 |
|
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Ekleyen |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 09.07.2006
|
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
MUHYİDDİN ARABİ
On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Endülüs'te ve Şam taraflarında yaşamış büyük
velîlerden. İsmi, Ebû Bekir Muhammed bin Ali olup, künyesi Ebû Abdullah'tır. İbn-i Arabî
ve Şeyh-i Ekber diye meşhûr olmuştur. Âilesi meşhûr Tayy kabîlesine mensuptur.
Cömertliğiyle meşhûr Adiy bin Hâtem'in kardeşi Abdullah bin Hâtem'in neslindendir. 1165
(H.560) senesinde Endülüs'teki Mürsiyye kasabasında doğdu. 1240 (H.638) senesinde Şam'da
vefât etti. Kabri Şam'da olup sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.
Küçük yaşında ilim tahsîl etmeye başlayan Muhyiddîn-i Arabî, sekiz yaşındayken
babasıyla birlikte İşbiliyye'ye gitti. Pekçok âlimin ilim meclislerinde bulunup, ilim
öğrendi. Keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası ile dikkatleri çekti.
Muhyiddîn-i Arabî pekçok ilimleri tahsîl etti. Filozof İbn-i Rüşd'le görüştü. 1194
(H.590) senesinde Endülüs'ten ayrılarak Tunus'a, 1195'de Fas'a gitti. Karşılaştığı
birçok âlimle sohbet edip, ilim meclislerinde bulundu. 1199 senesinde tekrar Endülüs'e
dönüp Kurtuba'ya geldi. 1201 senesinde tekrar Endülüs'ten ayrılıp doğuya gitmek üzere
Tunus'a geçti. Hacca giderken Mısır'a uğradı. Oradan Mekke-i mükerremeye giderek hac
farîzasını yerine getirdi. İki yıl kadar Mekke'de kalıp, Medîne-i münevvereye geldi ve
sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti.
Endülüs'te, Fas'ta, Tunus'ta, Mısır ve Mekke-i mükerremede kaldığı zamanlarda hadîs
ilmini ve diğer ilimlerden bir kısmını; İbn-i Asâkir ve Ebü'l-Ferec ibn-il-Cevzî, İbn-i
Sekîne, İbn-i Ülvan, Câbir bin Ebû Eyyûb gibi büyük âlimlerden öğrendi. Gittiği yerlerde
büyük âlimler ile görüşüp, onlardan ilim öğrenmek sûretiyle, fen ve din ilimlerinde en
iyi şekilde yetişti.
Tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi pekçok ilimlerde büyük âlim oldu. Tasavvufta, Ebû
Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü'l-Hasan ve Seyyid
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek derecelere kavuşup,
meşhûr oldu. Mekke'de bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserini yazdı.
Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen
talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ'yı yanına çağırarak; "Benden sonra, benim
künyem olan Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse
gelecektir. Bu hırkamı ona teslim edersin." buyurdu. Yûnus bin Yahyâ, uzun yıllar sonra
talebesi olan Muhyiddîn-iArabî'ye, hocasının vasiyeti olan o hırkayı teslim etti.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, zamânında, ilminden ve feyzinden istifâde etmek için
kendisine mürâcaat edilen belli başlı büyük âlimlerden oldu.
Şam, Irak, Cezîre ve Anadolu taraflarına seyâhat etti. Konya'ya gelip, Selçuklu
Sultanı tarafından çok ikrâm ve hürmet gördü. Sultanlardan kendisine birçok tahsisat
tâyin olunduğu ve hediyeler gönderildiği halde, hepsini fakirlere dağıtırdı. Sofiyye-i
âliyyeden ve kelâm âlimlerinden olan Sadreddîn-i Konevî'nin hocası ve üvey babası oldu.
Hocasının üstâdı olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hırkasını üvey oğlu ve
talebesi olan Sadreddîn-i Konevî'ye giydirdi.
Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Haleb'e giden Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, 1215
senesinde tekrar Konya'ya döndü. Aynı sene içinde Sivas'a, oradan da Malatya'ya gitti.
1230 senesinde Şam'a giderek oraya yerleşti.
Büyük âlimler, Muhyiddîn-i Arâbî'nin hâl, makam ve ilim bakımından pek yüksek
olduğunu kabûl ettiler. Evliyânın büyüklerinden Ebû Medyen Magribî ona; "Âriflerin
Sultânı" demişdir. Şeyh Safiyyüddîn bin Ebû Mensûr onun hakkında; "O, şeyhdir, imâmdır.
