0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Filistin Direnişi

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 12 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Filistin Direnişi

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Filistin Direnişi
İthaf
Şehadetinin birinci yıldönümü münasebetiyle
Şeyh Ahmed Yasin'e...
"Yasin, bir ulusun içinde adam; adamın içinde bir ulustu..."
Prof. Dr. Abdulaziz RANTİSİ
Birinci Bölüm
Filistin
Toprağın sahibi ile toprağın işgalcisinin savaş alam... Çatışmalar, tuzaklar, baskınlar, yıkımlar ve suikastler diyarı... Acının ve sevincin, ölümün ve hayatın yan yana gezdiği mekân... Zulmün asude bir şekilde kol gezdiği mazlumlar ocağı... Mazlum ve yetim kalmış bir milletin ağıdı... Gönüllerin ve ümmetin kanayan yarası... Filistin'deki her yer gibi boynu büküktü Kudüs'ün. Bağrında utancını taşıyordu kirli ellerin. Oluk oluk dökülen kanlarıyla sararmıştı Mescid- i Aksa'nın kubbesi... Can çekişiyordu olanca celadetiyle; direniyordu bütün gücüyle. Esen her lodos; güneyden Isra ve Mirac'm Sahibİ'nden nefes üflerdi hayat damarlarına. Can bulurdu, kan bulurdu beti benzi. Âdem misali dirilirdi; tekrar direnmek için lanet­li Çıfıt zulmüne. Toprağı; acıyla dost olmuş, acıya bağışıklık kazanmış bir milletin toprağı... Direnişi; ümmetin semaya açılan elleriyle dua dua güç kazanan, dua dua direnen bir direniş... Bitti denince dirilen; dirildikçe boy boy gelişen; işgalci Yahudi'nin kalbine korku salan bir direniş, bir diriliş yaşıyordu Filistin. Canlar, kanlar fedaydı. Gönüllere hakim olan, özgürlüğün ilahi aşkıydı.

22 Mart 2004 Pazartesi!
Filistin yasta, Filistin matemdeydi bugün. Şehirde büyük ve acı bir haberin hüznü gözlerden billur billur akarken; öfkeler dillerde, öfkeler ellerde yumruk yumruk sloganlara dönüşmüştü:
"Kahrolsun İsrail!"
"Kahrolsun Siyonist düzen!"
"Kahrolsun katil Şaron!"
"Şaron cehennemin kapılarım açtı!"
"İslami Direniş Hareketi engellenemez!"
"Lailahe illallah, Allah-u Ekber!"
Gazze'de başlayan öfke seli el- Halil, Ramallah, Nablus, Cenin derken sıçramıştı tüm Filistin'e. Sokaklarında kin, sokaklarında öfke vardı Filistin'in. İntikam yeminleri çınlıyordu Filistin sokaklarında. Yumak yumak yüreklere çöken acı, tüm direniş gruplarını sarmıştı. Şehid edilen, ŞEYH AHMED YASİN'di. Özelde İslami Direniş Hareketi HAMAS'm, genelde tüm direniş gruplarının manevi lideri!.. Bir öncü insan!.. Tüm yeminler, tüm intikam ahitleri onun içindi. Fakat Gazze farklıydı bugün. Dün sabah namazından beri Filistin'i sarsan bu haber, Gazze'yi ayağa kaldırmıştı. Şehirde dolaşan araçların hoparlörlerinden bir ses yükseliyordu sokak sokak, cadde cadde: "BİZ BU YOLU SEÇTİK. ARZUMUZ ŞEHİTLİK VE ZAFER İLE SON BULACAK!.."
Kasetlerden, hoparlörlerden dalga dalga yayılan bu ses, Şeyh Yasin'in kaydedilmiş sesiydi. Gönülleri yakan, acılara acı katan bir ses!... Sabra Mahallesinden Şati Mülteci Kampı'na ve tüm Gazze'ye varana dek gökyüzü siyahlara bürünmüştü. Yakılan lastikler değil; sokaklardan, caddelerden taşan sineler-deki öfkeydi. Gazze'nin felç olan hayatı, Batı Şeria'nın genel grevleri, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının tatil edilmeleri, cezaevlerindeki mahkûmların isyanları, mülteci kamplarındaki galeyanlar, gösteriler... Felç olmuştu Filistin'in sosyal hayatı. Gazze'nin kalbinde yüz binlerce insan yürüyordu Şifa Hastanesi'ne doğru. Dün sabah namazı sonrası şehid edilen Şeyh Yasin'in cenazesi alınırken yüz binlerin gözlerinde hüzün, gönüllerinde elem vardı. Kalpler kırgındı. Nefret duygularını anlatmaya kelimeler kifayet etmiyordu. Şifa Hastanesi'nden, yüzleri maskeli mücahitlerce alınan Şeyh Yasin'in cenazesi, eller üstünde Sabra Mahalle-si'ne, evine götürüldü. Halime Hatun, gocukları, damatları, torunları... kirpiklerinden hüzün bulutları damlıyordu. Bir baba sevgisi, bir aşk, bir sevdaydı dudaklardan dökülen:
- Allah'a hamd olsun! Babam, sonunda isteğine kavuştu, dedi kızı Meryem.
- İsteğine ulaştı, dedi hanımı Halime. Onunla geçirdiğim bu kadar zaman içinde hayırlı yönünden başka bir şey hatırlamıyorum.
- Onu tanıdığım günden beri bizi gücendirecek bir kelime bile işitmedim, dedi gelini Ümmü Hüsam.
