|
|
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Ekleyen |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 09.07.2006
|
En Son On: 12.03.2007 - 11:46
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
İMAM-I GAZALİ
İmam-ı Gazalî, bugün bir kısmı İran toprakları içinde kalan Horasan'ın Tûs şehrinde
hicri 45 tarihinde (M. 1058) doğmuş, yine Tûs'un yakınlarındaki Tabira kasabasında
505'de 55 yaşında vefat etmiştir.
Ömrünün ilk seneleri ilim tahsiliyle geçmiş, orta yaşlarında ilmin zirvesine çıkmış,
itibar ve hürmetin en muhteşemini görmüş, sonraki senelerinde ise büyük bir fikri
inkılâb geçirerek iç âlemine dönmüş, ihlâs ve tasavvuf mertebelerinde mesafe katetmiş,
on bir seneyi bulan bir inzivaya girmiş. Bundan sonra eski Gazali'yi bırakıp yeni Gazali
olarak meydana çıkmıştır. Son nefesine kadar da bu yeni Gazali'nin tamamen âhirete
müteveccih niyet ve ihlâsı içinde devam etmiştir.
Gazali'nin tahsile başlangıç tarihleri ibretlidir. Bilgisi az, ama ihlâsı çok olan
fakir babası, son günlerini yaşarken vefalı bir dost âlime vasiyette bulunmuş:
"Bu iki çocuğum Ahmed ile Muhammed'i sana vasiyet ediyorum. Bunların okumalarını
te'min edip, ilim erbabı olmalarına sen yardımcı ol."
Bu vasiyetten kısa zaman sonra vefat eden masum ve muhterem babanın iki oğlu, bu
âlimin himayesinde bir müddet mektebe gitmişler, ancak kendisi de fakir olan hoca efendi
en sonunda gerçeği söylemeye mecbur olmuş: "Evlâtlarım, babanızın size bıraktığı miras
tükendi. Bundan böyle kendinizi himaye edecek bir medreseye, kaydolun. Benim size
bakacak hâlimin olmadığını siz de biliyorsunuz!"
Kardeşi ile bir medreseye kaydolup okumaya başlayan Muhammed, sonraları bu
durumlarını anlatırken der :
"Aslında biz medreseye ilim elde edip, maişetimizi te'min etmek için girmiştik. Ama
ilim öyle azizdir ki, kendisini dünyevi şeylere âlet ettirmedi, bizi Allah için
çalışmaya yöneltti."
Gazali, talebelik devresinde Tûs'tan uzaklara gitmeye başlar, Cûrcan'da bulunan
meşhur âlim Cüveyni'yi de ziyaret edip, ilim ve irfanından müstefid olur. Bu seyahatları
sırasında bir ara Tûs'a dönerken eşkıyaların saldırısına da maruz kalır. Soyguncular,
kervânın diğer eşyaları arasında kendisinin yazdığı notları ile kitaplarını da
gasbederler.
Gazalî buna hiç tahammül edemez, arkalarından koştuğu eşkıyanın reisine sızlanır:
"Ben ilim peşinde koşan bir talebeyim, tesbit ettiğim ilmi yazılarımı havi notlarım
ve kitaplarım var aldığınız eşya içinde. Bunları kaybedersem benim hâlim nice olur?
Emeklerim boşa gider!"
Eşkiya reisi buna kahkahayla cevap verir:
"Sen nasıl ilim sahibisin ki, kâğıtların elinden alınınca ortada kalıyorsun, sermayen
yok olup gidiyor?"
Bu cevap Gazali'de şimşekler çakmasına sebep olur. Artık kitaplardaki ilme
güvenmekten vazgeçer, ilmi hâfızasına alma gayreti başlar. Ne okursa, ya ezberler, ya da
fikir olarak hazmedip, özetini benimsemeyi esas alır.