Hem de tam kâmil ve hakîkatı bulanlardandır. Onu üstün irfan sâhiplerinin başında saymak
lâzımdır. Öyle açık gönül âlemi vardı ki, özüne erip, bulduğu her şeyi oradan geçirir ve
bulurdu. Keşf âlemi açık ve aydınlıktı. Kavuştuğu hâllere gelince, ancak "Hârika" diye
vasıflandırmak mümkündür. En tatlı feyizler onun gönlüne akardı. Hak âlemine yaklaştıran
merdivenlerin en üst basamağında onun da yeri vardı. Bilhassa velâyet ahkâmına dâir
tasavvuf deryâsında pek uzun kulaçlar atardı. O ummânın da süratli bir yüzücüsü idi. Ve
nihâyet o, bu yolda vaz geçilmez bir zât idi. Böyle kabûl edip, onun şânını bu şekilde
yüceltmek ona lâyıktır." derdi.
Talebelerinden Sadreddîn-i Konevî şöyle anlatmıştır: "Hocam İbn-i Arâbî, geçmiş
peygamberlerin ve velîlerin ruhlarından istediği ile rüyâsında veya uyanık iken
görüşürdü."
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri şöyle anlatır:
"Bir gün Tunus Limanında idim. Vakit geceydi. Kıyıya yanaşmış gemilerden birisinin
güvertesine çıktım. Etrâfı seyretmeye başladım. Denizin üzerinde ay doğmuş, fevkalâde
güzel bir manzara teşkil ediyordu. Bu manzarayı, cenâb-ı Hakk'ın her şeyi ne kadar güzel
ve yerli yerinde yarattığını tefekkür ederken dalmıştım. Birden ürperdim. Uzaktan, uzun
boylu, beyaz sakallı bir kimsenin suyun üzerinde yürüyerek geldiğini gördüm. Nihâyet
yanıma geldi. Selâm verip bâzı şeyler söyledi. Bu arada ayaklarına dikkatle baktım,
ıslak değildi. Konuşmamız bittikten sonra, uzakta bir tepe üzerindeki Menare şehrine
doğru yürüdü. Her adımında uzun bir mesâfe katediyordu. Hem yürüyor, hem de Allahü
teâlânın ismini zikrediyordu. O kadar güzel, kalbe işleyen bir zikri vardı ki, kendimden
geçmiştim. Ertesi gün şehirde bir kimse yanıma yaklaşarak selâm verdi ve; "Gece gemide
Hızır aleyhisselâm ile neler konuştunuz? O neler sordu, sen ne cevap verdin?" dedi.
Böylece gece gemiye gelenin Hızır aleyhisselâm olduğunu anladım. Daha sonra Hızır
aleyhisselâm ile zaman zaman görüşüp sohbet ettik, ondan edeb öğrendim.
"Bir defâsında deniz yolu ile uzak memleketlere seyahate çıkmıştım. Gemimiz bir
şehirde mola verdi. Vakit öğle üzeriydi. Namaz kılmak için harâb olmuş bir mescide
gittim. Oraya gayr-i müslim bir kimse de gelmiş etrâfı seyrediyordu. Onunla biraz
konuştuk. Peygamberlerden meydana gelen mûcizelerle, evliyâdan hâsıl olan kerâmetlere
inanmıyordu. Biz konuşurken, mescide birkaç seyyah geldi. Namaza durdular. İçlerinden
biri, yerdeki seccâdeyi alıp, havaya doğru kaldırıp yere paralel durdurdu. Sonra üzerine
çıkıp namazını kıldı. Dikkatlice baktığımda, onun Hızır aleyhisselâm olduğunu anladım.
Namazdan sonra bana dönerek; "Bunu, şu münkir kimse için yaptım" dedi. Mûcize ve
kerâmete inanmıyan o gayr-i müslim, bu sözleri işitince insâf edip müslüman oldu."