Daha sonra yüz binlerin omuzunda taşman cenaze, şehir merkezindeki el- İmare Camii'ne götürüldü. Eller, öğle namazı ardından cenaze namazı için saf saf bağlandı. Dualara kimi ağlamaktan kurumuş, kimi de nemli gözlerle eşlik etti. "Şehitler Kabristanlığı" bir misafiri ağırlıyordu bugün. Şehadete yaraşır bir hayat geçiren bir misafiri... bir şehidi... Şeyh Ahmed Yasin'i ... Gözyaşları sel olan yüz binler "EY HAMAS LİDERİ ELVEDA!" diyordu; sloganlarla, intikam yeminleriyle. Zılgıtlar çeken kadınların çocuk, yaşlı, genç herkesin dudaklarında ortak bir hüznün adı dolaşıyordu: Şeyh Ahmed Yasin! Uzatılan mikrofonlara konuşan biri vardı o gün. Elem dolu haberi duyduğundan bu yana acısı, kederi; kocamış saçma, sakalına tel tel ağanp yansımıştı. Mahzundu, üzgündü sesi Abdulaziz Rantisi'nin:
- Onlar, dedi mikrofonlara; peygamberlerin katilleridirler. Bugün İslami bir sembolü şehid ettiler. Bu İslam'a açılmış bir savaştır. Bu cinayetle İsrailliler, Filistin davasını öldürmek istiyorlar. Yasin, bir ulusun içinde adam, adamın içinde ulustu. Bu ulusun intikamı bu adamın boyutlarında olacaktır. Eylem göreceksiniz, söz değil!

Gazze!
Yarasına tuz basmış deniz kokulu şehir... Yahudi/Çıfıt zulmünden her gün nasip alan bir şehir... Kıyısı; çocuk ko-valamacalan, kuş cıvıltıları ve cevelan yeri... Bağrı; kan ve
gözyaşı pınarı... Bir yanında fakir gecekondu mahalleleri; bir yanında zengin, kocaman evler, geniş yolları ve meyve bahçeleri... Sıcak ve nemin egemenliğini, esen meltemin kararlılığı kırardı bu şehirde. Tıpkı direniş güllerinin esen kararlı kokusu gibi... Ümit muştulayan kokular gibi... Kan ve barutun hüznü her gün yankı bulurdu gözlerde. Her kurşun bir tohum olurdu gönüllerde direniş direniş büyüyen. Her can bir adımdı şehadetle süslenen. Dallarını her haneye uzatan; fakir- zengin demeden her ocakta bir canla, bir kanla sulanan direniş fidanı yeşermişti Gazze'de... Boy boy özgürlük fidanı... Sokak sokak, mahalle mahalle, şehir şehir... Yaşanan ve yarım asrı geçen bu meş'um zulmün bir adı vardı dillerde: Lanetli Çıfıt zulmü! Sabra Mahallesi/Şati Mülteci Kampı!.. Mazlum iklimin süsten uzak derme çatma evleri... Yahudi işgali ve zulmünden kaçışın nihai noktasıydı bu mülteci kampı, birçok kamp gibi... Fakirlik ve yoksulluğun buram buram tüttüğü mekân... Kimi evlerin dış cephesi dökülmüş yahut sıvasız, kiminin de içi... Kiminin inşası lalettayin, kimi de kapısız, penceresiz... Hepsinde ortak npkta: zulümden nasipli olmak! Sadece insanlar değildi bu topraklarda zulümden inleyen. Evler de insanlar gibi can çekişir, ağlar, sızlardı işgalci İsrail askerlerinin kontrolündeki yıkımlardan. Canavar misali homurdanan demir azmanı tankların, buldozerlerin eseri okunurdu kamplarda. Bu evlerin incila mermer merdivenleri, arkaik sütunları, simetrik korkulukları, uzun koridorları, gömme küvetli banyoları, porselen muslukları, alafranga helaları, panjurlu pencereleri, halkari süslemeleri, geniş meyveli bahçeleri, çevresi hercai çiçeklerle donatılmış havuzları ve konforu yoktu. Ama kendileriyle aynı kaderi paylaşan mazlumiyet-leri, umutları ve özgürlük davasına adanmış kurbanlık sahipleri vardı. Başını sokacak bir hanesi olan, şanslı değildi bu topraklarda. Her şey olabilirdi her an. Zulüm rüzgârının /tufanının ne zaman, nereden eseceği meçhuldü. Her an varlık yokluğa, hayat ölüme dönüşebilirdi.

20 Mart 2004 Cumartesi gecesi!
Suikastten üç gün önce... Sabra Mahallesinde bir ev... Filistinlilerin yaşadığı fakir gecekondulardan biri... Telaş ve endişe okunuyordu yüzlerde. Keder ve gam dolu bakışlar vardı gözlerde. Hüzün rüzgârları esiyordu yüreklerde. Temiz örtüsü altında Halime Hatun'un kocası yatıyordu hasta yatağında. Halime üzgün, Halime endişeliydi. Yılların çilesi dantel dantel örülmüştü alnına. Bir şey yapamamanın, çaresizliğin ezikliğini yaşıyordu. Fakat mütevekkil ve teslimiyetçiydi Halime Hatun. Gözleri çocuklarına takıldı bir ara. Her yüzde tasa, her çehrede gam okudu. Metanetli görünmeli, güçlü ve iradeli olmalıydı. Nice badireler atlatmıştı kocasıyla. Bunu da atlatacaktı. Allah'a sığındı; yardımını diledi.
"Ya Safi! Ya Kafi! Ya Muafi!" yüce isimleri döküldü dudaklarından. Beyaz başörtüsünün ucuyla göz pınarlarını sildi, kaçamak kaçamak. Kocasına baktı. Durumu oldukça ağırdı. Yıllardır onu terk etmeyen hastalıklardan muzdaripti. Yaşlı olması rahatsızlığını artırıyordu. Yarım saat önce aniden rahatsızlanmış, tekerlekli sandalyesinden düşmüştü. Sık sık nefes alıp veriyor, zorlukla konuşuyordu. Muhabbetle baktı yaşlı kocasına; gözleri kapalı, dudakları hareketliydi. Belli ki Rabbini zikrediyordu. Alnında biriken damlaları fark etti. Bir bezle usulca kuruladı. Yaşlı Şeyh gözlerini açtı. Bir ara başucunda duran eşine belli belirsiz gülümsedi; kendinden geçti.