Bu gayret ve azmi sayesinde kısa zamanda yaşadığı devir ve muhitin tek âlimi olmaya
namzet hale gelen Gazali, Tûs'tan ayrılıp Bağdad'da, Nizamiye medresesine gelir. Burada
meşhur Nizamülmülk'ün dikkatini çeker. Nihayet en yüksek pâyeye erişerek Nizamiyye
medresesinin başmüderrisliğine tayin edilir.
Dört yıllık Nizamiye başmüderrisliği esnasında kendisini gölgede bırakacak bir başka
âlim çıkamaz. İtibar, nüfuz, makam, mevki... Devlet büyükleri nezdinde hürmet ve saygı
en yüksek noktada...
İşte tam bu sırada Gazali'den müthiş bir ruhu inkılâp meydana gelir. Herkesin, gıpta
ve imrenme ile baktığı zirvedeki halini, o aldatıcı, oyalayıcı bir ihlâssız hâl olarak
değerlendirmeye başlar. Tıpkı Bediüzzaman'ın, "Dârü'1-Hikmeti'1-İslâmiye"de âza iken
geçirdiği rûhî tekamül gibi bir enfüsi ameliyata girişir.
Gazali, Nizamiye'nin başmüderrisi iken gösterilen itibar ve hürmetin zirveye çıktığı
bir sırada, Abbasi halifesi ve Selçuklu Başvezirinin büyük ikram ve izzetlerine rağmen
tatmin olmayıp iç âlemine, kendi tefekkürüne dönmeye başlayınca, kesin kararlar verir.
Bu sebeble dört yıldır süren meşhur başmüderrislik vazifesinden istifa ile Şam'a doğru
yola çıkar. Mânâ büyüklerini ziyaret edip, tasavvuf ehlinin hâllerini inceledikten sonra
Şam'ın meşhur Camii Emeviye'sinin geniş minaresi içinde inzivaya çekilir ve bu inziva,
tam on bir yıl sürer.
Bu sırada zaman zaman mütevazi gruplara vaazlar verip, sohbetler yapan Gazali,
eserler yazıp, tefekküre de dalmış, insanların hâlini, iltifat ve ikramlarının
faniliğini, insanı gerçeğin tatmin etmesi gereğini pek açık seçik anlamış, derin
feyizlere, ilhamlara mazhar olmuştur. Tabiri câizse işte asıl mürşid Gazali, bundan
sonra meydana gelmiştir.
Nitekim başmüderrisliği senelerindeki şöhretli günlerini anlatırken şöyle
demektedir:
"Kendi durumuna baktım, bir de ne göreyim, dünyevi alâkalar içine dalmışım: Onlar
beni her taraftan sarmışlar. İşlerimi gözden geçirdim. Onların en güzeli, okutup,
öğretmekti. Fakat bu sahada da âhiret için ehemmiyetsiz ve faydasız şeylerle
uğraşmışım!.. Zira öğretim sırasındaki niyetimi düşündüm. Baktım ki, Allah rızası için
değil, mevki ve şöhret hissiyle hareket etmişim. Bu hâlimle uçurumun kenarına geldiğime,
eğer durumumu düzeltmek için harekete geçmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim."
Görülüyor ki, büyük ilim ve mâneviyat adamı, bizlerin sevap derecesinde gördüğü
birçok hususları bile riyâ ve ihlâssızlık karışıyor endişesiyle terkediyor, çok derin
bir ihlâs ve mânevî temizlik ameliyesine girmekten çekinmiyor.
Elli beş senelik ömrü azizinin yarısından sonrasında böylesine bir ruhi inkılâb
geçirip kısmen dünyaya bakan eski Gazali'yi terkederek tamamıyla âhireti esas alan yeni
Gazali'ye geçen İmam-ı Muhammed, bundan sonra kaleme aldığı eserlerinde daha başka bir
ihlâs ve mânevi değerler manzumesi işlemeye muvafak oluyor.