Zenginlerden biri, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine kıymetli bir ev bağışlamıştı. İbn-i
Arabî hazretleri bu evde oturuyordu. Bir gün bir fakir gelip dedi ki: "Allah rızâsı için
bana bir şey ver." Muhyiddîn-i Arabî hazretleri de buyurdu ki: "Bu evden başka bir şeyim
yoktur. Al onu sana vereyim. Senin olsun." Böyle söyleyip, evi o fakire verip terketti.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, İmâm-ı Gazâlî'ye muhabbet ve bağlılığından, Şam'da
Gazâliyye Medresesinde çok oturur, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin eserlerini okurdu. Bir
gün müderris derse gelmedi. Muhyiddîn-i Arabî orada idi. Fakîhler kendisine; "Efendim,
bugün bize dersi siz veriniz." deyip ısrâr ettiler. O da; "Ben Mâlikî mezhebindenim.
Mâdem ki çok ısrâr ediyorsunuz akşamki dersinizi söyleyiniz" buyurdu. İmâm-ı Gazâlî'nin
fıkha dâir Vesît kitabından bir yer gösterdiler. Muhyiddîn-i Arabî onlara ders verdi,
uzun uzun îzâh ve açıklamalar yaptı.
Bir kimse, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğüne inanmaz, ona buğzederdi. Her
namazının sonunda da, ona on defâ lânet etmeyi kendisine büyük bir vazife kabûl ederdi.
Aradan aylar geçti, adam öldü. Cenâzesinde Muhyiddîn-i Arabî de bulundu. Cenâzenin
affedilmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvardı. Definden sonra arkadaşlarından biri,
Muhyiddîn-i Arabî'yi evine dâvet etti. O evde bir müddet murâkabe hâlinde bekledi. Bu
arada yemekler gelmiş, soğumuştu. Ancak saatler sonra murâkabeden gülümseyerek ayrıldı
ve yemeğin başına gelip buyurdu ki: "Bana her gün namazlarının sonunda on defâ lânet
okuyan bu kimse, af ve magfiret edilinceye kadar Allahü teâlâya hiçbir şey yememek ve
içmemek üzere ahdetmiştim. Onun için bu hâlde bekledim. Yetmiş bin Kelime-i tevhîd
okuyarak rûhuna bağışladım. Elhamdülillah, Rabbim dileğimi kabûl buyurdu. Artık yemek
yiyebilirim."
Muhibbüddîn-i Taberî, vâlidesinden şu hâdiseyi rivâyet etti: "Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-
i Arabî hazretleri, bir gün Kâbe-i muazzamada, Kâbe'nin mânâsı hakkında bir vâz
veriyordu. İçimden onun söylediklerini inkâr ettim. O gece, mânevî mânâda Kâbe'nin
Muhyiddîn-i Arabî'nin etrâfında dönerek, onu tavaf ettiğini gördüm."
Şihâbüddîn Sühreverdî ile Muhyiddîn ibni Arabî yolda karşılaştılar. Bir saat kadar
sonra bir şey konuşmadan ayrıldılar. Daha sonra Sühreverdî'ye denildi ki: "İbn-i Arabî
hakkında ne dersin?" buyurdu ki: "Hakîkatler deryâsı, kutb-ul aktab ve gavs'dır."
İbn-i Arabî'ye Sühreverdî'den sorulunca buyurdu ki: "Baştan ayağa kadar sünnet-i
seniyye ile doludur."
"Ruhlar ile nasıl görüşüyorsunuz?" diye sordular. Onlara verdiği cevapta; "Üç
şekilde: 1) Rüyâ yoluyla, 2) Onların rûhâniyetlerini dâvet edip görüşerek, 3) Bedenimden
rûhumu ayırıp, rûhumla onların yanına giderek" buyurdu.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri kendinden nasîhat isteyen bir kimseye buyurdu ki:
"Ey nefsinin kurtuluşunu isteyen kimse! Herşeyden önce sana lâzım olan, sana kendi
ayıb ve kusûrlarını gösterecek, seni nefsine itâattan kurtaracak bir rehber , bir mürşid
lâzımdır. Şâyet böyle bir zâtı aramak için uzak memleketlere gideceksen, sana bâzı
nasîhatlerde bulunayım. O zâtı bulduğun zaman, huzûrunda, edebli ol. Sakın hatırına o
zâta karşı îtirâz gelmesin. Hâlini ondan gizleme ve onun yerine oturma. Elbisesini
giyme. Onun huzûrunda, kölenin, efendisinin huzûrunda oturuşu gibi otur. Sana emrettiği
şeyi yap. Sana emrettiği şeyi iyice anla ve iyi öğrenmeden o işin peşinde koşma. Ona bir
rüyânı veya başka bir hâlini arz ettiğin zaman, ona cevâbını sorma, ona düşman olandan
Allah için uzak dur. O düşman ile berâber olma. Arkadaşlık etme. Mürşidini seveni sen
de sev ve ona yardımcı ol.