Siması nur yumağıydı. Yıllar, çilesini gergef işler gibi çizgi çizgi nakşetmişti anlına. Kaşları gürdü. Gözleri mananın derinliklerine dalan bir gizeme sahipti. Gözlerinin altındaki halkalar ve yüzündeki çizgiler, kutsal bir davanın çilesini yansıtıyordu. Kemerli bir burnu vardı. Beyaz kılları siyahlarından çok olan sakalı, kısa bıyıklarıyla bir başka çekicilik katıyordu sempatik yüzüne. Başındaki beyaz kefiyesi, heybetini daha bir artırıyordu. Başucundaysa zaman zaman giydiği kuzguni renkli, buğday nakışlı aplik sakosu asılıydı. Boynundan aşağısı tutmayan, buram buram direniş, buram buram Filistin kokan 66 yaşındaki bu mütebessim, sevimli ihtiyar, bu PîR-İ İNTİFADA; Filistin halkının umudu, Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS'ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin'di. Aynı kaderi paylaşıyordu Filistin'le: İkisi de mefluç... Ama biri, diğeri için umudun adıydı. Bu fakir gecekondu semtinde yaşıyordu Şeyh Yasin. Komşularının dertleriyle dertlenir; yetim çocuklar ve dul kadınlar dahil şehitlerin ailelerine sahip çıkardı. Hem yiyeceğini, hem giyeceğini onlarla paylaşırdı. Sahiplenmeyi, yardımlaşmayı severdi. İşgalci İsrail'i, tüm teçhizat ve imkânlarına rağmen, dudaklarından dökülen bir sözle tir tir titreten biriydi. Gücünü iman dolu yüreğinden alan,ve sadece Allah'a dayanan, yüzü; çevresine her zaman tebessüm sadakaları dağıtan bu ihtiyarı, yıllar yorgun düşürmüştü. Bitkin ve hastaydı. Kesik kesik soluyordu.
Bir ses duydu, yüreği yaralı Halime Hatun. Bir serçenin ürkekliğiyle geri döndü aniden. 26 yaşlarındaki oğlu Ab-dulgani'ydi. Diğer oğlu Abdulhamid ise tedirgin görünüyordu.
- Anne! Babam kendinden geçti. Hastaneye kaldıralım. Islak gözlerle çocuklarını onayladı. Gelini Ümmü Hü-sam ve kızlarından Meryem'in de yardımıyla hemen hazırlıklara başladılar. Şeyh Yasin'i özenle giydirdiler. Herkes telaş ve endişe içinde yardım ediyordu. Hazırlıklar bitince, güçlü kollarıyla Abdulgani babasını kucakladı. Kapıda bekleyen korumaların bakışları arasında usulca taksiye yerleştirdi. Arabanın bagajına babasının tekerlekli sandalyesini de koydu lazım olur diye. Annesi arka koltuğa oturdu. Kocasının başını kucağına ald . Abdulgani ve Abdulhamid öne geçtiler. Peşlerinden kene ilerini takip eden koruma arabası, gönüllü fedailerle doluydu. Fakirliğin kol gezdiği, mazlumiyet kokan Sabra'mn gecekondu sokaklarından geçen otomobil, hastane yoluna çıktı. Endişe dolu yüreklerle hızla yol alırken, karanlıkta bir çift 'lanetli göz'ün kendisini izlediğinden habersizdi.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:00 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.01.2009 - 23:16
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
İkinci Bölüm
21 Mart 2004 Pazar. Shikmim Çiftliği/Tel- Aviv!
Saray yavrusu bir köşk... Tüm şataf atıyla göz dolduran, 24 saat aportvari korunan, çevresinde kuş uçurtulmayan afili bir yapı... Henüz girişteyken panjurlu pencereleri, hazır ve yontulmuş dikdörtgen taşlarla örülmüş dış cephesi, göz kamaştırıyordu. Giriş basamaklarının sağında ve solunda bulunan iki sütun, arkaik bir görünüm yansıtıyordu. Adeta Olimpus Dağı'ndan alınmış da buraya konulmuştu. İçeri girildiği anda göze çarpan ilk şey; tüm ihtişamıyla tavana asılı bulunan kocaman, hercai renkli kristal bir avizeydi. Işık oyunlarıyla bir renk cümbüşü sergiliyordu. İç ve dış merdivenler, taban, mutfak ve birçok yer; parlak, renkli ve dalgalı haradan/mermerden yapılmıştı. Üst katlara çıkan ve sağa sola kavisli olan iç merdiven korkulukları, simetrikti. Kimi yerlerde altın ve çeşitli madenlerle yapılan halkan süslemenin zenginliği, iç dekorasyon adına sahibinin zevkini(!) yansıtıyordu. Bazı köşe başlarına sanat eserleri olarak küçük idoller yerleştirilmişti. Gömme küvet-li banyoları, porselen muslukları ve alafranga donanımı gibi lüksün nihai noktasıyla murassaydı bu sırça köşk. Çok katlı ve oldukça geniş bir araziye kurulu olan bu çiftlik, etrafı yeşilliklerle çevrili modern bir 'İrem'di. Bahçedeki büyük ve geniş havuzun çevresi nilüfer, karanfil, mavi menekşe, sardunya ve leylakî çiçeklerle sarılıydı. Yer yer dallarını havuza sarkıtmış akasyalar salkım salkımdı.
Havuza nazır kurulan çardak, sarmaşıklarla kaplıydı. Bahçe düzenlemesi gayet muntazam olup, hemen göze çarpıyordu. Düzgün bir şekilde özenle'kesilmiş ve köşkün çevresinde dolanan bodur çam ağaçları, iki yanını kuşattığı yollarla ayrı bir güzellik katıyordu çiftliğe. Hele envai meyve ağaçları... Mart ayının bu son haftasında bir başkaydı bahar. Canlılığını gösterdiği bu bahçede, türlü türlü kokular saçıyordu etrafa. Tabiat uyanmış, diri ve canlıydı. Manzara, ruha dinginlik veren bir görünümdeydi.
