 |
|
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193 |
|
|
|
|
|
Ekleyen |
|
|
|
1613 Mesaj -
|
|
Kayıt Tarihi: 09.07.2006
|
En Son On: 12.03.2007 - 12:46
|
Cinsiyeti: Erkek
|
|
İMAM-I AHMED BİN HANBEL
Bağdad 164 / Bağdad 241
Horasan'ın Merve şehrinden gelen anası, Ahmed bin Hanbel'i 164'de (M. 780) Bağdad'da dünyaya getirmiştir.
Baba Muhammed bin Hanbel ise, otuz yaşında vefat ettiğinden, küçük yaşta yetim bıraktığı oğlu Ahmed'in,
müctehid imamların arasında yer aldığını görememiştir. Bu sebeble, Bağdad'da yetim olarak büyüyen Ahmed,
ikinci asrın yetiştirdiği büyük ilim ve fazilet sahiplerinden ders alıp, mevcut hadîsleri tümüyle ezberlemeye
koyulmuş, kimsesiz ve fakir olduğu halde en zenginlerin dahi erişemediği mevkilere erişmiştir. Nitekim, gençlik
devresinde hadis elde etmek için önce Kûfe ve Basra'ya gitmiş, oradan da Mekke, Medine, Yemen, Şam, derken
bütün Arap yarımadasını yaya olarak gezip o günkü İslâm Dünyasının büyük bir bölümünü teşkil eden yerlerin
ilim adamlarını bizzat görmüş: onlardan hadis dinleyip mes'ele zaptetmiştir. İlgili kitapların kayıtlarına göre, İmam-ı
Ahmed'in ilme olan bu alâka ve şevki, hayatının sonuna kadar da devam etmiştir. Ak sakallı, nurani yüzlü bir piri
fâni iken bile, çocuklar gibi elinde kalemle ilim muhitlerine gider, mes'ele yazıp, kâide zaptedermiş... Kalem ve
mürekkebi yanından ayırmadığını görenlerden biri:
"Yâ Ebâ Abdullah, ilimde bu kadar mesafe aldın, hattâ Müslümanların imamı oldun, daha ne zamana kadar
böyle çocuklar gibi mürekkeb şişesi taşıyacaksın?" demiş.
İmam tek kelime ile, "Mezara kadar!.." cevabını işaret etmektedir.
O günkü âlimlerden Muhammed bin İsmail, Hazret-i İmam'la yaptığı bir sohbetini anlatırken. şu hâdiseyi
nakleder:
"Ben Bağdad'a her gidişimde İmam'ı, çocuklar gibi ilim öğretilen yerlere gider görürdüm. Bir gün yine onun
böyle bir ilim yerinden döndüğünü gördüm. Eskimiş ayakkabılarını da eline almış, yalınayak yürüyor. Sordum:
- Ya İmam, daha ne zamana kadar böyle çocukların gittiği yerlere gideceksin?
Cevap verdi:
- "Ölüm, yeter deyinceye kadar..."
Kendine ilim öğreten çocuk bile olsa karşısında diz çöküp oturmayı âdet edinen İmam, öğretenin yaşı ne
kadar küçük olursa olsun, onu üstad görür, yaşının küçüklüğüne bakıp da yanında lâubali oturmayı uygun
bulmazdı. Nitekim bu mevzudaki müşahedesini anlatan
Halef der ki:
- Ahmed bin Hanbel bize gelmiş, Ebû İvâne'nin rivayet ettiği hadisi dinliyordu. O gelince ben kalkıp yerime
oturtmak istedim. Fakat onu bir türlü razı edemedim. Diyordu ki: "Kendisinden ilim öğrendiğiniz bilgi sahiplerine
hürmetle emrolunduk."
Diğer müctehidler gibi Ahmed bin Hanbel'de de İslâmı öğrenme aşkı zaptedilmez bir arzu halinde idi. Bundan
dolayıdır ki, tam kırk yıl gece gündüz ilme çalışmış, evlenme işini ancak kırkıncı yaşından sonra düşünebilmiştir.
Onun kırk yaşına geldiğinde elde ettiği ilmi ifade etmek isteyenler şöyle tarif etmişlerdir:
"İlmin tümü Ahmed bin Hanbel'in iki gözü arasında toplanmıştı. Ne sorulursa sanki hemen oraya bakar, kesin
ve doğru şekilde cevap verirdi."
