0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » K İ T A P / K Ü L T Ü R / S A N A T » KİTAP & DERGİ » DÜZCELİ MEHMED*** KİTAP***

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 8 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
asanyakan su an offline asanyakan  
Themenicon    DÜZCELİ MEHMED*** KİTAP***

401 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.11.2003
En Son On: 16.05.2004 - 01:20
Cinsiyeti: ----- 
********** DÜZCELİ MEHMED************

OKULLAR AÇILIYORDU
Öğretmendim.

Okullarımız yeni açılmıştı.

Meslek hayatımın yirminci yılındaydım. Okulun her açılışında yaşadığım o tarifsiz

Mutluluğu ,doyumsuz iklimini yeniden yaşıyordum. Bu öylesine bir haz ve lezzetti ki,

Öğretmenlik yapmayan bir insana bunu anlatmak mümkün değildi. Okula,mesai arkadaşlarına ve öğrenciye hasret kalmanın ne demek olduğunu,öğretmenden başkası asla bilemezdi.

Okul,öğretmen ve öğrenci,birbirinden ayrılmaz kopmaz ve ayrı düşünülemez bir şekilde,

Bir bütün oluşturmuşlardır. Birini diğerinden koparmak mümkün değildir.

Bunun hiçbir maddi izahı da yoktur. Bu bir sevda ,bu bir hasret ,bir gönül ve bir

Mutluluk iksiridir.

Hele öğrenci öğretmen için neler değildir ki?

Bir öğretmen için onun öğrencisi,mutluluğunun hayatının ve yaşama direncinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir öğretmeni,bu iklimden kopardığınız an ,onun dünyasını yıkarsınız.

Şair öğretmen boşuna mı yanmıştır.

Onlar benim herşeyimdir.

Hayat suyum ,ekmeğim.

Gönül saksımda açan;

Renk renk,desen desen,

Mis kokulu çiçeklerim....

Onlar benim herşeyimdir;

Dualarım,dileklerim...

Ya Rab! Ayırma beni,

Onlar benim meleklerim.

Meslek hayatımda yirminci defa aynı heyecan ve aynı duygularla okuluma ve öğrencilerime kavuşmuştum. Bu tarifsiz mutluluğun etkisinde o kadar

Kalmış olacağım ki,hiç farkında olmadan ,adeta bütün öğrencilerimi bir çırpıda

Kucaklamak ister gibi,okula girerken kollarımı açtığımı farkettim. Sanki o esnada

Bütün acılarım elemlerim ve kederlerim bitmişti.

Okulun o büyülü havasını soluyan bir kişi;ekmeği,suyu,havayı ve mutluluğu

Başka yerde arayabilir mi?

Yine şair öğretmenin dediği gibi;

Ben okulda doğdum.

Güllerle,çiçeklerle büyüdüm.

Onlarla ağladım,onlarla güldüm.

Benim için Allah a kalkan eller ,

Yüreklerinde tertemiz duygular,

İşte benim sermayem ,ödülüm;

Okuttuğum çocuklar...

Mezar taşıma öğretmen; diye yazın.

Belki de gelip,dua okurlar....

DAHA İLK DERSİMDE SÜPRİZ BİR GELİŞME
Bu hisleri,bu heyecanı ve bu duyguları yeniden yaşayarak,kendimi ilk dersimde bulmuştum.

Üniversiteyi yeni kazanmış pırıl pırıl gençler...

Gözlerinde ürkek bir ışıltı,tatlı bir tedirginlik ve yeni üniversiteli olmanın heyecanı

Okunmaktaydı.

Elli kişilik bu sınıfın,yarıdan fazlasını erkek öğrenciler,diğerlerini ise kız öğrenciler

Teşkil ediyordu.

Önce kendimi tanıtıp,öğrencilerin tedirginliklerini giderecek bir giriş yaptım.

Okulun,okumanın ve bu zamanda üniversiteyi kazanmanın önemini anlatarak,öğrenciler onure etmeye çalıştım. Ayrıca,derslerden ve sınavlardan korkmamaları gerektiğini,devamlı ve düzenli çalışmaları halinde,beklediklerinin de üstünde bir başarı gösterebilceklerini ifade ettim.

Bu konuşma üzerine öğrencilerin;kısmen de olsa ,tedirginliklerinden ve endişelerinden kurtulduklarını müşahede ettim.

Sonra da öğrenciler tek tek tanımaya başladım. Her öğrenci adını,soyadını ve memleketini söyleyerek,ne için öğretmenliği seçtiğini anlatmaktaydı.

Tanışma faslında isminin Düzceli Mehmet olduğunu söyleyen uzun boylu,hafif esmer tenli,saçlarını arkadan bağlamış,kulakları küpeli,kollarında ve boynunda bol aksesuar bulunan bir öğrenci dikkatimi çekti.

Üzerinde elbisenin de garip renkler taşıdığı ve sıra dışı dikildiği belliydi. Öğrencinin yüz ifadelerinde ve tonunda açık bir sertlik ve aykırılık hissedilmekteydi. Bu , bütün sınıfın da dikkatini çekmişti.

Tanışma faslından sonra, her dönem başlarında yaptığım gibi,öğrencilerden neler isteyeceğimi ve neler bekleyeceğimi ifade etmek için yeniden masaya geçerek konuşmaya başladım:

Arkadaşlar dedim. beni dikkatle dinlemenizi istiyorum. Bu dönem boyunca,sınıf disiplini ve düzeni konusunda bazı kurallar oluşturacağız . birlikte oluşturacağımız kuralları bir metin haline getirip,her öğrenci altını imzalayacak. Bu kuralları birlikte tavizsiz olarak uygulayacağız.

Bu kurallar şunlardır: derse 5 dakikadan fazla geç kalan sınıfa alınmayacak. Devamsızlık hakkını kullandıktan sonra , ders saati kadar bir defaya mahsus olmak üzere ,ek mazaret hakkı verilcek. Derse birlikte hazırlanıp ,birlikte işleyeceğiz. Söz almadan konuşulmayacak. Sınıfta bir kişi konuşurken onun sözünü kesmek,müdehale etmek,sert tepki göstermek veya başkasının dinlemesini engellemek olmayacak. Her görüşe,yoruma ve değerlendirmeye saygı gösterilecek. Eleştiriye açık olunacak,eleştirilmekten dolayı

Kırıcı sözler söylenmeyecek. Maddi veya manevi anlamda ,herhangi bir sıkıntısı olan,yardım için arkadaşlarını veya dersin öğretmenini haberdar edecek. Araştırma grupları oluşturulacak. Kitap okuma ve inceleme çalışmaları yapılacak. Kararlara uymayanlar,sınıfın ortak tepkisiyle cezalandırılacak. Sınıfta başarı gösteren öğrenciler,yine sınıfın ortak kararıyla ödüllendirilecek. Kararlar oy çokluğuyla alınacak.

Bu kuralları değerlendirmenize sunmak istiyorum. Hepsini madde madde tartışalım.

Uygun bulmadıklarınızı,gerekçe göstermek kaydıyla çıkarabiliriz veya başka maddeler de ilave edebiliriz. Birlikte mutabık kaldığımız maddeleri metin haline getirip imzanıza sunacağım. Ne dersiniz?

Öğrencilerde,belki de ilk defa böyle bir durumla karşılaşmış olmanın belirli bir sessizliği vardı. Kafalarında ,nasıl bir tepki verceklerini henüz oluştumadan ,orta sıralarda oturan uzun saçlı ve aykırı görünüşlü öğrenci Düzceli Mehmet,izin almadan ayağa fırladı.

;Bütün bunlar çok saçma şeyler;dedi. ;burası ortaokul değil,bir üniversitedir. Disiplin,düzen,kural ve yasak saçmalığına burada da mı devam edeceğiz?

Biz buraya özgürce okumaya ve yaşamaya geldik. En nefret ettiğim şey kurallarla yasaklarla yaşamaktır.

Ses tonunu daha da yükselterek:

;Bunları asla kabul edemem. Kurallar beni sıkar ve huzurumu kaçırır. Eğer beni sıkboğaz edip, kurallara boğarsanız ,burada bir gün bile duramam

çevresini etkileyip,kendine destek bulmak umuduyla etrafına şöyle bir göz atarak konuşmasını sürdürdü:

zannederim ki arkadaşlar da aynı görüştedir

Öğrenci,heyecanlı biraz da hükmedici bir ses tonuyla sıraladığı itirazlarını daha bitirmemişken,en arka sırada oturan bir başka öğrenci aynı sertlikteki bir ses tonuyla:

Arkadaş dedi;kendi saçma görüşlerine bizi alet etme. İnsanların bulunduğu her yerde kurallar vardır. Burası dağ başı değildir. Kurallar olmazsa,düzen ve çalışma disiplini nasıl oluşacak

Bir başka öğrenci:

;Memlekette demokrasi var diye çıkıştı. ;Kararlar ortak alınır. Hocamızın da önerisi zaten böyleydi. Hiç kimse ,kendi keyfine ve arzusuna göre çevresine hükmedemez

Bir kız öğrencinin itirazı da ,bir başka boyutu oluşturuyordu:

;Senin hiçbirşeye itiraz etmeye hakkın yoktur. Baksana haline,istediğin gibi giyiniyor ve konuşuyorsun. Ya bizler,başımızı açıp girmek zorunda kalıyoruz. Bu konuda konuşması gereken varsa bizleriz,siz değilsiniz

Adını Düzceli Mehmet olarak ifade eden aykırı öğrenci,beklemediği bu reaksiyon karşısında şaşırmıştı. Öğrencilerden destek beklerken ilk tepkiyi onlardan görmüştü.

Sağdan soldan gelen yoğun itirazlar karşısında bunalan Mehmet ;in imdadına ben yetiştim.

Arkadaşlar diye bağırdım. Önce herkes yerine otursun ve beni dinlesin

Sınıftaki dalgalanma durdu. Ben de konuşmaya başladım.

;Şimdi,sınıfta neden bazı kurallar oluşturmak istediğimi,herhalde çok iyi anladınız.çünki kuralsız hayatta kargaşa ve boğuşma vardır. Kurallar yerli yerinde kullanıldığı zaman,kimsenin hayatını kısıtlamaz ve engellemez. Tam aksine,iyi işleyen kurallar;düzenli ,tertipli ve huzurlu bir hayat biçimi oluşturur

Konuyu değiştirerek konuşmaya devam ettim:

;Düzceli Mehmet in birazcık sert çıkışını ve görüşlerini açık bir dille ifade edişini,çok yadırgadığınızı görüyorum.

Üniversiteye gelmiş olan siz değerli arkadaşların,bu konuda biraz daha anlayışlı olabilceklerini beklerdim

Öğrencinin birisi:

;Yani mehmet in bu davranışını doğru buluyormusunuz,hocam? ; diye atıldı.

