son demse**




selam ve dua ile.
Ekleme Tarihi: 26.01.2007 - 20:31
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
Rabbim bizleri sevenlerden eylesin ins.. Allah razi olsun
Ekleme Tarihi: 29.01.2007 - 11:56
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
ÜZERİMİZDEKİ NİMETLER


Anlatıldığına göre Hz.İbrahim Aleyhisselam'a bir Mecusi (ateşe tapan) geldi, misafir edilmesini istedi. Hz.İbrahim (as), ona:

Dininden çıkıp Mecusi olmayı bırakmadıkça, seni misafir etmem dedi. Mecusi bu teklifi kabul etmedi ve dönüp gitti. O gittikten sonra Allah-u Zülcelâl, İbrahim Aleyhisselam'a şöyle vahyetti:

Ey İbrahim, dininden çıkmadığı için o Mecusiyi misafir etmedin. Bu gece onu misafir etseydin, sana ne zararı olurdu? Halbuki biz onu yetmiş senedir, bize karşı kâfir olduğu halde yedirip içiriyoruz.

Sabah olunca, İbrahim Aleyhisselam, Mecusiyi aramaya koyuldu ve sonunda buldu. Gelip misafiri olması için de Mecusiye söz verdi. Mecusi:

Ne kadar şaşırtıcı işin var! Dün beni kovdun, bugün de beni sen davet ediyorsun dedi. İbrahim Aleyhisselam durumu bildirip:

Allah-u Zülcelal, senin için bana bu şekilde vahyetti dedi. Mecusi: Kainatın Rabbi, bana böyle bir muamele mi ediyor? Halbuki ben ona karşı kâfir durumundayım dedi ve hemen kelime-i şehadet getirerek iman etti.

İşte Allah-u Zülcelâl böyle merhamet sahibidir. O'nun merhameti gerçekten insanı hayretler içerisinde bırakıyor!

Bir keresinde Hz.Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem:

Ya Rabbi, her peygamberin bir makbul duası vardır. Benim de bir duamı kabul et ki, ümmetimin hesabını ben göreyim deyince, Allah-u Zülcelal:

Hayır, ya Muhammed! Ümmetinin hesabını ben göreceğim. Ben, senden daha fazla onlara merhamet edeceğim. Onların hatalarını sana da göstermeyeceğim buyuracaktır.

Allah-u Zülcelâl'in şefkati, merhameti ve nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

Eğer Allah'ın bunca nimetini saymaya kalkışsan, (onları saymayı) yine başaramazsın. (İbrahim,34)

Evet, insan, Allah-u Zülcelâl'in nimetlerini saymakla bitiremez. Allah-u Zülcelâl'in üzerimizdeki nimetleri bu kadar çoktur. Peki, Allah-u Zülcelal in üzerimizdeki bunca nimeti şükrü gerektirmez mi? Elbette gerektirir. O halde üzerimizdeki nimetlerin şükrünü nasıl yapacağız.

İnsan dünyadaki değil, ahiretteki durumunu merak etmelidir. Ahireti için ne kârlıysa onu dünyalığa tercih etmesi lazımdır. Hadis-i kudsi olarak gelen bir rivayette, Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

Allah-u Zülcelâl Hz. Musa Aleyhisselam'a buyurdu ki: Ey Musa! Herhangi bir kişi, başka birine bir eziyet, zarar verdiği, hakaret ettiği zaman, o kişinin de aynı o hareketi, eziyeti ona yapmak elinden geldiği halde, benim rızam için onu affederse, o kişiye yetmiş sefer rahmetle bakarım. Yetmiş sefer değil, tek bir sefer ona rahmetle bakarsam, azabımı ebedi olarak ona haram kılarım. Fakat ben ona, yetmiş sefer rahmet nazarıyla bakarım.



Peki, bu kadar büyük mükafatlar varken, niye nefsimize bu kadar uyuyoruz?

Bize bir mümin kardeşimiz, ufak bir eziyet verdiği zaman, hemen kıyameti koparıyoruz. Oysa onu affetsek, bu mükafata layık olsak, daha güzel değil midir?