O zâta, hiçbir işinde îtiraz etme. "Bunu niçin böyle yaptın? " deme. Sana ne iş
vermişse yap. Oturduğunda onun senin oturuşundan haberdâr olduğunu unutma. Edebi aslâ
terketme. Yolda giderken onun önünde yürüme. Devamlı ona bakma. Çünkü böyle yapmak,
hayâyı azaltır, ona karşı hürmeti kalbten çıkarır. Ona olan sevgini, onun emirlerine
uyup, yasak ettiklerinden sakınmak sûretiyle göster. O zâta yemek ve yiyecek takdîm
ettiğin zaman, diğer lâzım olan şeyler ile berâber önüne bırak, kapının yanında edeble
dur. Eğer sana seslenirse cevap ver. Yoksa yemeğini yiyinceye kadar bekle. Yemeğini
yiyip sana sofrayı kaldırmanı söylediği zaman hemen kaldır. Sofrada bir şeyler kalıp,
senin yemeni emrettiği zaman, îtiraz etmeden ye. Başkasına verme.
O zâtın denemesinden çok sakın ve kork. Çünkü bâzan onlar, talebelerini denerler.
Onunla berâber olduğunda pek dikkatli ol. Eğer senden o zâta karşı edebe uymayan bir
husus meydana gelip, onun bundan haberi olduğu hâlde, sana müsâmaha gösterdiğini, seni
cezâlandırmadığını görürsen, bil ki o seni denemektedir. O zât, bulunduğu yerden çıkıp
gitmek istediği zaman, gittiği yeri sorma. Ona, işleri hususunda sana görüşünü sormadan,
görüş beyân etme. Şâyet seninle istişâre ederse, ona uygun şekilde sana göre de muvâfık
olduğunu söyle. Haddizâtında onun seninle meşveret etmesi, senin görüşüne muhtac
olduğundan değil, sana olan sevgisindendir.
Böyle bir zâtı aradığın müddet içerisinde, şunlara dikkat et: İlk yapacağın şey;
tövbe etmek, üzdüğün kimseleri râzı etmek, üzerinde hakkı bulunanlara haklarını geri
vermek, günah ve isyân içerisinde geçen ömrün için ağlamak, ilim ile meşgûl olmaktır.
Abdestsiz olma. Abdestini şartlarına uygun al. Abdestin bozulunca, hemen abdest al.
Abdest aldığın zaman iki rekat namaz kıl. Cemâatle beş vakit namaza ve evinde nâfile
namaza devâm et.Abdesti en güzel ve şartlarına uygun olarak al. Her hareket ve işine
Besmele ile başladığın gibi, abdest almaya da Besmele ile başla. Ellerini, dünyâyı terk
etme niyeti ile yıka. Ağzına gelince, ağzı yıkarken okunan duâları oku. Tevâzu ve huşû
içerisinde, kibir hâlinden sıyrılmış bir vaziyette burnuna su al. Yüzünü hayâ ederek
yıka. Ellerini, dirseklere kadar tevekkül hâli üzere yıka. Başını, kendini alçaltarak,
muhtaç kabûl eden kimsenin tavrı ile mesh et. Kulaklarını, en güzel ve doğru sözleri
dinlemek için mesh et. Ayağını da Rabbinin nîmetlerini müşâhede etmek için yıka. Sonra
Allahü teâlâya hamd ü senâda bulun. Resûlullah'a salâtü selâm oku.
Namaz kılarken, Allahü teâlânın huzûrunda durur gibi dur. Yüzün ile Kâbe-i muazzamaya
döndüğün gibi, kalbin ile de Allahü teâlâya dön. Kul olduğunu, Rabbine ibâdet ettiğini
düşünerek, hürmetle tekbîr al. Rükû'dan kalkınca, secdede ve diğer bütün hareketlerinde,
Allahü teâlânın kudreti ile yaşadığını düşün. Selâm verinceye kadar ve selâm verdikten
sonra bu düşünce üzere kal. Evine girdiğin zaman da iki rekat namaz kıl.