Anlatmak istediğim ve hoş gördüğüm taraf,mehmet in davranışları değildir. Anlatmak istediğim şudur:

Sınıfta her öğrenci,rahatlıkla kendisini ifade edebilmeli,görüşlerini anlatabilmeli,faydasına inandığı yorumları yapabilmelidir. Ancak bu şekilde uzlaşma ve ayrılma noktaları anlaşılır,kişiler daha iyi tanınır ve problemlerin konuşarak çözülmesi daha rahat gerçekleşir.

Olaylara farklı bakışımızın,farklı yorumlamamızın ve farklı değerlendirmemizin çok tabii ve çok doğal bir şey olduğuna artık alışmalıyız. Bizler makine aksanı değiliz ki ebadımız,tonajımız,hızımız ve yönümüz aynı olsun.

Farklı olmak,farklı bakmak,farklı görmek ve farklı düşünmek canlılık,hareket ,yenilik ve

Alternatif çokluğu meydana getirir. Bir bilim yuvası olan üniversitelerimizde buna çok ihtiyaç vardır.

Aynı şeyleri düşünen bin tane insan bir insan gibidir.dolayısıyla ,bu sınıfta herkes rahat konuşabilmeli ve konuşana karşı da sabırlı ve saygılı olmalıyı öğrenmeliyiz.

Orta sıralarda ve başını önüne eğmiş vaziyette oturan düzceli mehmet e doğru baktım.

O esnada bakışlarımız bir esnada buluştu. Yüzündeki ifadelerden,bu sözlerime çok memnun olduğu anlaşılıyordu. Kendisini ağır bir şekilde eleştireceğimi beklerken,adeta destekler bir tutum içine girmem onu rahatlatmıştı.

Biraz daha onure etmek için devam ettim:

Arkadaşlar aslında siz mehmeti yanlış anladınız.mehmet de heyecandan olsa gerek,kendisini yanlış ifade etti. Eğer konuşmasına müsaade etseydiniz,inanıyorum ki,daha güzel şeyler söyleyecekti. Hava bir anda gerginleşince,o da farkında olmadan o gerginliğe kapıldı ve kontrolsüz bazı şeyler söyledi.

Tabii ki karşı çıkan arkadaşlar da haklıydı. Onlarda bazı doğrulara işaret ettiler.

Ortada yanlış olan,tartışma üslubu ve birbirinize olan yaklaşım şeklinizdir. Ama inanıyorum ki bu sınıfta güzel şeyler konuşulacak,tartışılacak ve isabetli sonuçlar elde edilecektir.

Sınıfın bir anda tansiyonu düştü. Gerek mehmet gerekse de karşı çıkan öğrenciler rahatladı ve herkes almaları gereken mesajları almıştı.

Sert başlayıp olumlu biten bu ilk ders ,önemli gelişmelerin habercisi niteliğinde olmuştu.

İlk dersteki bu tartışmadan sonra,eğer Mehmet e insani değerler,vefa duygusu ve saygı ifadesi gibi hala bazı meziyetler varsa ,mutlaka yanıma gelir,en azından ,daha yakın tanışmak ister veya teşekür eder,diye düşünmeye başlamıştım.

Ama,kuralların anlamsız olduğunu savunduğu gibi insani değerlerin de anlamsızlığına inanıyorsa,tabii ki böyle şeyler beklenemezdi.

Düzceli mehmet in psikolojik yapısını tanımak için bu konuyu kafamda bir ölçü olarak canlandırmıştım.

BENİ NEDEN KOLLADINIZ

Teneffüste odama geçtim.hemen arkamdan mehmet de geldi. Henüz ne niyetle geldiğini bilmememe rağmen ,mehmetin bu davranışından,görünüşünün tersine birtakım önemli meziyetleresahip olduğunu anladım. Bu durum,mehmet e karşı içimden anlayamadığım bir sempati oluşturmuştu.

Biraz çekingen biraz da mahcup bir eda ile:

Hocam ,müsaitseniz biraz konuşabilirmiyiz? Dedi.

Ayağa kalktım,elini sıktım ve oturması için yer göstererek ;

;Tabiki konuşabiliriz dedim. şöyle buyurun

Hemen ardından bir tane çay söyledim ve sıcak bir hava oluşturmak istedim.

Kendisini ayakta karşılamam ve çay ikram etmem mehmet i hem mahcup etmişti,hem de çok sevindirmişti.

Hocam sınıftaki kaba davranışımdan dolayı özürdilerim,diyerek söze başladı;Ama öyle nezaket dersi verdiniz ki çok utandım

;Hayır üzülme mehmet diye araya girdim. Biz bunlara alışkınız. Hem şunu bil ki,asla sana kırılmadım

Mehmet ,içindeki esas konuya gelerek:

;Hocam,dedi. Neden beni kollama ihtiyacı hissettiniz? Beni mahcup edip bir daha konuşmayayım diye mi? Yoksa beni yanına çekip bazı doğruları anlatayım diye mi

çok zeki bir gençti. Zaten düşüncelerini en aykırı bir şekilde ortaya koyabilme cesareti bunu ispatlıyordu. Ayrıca konuyu ele alış şekli de bunu göstermekteydi.

Gülerek cevap verdim:

Benim asıl niyetim seni kollayıp,mahcup etmek veya yanıma çekmekten ziyade,sınıfta bazı kurallar yerleştirmekti. Bu durumda hangi öğrencim olursa olsun aynı şeyi yapardım

Başını eğdi ve hafifçe salladı.

Konuşmama devam ettim:

;Benim çok önemsediğim ,en önemli kural,herkesin rahatlıkla konuşabilmesi ve konuşana karşı saygı gösterilmesidir

Pervasız bir eda ile:

Neden bu kadar demokratsınız ,hocam? Ben bu davranışı ne bir dindar hocadan ve ne de ilerici bir hocadan görmedim. Bunun özel bir sebebi var mı
Düzceli mehmet de beni onure etmek istiyordu. Bu iltifattan o anlaşılıyordu.

&Hayır dedim;inanıyorum ki,birçok öğretim üyesi arkadaşım aynı şeyi düşünürve aynı şeyi yapar.

Bu konuda ki benim esas felsefem şudur: mutlaka farklı görüşler dillendirilmelidir. Konuşan insanı susturmak çare değildir. Konuşan insan görüşlerinin yanlış olduğunu anlayınca susar. Yoksa,zorla susturulursa illegal yollardan konuşmaya başlar. Bu ise,birçok yönden sıkıntı meydana getirir.

;Konuşan insandan zarar gelmez. Asıl zarar,konuşturulmayan insandan gelir. Farklı görüşler ,güzelliktir,yeniliktir. İnsanlar arası uzlaşma konuşarak ortaya çıkar. Yoksa, uzlaşma adına susturulan insanlar ,gizli ve sert bir muhalafet oluşturur. Bu da toplumsal huzura zarar verir.

Bunun için, sınıfta açık yüreklilikle görüşlerini ifade edişinden dolayı seni kutlarım. Yadırgadığım taraf ise üslubunuzdur. Karşılıklı anlayış içinde görüşlerini ifade etmene devam et. Benden sana tam destek gelecektir

Düzceli mehmet ,bütün bütün rahatlayarak:

;Bunları duyduğuma çok sevindim hocam dedi. ;Belki de inanmayacaksınız ama, ilk defa bana yakınlık gösteren , görüş ve davranışlarımı anlayışla karşılayan bir hocamla tanışıyorum.

Ne yapayım,beni de böyle kabul edin. Sözümü sakınmayı pek beceremem. Her yerde söylerim. İnandığım doğruları ifade etmekten kendimi frenleyemem. Açık sözlü oluşum,kendimi derhak deşifre edişim bana çok pahalıya mal olmuştur. Ama umrumda değil. Ben bildiğim doğruları konuşmazsam ve bildiğim doğruları yaşamazsam,mutlu olamıyorum

Bu sözler bir art niyetin ,bilerek zararlı bir hayatı tercih etmenin veya yanlış bir anlayışta ısrar etmenin ifadesi değil; doğru olduğuna inandığı bir yoldan ; açık yüreklilikle,mertçe ve ısrarla yürümenin ifadelerini taşımaktaydı.

KURALSIZ GENÇLİK FELSEFESİ

Mehmet i fazla sıkıştırmamak için konuyu değiştirdim. Bu açık sözlü mert ve biraz da pervasız genci biraz daha yakından tanımak istedim.

Biraz kendisinden ve ailesinden söz etti. Bir erkek bir de kız kardeşi varmış. Mali durumlarının iyi olduğunu söyledi.

Konuya biraz daha açıklık getirmek için:

Mehmet ,dedim. Ailevi probleminin ve mali sıkıntının olmadığı anlaşılıyor. Bu kuralsızlık felsefesi nereden oluştu?

;Hocam,dedi. Çok kitap okurum ,çok gezerim ve insanlarla ilişki kurmayı çok severim. Özellikle farklı ve alışılmamış şeyler ilgimi çok çeker.

Düznli ,oturmuş,planlı ve monoton bir hayat bana göre değildir. Yaşadığım hayatın kurallarını kendim koymalıyım veya beni engelleyecek her kuralı kaldırabilmeliyim.

Zevkime görüşlerime tarzıma mani olan her şey bana göre kötü şeydir. İstediğim gibi gezmek,istediğim gibi giyinmek,istediğim gibi yaşamak istiyorum.

Sormak isteyip de kırmamak için sormadığım bir konuyu ,sanki içimi okurcasına kendisi açtı.

;Hocam,bu anlatyıklarımdan sonra,aklınıza gelmiş olduğunu düşündüğüm inanç boyutumu herhalde merak ettiniz;

Gülerek:

Evet dedim.

;O zaman açık bir şekilde ifade etmek isterim.

;İlkokul ve ortaokul döneminde ,din ve dine dair şeylere büyük bir ilgim vardı. Gerek öğretmenlerimizin,gerekse de arkadaşlarımızın tavsiye ettiği kitapları okuduktan sonra ,dikkatlerim başka dünyalara kaydı

Ne gibi diye sordum.

Materyalizme ve darwinizme karşı ilgi duydum. Bu konuda ciddi çalışmalar yaptım

Peki geldiğin nokta neresi oldu

biraz ezik büzük tavırla:

;Din ve Allah ile ilgili bilgilerin ve görüşlerin,çağın çok gerisinde kaldığına inanıyorum. Asırlar önce ortaya atılmış bir yaşam biçimiyle ,uzay çağını yaşamak bana çok saçma geliyor.

İnsanlar istedikleri şeye inanabilirler. Onlara gerçekten saygı duyuyorum. Çünkü,benim annem ve babam da namaz kılıyor. Ama ben böyle şeylere inanmıyorum.

Benim için tek geçerli yol,kuralsız,açık ve engelsiz bir yaşam biçimidir. Dilediğim gibi özgürce ve gerektiğinde kuralları kendim koyarak

;Peki bu mümkün mü diye sordum.

;Değilse bile ,en azından öyle olmasını arzu ediyorum; Dedi.