Allah için onu affetsek, ona karşılık vermesek, onun yüzüne karşı Ben seni Allah için affettim desek, yahut da böyle demeyip de kendimiz ile Allah arasında: Ya Rabbi! Ben senin rızan için onu affettim, karşılık vermiyorum dersek, Allah bize bu mükafatı verecektir. Evet, elimize ahiret yönüyle çok büyük ve karlı fırsatlar geçiyor. Fakat bu fırsatları değerlendiremeyip kaybediyoruz.

Nefis ve şeytanla mücadelede mağlup oluyoruz. Oysa, böyle mükafatları kazanarak, kıyamet günü ebedi hayatımızı çok güzel yapabilir, çok büyük bir şeref sahibi olabiliriz. Fakat nefis ve şeytanla mücadelede galip gelemiyoruz, mağlup olu- yoruz.

Halbuki, Allah-u Zülcelâl'in dostları muamelelerini, sanki ahireti görüyormuş gibi yaptıklarından dolayı hep kazanmaktadırlar.

Dünyanın ve ahiretin hakikatini iyi düşündükleri, tefekkür ettikleri için muamelelerinde bunları göz önünde bulundurdukları için büyük mükafatlar kazanıyorlar. Biz ise bu kadar önemli konuları üstünkörü geçiyoruz, önemsemiyoruz.

Önemsemediğimiz için de düşünmüyoruz, tefekkür etmiyoruz. Hakikat yüzeyde değil derindedir. Mücevher ve altın gibi değerli şeyler, toprağın derinlerindedir. Onların üstünde ise işe yaramaz şeyler vardır. İşte, biz hep yaramaz o şeylerle meşgul olduğumuz için hakikati bulamıyoruz.


Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile hepimizi af ve mağfiret etsin, inşallahu teala. (Amin)
Ekleme Tarihi: 29.01.2007 - 14:24
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
DERiNsular su an offline DERiNsular  

171 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 05.02.2007 - 14:32
Cinsiyeti: Erkek 
Hz. Aişe radıyallahu anha

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in kendisine şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

Ey Aişe! Yumuşak ol. Çünkü Allah-u Teala bir aileye hayır diledi mi, onlara uysallık ihsan eder. (Ahmed bin Hanbel, Bezzar).

İslam ahlakı, şefkat ve merhamet ahlakıdır. Ama bazı insanlar kendilerine göre bir takım bir şeyler yapıp, sonrada bunu İslam'a malediyorlar. Bu da doğru bir şey değildir.

Onun için bizden daima kendi arkadaşlarımıza veya başka insanlara nasihatte bulunduğumuz zaman, onlara güzel ahlakla, şefkatle ve güleryüzle yaklaşmamız lazımdır. Böyle yaklaştığımız zaman, onlar bizi seveceklerdir. Bizi sevdiği zamanda ona ne anlatırsak anlatalım bize inanacaktır. Ama sert bir şekilde davrandığımız zaman, anlattıklarımız bir fayda vermez.

Mü'min kardeşimizle bir arada yaşarken birbirimize güzel ahlakla muamelede bulunmamız lazımdır. Bazı müslümanlar kardeşlerimizden biri:
"Benim dediğim gibi olsun!" diğeri:
"Benim dediğim gibi olsun!" diyerek birbirlerine giriyorlar. Oysa bunların hepsi nefs ve şeytanın oyunlarıdır.

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Sen öğüt ver. Şüphesiz öğüt, mü'minlere fayda verir." (Zariyat; 55)
Bir mü'min kardeşimiz bir günah yaptığı zaman, ona nasihat ederek veya bir sevap yaptığı zaman ona destek olmak suretiyle mü'min kardeşlerimize yardımcı olmuş oluruz. Bunu yapmadığımız zaman, mü'min kardeşlerimize karşı kusur sahibi olmuş oluruz. Hatta Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın rivayet etmiş olduğu bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde bir adam tanımadığı birinin yakasına asılır. Adam: "Benden ne istiyorsun aramızda bir şey mi var?" der. O da: "Beni hatalı ve kötü yolda görürdün de sakındırmazdın." diye cevap verir." (Rezin)

Onun için elimizden geldiği kadarıyla birbirimize nasihat yapmak suretiyle, daima Allah-u Zülcelal'in zikrini, ibadetini, hizmetini yapmak ve günahlardan birbirimizi muhafaza etmek için gayret göstermemiz,

mü'min kardeşler olarak birbirimize yardımcı olmamız lazımdır.