Nitekim Gazali, Şam'daki Emeviye Camii'ndeki on bir senelik inzivadan sonra kendi
memleketi olan Tûs'a dönüşünde evinin iki yanına iki tane de âhiret evi mânâsında ek
bina inşa ettiriyor. Birinde fıkıhçıların kaldığı, ötekisinde ise ehli tarikatın sakin
olduğu bu iki dershaneye de nöbetleşe giriyor, onların arasında ömrünün son günlerini
yaşarken, hem Şafiî fıkhı, hem de ehli sünnet tasavvufu konusunda bilgi veriyor, feyiz
ve ilhamlara sebeb oluyor...
Denebilir ki, Hazret-i Gazali, ömrünün son günlerini, hem Şafiî fıkhı, hem de
tasavvuf yönünden en verimli şekilde yaşadı. Nitekim son anlarını nasıl yaşadığı
anlatılırken şu ibretli hâtıra naklediliyor:
"Gazali, son pazartesi gecesinde yine epeyce tasavvuf ve fıkıh dersi ile meşgul oldu.
Sabah, namazını kıldı. Sonra hazırlattığı kefenini istedi. Hemen getirdiler. Kefeni öpüp
başına koydu, yüzüne sürdü ve dedi ki: "Ey benim Rabbim ve Mâlikim, emrin başım, gözüm
üstüne olsun."
Çevresindekiler ağlaşmaya başladılar, ama onda bir korku ve telâş yoktu. Kıbleye
karşı dönüp uzandı. Birşeyler okuyordu. Bir de baktılar ki, Hakk'ın emri vâki olmuş. Beş
yüzü aşan değerli eserlerin sahibi koskoca Hüccetü'l-İslâm, sessiz, sedasız ruhlar
âlemine göçmüş...
Erkek evlâdı olmadığından kız çocuklarından nesli devam eden Hazret-i İmam, bunca
eserlerine rağmen ancak ailesini idare edecek derecede miras bırakmıştır.
Elli beş senelik ömür içine sıkıştırdığı beşyüzü geçen eserin içinde İhyâü'l-Ulûm,
El-Münkızü mine'd-Dalâl, Kimyâ'yı Saadet gibi değerli eserleri vardır, Kelâm, felsefe,
usül-ü fıkıh ilimlerine ait eserleri de kıymetlidir. İslâm âleminin halen her yanında
okunan İhyâü'1-Ulûm çeşitli dillere, bu arada Türkçe'ye de tercüme edilmiştir.
Allah makamını Cennet eylesin.
GAZALİ'NİN TALEBESİNE BİR MEKTUBU
Geçmişteki hoca-talebe münasebetleriyle günümüzdeki hoca-talebe münasebetini mukayese
etsek nasıl bir tablo çıkar karşımıza acaba?
Günümüzdeki anarşiye malzeme olan talebelerin durumlarını düşünecek olursak, onlara
öğretmenlik edenlerin hâli de çıkar açığa....
Ama biz bunların üzerinde durmadan geçmişten bir misâl arzedelim. Bakalım mazideki
din âlimleri talebelerine nasıl ölçü veriyor, onları ne türlü bir anlayışla
hazırlıyorlar hayata...
Gazali'nin yetiştirdiği bir talebesine yazdığı mektubu aynen şöyle:
"Yavrucuğum!.. Nasihat kolaydır. Zor olan, onu kabul edip, amel etmektir:
Nasihat, söylediğini yapmayanın ağzından çıkarsa, durum daha da zordur. Onu benimsemek
büsbütün güçleşir.
İlmi öğrenip de onunla amel etmeyenin azabı, bilmeyenin azabından çok daha
şiddetlidir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyâmette azabı, en şiddetli olan kimse, ilmiyle amel etmeyen kimsedir."
Yavrucuğum!.. Sakın amelde müflis olmayasın, ibadette tembelliğe kaymayasın. Şunu
iyi bilesin ki, amelsiz ilim fayda vermez. Kullanılmayan silâh sahibini korumadığı
gibi...