;Dinden ve Allah tan kaçışının nedeni,yaşamına engel olacak bazı kurallar getirdiği için mi;

;Evet. Çünkü,dinler insanların tam zevk ve keyif almalarını engelliyorlar. İnsanın tam zevk ve keyif alması ve dilediği biçimde bir hayat oluşturması için,dinden ve dinin kurallarından kurtulması lazımdır. Hatta bu konuyu hiç düşünmemesi lazımdır;

Yani bu konuları düşünmek de mi seni rahatsız ediyor;

;Hem de çok...;

;Peki seni rahatsız eden bu düşüncenden nasıl kurtulmayı düşünüyorsun

;bu konuları hiç düşünmeyerek. Çünkü, yaşadığım hayatta bir tek kural bile olsa huzurumu bozuyor. Yaşam zevkimi engelliyor

Yani aklını susturmak istiyorsun öyle mi

Cevap vermemek için konuyu değiştirmek istedi. Ama ben üsteledim. Sorularımı sürdürdüm.

;Peki madem böyle düşünüyordun da neden kuralların işlediği,sorumluluğun arttığı ve sürekli bir çalışmanın yapıldığı üniversite ortamını tercih ettin

bu soruya cevap verirken epeyce zorlanmıştı:

;Bunu ben istemedim. Babam bir üniversite okumazsam,beni evlatlıktan reddedeceğini ve harçlıkları da keseceğini kesin bir şekilde ifade edince mecbur kaldım

;Yani,niyetin okumaktan ziyade babandan para sızdırmak öyle mi; diye güldüm.

Kendisi de gülerek:

;Öyle de sayılabilir dedi.

Belki de sorulardan bunalarak veya cevap vermekten dolayı güçlük çektiği konuların açıldığı için birden ayağa kalktı;

;Hocam benim çıkmam gerekiyor dedi.

Elini uzattı.

Çok memnun kaldım. Sizleri sık sık ziyaret edeceğim. Sizin varlığınız,bu sıkıcı yerde benim için bir ümit ışığıdır dedi.

Çıktı. Sözlerinde riyakarlık yoktu. İçinde ne varsa onu söylüyordu. Dolayısıyla güvenilir ve samimi bir genç idi.

Bu atak,yetenekli,mert ve girişken olan gencin başıboş,inançsız ve amaçsız bir hayatın pençesinde,nereye doğru gittiğinin farkında bile olmadan ısrarla ve inatla yoluna devam etmesi beni çok üzmüştü. Dindar bir aileden inkarcı bir çocuk...

Eğitim sisteminin çarpık,karışık ve karanlık yapısından başka türlü ne beklenebilirdi?

Gerçekten çok üzülmüştüm. Düzceli mehmet ve buna benzer daha çok gençler kurtarılmalıydı.

Bu sorumsuz hayat anlayışı içinde yetişen insanlar,hem devletin,hem toplumun hem de ailenin baş belası olacaklardı. Bu yüzden,patlayan silahlardan ,yanan ocaklardan ve ağlayan annelerden çok dersler alınmalıydı.

Konuyla ilgili olarak ,Bediüzzaman Said Nursi nin Muhakemet isimli eserindeki şu tespitleri hatırladım.

;Her insan hak fıtratı üzerine doğar. Hakkı ararken bazen eline batıl geçer,hak zenneder ,koynunda saklar.

En büyük yanlışı doğru telakki ederek,kendisine hayat felsefesi yapan insanları uyarmak,uyaranlara destek olmak,toplumun huzuru için önemli bir görevdir. Bu önemli vazifenin ifasına benim de katkımın olması için ,Allah a dua ederek odamdan çıktım.

İKİNCİ DERS

İkinci hafta aynı sınıfta derse girdiğimde gözlerim mehmet i aradı. Acaba ilk karşılaşmamız ,onun üzerinde olumlu bir tepki mi,yoksa olumsuz bir tepki mi oluşturmuştu? Çok merak ediyordum.

Yine orta sıralarda uzun saçları ve çok belirgin elbise modelleriyle kendini belli ediyordu.

Çevresindeki öğrencilerle çabuk kaynaştığı belliydi. Onlarla sıcak ve yakın diyaloglar içindeydi. Etrafındaki arkadaşlarıyla ilgileniyor,anlatıyor ve dinliyordu. Her haliyle girişken ,faal ve sıcak kanlı bir gençti. İlk dersin,soğuk sert ve aykırı davranışlarını,kısmen de olsa üzerinden atmışa benziyordu.

Bu davranışını,kendi fikir ve görüşlerine taban oluşturmak ve kendine yakın sempatizanlar bulmak olarak yorumlamıştım. Başka bir ifade ile,çevresini genişletip bir grup oluşturma çabası içinde olduğu belliydi.

Dersin konusu insandı. Toplumun en küçük bireyi olan İNSAN ı anlatacaktım.

İnsanı anlatırken de öğrencilerin görüşlerini alıp bu şekilde sınıfın ortak nabzını da ölçmüş olacaktım.

Öğrencileri selamlayıp,hal hatır sordum. Sınıfı derse hazırlamak için,okula ısınıp ısınmadıklarını gündeme getirdim. Bu konuyla ilgili,karşılıklı kısa konuşmalar geçti.

İşleyeceğim konu gereği ;insan nedir diye sınıfa bir soru sorarak derse başladım.

Burdaki amacım,hem dersi cazip kılmak,hem de öğrencilerin konuyla ilgili görüşlerini anlamaktı.

Öğrenciler bu soruya karşı önce sessiz kaldılar,sonra da görüşlerini belirtmeye başladılar.

Söz alan öğrencilerin büyük çoğunluğu insanla Allah ve din arasında ilgi kurup,insanın bir amaç için yaratıldığı en mükemmel bir varlık olduğu öldükten sonra da bir hesabı bulunduğu yolunda görüşler beyan ediyorlardı. Bu durum sınıftaki öğrencilerin büyük kısmının dini ve milli görüşleri benimseyen gençler olduğu kanaatini uyandırıyordu.

Beklediğim gibi düzceli mehmet de söz aldı. Kendisine has ve heyecanlı açık ve gür ses tonuyla:

;Ben bu konuda arkadaşlardan farklı düşünüyorum diye söze başladı. Yine üslubunda hissedilir bir sertlik ve pervasızlık vardı.

;Öncelikle şunu belirteyim ki,ben hesap kitap işine inanmam;dedi ;İnsan ,çeşitli evrimler sonucu bu hale gelmiş bir canlıdır. Bu hale gelmesi için de herhangi bir yönlendirmeye ihtiyaç yoktur. Mekanizması kendi kendini yenileyecek durumdadır.

İnsan,ayakta kalabilmek ve kendini koruyabilmek için bazı kanunlar geliştirmiştir. Toplumsal yaşamda ortak değerlerin oluşmasıyla da bugünkü hale gelmiştir.

İnsanın bu hale gelmesinde ve yaşamını sürdürmesinden kimseye karşı bir borcu yoktur. O hayatını en iyi şekilde yaşayıp,çekip gidecektir. O insan için de her şey orda bitecektir.

;İnsan mutlu olması için ,yalnızca kendi hayatını düşünmeli ve hiçbir yaptırımın ve kuralın esiri olmamalıdır

Mehmet, savunduğu görüşleriyle insanın var olması için bir yaratıcaya ihtiyacı olmadığını ve kimseye karşı da borcu bulunmadığını ortaya koymak istiyordu. Bu şekilde,kulluğun sorumluluğundan da kaçmak istiyordu.

Mehmet in ileri sürdüğü fikirlerin temelinde materyalizmin marksizmin ,darwivizmin ve ateizmin görüşleri yatmaktaydı. Mehmet in nelerden etkilendiği ve daha çok ne tür kitaplar okuduğu belliydi.

Mehmet in ortaya koyduğu görüşler,sınıfaki öğrencilerin sert tepkisine neden olmuştu. Ama duruma derhal müdehale edip:

Daha isabetli görüşü olan varsa, söz alsın ve konuşsun. Bunun dışında başka bir yol denemeyin;diye ikaz ettim.

İnsanla ilgili olarak ileri sürülen farklı görüşleri özetledikten sonra dersime döndüm

İNSAN NEDİR?

Sözlerime,alexis carrel in,insanla ilgili şu tespitiyle başladım:

İnsan önce kendini tanımalı ve kendisini bir kitap gibi okumalıdır. Kendisini okuyamayan insan,kainatın en ince sırlarını bilse de yine de cahil kalır;

O esnada bir öğrencim devreye girerek:

;Hocam; dedi. ;İnsanla ilgili güzel sözler bulmak için Batıya gitmenize gerek yoktur. Bu güzel sözlerin daha özlüsünü ve daha isabetlisini,kendi içimizde doğup büyümüş olan değerli alimlerimiz ve bilim adamlarımız da söylemiştir. Mesela; Bediüzzaman Said Nursi nin ;Ey kendini insan zanneden insan,kendini oku diye başlayan çok güzel bir sözü vardır. Buna daha başka ilaveler de yapmak mümkündür.

;Doğru söylüyorsun diye tasdik edip sözüme devam ettim.

;Arkadaşlar ,hiç kendinize,ben kimim? Neyim? Nereden geldim? Ne için geldim? Amacım nedir? Nereye gidiyorum? Kime borçluyum? Ne gibi nasıl hesap vereceğim? Diye soruyormusunuz?

Eğer bu ve buna benzer sorular soruyorsanız,tabii ki cevabını da merak ediyorsunuzdur? Cevabını merak eden olduysa bir araştırma yaptı mı?

Sınıfta derin bir sessizlik ve dikkat oluşmuştu. Bu ortamı fırsat bilerek,konuşmamı sürdürdüm.

;Soruyu biraz daha genelleyip bilimsel bir temelde sürdürelim.

;Başarı için yola çıkan ve hayatını başarılarla doldurmak isteyen insan ,kendisini tanıma konusunda ne kadar başarılı olmuştur
Çevresinin ve kainatın en ince ayrıntılarıyla ilgilenen insan,acaba kendi ayrıntısı ve sırlarıyla ne kadar ilgilenmektedir?

;Göklerin keşfi ve denizlerin derinlikleri için ömür harcayan insanoğlu ,kendisini keşfetmede, kendisini tanımada ve kendi dünyasının derinliklerine inmede ne kadar çaba harcamaktadır?

;Bir başka ifadeyle,önemli işler başarmak,büyük hedeflere koşmak,birçok keşif ve sırlara ulaşmak için çırpınan insan ;kendisini ne kadar tanımakta ,taşıdığı değerlerin,sırların ve emanetin ne kadar farkına varmaktadır?

bunlar nedir? Nasıl oluşmuştur? Neye yaramaktadır?yapan kimdir?gibi onlarca kes sorduğu merak dolu soruları; acaba kaç kez kendisine yöneltip; ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Gayem nedir? Beni gönderen kimdir? Diye sormuştur?

Mehmet söz isteyerek konuşmama müdahale etti:

;Hocam ;dedi. ;Bu kadar ince fikirli olup,hayatı zehir etmenin anlamı var mı?

Tebessüm ederek devam ettim:

İnsanın öncelikle kendini tanıması,kendini sorgulaması ve kendisiyle ilgili bilinmezlerin peşinde olması kadar doğal bir şey var mı? Bu insan olmanın ilk şartıdır.