Acıkmadıkça yeme. Yemeği doymadan bırak. Fazla su içme. Yemek yerken, lokmayı ne
büyük ne de küçük al. Lokmayı ağzına koymadan önce Besmele-i şerîfeyi oku. Yemekten
sonra Allahü teâlâya hamd ü senâda bulun."
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri velîlik yolundaki yüksek derecesini ifâde ederek buyurdu
ki:
"Allahü teâlâ bana öyle nîmetler ihsân etti, bildirdi ki, istersem kıyâmete kadar
gelecek bütün velîleri, kutubları, isim ve nesebleriyle bildirebilirim. Fakat bâzıları
inkâr ederler de, mânevî kazançlarından kaybederler diye korkuyorum."
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri kendisinden yüzlerce sene sonra ortaya çıkacak olan
telgrafın çalışma tekniğini bildirdi.Edison'u (1847-1931) dahi "Üstâdım" demek
mecbûriyetinde bıraktı. Fâtih SultanMehmed Hanın İstanbul'u fethedeceğini, Yavuz
SultanSelîm Hanın Şam'a geleceğini keşf yoluyla haber verdi.
Şeceret-ün-Nu'mâniyye fî Devlet-il-Osmâniyye isimli eserinde; "Sin, Şın'a gelince,
Muhyiddîn'in kabri meydana çıkar." buyurdu. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Şam'da, kalbi
para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır."
dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar. 1240 (H.638) Rabî'ul-âhir ayının 28. Cumâ
günü, yetmiş sekiz yaşında iken Şam'da fânî dünyâdan âhirete irtihâl etti. Sâlihiyye'de
defnolundu. Şam halkı, onun büyüklüğünü anlayamadıkları için kabrinin üzerine çöp
döktüler. Osmanlı SultânıYavuz Selîm Hân Şam'a geldiğinde; "Sin, Şın'a gelince,
Muhyiddîn'in kabri meydana çıkar." sözünün ne demek olduğunu anladı. Kabrini araştırıp
buldurdu. Çöpleri temizleterek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına bir câmi ve
imâret yaptırdı. Ayrıca Muhyiddîn-i Arâbî'nin vefâtından önce ayağını yere vurarak,
"Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" buyurduğu yeri tesbit ettirip, orayı
kazdırdı. Orada küp içinde altın çıktı. Bundan, "Siz, Allahü teâlâya değil de, paraya
tapıyorsunuz" demek istediği anlaşıldı.
Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin, onu çok seven bir hizmetçisi vardı. Onun vefâtından
sonra gece gündüz ağlardı. Bir gece hizmetçinin kapısı açıldı. İçeriye Muhyiddîn-i Arabî
sağlığındaki hâliyle girdi. Hizmetçisine; "Ağlamayınız." diyerek onu teselli etti.
Büyük âlimlerden birisi Kâbe-i muazzamaya gelmiş tavâf ediyordu. O esnâda ihrâmını
giymiş bir kimsenin ayağa kalkmadığını gördü ve kendi kendine; "Benim gibi bir âlime
hürmet etmemek ne ayıp şey." dedi. Biraz sonra büyük bir câmide vâz verecekti. Câmi çok
kalabalıktı. Bütün cemâat onun vâzını dinlemek için bekliyorlardı. Büyük âlim ağır ağır
kürsüye çıktı. Fakat hiçbir şey söyleyemedi. Aklındaki bilgiler o anda silinmişti. Bir
an aklı durur gibi oldu. Ter içinde kaldı. "Bugün biraz rahatsızım, konuşamayacağım."
dedi ve kürsüden indi. Evine gidip; "Yâ Rabbî! Ne gibi bir hatâ ettim, ne gibi bir kusûr
işledim de bunlar başıma geldi." diye Allahü teâlâya yalvarıp ağladı. O gece rüyâsında
Muhyiddîn-i Arabî'yi gördü. Hatâsının ona karşı olan düşüncesi olduğunu anlayıp pişman
oldu. Muhyiddîn-i Arabî'yi aradı fakat bulamadı. Ümitsiz bir halde otururken kapısı
çalındı. Gördü ki, Muhyiddîn-i Arabî hazretleri karşısında durmaktadır. "Buyurun." deyip
içeri aldı ve af diledi. Muhyiddîn-i Arabî onun özrünü kabûl etti. Allahü teâlâya onun
için duâ etti. O âlim kimsenin ilmi, kendisine iâde olundu.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri her işini Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için
yapardı. Allahü teâlânın rızâsına ve mârifet-i İlâhiyyeye kavuşmak için İslâmiyete tam
uymak gerektiğini belirtirdi.