Aynı günün akşamına doğruydu. Koruma eskortunu arkasında bırakan siyah zırhlı mercedes, çiftliğin girişine doğru hızım düşürdü. Demir parmaklıklı otomatik kapı, sağa sola kendiliğinden açıldı. Kapının her iki tarafındaki nö­betçiler, korkuyla karışık bir telaş içinde selama durdular. Siyah Mercedes, yolu çevreleyen ağaçların gölgesi altında hiç durmadan içeri süzüldü. Köşkün basamaklarına yanaşan şoför direksiyonu sola kırıp durdu. Basamaklardan koşarak inen hizmetkârlardan biri, büyük bir saygıyla Mercedes'in kapısını açtı. Tıknaz, şişmanca bir adam ağır ağır indi makam aracından. Kibir ve gurur dolu bakışlarla çevresini süzdü. Kısa, beyaz saçlı, iri kafalı ve çirkinceydi. Geniş alnında üst üste binmiş kırışıklar vardı. Bakışları mat ve donuktu. Kaşlarının ve gözlerinin altı, yüzünün her iki tarafındaki yanakları yaşlı bir buldok gibi sarkıktı. Çenesinin altı ise gırtlağını kapatarcasına pörsümüştü. Nursuz, ölgün, dünyanın tüm nefretinin yüzünde toplandığı bu adam, gaddar-lığıyla meşhur işgalci İsrail hükümetinin Başbakanı Ariel Şaron'du. İsrail Parlamentosu/Knesset'te geçen yoğun bir çalışma gününün ardından yaşadığı çiftliğe dönmüştü. Mermer basamakları ağır ağır* çıktı. Karşısında el pençe divan duran hizmetçilerinin "Hoş geldiniz efendim!" deyişlerine sessiz kaldı. Düşünceli görünüyordu. Girişteki büyük kristal avizenin altından dalgın dalgın geçti. Sola dönen merdivenleri çıktı. Büyük ve geniş olan oturma salonuna geçti. Ceviz kaplama mobilyalarla Avrupai tarzda döşenmiş salonun bahçe manzarasını gösteren puf koltuğa yöneldi. Pelte gibi yığılırcasına oturdu.
Derin bir nefes çekip meyve ağaçlarıyla dolu bahçeyi uzun uzun seyretti. Kimi ağaçlar beyaz gelinlik giymiş gibi ; çiçekler açmış, kimileri de yeşile bürünmüştü. Güneş guruba yakındı. Birazdan karanlığa gömülecekti dünya. Oturduğu yerden düşüncelere daldı: Hayat ızdi-rap veriyordu ona. Eşi öldüğünden bu yana Menahem Be-gin gibi yalnızdı. "Begin gibi davranmayacağım" dedi kendi kendine. "Son nefesime kadar yalnız kalsam da inzivaya çekilmeyeceğim. Daha İsrail için yapacağım çok şey var! "Kısa bir nefes alıp tekrar mırıldandı: "Hiç olmazsa bu uğurda gayreti elden bırakmayacağım. İnzivaya çekilmeyeceğim! Münzevilik bana göre değil!" Bu son sözler 1977-82 yıllan arasında İsrail'in başbakanlığım yapmış Menahem Begin ile ilgiliydi. Begİn, 1982 kışında eşi Eliza'run ölümüyle başbakanlıktan istifa edip inzivaya çekilmiş ve ölümüne kadar topluma katılmamıştı. Oğullarını hatırladı Şaron; Dimri ve Gilad'ı. Kendisi gibi siyasetle uğraşıyorlardı. 1999 seçim kampanyasında onlarla beraber yasadışı yollardan maddi çıkar sağlamakla/rüşvet almakla itham edilmesi canını sıkmıştı. Bu yol­suzluk; basının kendisini ve aile şerefini (!) diline dolamasına yetmiş, 'iki yolsuzluk yapan bir başbakan' diye manşetlere taşınmıştı. Günlerce çarşaf çarşaf haberler Yediot Aharonot, Maariv, Haaretz, Jarusalem Post gibi gazetelerde boy boy yer almıştı. Canı sıkıldı. Kalkıp televizyonu açtı. Siren sesleri arasında koşuşturan ambulanslar belirdi ekranda. "Yine bir intihar eylemi yapmışlar anlaşılan" dedi kendi kendine. "Kahrolasılar! Öldür öldür bitmiyor. Nedir çektiğimiz şu Fi­listinlilerden! Adamlar ne ailelerini, ne de evlerini düşünüyorlar. Eylemlerinden sonra evlerini buldozerlerle yıkıyor, ele geçirdiğimiz aile fertlerini tutukluyor, dünyayı yakınlarına zindan ediyoruz; yine de nafile!.. Her gün eylem, her gün ölüm haberleri!.. Vazgeçmiyorlar bir türlü." Aklına bir şey gelmiş gibi ansızın durdu. Birden köpürerek: "Şehadet eylemiymiş, pöh!" dedi küçümseyerek. Sinirlenmişti. Hışımla elini televizyona uzatıp kapatıverdi. Salona hizmetçilerden biri girdi o anda. Saygılı bir şekilde:
- Efendim, dedi. Akşam yemeğiniz birazdan hazır olur.' Bu arada hafif bir aperatif alır mıydınız?
- İyi olur, dedi asabi asabi. Belki biraz olsun sinirlerim yatışır.