Konuya dönerek konuşmamı sürdürdüm:

; İnsanın mahiyeti,sırları vazifesi neci ve kim olduğu şeklindeki soruları düşünen beyinleri sürekli meşgul etmiştir. Ancak yalnızca kendi akıl ölçüleriyle bu sırları ve bilinmezleri çözmek isteyen birçok insan da yanlış ve isabetsiz tespitlerde bulunmuşlardır.

;Bunlardan bazıları insanı ekonomik bir varlık ve madde yığınından ibaret zannetmişlerdir. Bazıları da insan düşünen bir hayvan demişlerdir. Bazı bilim adamları insanı, tapılacak ulu varlık olarak vasıflandırırken bazıları ise insanın bit hiç olduğu yorumunu yapmışlardır. Bunlar arasında insanın meçhul olduğuna karar verenler de yer almıştır.
;Görüldüğü gibi,kaynağını yalnızca şahsi değerlendirmeden alan yorumlar ve tespitler,insanı gerçek anlamda ortaya koymaktan çok yetersiz kalmıştır. Yetersiz kalmalarının en büyük nedeni ise insanı bir veya birkaç boyutla ele almış olmalarıdır. Halbuki insanın tam anlamı ile ifade edilebilmesi için, maddi ve manevi olarak bütün yönleri ile ele alınıp ,değerlendirilmesi lazımdır

Sınıfta,tam bir sessizlik oluşmuştu. Bütün öğrenciler pür dikkat kesilmişler adeta kımıldamadan konuyu takip ediyorlardı. Öğrencilerin derse olan ilgilerinden konumun çok önemli bulunduğu anlaşılıyordu.

Derse devam ettim.

;Değereli arkadaşlar, acaba fen bilimleri insan için ne diyor? Bu konuyu birlikte ele alıp değerlendirelim:

Fen bilimleri açısından insan,canlıların en mükemmelidir. Hayret verici bir düzen uyum ve planlama içindedir.

;İnsan bir tek hücreden yaratılmıştır. Zigot denilen gözle görülmeyen ancak yüzlerce defa büyültülerek görülen bu hücre kendinden binlerce ve trilyonlarca büyük bir konuma gelerek hayat için gerekli olan her türlü cihazla donatılıp dünyaya bir insan olarak gönderilmektedir.

;İnsan çok zaman kıymetini takdir edemediği harika bir vücudu,eşsiz bir sanat eserini ve antika bir şahaser taşımaktadır. Öyle ki, bir tek hücreyi bile yapmaktan aciz olan insan,akılların hayrette bırakan sayısız hücrelerin mükemmel işbirliği ve uyumu ile hayatını sürdürmektedir.

;Bu hücrenin ,yani ceninin zamanla insan vücuduna dönüşmesi her hücrenin belirlenen hedefe ulaşması ve hiçbir hücrenin görevini aksatmadan yüz binlerce görevi bir anda yapması insan aklını tam anlamıyla şaşırtmaktadırlar.
;İnsanın iç ve dış organları,birbirini koruyan ,kollayan,yardımcı olan ve harika bir alışveriş sistemi üzerine kurulmuştur. İnsan vücuduna baktığımızda hiçbir organın fazlalığı görülmediği gibi,eksik bir organa da rastlanmaz. Öyle ki insan ; en seri en çabuk ve en verimli sonuç olacak bir planlamaya göre düzenlenmiştir.

Dışarıdan alınan besinlerin yenilmesi,sindirilmesi emilmesi ve artıkların dışarı atılması harika bir çalışmayla yürütülür ve sonuçlanır. Bu konuyu gözleyen bilim adamları şaşırmaktan kendini alamamışlardır.

İnsan beyninde 10 milyar karar merkezi vardır. Bu merkezlerin her birinde sayıları 2000 e varan sinapslar mevcuttur ve sinapslardan her an yüzlerce olay cereyan eder. Ayrıca her bir sinaps,diğer milyonlarca sinapstan haberdar olarak ve birbirini karşılıklı kontrol ederek çalışır. İşte beynimiz,sinirlerimiz böylesine göz kamaştırıcı bir harikalar ülkesidir. Gözünüzü nereye çevirseniz Ulu Yaradanın muhteşem sanatını görürsünüz.

İNSAN AKIL İLE DOĞRUYU BULABİLİR Mİ?

Sözün burasında ,çoktan beri müdahale fırsatı kollayan Mehmet,birden ayağa kalkıp ,biraz da sert bir üslupla:

;Hocam,insan kendi akıl ölçüleriyle doğruyu bulur. Başka bir gücün onu yönlendirmesine ,hareket alanını belirlemesine ve o güçten emir almasına ne gerek var? Diye sordu.

Teşekür ederim,dedim. Bu soru sorulmalıydı. Sorulduğu da çok iyi oldu. Çünkü buna benzer felsefi

Görüşler var. Bu vesile ile konuyu biraz daha açalım.

Bildiğiniz gibi insan;daima doğruyu güzelliği ve hakkı arama özlemi içindedir. Evrenin bir bütün olarak gerçek durumunu ,insanın ne olduğunu ve ne olması gerektiğini bilmek istemektedir.

İnsan aklı vasıtası ile dünyayı ve evreni aydınlatmaya çalışır. İnsan aklı kuvvetli inanç ve ahlak sistemleri ile desteklenmezse doğruyu arıyorum diye daha da yanlışlara sapabilir. Bunu felsefe dünyasında çok çarpıcı örnekleri vardır. Bunların bir kısmı,ya herşeyi inkar eden bir ateist olmuşlardır ya da herşeyi maddede arayan bir materyalist olmuşlardır.

İnsan toplumsal bir varlıktır. Birlikte yaşama,birlikte paylaşma ,yardımlaşma ve dayanışmaya muhtaçtır.insandaki bu duyguların pekişmesi lazımdır. Çünkü huzurlu toplumlar,iyi eğitilmiş ve toplum kurallarına uyan insanlardan oluşur. İnsan toplum normlarına ,inançlarına,ahlak yasalarına ve yaşama biçimine ne kadar iyi entegre olursa,o kadar hem kendini ,hem de toplumu mutlu eder. Tabiki bütün bunlar ,insanın kendini tanıması ,bilmesi geldiği ve gideceği yerin hesabı ve muhakemesi içinde olmaları ile mümkündür.

İnsan doğumundan ölümüne kadar ,bedensel zihinsel duygusal ve sosyal bir gelişme içindedir. İnsan değişik şartlarda ,farklı davranışlar gösteren canlıdır. Maddi ve manevi yaşantısı ,şuuru ve şuur altı dünyası vardır.

İnsanın taşıdığı emeller,arzular,beklentiler ve istekler dünyaya sığmayacak kadar geniştir. Çünkü insan,tek zaman boyutunda yaşamaz. Geçmiş ve geleceğe doğru bir zaman seyri içinden yaşar.

Bu nedenle insanların davranışları,geçmişini, şimdiki durumunu ve gelecek hakkında planlarını ve ümitlerini yansıtır. İnsan maddeden manaya,büyük küçük herşeyi görmek,bilmek ve yaşamak ister. Bu anlamda çok zaman ona dünya dar gelir. Bunu için ,insan küçük bir kainat kainat da büyük bir insan olarak görülmüştür.

İnsanın psikolojik dünyası ıslah edildiğinde ,bütün insanların hayranlıkla izleyeceği örnek bir hayat anlayışı sergileyecek yetenektedir. Zararlı yönlendirmeler yapıldığında ise ,canavar hayvanları bile ürküten bir tahribat içinde bulunabilmektedir. Bunu için,insanın insan olabilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Bu da ancak insanı Yaratanın mesajı ile başbaşa bırakmakla mümkündür.

Görüldüğü gibi,fen ve sosyal bilimlerin insanla ilgili görüşleri incelendiğinde insanın mükemmel bir varlık olduğu ve yaratılmışların en yücesinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bu kadar harikalıkta ve mükemmellikte yaratılan insan,kendini tanımalıdır. Çünkü küçük bir kainat olan insan kainat kadar sırlarla doludur.

Sayıları milyarları bulan galaksileri güneşten büyük yıldızları keşfedip ,hükmetme çabasında olan insan,kendini keşfedip kontrol etme ve varlığına en uygun yaşam şeklini bulma gayretinde görülmemektedir. Halbuki , o manevi yapısı itibariyle bir kainattır ve bütün yaratılmışlardan üstündür.

Maddi ve manevi olarak harikulade bir yapıya sahip olan insanın kendisine ve topluma faydalı olabilmesi için kendini iyi tanıması ve yaratılışındaki amacı iyi bilmesi lazımdır.

Kainatın sırlarını keşfetmek için hayatını tüketen insan ,kendi sırlarını,kendi iç dünyasını ve kendi alemini aydınlatmalı ,kendini tanımalı vazifesini bilmeli taşıdığı değerlerin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır.

Yaradılış gayesinin ve taşıdığı değerlerin farkında olmayan insan ,hiçbir şeyin farkında olmayacaktır.

Başıboş amaçsız ve hedefsiz bir hayatta hem kendisi huzursuz ve mutlu olacak hem de insanların huzurunu kaçıracaktır.

İnsanın bilmesi gereken en temel bilim;kendisini bilmesi,Yaratanını tanıması dünyaya ne için geldiğini anlaması ve yaptıklarının hesabını vereceği bilinci içinde olmasıdır.

Bu anlayış insana hem düzenli hayat hem faydalı olma duygusu hem de üstün başarılar getirecektir.

Zil çalmıştı. Konuyla ilgili herhangi bir görüş ortaya çıkmadan veya herjangi bir yorum yapılmadan dışarı çıkmıştık. Ama mehmet veya mehmetin görüşlerini destekleyen öğrencilerden bazılarının odama gelmek isteyeceklerini tahmin ediyordum. Çünkü,bu konuda daha çok şeyler söylenecekti ve söylenmeliydi.

MEHMET İ ONURE EDİYORDUM

Nitekim de öyle oldu. Tahminimde yanılmamıştım. Odamın önüne vardığımda mehmet in kapı önünde beklediğini gördüm.

Son derece sıcak bir ilgi gösterdim,odama aldım,elini sıktım ve çay söyledim.

Zamanım bol mehmet dedim;Rahat otur. İnanıyorum ki,bu türlü buuluşmalar ve konuşmalar dostluklarımızı pekiştirecek ve birbirimizin görüşlerinden yararlanma fırsatı verecektir.

Son derece nezaketli tatlı ve seviyeli bir sohbet başlamıştı. Daha çok mehmet i konuşturuyor bu vesileyle onun fikir ve görüşlerini alıyordum. Mehmet in anlattığı en radikal ve can sıkıcı konulara bile tepki göstermeden büyük bir sükunetle dibliyordum. Sonra da incitmeden kırmadan ve damarına dokunmadan kendi görüşlerimi anlatıyordum.