"İslâmiyetin emirlerinden bir emri yapmayanın mârifeti sahîh değildir." buyururdu.
Muhyiddîn-i Arabî; "Ârifin niyeti, maksadı olmaz" buyuruyor. İslâm âlimleri bu cümleyi
şöyle açıklamaktadırlar: "Allahü teâlâyı tanıyan kimse, belâdan kurtulmak için bir şeye
başvurmaz demektir. Çünkü, derd ve belâların sevgiliden geldiğini, O'nun dileği olduğunu
bilmektedir. Dostun gönderdiği şeyden ayrılmak ister mi ve o şeyin geri gitmesini özler
mi? Evet duâ ederek, gitmesini söyler. Fakat, duâ etmeğe emr olunduğu için, bu emre
uymakdadır. Yoksa, gitmesini hiç istemez. O'ndan gelen her şeyi de sever, hepsi kendine
tatlı gelir. Evet, çünkü sevgilinin düşmanlığı, düşmanlar içindir. Dostlarına
düşmanlığı, görünüştedir. Bu ise merhametini, acımasını bildirmektedir. Böyle düşman
görünmesinin, sevene nice faydaları vardır, bu anlatılmakla bitmez. Bundan başka,
dostlarına düşmanlık gibi görünen işler yapması, bunlara inanmıyanları harâb etmekte,
onların belâlarına sebeb olmaktadır."
Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretleri hadîs ilminde sâhib-i isnâd ve fıkıh
ilminde ictihâd makâmında idi. Buyururdu ki: "Peygamber efendimiz; "Hesâba çekilmeden
evvel, hesâbınızı görünüz." emri ile, bâzı meşâyıh, her gün ve her gece yaptıkları
işlerden kendilerini hesâba çekiyor. Ben, hesâbda onları geçtim ve işlediklerimle
berâber, düşündüklerimde de hesâbımı görüyorum."
Dört mezhebin âlim ve ârifleri, Muhyiddîn-i Arabî'yi hep medhetmişlerdir. İmâm-ı
Şa'rânî El-Yevâkit vel-Cevâhir'inde ondan uzun uzun bahsetmekte, Şeyh Abdülganî Nablüsî
ve Ârif-i billah Seyyid Mustafa Bekrî, onun için ayrı birer kitap yazmışlardır.
Abdülganî Nablüsî'nin eseri Er-Redd-ül-Metîn alâ Müntakıs-il-Ârif Muhyiddîn, Seyyid
Mustafa Bekrî'nin eseri, Es-Süyûf-ül-Haddâd fî A'nâki Ehl-iz-Zendeka vel-İlhâd'dır.
Şihâbüddîn Sühreverdî, Şeyhülislâm Zekeriyyâ, İbn-i Hacer Heytemî, Hâfız Süyûtî, Ali bin
Meymûn, Celâlüddîn Devânî, Seyyid Abdülkâdir Ayderûsî, İbn-i Kemâl Paşa, Kâmûs sâhibi
Necmüddîn Fîrûzâbâdî hep onu medh etmişlerdir.
Osmanlı Devletinin yetiştirdiği âlimlerin en büyüklerinden olan İbn-i Kemâl Paşa
hazretleri, İbn-i Arabî hakkında sorulan bir suâle şöyle cevap vermiştir: "Kullarından
sâlih âlimler yaratan, bu âlimleri peygamberlerine vâris kılan Allahü teâlâya hamd
olsun. Dalâlette olanlara doğru yolu göstermek için gönderilen Muhammed Mustafâ'ya,
O'nun Ehl-i beytine ve dînimizin emirlerini tatbikte gayretli olanEshâbına salât ve
selâm olsun. Ey insanlar, biliniz ki; Şeyh-i âzam âriflerin kutbu, muvahhidlerin imâmı,
Muhammed bin Ali ibniArabî et-Tâî el-Endülüsî, kâmil bir müctehid, fâzıl bir mürşîd,
hayret verici menkıbeler, garip hârikalar sâhibi bir âlimdir. Çok talebesi olup,
âlimler, fâzıllar indinde makbûldür. İbn-i Arabî'yi inkâr eden hatâ etmiştir. Hatâsında
ısrâr eden sapıtmıştır. Sultânın onu edeblendirmesi ve bu bozuk îtikâddan sakındırması
lâzımdır. Zîrâ, Sultan iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak ile memurdur ve
vazifelidir.