Ellerinde kılıçları olan on kişi, sahrada bir arslanla karşılaşsalar, kılıçlarını
kullanmadıktan sonra ne faydası olacak onlara...
İşte sahip olunan ilimle amel edilmemesinin durumu da aynıdır. Amel edilmedikten
sonra ilmin ne faydası olacak sahibine... Birincisi ikincisi olmadan olmaz.
Yavrucuğum!..
Yüz sene ilme çalışsan, binlerce kitap yazsan Allah'ın rahmetine ancak bu ilimle amel
etmen halinde kavuşursun!..
Âyetlerde ne buyuruluyor:
"İnsan için ancak çalışmasının neticesi söz konusu" dur. "Rabbinin rahmetini isteyen
sâlih amel işlesin."
Bu âyetlerin söylediği, amelden başka şeyler değildir.
Yavrucuğum!..
Yapmadığın işin ücretine lâyık olamazsın.
İmam-ı Ali'ye nisbet edilen bir sözde böyle denmiştir: "Kim çalışmadığı halde ücrete
lâyık olduğunu vehmederse, o kimse ahmaktan başkası değildir."
Hasan-ı Basri de böyle demiştir:
"Amelsiz Cennet istemek, günahlardan bir günaha daha düşmek demektir."
Rabbimizden gelen bir haberde şöyle buyurulmuştur: "Amelsiz Cennet isteyenden daha az
hayâlı kimse yoktur."
Nebi (a.s.) da şöyle haber vermiştir:
"Zeki insan, nefsine galip gelir, ölümden sonrası için amel işler. Ahmak ise, nefsine
tâbi olur, ondan sonra da Allah'dan mağfiret diler."
Yavrucuğum!.. Ne kadar yaşarsan yaşa, sonunda ölüm var. Ne kadar seversen sev,
âkıbetinde ayrılık söz konusu!..
Amelsiz ilim, deliliğin bir çeşididir.
Ayette: "İnsanlara iyilik emredersiniz de nefsinizi unutur musunuz? Halbuki siz
kitabı da okuyor, ilmi de öğrenmiş bulunuyorsunuz. Hiç düşünmüyor musunuz?" diye ikaz
vardır.
Yavrucuğum!..
Amelsiz ilim zaten yaşamaz. İkisinin birliğidir esas olan.
İlim tek başına seni günahtan koruyamaz. Yarın mahşerde ateşten de koruyamayacağı
gibi.
Bugün öğrendiğinle amel etmezsen yarın mahşerde söyleyeceğin söz şudur: "Müsaade edin
de dünyaya geri dönüp öğrendiğimle amel edeyim!.."
O zaman da sana denir ki:
"Ey tembel!.. Ey düşüncesiz!.. Yeni gelmedin mi oradan?"
ŞÂZELÎ HAZRETLERİ, GAZALÎ'YE AİD RÜ'YASINI ANLATIYOR
"Mescid-i Aksâ'da namaz kıldıktan sonra tefekküre dalmıştım. Uykuya dalar gibi
olduğum bir sırada rüya gibi bir hâl ârız oldu. Gördüm ki, mescidin dışında büyük bir
cemaat toplanmış, orta yerde üzerinde nurani bir zâtın bulunduğu bir kürsü, etrafında
yerlere oturmuş diğer nuranî zâtlar...
Merak edip sordum: "Bu zât kimdir, bu cemaat ne için toplanmışlar buraya?"
Cevap verdiler: "Bu kürsüde oturan Zât. Ahirzaman Nebîsi Hazret-i Muhammed
Aleyhisselâm, etrafında yerlerde oturanlar da Mûsâ, İsâ, İbrahim ve Nûh
aleyhimüsselâmlar... Diğerleri de Allah indinde makbul diğer mâneviyat büyükleri Hallâc-
ı Mansur'u affetmesi için toplanmışlar. Resûlüllah'dan af diliyorlar."