Çok şiddetli itiraz ettiği zaman bile:

Senin bu şekilde düşünmeni saygıyla karşılıyorum. Farklı değerlendirme çok normaldir. Konulara farklı bakmak dostlukları zedelemez diyerek Mehmet i sürekli onure ediyor ve değer verdiğimi göstermek istiyordum.

Shbetler ilerledikçe görüşler ortaya çıktıkça ve sorulara cevaplar verildikçe karşılıklı anlayış kaynaşma ve hoşgörü pekişmeye devam ediyordu.

Karşımda oturan inançsız inkarcı ve maneviyat ve din adına hiç birşeyi kabul etmeyen öğrencimle bir konuda anlaşmış gibiydik.

Bunu ayağa kalkıp çıkmak için müsaade istediği zaman kendisi ifade etmişti.

Elini bana uzatarak:

Bu sohbet için teşekür ederim ,hocaö,dedi.inanıyorum ki bu sohbetlerin arkası gelcektir.

Ben de bütün iyi dilek ve samimiyetimi tekrar sıralayarak mehmet i son kez onure edip uğurladım.

Dostluğumuzun ve karşılıklı samimiyetimizin ilerlediğine çok seviniyordum. Düzceli mehmet bu zararlı ve tehlikeli fikirlerden kurtulursa ,çevresine çok faydalı bir insan olabilirdi.

Bu tür sohbetlerin ve görüşmelerin artması gerekiyordu.

Dersler devam ediyordu. Düzceli mehmet in de derslerde çok anlamsız hayatı gibi darmadağın soruları da devam ediyordu.ama ben mümkün olduğu ölçüde kırmadan kızmadan ve kendisine değer vererek sorularını cevaplandırmaya çalışıyordum. Hatta bazı öğrenciler bu duruma zaman zaman itiraz ediyorlardı.

; diyorlardı. Onunla muhatap olmak bilmek yanlıştır.

Hayır.... ben o kanaatte değildim.

Her problemli öğrencinin problemlerini çözecek bir yol vardır. O yol bilinmediği takdirde bu problem çözülemez denilmemeli. Belki de o problemi çözecek bir yolun bulunması için daha fazla gayret gösterilmelidir.

Bu noktaya dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri insanı yüz kapılı saraya benzetir. O kapıların hepsi kapalı olsa da yalnız birisi açık olsa o saraya girilmez denilmeyeceğini ifade eder. İnsanda bütün olumsuz tavırları ve ele alınmaz yönleri olsa da mutlaka ona yaklaşılacak bazı doğruları gösterecek bir yönünün

Bir tarafının bir damarının bulunabilceğini anlatır.

Bu tespit ,eğitim açısından son derece önemlidir. Kötü yanlış eksik ve yaramaz diye vasıflandırılan insanlar bütün bütün dışlanıp bir kenara itilmemeli. Onlarla diyalog yolları sonuna kadar denemeli. Görülecek ki bir tarafından onun kalbine ve aklına bir yol bulmak ve bazı hakikatleri anlatmak mümkün olacaktır.

Düzceli mehmet le iyi bir diyalog kurmuştuk. Karşılaştığımız zaman ceketinin düğmesini ilikler saygıyla eğilir ve hal hatırımı sorardı.

Hatta çok zaman espri de yaparak:

Hocam bu saygı size özel... başka kimseye yapmıyorum. Size torpil geçiyorum,derdi.

Ben de:

Sen başkasın mehmet,sen benim için samimi bir dostsun. Sana büyük güven duyuyorum. İnanıyorum ki ilerde göstereceğin başarıyla herkesi mahcup edeceksin, deyip iltifat ederdim.

Bu da düzceli mehmet in hoşuna giderdi.

BEN,ZEVK VE KEYF İÇİN YAŞIYORUM

Günboyu derslerin yoğunluğundan sonra odama çekilip biraz dinlenmek istemiştim. Kendi yaptığım çayı,bardağa doldururken odamın kapısı çalındı ve içeri mehmet girdi.

Anadolu da söylenen espriyle mehmet e yer gösterdim.

;Buyur mehmet şöyle otur dedim. Kaynanan seni seveceğe benziyor.

Gülüştük..

Çaylarımızı yudumlarken ,mehmet:

Hocam ,biraz sizinle konuşmak istiyorum,dedi.

Seni dinliyorum ,buyur,dedim.

Kendisine has açık sözlülüğüyle:

;Hocam,sahiden siz beni ciddiye alıyormusunuz ,yoksa rol mü yapıyorsunuz

bu samimi çıkışına biraz şaşırdım. Bunu belli etmemek için de hafif tebessüm ettim.

Sen ciddiye alınacak gençsin. Ben senin geleceğinde çok ciddi şeyler görüyorum,dedim.

Bir an mahcuplaşarak:

Sağ olun hocam,dedi. Biliyormusunuz bana verdiğiniz değer beni biraz ümitlendiriyor. Bazen düşünüyorum,bir gün daha kötü olup büsbütün dışlanırmıyım ? Yoksa ,davranışlarım birgün normalleşip,insanların beni kabul edeceği bir şekle girer miyim

Gözlerime bakarak,bunlardan birini tasdik etmemi bekledi.

;Tabi ki ,iknicisi dedim. İnanıyorum ki seni bir gün bu insanlar aralarına almakla kalmayacaklar ,hatta olumlu davranışlarından dolayı seni takdir edeceklerdir

Hocam yine rüya görüyoruz galiba;diye gülümsedi. İnanmak istemedi.

Konuya biraz ciddiyet ve derinlik kazandırmak için bazı sorular sordum.

Mehmet ,sence biz neden var olmuş olabilirizBütün bu kainat niçin bize hizmet ediyor olabilir?

Yani hayatın gayesi nedir? Ne için yaşıyor olabiliriz ; dedim..

Hiç düşünmeden atıldı.

Hocam; dedi. Ben hayat felsefemi daha önce anlattım. Ben zevk ve lezzet için yaşıyorum. Beni ne mutlu ediyorsa öyle davranıyorum. Benim için hayatın anlamı,bir kuralı yoktur. Yaşayabildiğim kadar ve yaşayabildiğim şekilde bir hayat sürüp çekip gideceğim. Ölünce de ,ne olursa olsun.benim için herşey bitmiştir

Yani hayvan gibi başıboş ve serbest yaşamak,istediğin herşeyi yapmak,ölünce de bir tarafa atılmak;

;Evet hocam aynen öyle

Bu değerlendirme içime ok gibi saplanmıştı. Eğitim sistemimizin canlı mahsullerinden biriydi. İnsanın maymundan geldiğine , hayatın zevk ve lezzet için olduğuna ,ölünce de bir hesabın olmadığına inanan bir mantık...

Böyle bir mantıkla yetişen bir insanın ,kime ne faydası olacaktı? Ne ailesine ne topluma ne de devlete..

Yaptıklarından dolayı bir hesaba inanmayan bir insanı kim kontrol edebilirdi? Böyle bir insanı durdurmak için,devletin ne kadar polis,araç ve gereç istihdam etmesi gerekiyordu. Her türlü tedbir alınsa bile,insanın kötülükleri ve zararları tamamen önlenebilirmiydi? Veya,insan tam anlamıyla kontrol etmek mümkün olur muydu?

Peki neden bu gerçek hala görülmüyordu?

Mehmet e döndüm.

Sana bir soru daha sorabilirmiyim ? dedim.

;Buyurun hocam dedi.

Allah korusun senin akli muhakemen yerinde olmasa da ,bir hekime gitsen,seni sıhhate kavuştursa,o hekime karşı nasıl bir borç altına girdiğini düşünürsün?

;Hocam ne demek? Deli bir insanı akıllandıran bir doktora bir ömür feda edilir. Çünkü hekim bir hayat sunmuş oluyor

Peki,gözlerin olmasa ve dünyayı hiç görmesen . birisi gelip sana göz taksa ve görmeye başlasan ,gözünü açan kişiye karşı nasıl bir minnet altına gireceğini varsayarsın

Yani,ona da bir ömür verilir. Çünkü fiyatı çok fazla olmalıdır;

Konuyu uzatırsak,dil,ağız,burun,kulak ve özet olarak bütün organların için aynı şeyi düşünürsek ,insanın borcu ne kadar olur

;Ooo hocam bu hesaplanamaz. Buna ömür değil,binlerce ömürler yetmez. İnsan köle olsa yine de ödeyemez bu borcu.

Mehmet e tekrar döndüm:

Peki,Mehmet DEDİM. ;Bugüne kadar ,şu sahip olduğun biyolojik ve psikolojik dünyayı ve onun mükemmel ve harika nimetlerini ,bunların niçin ve kim tarafından verildiğini hiç düşünmedin mi?

;Veya soruyu şu şekilde sorarsak:

iki göz,bir akıl ,bir dil veya herhangi bir uzuv için ,karşıılığında köle gibi çalışmak göze alınır ve bu aklın gereği ise;şu mükemmel vücut sarayını ve şu muhteşem biyolojik ve psikolojik alemi bizlere sunan ,kainatı milyarlarca nimetlerle doldurup ,bize veren kudret sahibine ,ne gibi ve nasıl bir borcumuzun

olduğunu hiç düşünmez miyiz

Bütün alemi emrimize veren ve peşimizde koşturan zatı merak edip,bilmek ve tanımak istemezmiyiz?

Bizden ne istediğini sormak aklımıza gelmez mi?

Mehmet sustu ve bir müddet daldı.

BİNLERCE NİMETİ SUNAN ZAT,BUNLARI BEDAVA VERİR Mİ?

Ben devam ettim:

Hayatımıza binlerce nimetleri sunan Zat,bunları hiç bedava verir mi? Bunların bir hesabı olmaz mı?

Mehmet üzgün ve bitkin bir şekilde:

Hocam,dedi. Lütfen bu konulara girmeyin. Bu konuları düşünmek istemiyorum. Bunlar ince şeyler. İçinden çıkamıyorum ve rahatsız oluyorum. Bırakın nasıl yaşıyorsam öyle devam edeyim.

;Bu savunma bir çare değil. dedim. Bizi bu dünyaya gönderen bizlere nimetler sunan Zat bir gaye için göndermiş olmalı ve alıp götürdüğü zaman da hesaba çekmelidir. Çünkü,her alış verişin bir karşılığı ve bir hesabı vardır;

;Bak bu konuyla ilgili değerli bir alim şunları ifade ediyor:

;İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine ,mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir.... demek insan dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve sefa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan ,burada ticaret ile ebedi,daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.

(B.S.Nursi)

düzceli mehmet birden ayağa fırladı.

Hocam ; dedi. Bunlar çok ciddi şeyler. Ben henüz bunları dinlemeye ve kaldırmaya hazır değilim. Benim bir dünyam var, yuvarlanıp gidiyorum. Bu gibi şeyleri dinlersem ya değişmem lazım ya da intihar etmem lazım. Rica ediyorum bana şimdilik dokunmayın nolursunuz

iç aleminde bazı fırtınaların estiği ve bazı hesaplaşmaların olduğu belliydi.

Ben de ayağa kalktım.