İmam-ı Mâlik'in meşhur hadis kitabı "Muvatta" gibi yüce değerde bir hadis kitabı hazırlayan Ahmed bin Hanbel,
adına "Müsned" ismi verdiği bu değerli eseriyle, kendini müctehidler arasına yüceltmiş, eşsiz denecek değerde
ilmî bir hizmette bulunmuştur. Büyük Müctehid'in bu değerli hadis kitabı, yediyüz bin hadisten seçilmiş 30 bin
kadar hadisten müteşekkil bir ilim hazinesidir. Hadis gibi, tefsirde de çok ileri seviyelere yükselen Ahmed bin
Hanbel'in, nasih-mensuh, tarih ve diğer dini şu'belere ait başka eserleri de vardır.
Bir tek hadisi zaptetmek için aylarca yaya yol yürümeyi zevkle göze alan Hazret-i İmam, bir ara hadis dinlemek
için böyle uzunca bir yolculuğu göze alır ve nihayet hadîsi bilen adamı bulur. Önünde bir köpeğe ekmek
vermekle meşgul zâta selâm verir. Selâmını alan adam, kendisiyle meşgul olmadan köpeğe ekmek vermeye
devam eder. Az sonra Ahmed bin Hanbel'e dönen zât şöyle der:
- Seninle değil de köpekle meşgul olduğuma kızdığını biliyorum. Ama bu köpek aç kalmış, Allah da beni
karşısına çıkarmıştır. Halinden, perişanlığını anladığım bu köpeği doyurmaya mecburum. Zira Hazreti Resûlüllah
buyurdu ki: "Kim bir ihtiyaç sahibinin kendisine arzedilen ihtiyacını (elinden geldiği halde) karşılamazsa, Allah da
âhirette onun ihtiyacını karşılamaz!.." Bu köpek bana ihtiyacını arzetti. Ondan yüzümü çevirsem, âhirette de
benden yüz çevrilir.
Ahmed bin Hanbel daha fazlâ dayanamaz:
"Tamam, tamam! Aradığım hadîsi bulmuş oldum."
Bütün müctehidlerde görüldüğü gibi, Ahmed bin Hanbel'de de sahip olduğu ilmi, bütün cihetleriyle önce kendi
nefsinde yaşama hasleti dikkati çekmektedir. Onun ilmini asla dünyevi arzularına vasıta kılmayışı, diğer
müctehidlerle ortak olan vasıflarından birini teşkil eder. Bir ara yere atılmış kuru ekmeğin tozunu silip yediğini
görenler, bu tavrını garip karşılamışlarsa da, O, bunun mü mine yakışan bir hareket olduğunu söylemiştir.
İshak bin Nisaburi, Onun tevazuuna ait şu hâdiseyi de anlatır:
"Ahmed bin Hanbel'in geleceği yere hasır serdirmiş, yerini hazırlatmıştım. O gelince bunun sebebini sordu.
Ben de kendisine ikram için hasr serdiğimi söyledim. Şu karşılığı verdi:
- Kaldır bu hasırı, kuru yere oturayım. İhlâs, ihlâslı hareket edince kuvvet bulur. Ve hasırı kaldırdım. Toprak
üzerine oturup kitaplarını yere serdi..."
Ebû Hasf-ı Tarsusî de bir hatırasını şöyle anlatır:
"Ahmed bin Hanbel'e sordum:
- İnsan kalbi ne ile tatmin olur?
Şöyle cevap verdi:
- Helâl yemekle...
Sonra bu suali büyük veli Bişr bin Haris'le, Abdülvehhab Verrak'a da sordum. Onlar da bir âyeti kerîme
okuyarak cevap verdiler:
- Kalb Allah'ın zikriyle tatmin olur... Ben onlara: Ahmed bin Hanbel'in (kalb, helâl yemekle tatmin olur) dediğini
söyleyince, ikisi de tasdik ettiler:
- Ahmed bin Hanbel, işin aslını söylemiş. Allah'ı zikirden önce, helâl yemek gelir. Helâl yemeyen insan, Allah'ı
ne kadar zikretse kalbine itmi'nan ve huzur gelmez, dediler."