Tam o sırada Mûsâ (as) bulunduğu yerden kalkıp kürsü üzerindeki Âhirzaman Nebisine
yaklaşarak şöyle bir sual sordu: "Yâ Resûlüllah, siz, ümmetimin âlimleri.
İsrâiloğullarının peygamberleri gibidirler, buyurmuşsunuz, doğru mu?"
"Evet, doğrudur. Ümmetimden öyle âlimler gelecek ki, Benî İsrâil'in peygamberlerinin
irşad ettiği insan kadar insan irşad edecektir." "Yâ Resûlüllah, böyle bir âlim
gösterebilir misiniz?"
"İşte bak İmam-ı Gazali'ye, çok insan irşad eden âlimlerden biridir. Yazdığı
eserleriyle çok kimselerin dini hayat yaşamasına sebeb olmuştur."
Bu defa Mûsâ (a.s.), Gazaliye dönerek bir sual sordu. Gazalî Hazretleri, bu tek suale
tam on tane cevap verdi. Mûsâ Aleyhisselâm: "Cevap, suale mutabık düşmedi, ben bir sual
sordum, sen on tane cevap verdin, sözü uzattın" dedi.
Gazali buna şu cevabı verdi:
"İnsan hürmet duyduğu zatlarla konuşmayı uzatmak için sözü uzatır. Nitekim size de
Allahü Azimüşşân "Elindeki nedir yâ Mûsâ?" diye sorduğunda, siz de: "Âsamdır" demekle
kalmamış, sözü uzatarak, "Ona dayanırım, otlattığım koyunları sürerim, daha birçok işler
yaparım" diyerek sözü uzatmıştınız. Şayet uzun cevap yerinde olmasa, önce siz uzun cevap
vermeyecektiniz. Sizin bu cevabınızı Kur'ân-ı Kerîm'den Tâhâ sûresinde okudum..."
Bunun üzerine Mûsâ Aleyhisselâm tebessüm ederek yerine oturdu..."
Meşhur tarikat büyüğü Şâzelî Hazretleri, bundan sonrasını da şöyle anlatır:
"Ben, diğer peygamberlerin yerde. Âhirzaman Nebisi'nin de kürsü üzerinde oturuşunu
düşününce, Onun, diğerlerinden üstünlüğünün bir işareti de budur diye düşünmeye
başladım.
Gerçi peygamberler, peygamber olarak birbirlerinden farklı olmazlar. Zira; hepsini de
Rabbimiz seçmiş, İlâhi iradesiyle tercih buyurmuştur. Ancak Peygamberlik bakımındân eşit
oldukları halde, gördükleri hizmetin umumîliği bakımından farklı olabilirler. Nitekim
Âhirzaman Nebisi, diğerleri gibi muayyen millet ve mıntıkaya değil, bütün dünyaya
gönderilmiştir. Bu bakımdan, diğerlerinden fazilet bakımından üstün olabilirler.
Böyle düşünürken biri yanımdan bana dürter gibi oldu. Gözlerimi açtığımda kimsenin
bulunmadığını, ancak Mescid-i Aksâ'nın müezzininin kandilleri yakmakta olduğunu gördüm.
Kandil yakma hizmetinde görünen bu zât, bana şöyle dedi:
"Hiç merak etme. Diğer peygamberlerin hepsi de Onun nûrundan yaratıldı."
Bu sözden sonra kaybolan o müezzini çok aradım, fakat bir daha göremedim."
Tarihin Şeref Levhalarından Bir İktibas
"Şu anda 24. baskısını yapmış olan mezkur kitabımızın "Müceddide İtiraz" başlıklı
yazısını aynen alıyorum. Gazali'nin, Resûlüllah nezdindeki itibar ve değerini ifade
etmesi bakımından da fevkalâde mânidar olan hâdiseyi İhyâ'nın şerhlerinde de okumak
mümkündür.