;Peki ; dedim. Senin dediğin gibi olsun. Bu konuyu kapatalım. Daha sonra görüşürüz

Karşılıklı memnuniyetlerimizi bildirdik ve odadan ayrıldı.

Birkaç gün sonra mehmet le okulun bahçesinde karşılaştık. Yine büyük bir saygıyla beni selamladı ve nezaketle elime uzandı.

Ben de onun hoşuna gidecek bazı iltifatlarda bulundum.

Hocam,beni hiç arayıp sormuyorsun dedi.Yoksa unuttunuz mu

;Mehmet,seni nasıl unuturum; diye cevap verdim. Sen unutulmayacak kadar farklı bir insansın

Yine kendisine has girişken tavrıyla:

Hocam geceler uzun. Ya ziyaretimize gel, ya da bizi davet et,biz gelelim. Okulda zaman dar olduğu için uzun süreli görüşemiyoruz

;Tamam,dedim. Ama biliyorsun,ben de burada bekar kalıyorum. Ama hafta sonu seni evime davet edebilirim. Birlikte küçük bir yolculuk yaparız,hem seni misafir ederim, hem de bol bol sohbet ederiz

Hocam sahiden mi?; diye sordu.

;Evet dedim. Sahiden tabii

;Yani yengeye sormadan mı karar veriyorsun diye takılmak istedi.

Gülüştük.

MEHMET İ DAVET ETTİM

Evim,çalıştığım yerde değildi. Bunu için bir hafta sonunu geçirmek üzere,mehmet le birlikte evimin olduğu şehre gitmiştik. Kısa ama,çok anlamlı ve dostane bir yolculuk olmuştu. Artık mehmet ,hafta sonu için benim misafirimdi. Hafta sonunu geçirdikten sonra,tekrar üniversiteye birlikte dönecektik.

Misafirim olan mehmet ile evimde başbaşaydık. Mehmet evimde misafir olduğu için daha dikkatli

Daha nezaketli tavırlar içindeydi. Beni üzmemek ,kırmamak için özel bir itina gösterdiği belliydi.

Eve ilk girdiği andan beri,gözleri sürekli kitaplarda,tablolarda,etrafın düzeninde ve gözleri renkleriyle doyuran çiçeklerdeydi. Alışık olmadığı bir ortamda bulunduğu her halinden belli oluyordu.

Ben ve evdeki aile fertleri misafirimize rahat ettirmek için,büyüklerimizden devraldığımız misafirperverliğimizi göstermeye gayret ediyorduk. Bu da mehmet i hem memnun ediyor hem de mahcup ediyordu.

O akşma yemeğinde de bir başka atmosfer vardı. Sanki Cenab-ı Hak birçok güzelliği ve birçok güzel gelişmeyi yan yana getirmişti. Mehmet, sofraya gelen çeşit çeşit yemeklerden ,ikramlardan çok etkilenmişti.

Biraz da abartarak:

Hocam kendimi peri masallarında gibi hissediyorum,dedi. Sofranın tertibi ve düzeni,yemeklerin lezzeti,odanın estetik görünümü ,bizleri mahcup eden nezaketiniz... yapmayın artık mahcubiyetimden dolayı rahat bile değilim

Tabi ki o da bana iltifat ediyordu. Herşey anlattığı gibi değildi. Çok zeki bir gençti. Basit, havadan sudan açılan sözler,gelip önemli konulara dayanmıştı.

Çok ciddi konular birer birer telafuz edilirken,mehmet önemli bir şey keşfediyormuş gibi:

Hocam bu gece çok uzun olacağa benziyor ; diye bir tahminde bulundu.

Ben de:

Yarın cumartesi. Nasıl olsa okul tatil . hem gecemiz bol,hem de gündüzümüz dedim.

Mehmet devam etti:

;Her zaman böyle müsait bir zemin bulmak zor. Bu geceyi çok ciddi bir şekilde değerlendirmemiz lazım. En azından kendi açımdan öyle düşünüyorum. Ben herkesle önemli konuları konuşmam. Ama siz istisnasınız. Çünkü, olayları ele açış biçiminiz ve karşınızdakine verdiğiniz değer beni çok etkiliyor.

Hocam eğer müsaade ederseniz konuya şuradan başlamak istiyorum:

;Sizlerin görüş ve düşüncenizi az çok biliyorum. Din ve Allah eksenli bir görüşü savunuyorsunuz. Ben de bunun tam tersini savunuyorum

Bu sözün burasında araya girdim:

Affedersin mehmet dedim. Aslında benim sizinle ilgili bazı tahminlerim var ama ,yine de tam olarak seni tanımış değilim. İsterseniz felsefenizin temellerini,ne istediğinizi kısaca özetleyiniz. Bu şekilde görüşlerinizi daha yakından tanımış oluruz.

;Hocam dedi. ;Benim felsefem,yani kuralsız gençlik felsefesinin temel görüşleri şudur:
;İnsan dünyaya bir kez gelir. Bunun için de istediğimiz gibi bir hayat yaşamak istiyoruz. İstediğimiz hayata engel olacak her türlü toplumsal ve ilahi kanunları yok sayıyoruz. Kanunlar, kurallar ve dini anlayışlar ,insanların önlerine çeşitli engeller ve yaptırımlar koyuyorlar, tam lezzet ve keyif almamıza mani oluyorlar. Bizler de,istediğimiz şekilde yaşayabilmemiz ve hayatın tadını çıkarabilmemiz için,Allah ın ve dinin olmadığını ,kuralların lüzumsuz olduğunu ,en ideal yaşamanın KURALSIZ YAŞAMAK olduğunu düşünüyoruz.

Özet olarak böyle şekillenen kuralsız gençlik; felsefesi,gerçekten toplumu ve toplumsal değerleri tehdit ediyordu. Bu sözleri dehşetle dinlemiştim.

Bunlara karşı süratle tedbir alınmalıydı.

Ama nasıl?

HASTALIĞA GÖRE ÇARE SUNULMALIYDI

Kaba kuvvetle,cezalandırmakla,okuldan atmakla,bu ve benzeri bir akımın önüne geçilemezdi.

Problem nerede başlamış ise,tedavi de orda yapılmalıydı. Bu prensip gereği,bu akım,bir genci elde edebilmek için öncelikle inkarcılık ve sefahati bir araç olarak kullanıyordu. Dinin ve Allah ın olmadığını

İstediği gibi yaşanabilceğini savunan bir akıma karşı; akıl ,mantık, ve bilim yoluyla Allah ın ve dini varlığını ve lüzumunu ;gayri meşru yerlerdeki keyif ve lezzetin insanları mutluluğa değil,daha kötü sonuçlara götüreceğini izah ve ispat etmek lazımdı . ancak bu şekilde bu fikri hareketin önüne geçilebilirdi.

İnkarcılığın ,başıboşluğun ve sefahatin pençesinde ne yaptığının farkında olmayan öğrencimi acı acı süzdükten sonra ,bir soru sordum:

Allah ve dini inkar etmekle,bütün kuralları çiğnemekle,her türlü yaşayış şeklini pervasızca yaşamakla,nasıl istisna bir huzur ve mutluluk buldun? Bunu için vicdanen ve aklen rahat mısın

başını eğdi ve bir müddet nereden başlayacağını hesapladı. Ve zoraki bir cevap veriyormuş gibi konuşmaya başladı:

;Evet hocam dedi. ;Rahatım. En azından rahat olmaya çalışıuyorum

Daha fazla konuşmak istemedi. Dili rahat olduğunu söylese de,davranışları bunu yalanlıyordu. Kısaca, rahat olmadığını kendisi de biliyordu,biz de biliyorduk.

Verdiği cevabın sıkıntısından kurtulmak ister gibi bir anda konuyu üzerinden atmak istedi.

;Hocam dedi. Sizin görüşlerinizi ve bakış açınızı çok iyi anladım. Yani, bu alemin ille de bir yaratıcısı mı olması lazımdır? İşler kendi kendine olamaz mı? Sistem kendi kendini geliştiremez mi? Yani mutlaka bir Allah a ihtiyaç mı var

bu soru ,materyalizm ve inkarcılığın temelini teşkil ediyordu. Belki de bu soru,esas konuya girmek için bir başlangıç olacaktı. Veya mehmet ,bu soruyla beni tartmak istiyordu.

Kafadan ve hayali konuşmuş izlemi vermemek için,konuyla ilgili olarak kütüphanemde bazı kitaplar indirerek konuyu ele aldım. Bu konuyla ilgili temel referans kitaplarımın başında Risale-i Nur eserleri geliyordu.

;Bu soruyu daha da netleştirmek için,şu iddiayı hareket noktası kabul edelim dedim.

Allah vardır,kainatı o yaratmıştır. Kainatın bir başlangıcı vardır. Bir de sonu olacaktır . kainat ne kendi kendine olmuştur,ne sebepler yapmıştır,ne de tabiat yapmıştır.

;Şimdi siz iddianızı ifade ettiniz. Ben de buna cevap olarak bir iddia ileri sürdüm. Ben iddiamı akıl ,mantık ve bilim temelinde ispatlamaya çalışacağım

;Yalnız bu sohbetimize bir temel kazandırmak için,karşılıklı münakaşa şeklinde değil de,konuşan sözünü bitirsin,ondan sonra diğer taraf söz alsın

;Tamam der gibi başını salladı.

Devam ettim.

Sohbetimizin temelini ise ,bilim,akıl ve mantık ölçüleri oluştursun. Yani ; iki kere iki dört diyelim. İki kere iki ye altı dersek hiçbir sonuç elde edemeyiz.

Bu konuda da mutabık kaldık.

Önce kainat yaratılmış mı? Yaratılmamış mı? Yani madde ezeli mi yoksa bir başlangıcı var mı? Buradan başlayalım; dedim.

Mehmet başını sallayarak:

;Tamam dedi.

KAİNATIN BİR BAŞLANGICI VARDIR,BİR DE BİTİŞİ OLACAKTIR

Böylece sohbetimizin prensibinde anlaştık. Meseleye kainatın yaratılışını bilimsel bir şekilde ele alan Big Bang ,yani ;büyük patlama; teorisini anlatarak başladım:

;Son yıllarda ,özellikle Batılı bilim adamlar,Kuran ın yaratılış konusundaki görüşüne en uygun açıklamalar yapan Big Bang teorisini savunmaya başlamışlardır.

Big Bang kainatın bir başlangıcı olduğu gerçeğine dayanmaktadır.

Büyük Patlama olarak bilinen Big Bang e göre uzay ve galaksiler,başlangıçta sıcak ve sıkışık tek bir madde olarak yaratılmıştı. Bu madde dehşetli bir patlama ile uzaya serpildi. Bunlar, kainatı teşkil edecek olan enerji ve madde parçacıklarıydı. Sonra, madde parçacıkları ve radyasyon,,kurulmakta olan kainatın modeline uygun bir şekilde ve nispette taksim edildi. Zemin hazır olunca atomlar, önceden tayin edildiği aşikar olan düzenli bir model üzerine kuruldu. Fizik ve kimya kanunları olarak bildiğimiz mekanizmalar işletildi. Proton,nötron, ve ağır elementler husule geldi. Yıldızlar doğdu,güneş ortaya çıktı. Galaksiler teşekkül etti.