Eğer biz ahiretin üzerinde meraklı olursak, onun mükafatı da çok büyüktür. Nitekim Ömer bin

Cabir'in bildirdiğine göre, Ebu Ümeyye şöyle anlatmıştır:
"Bir gün Ebu Salebe Huşeni'ye şu ayet hakkındaki görüşünü sormuştum:
"Ey mü'minler, siz kendinize bakınız. Eğer siz doğru yolda olursanız, sapık kimse size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah'adır." (Maide; 105)

Ebu Salebe bana şöyle cevap verdi: "Ben de bu ayetin anlamını bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e sormuştum da ondan şu cevabı almıştım:
"Ey Ebu Salebe, sizler şimdi iyiliği emrediyor ve kötütükten sakındırıyorsunuz. Fakat ilerde bir gün dünyanın tercih edildiğini, cimriliğe boyun eğildiğini ve herkesin kendi görüşünü beğendiğini görürsen o zaman sadece kendine bak. O gün sizin şimdi yaptıklarınızı yapanlara Allah'ın kitabı ile amel eden elli kişi kadar sevap verilecektir." Sahabeler sözlerinin burasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e:
"Ya Resulallah! O kimsenin sevabı o zamanda yaşayan elli kişinin sevabı kadar mı, yoksa bizim gibi elli kişinin sevabı kadar mı olacaktır?" diye sorunca, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hayır! Sizin gibi elli kişinin sevabı kadar olacaktır." (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)

Eğer biraz derin düşünürsek, Allah-u Zülcelal cennette bizim için nimetler hazırlamış ve bizi oraya çağırmaktadır. Şeytanda bizi cehenneme, ateşin içine çağırmaktadır. Ateş öyle bir azaptır ki, şimdi burada kendimizi tecrübe edersek, bir saniye dahi elimizi onun üzerinde tutamayız.


İmam-ı Rabbani şöyle demiştir:


"Bir gün kendi kendime düşündüm ve dedim ki:
"Ahmed; sen neredesin, Allah-u Zülcelal'in ibadeti nerede? Allah-u Zülcelal'in kudret ve azametine karşılık ne yapıyorsun? Sen nesin ki!" Bu şekilde kendimi o kadar alçalttım ki sanki yerin dibine batırdım. Birden bire Allah-u Zülcelal arş-ı âlâ'yı benim önüme açtı. Sanki arş-ı âlâ'da geziyorum gibi Allah-u Zülcelal beni yüksek makamlara çıkardı."

İşte insan bu şekilde kendisini görmeyip, Allah-u Zülcelal'e karşı kendisini daima kusurlu olarak görürse, Allah-u Zülcelal'de onu yükseltir.

Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...

amin.
Ekleme Tarihi: 29.01.2007 - 15:10
Bu mesajı bildir   DERiNsular üyenin diğer mesajları DERiNsular`in Profili DERiNsular Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
amin insaAllah..Allah razi olsun..muhabbetiniz ve hizmetiniz daim olsun ins..tskler...
Ekleme Tarihi: 30.01.2007 - 14:31
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
drtılsım su an offline drtılsım  