MÜCEDDİDE İTİRAZ
Bir hadîsi şerifte haber verildiğine göre. Allah Celle ve Âlâ, her yüz sene başında
bir Müceddid gönderir ve bu Müceddid, o günün Müslümanlarının ihtiyacına göre hareketini
tanzim eder; zayıflayan dini bağları takviye etmek, gafilleşen halk topluluğunu dikkate
ve şuura kavuşturmak gibi vazifesini yaparak halkın muhtaç olduğu dini cereyanı teessüs
ettirdikten sonra hizmetinin mükâfatına kavuşmak için kendisi huzuru İlâhi'ye gider,
fakat dâvâsını geride yetiştirdiği imanlı mücahidler devam ettirirler.
İşte İmam-ı Gazali bu müceddidlerden biridir. "İhyâü'1-Ulûm"'u bugün dahi büyük bir
takdirle okunmaktadır. Ancak her müceddidin karşısında birkaç müterizin bulunması öteden
beri âdet olduğundan, Gazali'nin, bu itirazcılarının içinde biri vardı ki, zehir
zenberekti doğrusu. Gazali'nin en büyük ve en kıymetli eseri olan "İhyâü'1-Ulûm"u, değil
okumak; evinde, kütüphanesinde dahi bulundurmanın büyük günah olduğunu iddia ediyor,
içinde "Resûl-i Ekrem'in sünnetine aykırı hükümler var" diye diretiyordu. Hattâ bu
iddiasına o günkü halkı da inandırmış olacak ki, kucak kucak toplattırdığı İhyâü'1-
Ulûm'ları bir odaya depo ettirmek imkânını dahi bulmuştu. Artık muhitte tek İhyâü'1-Ulûm
kalmadığına kani olunca, bir gece yatsı namazından sonra cemaate kararını açıkladı:
"Yarın sabah namazına erken geliniz, hep birlikte kitapların bulunduğu depoya gidecek
ve içinde sünnete muhalif hükümlerle halkı dalâlete sevkeden bu bid'at dolu eserleri
yakacağız."
Muhitin âlimi olarak tanınan bu zât, şimdiye kadar halk üzerinde kazandığı itibarına
dayanarak tasavvurunu gerçekleştirmek üzere geldiği evinde, kitapları nasıl yakacağını
düşünerek uyukladı. Az mı uyudu, çok mu uyudu, girdiği rüya âleminde nûr yüzlü iki genç
gelerek:
"Biz Resûlüllah'ın jandarmasıyız, seni götürmeye geldik, gitmemekte ısrar edersen
zorla götüreceğiz, kalk bakalım." dediler.
İtiraza zaman bırakmadan da apar topar mescide getirdiler. Bir de ne görsün! Bakar
ki, mihrabda Resûlüllah Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz iki yanında Ebû Bekir, Ömer,
Osman, Ali (Radıyallahü anhüm) oturmuşlar, karşılarında İmam-ı Gazali ile konuşuyorlar.
Birden şaşıran muarızı da yanlarına çağırıyorlar.
İmam-ı Gazali Hazretleri elindeki "İhyaü'1-Ulûm"u Resûlüllah'a uzatarak şöyle
konuşuyor: "Yâ Resûlüllah, bu İhyâü'1-Ulûm'u âcizâne ben yazdım ve içinde sünnetine
aykırı bir ifadede bulunmadım sanıyorum. Bu kardeşimiz ise İhyâü'1-Ulûm'da Resûlüllah'ın
sünnetine aykırı hükümler var, diye etrafta şâyi etti; halkın gece-gündüz okuyup
istifade ettiği eserleri bir odaya depo ettirerek yarın sabah yakmaya karar verdi.
Lütfen bir nazar buyurun. Sünnetinize aykırı, yanlış bir ifade kullandığım cümle varsa
tashih buyurun ben de yaptığım hatadan dolayı tevbe istiğfar edeyim"
Bu sözlerden sonra Gazali şöyle devam ediyor:
"Eğer sünnetinize uymayan yanlış bir ifade yoksa, bu kardeşimizden dâvâcıyım, iftira
edenlere vurulan dayağın buna da vurulmasını istiyorum."