Hizmetçi bu tavırlara alışıktı. Salonun köşe tarafında bulunan bara yöneldi. Biraz oyalandıktan sonra elinde bir tepsiyle servis yaptı. Ardından saygılı bir şekilde salondan çıktı. Elinde kadeh, salonun camekânmdan meyve bahçesine baktı Şaron. Aklına sinirli anlarında rahatlamak için uyguladığı bir taktik geldi: Geçmişteki başarılarını (!) düşünerek rahatlamak! Nedense bundan zevk alır, tarif edilmez bir haz duyardı
Güneş aheste aheste guruba yönelmişti. Gölgesi bahçeye düştüğü an, zihni mazinin derinliklerine uzanmıştı bile... O zamanlar 14 yaşlarındaydı. İsrail henüz kurulmamıştı. Her taraf karışıktı. Haganah'a1 katıldığı günleri anımsadı. Birçok eylem ve gizli faaliyet ile dolu günleri... 1948'deki Arap İsrail savaşım, 1953'te binlerce Filistinliyi öldürdükleri operasyonları, 1956'da Mısır'a karşı yapılan savaşı, Camberley Kurmay Okulu'ndaki günlerini, 1967'deki Altı Gün Savaşını, 1973'teki 25 yıllık hizmetinden sonra tümgeneral rütbesiyle ordudan ayrılışını, aynı yıl Knesset'e milletvekili seçilmesini, yine aynı yılın ekim ayında Yom Kippur Savaşı'na zırhlı tümen komutanı olarak çağırılıp Süveyş Kanalı'nı geçmesini, 1982'deki Lübnan işgalini, Etiyopya'daki Falaşalarm Sudan yoluyla İsrail'e nakledilmesindeki rolünü, 9O'lı yıllarda Filistin topraklarında birçok Yahudi yerleşim yerleri açmasını, Eylül 99'da Likut Partisi'ne genel başkan olmasını, 28 Eylül 2000'de Mescid- i Aksa'ya yaptığı kanlı ziyareti, 6 Şubat 2001'de başbakan olarak İsrail'in başına geçmesini ve 29 Mart 2002'de Batı Şeria'ya orduyla girip yaptığı zulümleri bir bir hatırladı: "Bir dakika" diye durdu. "Hımm!" dedi. "Şu an başbakanlığımın dördüncü yılma girmiş olmalıyım." Mazisinde unutmadığı, hatırladıkça zevkten dört köşe olduğu katliamlar ve zulümler o kadar çoktu ki... Haga-nah'taki gençlik günlerini tekrar hatırlamadan edemedi. Ir-gun3 ve Stern'e4 bağlı dindaşlarının yaptığı katliamları düşündükçe ruhu rahatlıyor, tatlı bir rehavet çöküyordu üzerine. Hele hele 9 Nisan 1948 günü her iki örgütün ortaklaşa düzenledikleri Deir Yasir katliamı ne muhteşemdi (!). 254 Filistinli bir çırpıda katledilmişti. Çocuk, kadın, yaşlı demeden. .. Ya 1982'deki 'Galile İçin Banş Operasyonu'na ne demeliydi! Savunma Bakan'ıydı o zamanlar. Başbakan ise Mena-hem Begin'di. 'Galile İçin Barış Operasyonu' adı altında Lübnan'ın güneyine saldırılar gerçekleştiriliyordu İsrail tarafından. Yani işgal ediliyordu Lübnan. O zamanlar Filistinlilerin, Lübnan'ın güneyinde mülteci kampları vardı. Bu saldırıların amacı oradaki Filistinlilerin yok edilmesi, direnişlerinin kırılmasıydı. Fakat bu iş planlı bir şekilde olmalıydı. Bunun için Lübnan'ın güneyindeki Falanjistlerden,5 emrinde birçok militan bulunan Eli Hubeyka ile gizli bazı görüşmeler gerçekleştirdi. Askeri ve lojistik destek ile bazı vaatler neticesinde bu falanjistler, İsrail ordusu desteğinde Filistinlere ait Sabra- Şatilla mülteci kamplarına acımasızca saldırıp katliamlarda bulundular. Bu işin mimarı olmakla her zaman Övünmüştü. Neticede kadm-çocuk demeden 3500'ü aşkın Filistinli, bir kilometrelik kampta kuşatma altında bombalanıp öldürülmüştü. Filistin direnişinin Lübnan'daki alt yapısı da böylece çökertilmişti. Hatta başta Yaser Arafat olmak üzere birçok Filistinli gerilla, Tunus'a sürgüne gönderilmişti. Dünya basını ise onun bu başarısını (!) katliam olarak değerlendirdi. Onu " Beyrut Kasabı" olarak ilan etti. Artık o bir kasaptı!.. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadm-erkek demeden insan doğrayan bir kasap!.. Gözü dönmüş bir cani!.. Sabra- Şatilla katliamına karşılık kamuoyu baskısı sonucu hakkında göstermelik de olsa birtakım soruşturmalar açıldı. Savunma Bakanhğı'ndan azledildiğini hatırlayınca buruşan yüzü, önünde durduğu camekâna yansıdı. "Önemli değil!" dedi, kendini teselli edercesine. "Her şeyin bir bedeli var. Değerdi o günlere!" Sonra 28 Şubat 2000 gününü hatırladı. Yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı. Yaptığıyla gurur duyuyordu: O gün Mescid- i Aksa'ya gitmişti. Görünürdeki gayesi; Filistinlileri tahrik etmekti. Fakat gizli bir gayesi de vardı: Yaklaşmakta olan genel seçimler öncesi aşın sağcı Yahudilerin oylarını böylelikle almaktı. Bu provokatif ziyareti, ikinci intifada6 diye bilinen "Aksa İntifadası"nı başlatmıştı. Binlerce Filistinlinin hayatını kaybettiği bu gelişme, kendisine başbakanlık yolunu açmıştı. Önemli olan da buydu! Hatırladıkça yüzünde gülücükler açan, katı yüreğini neşeye boğan mazisindeki hatıralarından biri de; 'terörün kökünü kazımak(!)' bahanesiyle 29 Mart 2000 günü, Batı Şe-ria'daki