46 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 07.01.2007
En Son On: 11.02.2007 - 15:18
Cinsiyeti: Erkek 
hizmetiniz daim olsun allah razı olsun...Allah Razı Olsun
Ekleme Tarihi: 02.02.2007 - 17:27
Bu mesajı bildir   drtılsım üyenin diğer mesajları drtılsım`in Profili drtılsım Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
kardeslik..kardeslik ne kadar degerli ne kadar mühim bir seydir..herkesi kardesin bilmek..sevmek..saymak..kardes diyorsun ya kardesim diyorsun seviyorsun..Rabbim kardeslik yapanlardan eylsin ins..tekrar tskler DERINsulargül
Ekleme Tarihi: 07.02.2007 - 15:30
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kofi su an offline kofi  

291 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.01.2007
En Son On: 23.03.2009 - 18:17
Cinsiyeti: ----- 
"Bir kimse kendi nefsi icin istedigini din kardesi icinde istemiyorsa gercek iman etmis sayilmaz"

Bu paylasimlar cok faydali cok önemli..Allah razi olsun bugun yine okuduk ins..bu gibi paylasimlarin devamini istiyoruz ins..DERINsular tekrar tskler..gül
Ekleme Tarihi: 09.02.2007 - 13:09
Bu mesajı bildir   kofi üyenin diğer mesajları kofi`in Profili kofi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
gavs su an offline gavs  

278 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 12.02.2007
En Son On: 19.10.2010 - 18:44
Cinsiyeti: ----- 
Allah Razı Olsun Allah Razı Olsun Allah Razı Olsun


müminler neyin pesindesiniz,ne zaman kardes oldugunuzun farkina varacaksiniz,ne zaman hep birlikte allahin ipine sarilacaksiniz ?.
Ekleme Tarihi: 16.06.2007 - 20:59
Bu mesajı bildir   gavs üyenin diğer mesajları gavs`in Profili gavs Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
gavs su an offline gavs  
MESHEPLERIN CIKISI VE LUZUMU

278 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 12.02.2007
En Son On: 19.10.2010 - 18:44
Cinsiyeti: ----- 
Mezhebin lüzumu

Sual: Mezhep nedir, hak bir mezhebe tâbi olmayan ne olur?
CEVAP

Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Her birinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farlı idi.

Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, Peygamber efendimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.

Allahü teâlâ dileseydi, Kuran-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri, yaşamaları güç olurdu.

Resulullahın yolu
Peygamber efendimizin yolu, Kuran-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika ile bir de, İcma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu, Redd-ül Muhtarda yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında icma hasıl olursa, bu icmaya da inanmak gerekir, inanmayan küfre girer. (Mektubat 2/36)
İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed]

Bu dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey bidattir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]

Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı kiramdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshab-ı kiramın doğru imanından ayrıldılar. Dalalet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, bidat fırkaları denir. Bunlar, bazı nassları tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, İslamiyete zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bidat fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır.

Mezhep ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kuran-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hali güç olurdu. Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek gerekir. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlayabilenlere, Müctehid denir.

Dört mezhebin hali, bir şehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanunun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Bazen uyuşamayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır der. O işi, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefi mezhebine benzer.

Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Maliki mezhebine benzer.

Bazısı ise ifadeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şafii mezhebine benzer.

Bir kısmı ise, kanunun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbeli mezhebine benzer.

Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden herbiri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanuna uygun olduğunu söyler. Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükafat alır. Dört mezhebin hâli de buna benzer. Her mezhep imamı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hatta sevap kazanır. Onlara bu yetkiyi Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir.

Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bu, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin mezheplerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve başkalarının mezheplerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhepleri de bilseydik, onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhepleri doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir.



İmam-ı Rabbani hazretleri, Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olur buyuruyor. (Mebde ve Mead)



Yusuf Nebhani hazretleri, Şimdi her müslümanın, dört mezhepten birine uyması gerekir buyurduğu gibi, imam-ı Şarani, S.Ahmed Tahtavi hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir.
Kuran-ı kerimdeki; (Allahın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül muhtar) haşiyesi, zebayih kısmı]

Mezhep değiştirmek
Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimler, her müslümanın dört mezhepten dilediğini taklitte serbest olduğunu ve bir mezhepten başka mezhebe geçmenin caiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklit edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için faydalı olacağını ezelde takdir ve irade buyurdu. Amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu bildirdi. Razı olmasaydı Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İtikadda ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan)

Resulullah efendimiz, Kuran-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kuran-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha tâbi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır.