İbn-i Arabî'nin birçok eseri vardır. Füsûs-i Hikem ve Fütûhât-ı Mekkiyye adlı
eserlerinin bâzı meseleleri lafz ve mânâ bakımından mâlûm olup, emr-i ilâhîye ve şer'i
Nebevî'ye uygun, bâzı meseleleri ise, zâhir ehlinin idrâkinden hafîdir (gizlidir). Bunu
ancak ehl-i keşf ve bâtın (gönül ehilleri) bilirler. Meram olan mânâyı anlayamayan
kimsenin, bu makamda susması gerekir. Zîrâ Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen
buyuruyor ki: "Hakkında bilgi sâhibi olmadığın bir şeyin ardınca gitme, çünkü kulak, göz
ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur" (İsrâ sûresi: 36). Allahü teâlâ doğru yola
götürendir."
İmâm-ı Süyûtî, Tenbîh-ül-Gabî kitabında, Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü
vesîkalarla isbât etmektedir. Ebüssü'ûd Efendi fetvâlarında da, ona dil uzatılamayacağı
yazılıdır.
Bununla berâber, îmân, îtikâd ve ibâdet bilgilerine tam vâkıf olmayanların ve
tasavvufun inceliklerini iyi bilmeyenlerin, Muhyîddîn-i Arabî'nin kitaplarını okumaları
ve sözleri üzerinde düşünmeleri, çok defâ zararlı olmaktadır. Geçmiş asırlardaki
velîlerin ve âlimlerin bâzıları da, onun sözlerini anlamakta acze düşmüşler ve yanlış
yollar tutmuşlardır. Ayrıca vahdet-i vücûd bilgisi ve mertebesi çok yüksek ve kıymetli
olmakla berâber, nihâyetin nihâyeti değildir.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, 1230 (H.627) senesinde Şam'da iken, bir gece mânâ
âleminde Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz elinde bir kitap tutarak; "Bu
Füsûs-ül-Hikem kitabıdır. Bunu al ve insanların faydalanması için muhteviyâtını açıkla."
buyurdu. Muhyiddîn-i Arabî de Sevgili Peygamberimizin mânevî işâretine uyarak, emir ve
ilhâm ile, kitabın ihtivâ ettiği hususları ne eksik, ne de fazla yazdı. Bu kitapta kısa
bir başlangıç vardır. Ve ismi bildirilen her Peygambere aleyhimüsselâm, bir hikmet
verildiği bildirilmiştir. Çok kıymetli bir kitaptır. Sonra gelen âlimler, bu kitabın
kırktan fazla şerhini yapmışlardır.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, evliyâ-i ârifînin en büyüklerinden olduğu gibi, zâhir
âlimlerin de büyük imâmlarındandır. Sultan Melik Muzaffer Behâüddîn Gâzî'ye icâzet
(diploma) verdiği, Câmiu Kerâmât isimli kitapta bildirilmektedir. Yine aynı kitapta,
üstâdlarının isimleri uzun uzun yazılıdır. Bu kitapta, yazdığı eserlerden iki yüz otuz
dört tânesinin ismi bildirilmekte, hepsi bu icâzette yazılmış bulunmaktadır.