tüm Filistin kentlerine ve mülteci kamplarına İsrail ordusunu katliam için sokmaktı. Öyle ki bazı çekinceleri olmasaydı Ramallah'taki bürosunda Arafat'ı da öldürecekti. Fakat öldürülmekten de beter olmuştu. Bürosundan dışarı çıkamaz hale gelmiş, elektrik, su ve iletişimi kesilmişti. Ramallah, Beytullâhim, Nablus, Tulkarim ve diğer mülteci kamplarında ise binlerce Filistinliyi öldürmüştü. Kimi Filistinlileri esir aldı bu baskında; kiminin de evlerini başlarına yıktı buldozerlerle. Binlerce kadın, çocuk, genç kız toplama kamplarına alındı; işkenceler gördü. Evler yıkılıp yerle bir edildi. Sokaklarda çürüyen cesetlerin gömülmesine, yaralıların tedavi edilmesine izin verilmedi. Öyle ki ambulanslar dahi askeri hedef olmuştu. Herkes, hatta hareket eden her şey hedefti. Binlerce insan aç, susuz ve ilaçsızdı. Evler basılıyor, insanlar; sebepsiz, sorgusuz, sualsiz kurşuna diziliyordu. Hastanelerin, evlerin bahçeleri ve açık araziler toplu mezarlığa dönüşmüştü. Cenin ise 300 tank, buldozer ve zırhlı araç, binlerce askerle kuşatma altına alındı. F-16 savaş uçakları, Apaçi helikopterleri; kadın, çocuk ayrımı yapmadan rasgele füze ve bombalar yağdırdı, masum Filistinlilerin üzerine. Camiler, yollar, evler, resmi daireler yıkılıp yok edildi. Bir ulustu, aslında yok edilen. Yarım asrı geçen kanayan bir yara, bir direnişti yok edilmeye çalışılan. Filistin'in mazlum ve mustazaf halkı, Yahudi zulmü altında inliyordu. Dünya kamuoyu mu, tepkiler mi? Suspustu. "Vız gelir!" dedi, karanlığa gömülen dışarıya bakarak. "Hıh! Dünya kamuoyuymuş... Hiçbir halt edemezler!." Kanın gövdeyi götürdüğü mazisinin bu zulüm tablolarını hatırlamakla sıkıntıları dağılmıştı Şaron'un. Ruhunun derinliklerinde sadistçe bir hazzı hissedercesine, bir zevk histerisine tutulmuş gibi sarsıldı vücudu. Hafiflemiş, rahatlamıştı. "Güzel bir rahatlama metodu" diye mırıldandı sadist bir ruhla. "Güzel anıları hatırla, sıkıntılarından kurtul; ne güzel!
Ansızın bir ses duydu arkasında:
- Telefonunuz var efendim, dedi yaşlı hizmetkâr, kibar sesiyle. Sizi arıyorlar.
Hemen hızlı adımlarla çalışma odasına yöneldi. Çalışma masasının arkasına geçti. Kırmızı ışığın yandığı özel irtibat telefonuna baktı, ahizeyi kaldırdı.
-Alo!
Karşısındaki ses saygılı ve ölçülü konuşuyordu:
- İyi akşamlar efendim!.
- İyi akşamlar. Telefondaki sesi tanımıştı.
- Efendim! Şeyh Yasin'in izini bulduk. Ajanlarımız ta-kipteler. Emirlerinizi bekliyoruz.
Sevinçten ne diyeceğini şaşırdı önce. Soğukkanlılığını korumalıydı. Kısa bir suskunluktan sonra;
- Neredeymiş o felçli? diye sordu.
- Ajanlarımızın bildirdiğine göre Cumartesi gecesi aniden rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmış efendim. Durumu iyiymiş galiba. Hâlâ hastanede...
- Çok güzel! Çok güzel! Tebrik ederim ekibinizi komutan! Yalnız işimiz henüz yeni başladı. Takipler devam etsin. Yakalayacağınız en uygun bir fırsatta hemen işini bitirin o ihtiyarın. (Birden durdu) Hayır hayır! Bana haber vermeden sakın operasyonu başlatmayın. Bu defa önceki operasyon gibi olmasına izin veremem. Gelişmelerle ilgili haberlerinizi bekliyorum. Haydi komutan! Göreyim seni.
- Emredersiniz efendim!
Ahizeyi usulca bıraktı. Sabit bir noktaya bakarken; aklına yaptığı son 'Bakanlar Kurulu Toplantısı' geldi. Şeytanca gülümsedi. Sayıklarcasına konuştu:
- Eveet, Şeyh Ahmed Yasin! Bakalım bu defa da şansın yaver gidecek mi?

Knesset!.. Son yapılan 'Bakanlar Kurulu Toplantısı! '
Nümayişli geniş bir salon... Orta boşluğu çiçeklerle süslü, dikdörtgen şeklinde dizilmiş masalar... Masaların üzerine konan erguvanlar, salona ayrı bir hava vermekte.
İçeride çok seslilik hâkimken aniden iri yarı, kır saçlı bir adamın içeri girmesiyle ortalık sütliman oldu. Bu adam işgalci İsrail'in Başbakanı Ariel Şaron'du. Salondaki tüm bakanlar, saygıyla ayağa kalktılar.
Masasına yerleşir yerleşmez Şaron:
- Buyurun beyler! Lütfen oturun, dedi. Eliyle oturmalarını işaret etti.
Sağ tarafında oturan bir bakan, Şaron'un önüne bir dosya koydu. Kırmızı klasör kabarık. Ağır ağır dosyayı açtı. Bir yandan önündeki raporlara bakıyor, bir yandan da konuşuyordu:
- Beyler! 11 Eylül olayından sonra siz de biliyorsunuz ki, dünyanın birçok ülkesi bundan faydalanma yolunu seçti. Rusya; Çeçenleri, Amerika; Irak ve Afganistan'ı, Çin; Türkistanlıları terörist ilan etti. Elimize bu vesileyle Filistinli teröristlere karşı daha güçlü kozlar geçmiş oldu. Neticede Rusya'nın Çeçenlere, Amerika'nın Irak ve Afganlara, hatta dünyanın birçok bölgelerindeki Müslüman direnişçilere karşı hareket ve operasyonları, bizi de bu konjonktürden faydalanmaya itti.