;Son yıllardaki araştırmalar,kainatın hızla genişlediğini,galaksilerin birbirinden uzaklaştığını göstermektedir. Bu genişleme olayı tersine çevrilse,bir büzülme görülecek ve bütün kainat bir madde haline gelecektir.

Bu araştırmalar ,kainatın bir sıfır noktasında başladığını göstermektedir.

Kuran ı Kerimde göklerin ve yerin altı günde ,dünyamızın ise ii günde yaratıldığı ifade edilmektedir.

Tabii burdaki gün tabiri,Allah ın bildirdiği devir ve safha manasındadır. Kuran da bizim günümüzle bin hatta elli bin seneye denk olan günlerden bahsedilmektedir. Yani Kuran daki bu ifadeler,yaratılış safhalarına işarettir.

Cenab-ı Hak ilkönce su gibi akıcı olan ve kainatın kainatın her tarafını kuşatmış bulunan esir maddesini yaratmış,gökleri ve yerleri bu esir maddesinden inşa etmiştir.

Asrımızın çok kıymetli bir alimi olan Bediüzzaman da kainatın ilk yaratılış maddesi olan cevherin ne olduğu konusunda, Hud Suresinin 7. Ayeti ile işaret ederek şöyle demiştir:Cenab-ı Hak kın arşı ,su hükmünde olan esir maddesi imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra,Sani in ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani,esiri halk ettikten sonra cevher-i ferde(atomlara) kalbetmiştir.

Bediüzzaman,esirin mahiyetinden bahsederken,akıcı bir su gibi,mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir görüşünü ileri sürmektedir. Ayrıca, elektrik,ışık,sıcaklık ve çekim kuvveti gibi latif ve akışkan madelerin esirden yapıldığına ve böylece kainatın her tarafına yayıldığına işaret etmektedir.

Esir maddesi,hiçlikten yaratıldıktan sonra Cenab-ı Hak kın ilk icalarına temel olmuş ve atomlar bu maddelerden yaratılarak gaz ,sıvı, ve katı hallerde hizmete koşturulmuştur. İlk olarak katılaşıp,hizmete hazırlanan gezegen ise dünyamızdır.

Gökyüzündeki yıldız ve gezegenler,uzun müddet önce gaz,sonra sıvı halinde bir ateş kütlesi olarak kaldığı halde,yer yüzü hepsinden evvel katılaşıp kabuk bağlamış ve hayata zemin teşkil etmiştir. Bu itibarla dünyamızın yaratılışı ve oluşumu ,göklerden ve diğer gezegenlerden öncedir.

Arz ve semavat birbirine yapışık idiler. Sonra biz onları birbirinden ayırdık. Mealindeki ayetin ifadesinde ,başlangıçta dünyamızın ve semavatının birbirine yapışık oldukları ve sonra birbirlerinden ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Bu ifade modern ilmin izahına da çok uygun düşmektedir.

Enbiya suresinin 30.ayetinde Her şeyi sudan yarattık ; şeklindeki ifadeyi birçok alim,bu su esir maddesine işarettir demiştir.çünkü esir maddesi su kadar akışkan,ince latif bir maddedir.

Mehmet müdahale etti:
Hocam,yine de ben yoktan yaratma ifadesini kabullenemiyorum. Yani bir şey nasıl yoktan yaratılır? Yok demek,maddesiz demektir. Maddesi olmayan bir şey nasıl yaratılır?

;İzah etmeye çalışayım diyerek devam ettim.

Cenab-ı Hakkın iki tarzda icadı vardır. Birisi ;ibda yani hiçten yoktan yaratmak icat etmektir. Diğeri ise ;inşa yani yaratılmış unsurları bir araya getirmek suretiyle yeni bir varlık ortaya çıkarmak,yaratmaktır.

; Bütün maddenin özünü meydana getiren ve kainatın ilk cevheri durumunda bulunan esirmaddesi yoktan yaratılmıştır. Bu madde ,ilahi hikmetle patlatılmış,atom ,enerji ve diğer temel parçacıklar vücuda getirilmiştir. Bu ilk yaratma işi,bir defaya mahsus olmak üzere yapılmış ve inşa dediğimiz,eşyanın mevcut elementlerden yaratılması kapısı açılmıştır.

;Artık şuan ,zerrelerin yoktan yaratılması söz konusu değildir. İlk yaratılışta,madde lazım olduğu kadarıyla bir defaya mahsus olarak yaratılmıştır. Ancak her baharda yeniden vücut bularak canlanan milyonlarca bitki ve ağaç;şekil ,renk,model,koku ve ağaç,bir bahar öncesinin durumuyla tıpa tıp aynısı değildir. Bunlar her bahar yoktan yaratılır.

;Fakat ol emriyle ,yoktan yaratılış hususunun mahiyetini iyi bilmek lazımdır. Bir kere bize göre yok olan bir şey,maddi bir vücut sahibi olmasa da,Allah tarafından bilinmektedir. Çünkü,Cenab-ı Hakkın

ilim sıfatı muhittir,yani herşeyi içine alır. Dolayısıyla, ilahi ilim dairsenin dışına hiçbir şey çıkamaz. Bu ilim dairesinden maddi vücut dairesine çıkan bir şey,bize göre yoktan var edilmiştir. Ama bunu hiçbir zaman mutlak yokluk şeklinde tasavvur edemeyiz.

;Hocam,burayı biraz daha açarmısın dedi.

Şöyle diyelim diye devam ettim. Bir şeyin modeli yani örneği,misli ve emsali hiç yokken yaratıldığını düşünelim. Bu hadise bize göre yoktan ,hiçlikten yaratılmaktadır. Ancak bize göre modeli ve emsali olmayan bir şey,alhi ilim dairesinde mevcuttur. Bu varlık, maddi bir vücut giyip,madde alemine çıkmayınca,biz onu bilemiyoruz. Çıkınca da,hiçlikten yaratıldı diyoruz. Fakat bu bizim akıl kapasitemizin tespitidir. Ve bize göre yokluktan yaratılmıştır. İlahi ilim dairesine göre değildir. Çünkü,onun dairesinde o mevcuttur. Yalnızca vücut giymemiştir.

Mehmet yine araya girdi.

;Allah ,mevcut bir maddeyi nasıl yok eder? Yok ediyorsa örnek gösterin. Edemiyorsa(haşa) bir şeyi yok edemeyen,nasıl yaratıcı olur?

Mehmet in bu heyecanlı çıkışına karşı sakin bir şekilde devam ettim:

;Her baharda yeiden yaratılan milyonlarca bitki ve ağacın dal,yaprak ve meyvelerinin tipi,kokusu ,şekli,model, ve kendilerine has hususi tarzları,kış mevsimiyle birlikte yok olmaktadır.

Sobaya bir odun atalım ve yakalım. Odunun kül olduğunu görürüz. Bu esnada odunun ebadı ,ağırlığı ,kokusu,rengi ve tipi yok olmuştur. Belki külünü,çıkardığı enerjiyi ve dumanı toplasak tekrar odunun ağırlığını bulabiliriz,ama onun renk,desen ve koku gibi diğer vasıflarını geri getiremeyiz. Çünkü onlar yok olmuşlardır.

Astronomi alimlerince son yıllarda yapılan bir takım araştırmalar,dünyamızdan çok daha büyük olan yıldızların kara delik adı verilen ve mahiyeti bilinmeyen bir yere girerek kaybolduklarını ve madde aleminden çıktıklarını göstermektedirler. Bu kara deliğin çekim gücünün sonsuza yakın olduğu ifade edilmektedir. Kara delikler,sıcaklığı ,ışığı,sesi ve her türlü radyasyonu bir anda yutarak yok etmekte ve dev yıldızların içine düşüp yok olduğu dipsiz bir kuyuyu andırmaktadır. Bu açıdan kara delikler,ebedi bir aleme geçişe misal olarak değerlendirilebilmektedir.

Mehmet,parmaklarını birbirine kilitleyerek derin bir nefes aldıktan sonra:

;Biliyormusun hocamdedi. Bu anlatılanlar ,beni tam olarak tatmin etmiş değil. Ancak ,bugüne kadar duyduğum en doyurucu açıklamalar

BU SİSTEM KENDİ KENDİNE OLABİLİR Mİ?

Mehmet çok önemlibirşey bulmuş gibi aniden atladı:

;Basit maddeler,basit oluşumlar daha düzenli sistemleri meydana getirip,sonuçta bu hale gelmiş olamaz mı?

Konuyu daha iyi açmak için:

Yani kendi kendine bir oluştan mı bahsediyoruz

;öyle de denebilir

Hafif tebessüm ederek:

;Bu mümkün değil ; dedim. İsterseniz o basit dediğiniz oluşumları ve maddenin temel taşları olan atomları tanıyalım,sonra da sorumuzun cevabına dönelim.

Maddeyi tanımak için,maddenin en küçük parçası olan atomdan başlamamız gerekir. Bu konudaki kitaplar karıştırıldığında atomlardan kainatın yapı taşları olarak bahsedildiği görülür. Atomların değişik oranlarda bir araya gelmesiyle elementler ortaya çıkmıştır. Elementlerin de muhtelif şekillerde birleşmesiyle moleküller meydana gelir. Etrafımızdaki alem, içindeki canlı cansız sayılmayacak kadar çok ve değişik varlıklar ,bu moleküllerden inşa edilmiştir.

Atomu ,gerek kendi içinde dengeli hareket ettirmek ,gerekse komşularıyla çok hesaplı ilişkiler kurmasını sağlamak için,dört kuvetten oluşan çok hassas bir kanun konmuştur.

Son derece hesaplı ve dengeli olan bu kanunun hüküm sürmesiyle kainatın ve bizlerin varlığı mümkün olabilmektedir. Öyle ki,bu kanunu meydana getiren dört kuvvetten biri olan nükleer kuvvet olmazsa ,atom çekirdeği teşekkül etmez.

Zayıf kuvvet adı verilen kuvvet bulunmazsa ,elektronlar meydana gelmez.

Elektromanyetik kuvvet olmazsa ,atom da oluşmaz. Ve çekim kuvveti yok olsa dünya olmaz,güneş olmaz biz olmazdık.

Kısacası bu kuvvetlerden birinin eksikliği,kainatın sonu demektir. Hatta onların birindeki zaaf veya hesap hatası dahi,aynı neticeyi meydana getirir.

Tabii,burada atomların küçüklüğünü de dikkate almak lazımdır. Bir santimetreküp havada beş milyon kere beş milyon atom olduğu düşünülecek olursa ,atomların ve atomlardan teşekkül eden kainatın yaratılışındaki esrar daha iyi anlaşılır.