Bilinen 4 imam zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadika)

Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklit eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebi taklit ederek, bu işi kolayca yapar.




Ölçümüz ne olmalı?

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uymayan, her mana yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu sanır ve iddia eder. Kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır, doğru yoldan kayar. Felakete gider. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen, (Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete, doğru yola ulaştırır) buyurdu. (Bekara 26)




Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları mana doğrudur. Çünkü, bu manaları, Selef-i salihinin eserlerini inceleyerek elde etmişlerdir. Doğru bilgileri bizlere ulaştıran bunlardır. Kurtuluş yolunu, yanlış yollardan ayıran onlardır. Onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. Doğruyu bozuk olanlardan ayırmasalardı, dalalete yuvarlanırdık. İslamiyeti bozulmaktan koruyan onların çalışmasıdır. Onlara uyan kurtulur. Onlara uymayan sapıtır, herkesi de sapıtmaya çalışır.) [Müj.Mekt. 286]


Mezheplere olan ihtiyaç

Bazıları, Hadislere değil, Kur'ana uymak gerekir diyor. Halbuki hadisler, Kurandan ayrı değildir. Kuran-ı kerimin açıklamasıdır. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat eden, Allaha itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının!) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara açıkla!) [Nahl 44]

Âlimler de, âyetleri açıklayıp Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca açıklamasını emretmezdi. Resulullah, Kur'an-ı kerimde, kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.

Mezhep nedir? Bir müctehidin edille-i şeriyyeden elde ettiği bilgilere, o müctehidin mezhebi denir. Sahabelerin tamamı müctehid idi. Hepsinin de mezhebi vardı. Mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Dört mezhep arasında amelle ilgili farklı ictihadlar, işlerimizi kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler ortaya çıkmazdı. Her yerde, tek bir nizam olur, Müslümanların halleri, yaşamaları güçleşirdi.

Bugün dört mezhepten birine uymak gerekir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve diğer müctehidlerin mezhepleri tam olarak bilinmiyor. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, dört mezhepten birine uymak şarttır. Mezhepler rahmettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir.) [Beyheki]
(Âlimlere tabi olun!) [Deylemi]
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]

Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Mesela Şafiiler, hacda kadına dokununca abdestleri bozulur. Bunun için Hanefiyi taklit ederek haclarını yapıyorlar. Bu apaçık bir rahmettir.


Bu mesaj 1 kez ve en son gavs tarafından 17.06.2007 - 14:53 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 17.06.2007 - 14:16
Bu mesajı bildir   gavs üyenin diğer mesajları gavs`in Profili gavs Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
gavs su an offline gavs  
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

278 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 12.02.2007
En Son On: 19.10.2010 - 18:44
Cinsiyeti: ----- 
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri,

(Ehl-i beyt, asi [günahkâr] olsalar da, bunları sevmek lazımdır.Bunları sevmek, kalb ile, beden ile ve mal ile yardım yapmakla olup,bunlara riayet ve hürmet etmek iman ile ölmeye sebep olur) buyurdu.

**************************

Ehl-i beyt, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Ehl-i beytin fazilet vekemalatı pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmaya, methetmeye,insan gücü yetişmez.
İmam-ı Ali yi çok sevmek, Ehl-i sünnet alametidir. Onu sevmekiçin, bir veya birkaç sahabiyi sevmemek, doğru yoldan ayrılmak olur.