Nitekim Filistinlileri daha çok ezeceğimizi düşündük. Dediğim gibi bu bir fırsattı ve istifade etmeliydik. Filistin direnişçilerinin önde gelenlerini terörist olarak lanse edip öldürmek için alman kararlarımız, bugüne kadar başarıyla yürütülüyor. Adım adım planlarımızın uygulandığını görmek beni mutlu ediyor. Ancak daha dikkatli olmalı, operasyonlarımızı daha caydırıcı bir şekle sokmalıyız. Aksi halde intihar eylemlerinin önünü alamayız. Peyderpey artan bu eylemlere karşı stratejimiz, saldırılmadan saldırmak olmalıdır. Bunun içindir ki şu anda yapımı hâlâ devam eden ve birçok intihar eylemine engel olacak 'Güvenlik Duva-n'nınf!) faydalarını muhakkak ki göreceğiz. Dünya kamuoyu ve Araplar 'Berlin Duvarı', 'Utanç Duvarı' diyormuş. Umurumda bile değil! Ne derlerse desinler! Yeryüzünün seçkin ulusu İsrail halkını, onlar mı koruyacak? Filistinlileri ezmek; bağ ve bahçelerinden, arazilerinden ayırmak pahasına da olsa bu duvar, şimdi olduğu gibi devam edecek, 2005'te de bitecektir. Ayrıca; gerek HAMAS, gerek İslami Cihad, gerek el-Fetih, gerek irili- ufaklı tüm direniş örgütleri olsun; mücadelemizde hepsinin önde gelen birçok liderini önceki yıllarda da olduğu gibi -11 Eylül fırsatından istifadeyle- ortadan kaldırdık/kaldırmalıyız.

Nitekim önümdeki raporlardan görebildiğim kadarıyla 1988'den bugüne kadar ortadan kaldırılan bazı önemli simaları, hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum:
-Ebu Cihad ve Ebu İyad: Filistin Kurtuluş Örgütü ileri gelenlerinden olup Cezayir'de öldürüldüler.
-Dr. Fethi Şikaki: İslami Cihad Örgütünün lideri. Malta adasında ajanlarımız tarafından öldürüldü.
-Yahya Ayyaş: HAMAS'm askeri kanadının İştişhadi Eylemler Birim Başkanı. Çok tehlikeli bir adamdı.
-Cemal Mansur: HAMAS'in Nablus Sorumlusu.
-Cemal Selim: Filistin Âlimler Birliği Genel Başkan Yardımcısı.
-Selahaddin Derveze: HAMAS'm Nablus kenti ileri gelenlerinden.
-Abdullah Kavasime: HAMAS'm el- Halil Sorumlusu.
-Mahmud Ebu Henud: HAMAS'm askeri kanadının Batı Yaka Bölgesi Sorumlusu.
-İsmail Ebu Şenneb: HAMAS'm siyasi liderlerinden olup aynı zamanda Şeyh Yasin'in yardımcısıydı. Ayrıca bu operasyonda Şeyh Yasin'in damatlarından Hani Ebu Öme-reyn'in ölmesi bizim için ayrı bir sevinç oldu.
-Salah Şehade: HAMAS'ın askeri kanadı olan İzzeddin Kassam Tugaylan'nın lideriydi.
- Evet beyler! Gördüğünüz gibi hava ve kara, istihbarat ve paraşütçü birliklerimizin işbirliğiyle meydana getirdiğimiz bu özel ekip çalışması neticesinde, birçok başarıya ulaşıyoruz. Bizden önceki hükümetlerin de -Fethi Şikaki Örneğinde olduğu gibi- başarılarım inkâr etmiyoruz. Peki, bu yeterli mi? Elbette hayır!
Yine malumunuzdur ki operasyonlarımızın bazılarında muhtelif şansızlıklar yaşadık. Sıralamak gerekirse:
*1997'de Netanyahu hükümeti döneminde HAMAS'm Politbüro Şefi Halid Meş'al'in Ürdün'deki operasyonumuzdan kurtulması.
*HAMAS'm askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları komutanlarından Muhammed Deif in 2002'de yaptığımız füzeli saldırı sonucu ağır yaralı olarak kurtulması.
*Haziran 2003'te HAMAS'ın siyasi liderlerinden Abdu-laziz Rantisi'ye karşı yürüttüğümüz operasyondan Ranti-si'nin, sadece ayağından yaralanarak kurtulması.
*HAMAS'm kurucularından Mahmud Zahar'ın Eylül 2003'te evine düzenlenen F-16'h saldırıdan hafif yaralı olarak kurtulması... Fakat bu operasyonda Zahar'ın 24 yaşındaki oğlu Halid ile Şeyh Yasin'in 30 yaşındaki oğlu Abdi'nin ölümleri de sevindirici bir gelişmeydi.
*Yine geçen yıl içinde HAMAS'm siyasi kanadında görev yapan İsmail Haniye'nin düzenlenen saldırıdan hafif yaralı olarak kurtulması.
*Ve son olarak 6 Ekim 2003'te HAMAS lideri Şeyh Yasin'in Gazze'de yapılan operasyondan kurtulması.