Eserlerinden bâzıları şunlardır: Fütûhât-ı Mekkiyye, Et-Tedbîrât-ül-İlâhiyye, Et-
Tenezzülât-ül-Mevsûliyye. El-Ecvibet-ül-Müsekkite an Süâlât-il-Hakîm Tirmizî, Füsûs-ül-
Hikem, El-İsrâ ilâ Makâmil Esrâ, Şerhü Hal'in-Na'leyn, Tâc-ür-Resâil, Minhâc-ül-Vesâil,
Kitâb-ül-Azamet, Kitâb-ül-Beyân, Kitâb-üt-Tecelliyât, Mefâtîh-ül-Gayb, Kitâb-ül-Hak,
Merâtibü Ulûm-il-Vehb, El-İ'lâm bi-İşâreti Ehl-il-İlhâm, El-İbâdet vel-Halvet, El-Medhal
ilâ Ma'rifetil-Esmâ, Künhü mâ lâ Büdde Minh, En-Nükabâ, Hilyet-ül-Ebdâl, Esrâr-ül-
Halvet, Akîde-i Ehl-i Sünnet, İşârât-ül-Kavleyn, Kitâb-ül-Hüve vel-Ehâdiyyet, El-
Celâlet, El-Ezel, Anka-i Mugrib, Hatm-ül-Evliyâ, Eş-Şevâhid, El-Yakîn, Tâc-üt-Terâcim,
El-Kutb, Risâlet-ül-İntisâr, El-Hucb, Tercümân-ül-Eşvâk, Ez-Zehâir, Mevâkı-un-Nücûm,
Mevâiz-ül-Hasene, Mübeşşirât, El-Celâl vel-Cemâl, Muhâdarât-ül-Ahrâr ve Müsâmerât-ül-
Ahyâr. Buhârî, Müslim, Tirmizî'nin eserlerini muhtasar hâle getirmiştir. Sırrü
Esmâillah-il-Husnâ, Şifâ-ül-Alîl fî Îzâh-üs-Sebîl, Cilâ-ül-Kulûb, Et-Tahkîk fil-Keşfi an
Sırr-is-Sıddîk. El-Vahy, El-Ma'rifet, El-Kadr, El-Vücûd, El-Cennet, El-Kasem, En-Nâr,
El-A'râf, Mü'min, Müslim ve Muhsin, El-Arş, El-Vesâil, İ'câz-ül-Lisân fî Tercemetin an-
il-Kur'ân".
|
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 22:21 |
|
|
|
791 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 16.08.2005
|
En Son On: 10.06.2009 - 11:40
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
recepholding Abi Paylaşımın İçin 
Selam ve DUA İle...
|
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 10:54 |
|
|
|
2687 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 13.08.2005
|
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
|
Cinsiyeti: -----
|
|
Muhyiddin İbn-i Arabî hazretleri gibi, İmam-ı Rabbanî hazretleri ve "Hüccetullahülbaliğa" sahibi Şah Veliyullah Dehlevî hazretleri bir mevzu ve bir gerçektir.
Bu mesaj 1 kez ve en son NurBahcesi tarafından 06.09.2006 - 12:03 tarihinde değiştirilmiştir.
|
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 11:07 |
|
|
|
155 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 13.06.2006
|
En Son On: 14.01.2007 - 17:41
|
Cinsiyeti: Bayan
|
|
ALLAH SENDEN RAZI OLSUN BU BİLGİLERİNDEN DOLAYI
|
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 11:13 |
|
|
|
12 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 06.09.2006
|
En Son On: 02.11.2007 - 14:17
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
SELAMÜNALEYKÜM
HAZRETİN HAYATINI ANLATTIĞINIZ İÇİN ALLAH RAZI OLSUN
İSTİFADE ETTİK SAĞOLUN
DAHA FAZLA BİLGİ BEKLİYORUZ
ALLAHA EMANET OLUNUZ
|
Ekleme Tarihi: 14.09.2006 - 23:55 |
|
|
|
 |
|
Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
atufene (49), dilbeste (54), mtsaracoglu (41), TopSeS (62), atufmutlu (49), muktalip (67), arzuozturk (40), iktiza (20), iceman_iceman (38), yakaza hali (51), yunusyesilyurt (39), emre43 (47), omeraltunay (74), mine coban (51), durak (66), Filistin_gulu (37), surkentli 21 (59), senates (43), hasret24 (56), yolcusedat (42), mamakli15 (54), Mcihan (54), yakub-19 (41), greennight (43), mustafa korkmaz (), sultan_123 (34), Gamame (56), marmaralý.. (36), gonulden_gonule.. (42), fatla (61), zehra0203 (46), ruhcicek (41), seymen_03 (41), zayten (47), mavibeyaz (45), hayati_islam (), Sullivan (52), cennet gulu (37), akdeniz11 (55), yozgatli_66 (45), hukumet (44), Narcicegi (56), yakup_979 (44), yüce (52), hercai01 (50), faranlý (46), farsen (63), verde1024 (39), yildiray40 (65), murattopal (43), safakturkusu (58), hakiki (50), ramazan gülüm (60), Meçhule_.. (42), kerasus (44), Lurzande (57), someone55 (45), mavikaptan (56), Selvi_17 (37), memleketim (55), BuSee (43), renos (74), esed ay (54) |
|
|
|
 |
|
|