Halife Me'mun; ilimle iştigal ettikleri için maişetlerini kazanamayan ehli hadîs ve ehli ilme yardım göndermişti.
Bu para, hemen herkese dağıtıldı, ancak Ahmed bin Hanbel helâl olmasına rağmen kabul etmedi:
- Benim imkânım bana kâfi geliyor, başka yardıma ihtiyaç hissetmiyorum, dedi. Ahmed bin Hanbel, Halife
Hârun Reşîd'in kendisine kadılık teklifini de geri çevirmiş, ilmî ölçülere tam tamına uygun hareket edemeyeceği
düşüncesiyle, ilmini Hârun Reşid'in siyasi icraatı içine hapsetmek istememiştir. Tevazu ve helâl yemek
hususunda titizliği olan İmam, çoğu zaman kendi şahsı için hiç kimseyi zahmete sokmak istemezdi. Bu yüzden
bakkala kendisi gider, aldığı şeyleri kendi eliyle taşırdı. Görenlerin eline sarılıp götürmek istemeleri ona tesir
etmez, "siz beni büyük görüyorsunuz, ama Allah da öyle görüyor mu?" diye düşünür. düşündürürdü...
Büyük mâneviyat adamı Ebû Hatîm der ki:
"Bir adam Ahmed bin Hanbel'i seviyorsa, bilin ki o adam sünneti de seviyor..."
Bu sözün ifade ettiği mânâ, Ahmed bin Hanbel'in sünneti seniyyeye karşı son derece titiz ve bağlı oluşudur.
Bu yüzdendir ki, kendisine dua edenler: "Allah sizi İslâm üzere sabit, kılsın" deyince "İslâm ve sünnet üzere sabit
kılsın, deyiniz" diyerek tashihte bulunmuştur.
Ahmed bin Hanbel'in kendi adı Ahmed, baba adı da Muhammed'dir. Hanbel, dedesinin ismidir. Bu sebeble,
İmam'a. "Ahmed bin Muhammed" denmesi gerekirken, Ahmed bin Hanbel denmiş, dede ismiyle şöhret bulmuştur.
Oğlu Abdullah bir gün babasının özel hayatını anlatırken şöyle demiştir:
"Babam Ahmed, inzivayı çok sever, bir maslahat olmadıkça sokağa ve halkın içine çıkmak istemezdi. Halk onu,
bir mescidde, bir de hasta ziyareti ile cenaze teşyünde görürlerdi. Sokakta giderken ona kimse erişemez, bir an
önce geçip yerine varmak isterdi."
Ahmed bin Hanbel'in diğer oğlu Salih de, babasının inzivadaki duasını anlatırken şöyle demiştir:
"Babamın en çok tekrar ettiği dua şuydu:
-Yâ Rab, ameller sonuna göre değer taşır. Sen benim sonumu hayreyle!"
Bağdad'ın büyük âlim ve zâhid müctehidi İmamı Ahmed, fıkhi hükümlerinde ekseriya azimeti tercih eder,
ruhsata pek iltifat etmezdi. Zaten kendisinin yaşadığı zâhidane hayatı da azimeti tercih ettiğini gösteriyordu.
Nitekim, İmam-ı Şafiî ile meşhur hadisçi Yahya bin Main, İmam-ı Ahmed ile Mekke'ye gidiyorlardı. Yolda
geceledikleri yerde herkes köşesine çekilmiş, sabaha kadar kendi anlayışında bir hal üzere bulunmuştu. Sabah
olunca İmam-ı Şafiî şöyle konuştu:
- Bu gece gözlerimi yumduğumda yine mes'eleler kafama üşüştü, sabaha yakın vakte kadar: iki yüz kadar zor
mes'eleye çözüm buldum. Bu yüzden sevinçliyim. Yahya bin Main de şöyle konuştu:
- Ben de aynı hale maruz kaldım, bir türlü uyku girmedi gözüme. Hadisleri tefekküre başladım. Resûlüllah'a
nisbet edilen sözlerin içinden yüz kadar sözün hadis olmadığını tesbit ettim, bu gece...
Ahmed bin Hanbel'e sordular. O da şu cevabı verdi:
- Ben de sabaha kadar hatimle iki rek'at namaz kıldım. Birinci rek'atında yarısını okuduğum Kur'an'ın ikinci
rek'atında kalan kısmını okuduğumdan, gece Kur'an-ı hatmetmiş oldum.