Ehl-i beyti sevmek, her mümine farzdır. Son nefeste iman ilegitmeye sebep olur. Aklı az olan, iyi düşünemeyen bazı kimseler, buradayanılıyor. Sevmek için sevgilinin düşmanlarını sevmemek lazımdırdiyorlar. İctihadları icabı olarak Hz. Ali ile muharebe etmiş olan

Hz. Âişe yi ve

Hz. Muaviye yi ve

Hz. Talha yı ve

Hz. Zübeyr i,

Ehl-i beyte düşman sanarak, bu büyük insanlara düşmanlık ediyorlar.Böylece doğru yoldan ayrılıyorlar. Halbuki, âyet-i kerimelerden vehadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, o muharebeler, dünya hırsından,mevki ve şöhret sevgisinden değil idi. İctihad ayrılığından idi.Muharebe etmek için değil, anlaşmak için karşı karşıya gelmişlerdi.Abdullah bin Sebe yahudisinin ve arkadaşlarının hilesi ile harbe yolaçılmıştı. Eshab-ı kiramın hepsi, Ehl-i beyti seviyordu. Bunainanmayanlar, yani Eshab-ı kiramı Ehl-i beyte düşman zan edenler,âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere inanmamış olur. Âyet-i kerime vehadis-i şerifler gösteriyor ki, Eshab-ı kiram, Ehl-i beytin sevgisini,imanlarının sermayesi edinmişlerdi. (Eshab-ı Kiram kitabı)


İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

(Babam zahir ve bâtın ilimlerinde yani kalb ilimlerinde çok âlimidi. Her zaman ehl-i beyti sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. Busevgi insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder, derdi.Vefat edeceklerinde baş ucunda idim. Son anlarında şuuru azaldığındakendisine bu nasihatini hatırlattım ve o sevginin nasıl tesir ettiğinisordum. O haldeyken bile, (Ehl-i beytin sevgisinin deryasındayüzüyorum) buyurdu. Hemen Allahü teâlâya hamd ve sena ettim.


Ehl-i beyti sevmemek, Harici olmaktır. Eshab-ı kiramı sevmemeksapık olmaktır. Ehl-i beyti de, Eshab-ı kiramın hepsini de sevmek vehürmet etmek Ehl-i sünnet olmaktır.
Ehl-i beytin sevgisi, Ehl-i sünnetin sermayesidir. Ahiretkazançlarını, hep bu sermaye getirecektir. Ehl-i sünneti tanımayanlar,bu büyüklerin orta, adil, halis sevgilerini bilmeyerek, ifratı seçerek,sevgide taşkınlık yaparak, orta ve adil sevgiyi sevmemek sanıyor. Ehl-isünnete harici damgasını basıyorlar. Bu zavallılar bilemiyorlar ki,aşırı ve taşkınca sevmek ile hiç sevmemek arasında, bir de doğru,insaflı, orta derecede sevgi vardır. Hakkın yeri de, her şeyde ortada,merkezdedir. Bu hak ve adalet merkezi, Ehl-i sünnete nasip olmuştur.


Sevmenin aşırı ve tehlikeli olması şöyledir ki, Hz.Ali yi sevmişolmak için, diğer üç Halifeye düşman olmak lazımdır diyorlar. İnsafetmeli, iyi düşünmeli, bu nasıl sevgidir ki, bu sevgiyi elde etmekiçin, Resulullahın Halifelerine, yani vekillerine düşmanlık şartoluyor? Bu nasıl sevgidir ki, insanların en iyisinin, Allah ınhabibinin, Allah ın resulünün eshabına sövmeyi, lanet etmeyi icapettiriyor? Bu nasıl sevgidir ki, Allah resulünün mübarek hanımına,damadına, kayınbirader, kayınvalide ve kayınpederlerine sövmeyi, lanetetmeyi icap ettiriyor? Bunlar, nasıl fena bilinir, nasıl kötülenir,nasıl temiz bilinmez ki, Allahü teâlâ, hepsinden razı olduğunu, hepsineCenneti vaad ettiğini Kur an-ı kerimde bildiriyor. Onun resulü Muhammedaleyhisselam da eshabı hakkında kötü konuşmayı yasak ediyor. Bunarağmen onlara kötü, pis, kâfir denilebilir mi? Bu nasıl iman, bu nasılmüslümanlıktır?
Ekleme Tarihi: 17.06.2007 - 15:37
Bu mesajı bildir   gavs üyenin diğer mesajları gavs`in Profili gavs Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Üsve-i Hasene su an offline Üsve-i Hasene  

273 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 02.10.2006
En Son On: 04.10.2009 - 00:52
Cinsiyeti: Erkek 
Gavs Kardeşim bir hadiste buyuruldu ki Alimin ölümü Alemin ölümüdür. Bu sözümüzün manasını ehil olan anlar...