Atomun mahiyeti ve faaliyeti hakkında ilmin tespit ettiği hususları,kendi mesleğimden bir örnek vererek anlatmaya devam ettim:

Bir sınıfta öğretmen olduğumuzu farz edelim. Kendi aralarında 15-20 öğrenci konuşur ve hepsinin sesleri birbirine karışmadan süratle ve atomlar vasıtasıyla bize ulaşır. Aynı atomlar, güneşin ışığını,ısısını ve yedi rengini de sınıfa getirir. Sobamızdan çıkan sıcaklık da atomlar eliyle etrafa yayılır. Aynı anda uzaklardaki bir radyo sesi,gök gürültüsü veya bir zil sesi de duymuş olabiliriz. Bu iş de aynı atomların vazifesidir.

Sınıfımızın etrafını yüz bin insan sarsa ve hepsi de bize değişik tonlarda ,değişik şivelerde ve değişik dillerde seslenseler,aynı atomlar bu sesleri birbirlerine karıştırmadan aynı süratle naklederler.

Canlı,akıllı ve şuurlu bir insanın bir anda beş altı iş yaptığını,meselabirisiyle konuşurken başka birini dinlediğini,bu arada yazı yazıp kafasında çeşitli hesaplar çözdüğünü duysak,gazetelerde manşet yapar,dünya rekortmeni ilan ederiz. Cansız,akılsız,gözsüz ve şuursuz küçücük bir atomun bir anda binlerce işi eksiksiz ,karıştırmadan ve aynı mükemmellikte yapması,akılları durduran bir hal değilmidir?

Küçük bir atomdan ,muhteşem galaksilere kadar hükmeden bu kuvvetleri ince hassas hesaplarla koyup işleten ,kainattaki nizamı ve dengeyi sonsuz bir ilim ve kudretle idare eden kuvvet kime aittir?

Bu akıl almaz hesabı hangi tesadüf ve hangi tabiat yapabilir?

Şunu demek istiyorum: bir yığın kum ,taş,çimento ve demir bulunduğunu kabul edelim. Ortada bir usta ,bir plan,ve proje olmadan ,bu maddelerin bir araya gelerek bir saray inşa etmesi düşünülebilir mi?

Böylesine mükemmel bir sarayın kendiliğinden teşekkül etmesi mümkün müdür?

Galiba bizler,kainatın muhteşem sistemini,nizamını ve harikuladeliğini kanunlarla izah ettiğimizi zannedip işin içinden kolayca çıkıveriyoruz. Kanunları keşfetmekte iş bitiyor mu?

O kanunu koyan kudret sahibini neden akla getirmiyoruz?

İnsanda bir merak vardır. Bu merakla keşfettiğimiz bir şeyin ustasına karşı hayranlığımız daha çok artmalı ve onun kim olduğunu anlamaya çalışmalıyız.

Küçücük bir incir çekirdeğinden koca bir incir ağacını ve onun binlerce meyvesini çıkaran,maddesi bir olan atom parçacıklarından kainatı ve içindeki canlı cansız mahlukatı yaratan,dört ana kuvvetle varlıkları dengede tutan bir kudret sahibine karşı insan nasıl alakasız kalabilir? Bu muhteşem sırları keşfettikten sonra kainat sahibini nasıl görmezlikten gelebiliriz?

KAİNATI ,TABİAT YAPABİLİR Mİ?

Mehmet son bir hamle yapıp,kendi görüşünün doğruluğunu savunmak ister gibi heyecanla atıldı.

Bütün bu düzgün ve anlamlı oluşumları tabiat kontrol edebilir. Tabiatın kendi mekanizmaları vardır.

Mehmet e göre mantıklı ,bana göre ise,son derece anlamsız olan bu soruyu da cevaplamaya çalıştım.

O zaman ,önce tabiat denilen kavramı tarif etmek lazımdır, dedimTabiat ;su,toprak,hava ve güneştir. Isısı ve ışığıyla birlikte tabii ki. Başka bir ifadeyle de,yüz yedi elementtir. Şimdi,yaratıcı olarak sık sık adından söz edilen tabiata sorsak:

İnsanları yapabilirmisin?

;Hayır

Bitki ve hayvaları icad edebilirmisin?

Hayır

Güneş sistemimizi dizebilirmisin?

Hayır

Milyarlarca yıldızları,galaksizleri düzenleyebilirmisin?

Hayır

Kainata harika bir intizam ve muhteşem bir sistem vermek için kanunlar koyup,işletebilirmisin?

Hayır.

Zaten tabiat denilen şey de kainatın kendisi değil mi? Öyleyse,kainatın da kendi kendini yapamayacağını gördük. Peki bu tabiat denilen güç,kuvvet nedir? Eğer tabiata hükmeden bir kuvvet ve güç varsa,o zaten kainatın kendisi olamaz. Tek yol, kainat cinsinden olmayan bir kudret olmasıdır ki,o da Cenab-ı Haktır.

Alemde olup biten harikulade işleri,tabiat yaptı deyip,içinden çıkmak mümkün değil. Çünkü her iş büyük bir nizam ve intizam içinde yapılıyor. Her faaliyette bir fayda ve bir hikmet gözetiliyor. Herşey şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor. Hiçbir şey başıboş değil;hiçbir mahluk kendi haline bırakılmamış.

Bütün bu mükemmel işleri,akılsız ve şuursuz olan tabiata havale etmek ve tabiat yaptı demek mümkün değildir.

İlim,irade ve kudret sahibi olmayan aciz bir t


Bu mesaj 1 kez ve en son asanyakan tarafından 15.05.2004 - 00:11 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 14.05.2004 - 19:24
Bu mesajı bildir   asanyakan üyenin diğer mesajları asanyakan`in Profili asanyakan Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Gast akif  
BİRİNCİ HİKÂYE

Misafir

Kayıt Tarihi: 22.12.2024
En Son On: 16.05.2004 - 01:20
Cinsiyeti: ----- 
BİRİNCİ HİKÂYE
Hazreti Musa Aleyhisselâm, bir gün yolda giderken, iki büklüm olmuş, belinde zünnar bağlı ve ateşe tapan bir ihtiyar görür. İhtiyara yaklaşarak:

Ey pîr! Ne kadar zamandan beri bu ateşe taparsın?

; 470 yıldan beri bu ateşe taparım.

Hiç vakit bulamadın mı ki, bu ateşe ibadettenyüz çevirip tevbe ederek, Melik-i Cebbar olan Hak Teâlâ'ya ibadet edesin. — Ya Musa! Eğer ateşe tapmaktan vaz geçsem, Hak Teâlâ'nın beni kulluğa kabul edeceğini bilir misin?

Niçin kabul etmesin? O Hak Teâlâ Hazretleri «Ekramü'l-Ekramîn»dir.

Ya Musa! Eğer Hak Teâlâ, benim gibi kendinden kaçanları kabul ederse, bana İslâm'ı arz eyle, dedi. Bunun üzerine Hazreti Mûsa Aleyhisselâm da İslâm'ı arz etti. Fakat o zat, îmanın kendisine verdiği ferahlık ve sevinçten dolayı feryad ederek kendinden geçti. Hazreti Musa onun elini ve ayağını ovmaya başladı ise de, ihtiyar, bir müddet sonra ruhunu teslim etti.

Hazreti Musa Aleyhisselâm, ihtiyarın techîz ve tekfinini yaparak defnetti. Sonra da kabrinin başında, Hak Teâlâ Hazretlerine şöyle tazarrû ve duada bulundu:

Ya Rabbi! Bu ihtiyar kuluna, bir defa «Kelime-i Tevhîd» söylediği için neler ihsan eyledin? demesi üzerine, Hazreti Cebrail Aleyhisselâm gelerek buyurdu ki:

Ya Musa! Rabbinin sana selâmı var. Şöyle buyurdu:

Bir kimse «Kelime-i Tevhîd» i, bir defa ihlas ile söylese, biz onu kapımıza yakın edip, izzet ve keramet hil'atımızı giydirerek, rahmet deryamıza gark ederiz.

Hazreti Musa Aleyhisselâm, bu kıssayı ümmetine haber vererek buyurdu ki:

«La İlâhe İllallah Musa Resûlüllah» kelimesinin harf adedi 24'dür, Hak Celle ve Âlâ Hazretleri her harf başına o ihtiyarın 27 yıllık günahını afveylemiştir.
Ekleme Tarihi: 30.06.2004 - 02:40
Bu mesajı bildir   zum Anfang der Seite
Gast assanyakkan  
güzel

Misafir

Kayıt Tarihi: 22.12.2024
En Son On: 16.05.2004 - 01:20
Cinsiyeti: ----- 
Kararsiz
Ekleme Tarihi: 04.12.2004 - 03:04
Bu mesajı bildir   zum Anfang der Seite
mesoguz su an offline mesoguz  
Güzel

106 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.07.2004
En Son On: 25.01.2008 - 22:05
Cinsiyeti: Erkek 
Bu kitabı kızımda okudu ve en fazla etkilendiği kitaplardan birisi olduğunu söyledi, herkese tavsiye ederim
Ekleme Tarihi: 15.12.2004 - 08:45
Bu mesajı bildir   mesoguz üyenin diğer mesajları mesoguz`in Profili mesoguz Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ihlas1 su an offline ihlas1  
okumak isteyenler...

2 Mesaj

Kayıt Tarihi: 05.07.2003
En Son On: 18.03.2009 - 20:58
Cinsiyeti: ----- 
bu kitabi okumak isteyenler asagidaki adreste okuyabilirler

http://www.halitertugrul.com/koku.php?k_ad=Düzceli%20Mehmet&s_n=1
Ekleme Tarihi: 22.04.2005 - 01:41
Bu mesajı bildir   ihlas1 üyenin diğer mesajları ihlas1`in Profili ihlas1 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
yaya su an offline yaya  

4 Mesaj

Kayıt Tarihi: 24.05.2005
En Son On: 22.01.2006 - 13:16
Cinsiyeti: ----- 
"Düzceli Mehmed"i bende okudum.Cok etkilendim.
Herkese tavsiye ederim.
Ekleme Tarihi: 08.06.2005 - 23:47
Bu mesajı bildir   yaya üyenin diğer mesajları yaya`in Profili zum Anfang der Seite
selva su an offline selva  

116 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 09.02.2005
En Son On: 29.06.2008 - 18:35
Cinsiyeti: Bayan 
bu kitabı bende okudum.müthiş derecede etkileyici
Ekleme Tarihi: 09.06.2005 - 09:55
Bu mesajı bildir   selva üyenin diğer mesajları selva`in Profili selva Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
kadir1963 su an offline kadir1963  

3 Mesaj

Kayıt Tarihi: 28.08.2005
En Son On: 03.12.2005 - 14:18
Cinsiyeti: ----- 
evet bu kitabi bende okudum etkinlenmemmek elde degil...halit ertugrulun bütün kitaplari cok güzel herkeze tavsiye ederim özellikle "emre" yi...almanizi tavsiye ederim

selam ve dua ile
Ekleme Tarihi: 10.09.2005 - 22:17
Bu mesajı bildir   kadir1963 üyenin diğer mesajları kadir1963`in Profili zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1291 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.65169 saniyede açıldı