Hazret'in zühdü, takvâsı, ibadeti, daha ziyade dikkati çekiyordu. Hadîste de. "İnsan bildiğiyle amel ederse,
Allah ona bilmediklerini de öğretir" buyurulmaktadır. Başkalarının tefekkür ve ilmi faaliyetle öğrendiklerini o da
fazla amelle elde etmiş oluyordu.
Halife Me'mun zamanında baş kadı olan Ahmed bin Dâvud'un yanlış bir ictihadı yüzünden "Kur'an mahluk mu,
değil mi?" şeklinde bir lâfzı münakaşa çıkmış, Hazret-i İmam da, bu ictihada uymadığından hapse atılmış, tam
yirmi sekiz ay hapiste tutularak, işkence görmüştür. Me'mun, Mu'tasım. Vâsık zamanlarında devam eden bu
münakaşa, nihayet Mütevekkil'in zamanında bitmiş, bu büyük Halife, İmam'ı hapisten çıkarıp ikram ve hürmette
bulunmuştur. Kendisine yapılan işkencelerin hepsini de helâl ettiğini söyleyecek kadar af ve müsamaha sahibi
olan İmam'a biri: "Senin gıybetini yaptım, beni affeyle" demiş. İmam da şunu söylemiş: "Bir daha yapmamak
şartıyle helâl ettim." Yanındaki İbn-i Hânî: "Yâ İmam, senin gıybetini yapıyor, sen de affediyorsun?" deyince,
"Baksana şartlı helâl ediyorum, bir daha yapmamak şartıyla" karşılığını vermiştir.
Kırk yaşında evlendiği hanımı Âişe'yle geçen hayatlarını anlatırken şöyle derdi:
"Âişe ile otuz senemizi birlikte yaşadık. Anlaşamadığımız tek mes'ele olmadı."
Abdullah'ın annesi Âişe'nin vefatından sonra, Reyhane hanımla evlenen İmam'ın, bundan da Salih adındaki
oğlu dünyaya gelmiştir. İmam'ın halim selim hali, aile hayatında da devam etmiş; anlaşmazlık, ailevi geçimsizlik
gibi beşerî haller görülmemiştir.
Kendisini ziyarete gelen İmamı Şafiî'yi makamına oturtup, izzet ikram fazileti gösteren, sonra da onu atına
bindirip şehrin dışına kadar yaya olarak teşyi' eden İmamı Ahmed bin Hanbel, dokuz günü bulan bir hastalıktan
sonra, Hicrî 241'de Bağdad'da bir Cuma günü vefat etmiştir. Cenaze namazına iştirak eden Müslümanların
çokluğu yüzünden hemen defni mümkün olmamış, ancak ertesi gün izdihamın verdiği bir anlık fırsattan istifade ile
"Harb Kapısı" mezarlığına defnedilmiştir. Ahmed bin Hanbel, zühd ve takvâsından dolayı kendisini medihte
bulunanlara şu karşılığı verirdi: "Sen sonuna bak, sonuna!..." Bundan sonra da ellerini kaldırır. şöyle dua ederdi:
"Ya Rab, sen sonumu hayreyle. Son nefesimde imanımı yâr eyle!.."SELAM VE DUA ILE
|
Ekleme Tarihi: 04.09.2006 - 21:25 |
|
|
|
 |
|
Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
semrayavuz (50), mucahit59 (32), hacýati (55), konyali1978 (47), cevdet öztürk (49), ipekyolu (45), kertibiy (65), yukselabdulkadi.. (65), gülsaba taka (40), elturko (50), kadir_29 (41), beratcan47 (67), -Yasemin- (41), cenapsert (55), ozdemir555 (45), derya0738 (49), Muhammedegideme.. (38), AMIRAL (61), EL-SAHABE (39), karbeyazit (53), netex (43), Faruk33 (), cicek08 (29), cndr (45), bahra (45), arifani (45), mustafa taner 7.. (55), bediiiatül (45), serfiraz (44), goalkeeper (46), minik_kiz (34), Ferhat_1981 (44), mahmut ç.. (41), seversaid (41), dali61 (47), mucahide44 (49) |
|
|
|
 |
|
|