Alim olanlar Amil olanlardır Amil olanlar olaylara hakim olup hayra sevk kabiliyeti olanlardır ve emanete de ancak onlar sahip çıkıp ellerindeki nimetin kendilerinden değil Rabbimizin fazlı oldugunu görür ve hissederler , kendilerini aradan çekerler..

Bazen insanlar gibi birlikteliklerin hatta devletlerin bile bir fetret yani saglıklı düşünme , değerlendirme , hatalarını ve yanlışlarını görme zamanı vardır. Bence artık bazı şeylerin düzelme zamanı çoktan geldi hatta geçiyor bile..

Bir şirketin yönetim kurulu başkanı en alt birimden en üst birime kadar olaylara hakim olandır.O kişi çekirdekten en alt görevden başlayarak tüm birimlerde çalışır , en ince prensip ve işleyişine hakim olur.Aksi halde olayları ve kişileri analiz edemez ipler elinden kayar gider..

Eğer görev aldıgınız bir sorumluluk ve emanette tüm işleyişe hakim değilseniz amir ve amil değilsiniz demektir işin kaidesi budur.

İşin diğer boyutu Hatibi konuşturan talibidir. Talip kaliteli olmadıktan sonra Hatip ne yapsın demekte olmaz. Hatip kaliteli olsa idi Kaliteyi düşürmek yerine yükseltmeli değilmiydi..

Sözümüz sahiblerini bulur inşaAllah...........

Konuya geri döner isek

Büyükler düşmandan cahil dostu daha tehlikeli bilmişler ve uyarmışlardır.

Gavs Kardeşim yazısından anlaşılacagı gibi esin1709 Şia eksenli bir üye şu ifadeye bakınız. ( Bu dört zata ve onlarla aynı vasfa sahip peygamber soyundan gelen diğer dokuz imama günah atfetmek Ehlibeyt hukukunu, gerçeğini bilmemek nedeniyle küfre girmek demektir.)

Eğer Kuran ve Sünnete Hak ve Hakikat gözüyle bakabilme kabiliyetini Rabbim bir kula ihsan etmedi ise bilinizki bu en büyük ahmaklıktır çünkü ahmaklık kahr-ı ilahidendir....

Kuran-ı Kerimin açık ayetlerini bile görmekten nasipsiz bu kişilere Rabbim Hidayet versin...

1. Ehli Beyt bağı kan bağımı yoksa İman ve Teslimiyet bağımıdır...Cevabı Rabbimiz veriyor..

Nuh Aleyhisselam ile birlikte müminler gemiye binmişti, Nuh Aleyhisselam'ın oğlu gemiye binmeyen kafirlerin arasındaydı. Nuh Aleyhisselam oğlunu gemiye bindirmek istemiş; oysa oğlu kafirlerin arasında bulunuyordu.
"Nuh Rabbine dua edip dedi ki:"Ey Rabbim! Şüphesiz ( sen ehlimi kurtarmayı vaad etmiştin) oğlum da ailemdendir. Senin vadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin."aglaHud-44)

"Allah buyurdu ki; Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. ( Bir peygamberin yada müminin ehli yine ancak iman edenler olabilir )Çünkü onun yaptığı ( yani imansızlıgı ) kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden ( mazaAllah hakikati ve tevhidi inkar edip itiraz edenlerden) olmamanı tavsiye ederim."aglaHud-45)

Allah Celle Celaluhu Nuh Aleyhisselam'ı o kadar sert uyarmıştıki , Nuh Aleyhisselam ayaklarının kaymasından Rabbine sıgındı,tövbe istiğfarda bulunmuşdu:

"Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!"agla hUd-46)


Peygamberimiz s.a.v. Selman-ı Farisi Hz ni hiç bir kan bagı olmadıgı halde Ehl-i Beyt kabul etmiş Kıyamete kadar Müttakiler ailemdir diye ferman buyurmuştur....