İhyâü'1-Ulûm'u şöyle bir gözden geçiren Resûlüllah, Ebûbekir'e, o da diğerlerine
vererek hepsi de tedkik ettiler ve Sünnete aykırı bir hüküm bulunmadığına karar
verdiler. Bu durumda müfteri olduğu sabit olan mûterize dayak vurmak üzere ayağa kalkan
Hazret-i Ömer, birkaç kırbaç vurduktan sonra, Ebûbekir'in şöyle bir teklifi ile
karşılaştılar: "Yâ Resûlüllah, gerçi bu kardeşimiz kitapta olmayan bir hatanın varlığını
iddia etmişse de, maksadı yine Sünnetinizi korumaktır, niyeti doğrudur, izin verirseniz
bu kadar kâfidir. afvedelim."
Efendimiz kendisine ait olan hakkını helâl ettiğini, gerisini Gazali'nin bileceğini
ifade ettiler: Gazali'nin de muvafakati üzerine Hazret-i Ömer'in (r.a.) elinden kurtulan
ve cüz'i ilmine güvenerek bir müceddidi itham eden muarız, mescidden çıkıp gitti.
Sabah namazında cemaatın beklediği muarızın şiddetli hasta olduğu haberi duyuldu.
Ziyaretçiler sırtında simsiyah kamçı izlerinden muzdarip bulunduğunu, geceki vurulan
kamçıların ciğerlerine kadar tesir etmiş olduğunu hayretler içerisinde müşahede ettiler.
Sıhhatine kavuştuktan sonra tevbe istiğfar ederek "İhyâü'1-Ulûm"u okumaya başlayan
Hoca Efendi, bu vâdide o kadar ilerledi ki, kısa zamanda İhyâü'1-Ulûm'a şerhler,
hâşiyeler yazacak kadar yükseldi. Bu hikâyesini de yazdığı eserlerine kaydeyledi.
Bir rivâyete göre, âhir ömründe kamçı izleri yeniden açıldığından, "vefatı, Müceddide
itirazı yüzünden yediği kamçılar sebebi ile oldu" dediler.
|
Ekleme Tarihi: 05.09.2006 - 22:09 |
|
|
|
791 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 16.08.2005
|
En Son On: 10.06.2009 - 11:40
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
recepholding Abi Paylaşımın İçin
Selam ve DUA İle...
Bu mesaj 1 kez ve en son yasin056 tarafından 06.09.2006 - 11:03 tarihinde değiştirilmiştir.
|
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 11:02 |
|
|
|
155 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 13.06.2006
|
En Son On: 14.01.2007 - 17:41
|
Cinsiyeti: Bayan
|
|
SİZİN BU BİLGİLERİNİZDEN DOLAYI DAHA ÇOK BİLGİLENİYORUZ ALLAH RAZI OLSUN SENDEN...
|
Ekleme Tarihi: 06.09.2006 - 11:06 |
|
|
|
|
|
Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
zeynep_m (43), Zeyid (47), tombikana (73), gul-ay (38), azkonusur (47), ogztnc (39), CENNETLiK (40), gurbet-35 (53), s.a.v (35), bulbul.ayse (53), serdal (55), abdüssamed (53), ihvanim61 (38), Özhan61 (45), askergil (56), memik (76), datalay (45), WaLTeR (38), arda_birsoy (41), mydoom (46), abdulkadir32 (59), bulent719 (51), atapan (55), ibrahimsenol69 (56), yalnizcanan (47), ebu__yusuf (47), orhangencebay (49), mavi_yolcu (42), bilalakman (45), Büsra_15 (37), medine21 (46), coskun (40), Gurbetten (53), mkutlu71 (46), sedefkurt (40), MACE (41), kanarya60 (44), Merdiyye (89), atis (49) |
|
|
|
|
|
|