2. Ehli Beytin Masum oluşu :

Bu inanışta Kuran-ı Kerimle reddedilmiş ve tevhid dışı bir sapkınlıktır...

Ancak Peygamberler için İsmet sıfatı caizdir. Buda ancak Vahiyle sınırlandırılmıştır..Yani Peygamberlere İndirilen ayet ve Şeriat koruma altındadır..Peygamberler Hüküm indirilmemiş konularda kendi tercih ve görüşlerini ortaya koyabilirler eger bu tercih Rabbimizin tercihine tam isabet etmedi ise vahiyle düzeltilir.

Peygamberimizin s.a.v. Bedir esirleri konusundaki istişare üzere aldıgı karar Enfal Süresindeki ayetlerle sert bir şekilde uyarılmış ve Efendimizin s.a.v. ifadesiyle azab bir kaç metre ötesine kadar hissettirilmiş ve affedilmiştir....

Yine Hz Adem a.s. mın yasak meyveyi yemesi Hz Yunus a.s. mın ilahi emir almadan teblig yerini terk ederek ayrılması hep Ehli Sünnet tabiriyle İctihad hatasıdır..

Peygamberimiz Yarın hem elçiden hemde sizden hesab soracagız ilahi emriyle Sahabe efendilerimizden şahidlik almış ve o şahidliğe Rabbimizi şahid göstermiştir...

Dehr ( İnsan ) Suresinde Rabbimiz buyuruyorki '' Şüphesiz biz insanı imtahan etmek için yaratmayı takdir ettik ve imtahanı kazanma yolunu ( istidatını yani her türlü kabiliyeti hılkatına yerleştirdik) onu işitir ve görür kıldık ( ki akli ile seçebilsin, değerlendirebilsin ) Artık karar kullarımındır. İster Teslim olup şükredenlerden yada kaçınıp varlık gayesine nankörlük edenlerden olurlar. (( İnna hedeyna hüssebile imma şakirav ve imma kefura ))

Burada iki seçenektede ( İmma ) kelimelerin kullanılması şu manaya gelirki biri olmadan diğeri olmaz demektir.

Yani Cennete gitmek için hem Cennete giden yolun örneği hemde Cehenneme giden yolun yanlışlığı kulun önünde olmalı, kul ikisinide nefsinde yaşamalı ve o iradeyi göstermeliki Cenneti Kazanabilsin.
( Cennet , Cehennemin cazibesine rağmen cennete giden yolda irade ve sebat koyabilmektir.)

Yada Cehenneme ebedi gitmek için aynı şekilde İslam Şeriatinin o kişiye sunulması yada ulaştırılması ( yada bir örnek toplumun var olması ) buna rağmen Teslim olmaması, direnmesi kabule yanaşmaması karşılığıdır.

Bu ayetlerden hiç bir iradeli kul müstagni kılınmamıştır.

Hepimiz kuluz ve imtahan edilecegiz. Rabbimiz mutlak adil olandır..haşa tabir caizse hiç bir kuluna torpil ve kıyak geçmemiştir..Verilen sorumluluk ve emanet oranında İmtahanı ve hesabı artmaktadır o kadar....

Said Nursi Hz derki Peygamber efendimizin s.a.v. Hz Hüseyn ve Hz Hasan r.a. efendilerimize olan sevgi ve muhabbetinde bir boyutta Kıyamete kadar Hakikat önderleri Seyyid ve Şerifleri görmesidir.Rabbim Şefaatlerini nasip etsin..



Bu mesaj 2 kez ve en son SuMeYRa tarafından 21.06.2007 - 15:55 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 20.06.2007 - 13:46
Bu mesajı bildir   Üsve-i Hasene üyenin diğer mesajları Üsve-i Hasene`in Profili Üsve-i Hasene Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an 1 üye ve 1281 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.78390 saniyede açıldı