Her neyse; bunlar yaşadığımız şansızlıklardı. Gelelim asıl meselemize: Öncelikle belirtmek isterim ki, Şeyh Yasin bir daha bu kadar şanslı olmayacaktır. Özellikle HAMASL Çünkü yaptığımız tüm operasyonlara rağmen; üç-beş çapulcu, hele hele HAMAS ve İslami Cihad, intihar eylemlerinden vazgeçmiyorlar. Arafat da onlara diş geçiremeyecek kadar zayıflamış zaten. Daha bir hafta önce Ashdot Lima-nı'nda on kişinin ölümüyle sonuçlanan ikiz bir intihar saldırısı yaşadık...
Bu esnada toplantıdaki bakanlardan biri bir soru yöneltti:
- Sayın başbakanım! Müsaadenizle sormak istiyorum: Bu şansızlıkların içinde istihbaratımızın payı nedir acaba; öğrenebilir miyiz?
Bu soruyu beklercesine sol tarafına baktı. Gözleri aradığı şahsa takılınca;
- Sayın bakanımızın bu sorusuna, toplantımıza davet ettiğimiz İstihbarat Müsteşarımız cevap verecektir, dedi.

- Güzel bir soru, dedi istihbarat müsteşarı, gayet rahat bir ses tonuyla. Doğrusu birimlerimiz bu konuya oldukça özen gösteriyorlar. Fakat bizimle işbirliğine yanaşanlar, daha çok ikiyüzlü olup maddi çıkar gözetenlerdir. Her ne hikmetse onlar da kısa bir müddet sonra ya öldürülüyor, ya ce-setleri herhangi bir sokakta infaz edilmiş olarak bulunuyor yahut ortadan kayboluyorlar. Yaşadığımız son olaylarda ajanlarımızı yanlış bilgiler vererek maalesef pusuya düşürme girişimleri de oldu. Bu sebepledir ki istihbarat birimlerimiz çok dikkatli davrandıklarından, halktan işbirlikçilere pek güvenmiyorlar. Dolayısıyla bu tür işbirliğini daha çok Özerk Yönetim'in içindeki adamlarımızın yardımıyla sürdürmeye çalışıyoruz. Zaten Özerk Yönetim'le aramızdaki 'Güvenlik işbirliği Anlaşması' bize birçok kolaylıklar sağlı­yor. Mesela, Özerk Yönetim'in içindeki bazı üst düzey işbirlikçilerimizin yardımıyla önde gelen birçok simaya operasyonlar düzenledik/düzenleyebiliyoruz. HAMAS'm askeri kanadının Batı Yaka Sorumlusu Mahmud Ebu Henud'un arabasının Nablus yakınlarında dağlık bir bölgede, bu işbirlikçilerimizden gelen bilgilerle tespit edilmesi, bu güvenlik işbirliğinin örneklerindendir. Havadan yaptığımız operasyonla on adet roket yağdırdık, Ebu Henud'un arabasına. Böylece ondan da kurtulmuş olduk. Takdir edersiniz ki, hükümetlerin politikasında -özellikle de güvenlikte- süreklilik esastır. Bizden öncekilerin bu konudaki girişimlerini bıraktıkları yerden daha sert ve daha caydırıcı bir şekilde devam ettiriyoruz. Bu sebepledir ki bu yolla Şeyh Yasin'in de yerini tespit edip ortadan kaldıracağız. Bu konuda işbirlikçilerimizden itaatkâr olanları, faydalı oldukları müddetçe ödüllendiriyoruz. Zira bizim için dost- düşman önemli değil. Önemli olan, bir kimseden fay-dalanmamızdır. Şayet zarar verecek konuma gelirse, yani ölmesi faydalıysa ölür. Tıpkı Ocak 2002'de Eli Hubeyka'mn onca yıldan sonra ulusal davamıza ve İsrail'in menfaatlerine zarar verecek açıklamalarda bulunacağı ortaya çıkınca, üç adamıyla birlikte ortadan kaldırılması gibi. Bu, Eli'nin | yapmaması gereken bir hareketti. Onun konumunda olan ' tüm işbirlikçilerimize de bu olay, bir mesaj oldu. Kısaca bu mesele üzerinde ilgili birimlerimiz titizlikle duruyorlar. Unutulmamalıdır ki kendi milletine ihanet eden, yarın bize de ihanet eder.
- Teşekkürler sayın müsteşarım, dedi Şaron. Gayet güzel ve faydalı açıklamalarda bulundunuz. Gelelim toplantı-mızdaki asıl amaca: Sayın istihbarat müsteşarı arkadaşımızın da satır aralarında belirttiği gibi, direnişçilerin önde gelenlerini yok etme konusundaki iktidar politikamıza Bakan­lar Kurulumuzun da ortak bir karar alarak, resmen destek çıkmasını istiyorum. Böylelikle operasyonlar için özel ekibimizin ve ordumuzun motivasyon gücü artar. Bu doğrultuda da Şeyh Yasin'in öldürülmesi konusundaki özel gayretlerin, alacağımız resmi kararlarla artacağına inanıyorum.
Aslında Arafat'ın da ortadan kaldırılması taraftarıyım. Ama Birleşik Devletler'e (Amerika) verilmiş sözümüz/güvencemiz var. Şimdilik bu anlaşmamız çerçevesinde bu güvencemiz devam edecek. Bir de dikkatinizi çekmiştir sanırım, gündemimizde daha çok HAMAS ve bir de İslami Cihad var. Arafat ise bir bakıma anlaşabileceğimiz bir yapıdadır. Ama bu iki örgüt varlığımızı ortadan kaldırmayı amaçlayan, Arz-1 Mev'ud idealimizden vazgeçmemizi hedefleyen bir politika sahibidirler. İşte bu nedenlerle HAMAS'ı başsız bırakıp dağılmasını sağlamak için, Şeyh Yasin'in bir an Önce öldürülmesi gerektiği düşüncesindeyim. Zira bu aşırı radikalleri ortadan kaldırdığımızda, istediğimiz zaman lehimize kullanabileceğimiz anlaşma planlarımızı Amerika, Avrupa Birliği ve Rusyalı dostlarımızın baskısıyla Özerk Yönetim'e ve Arap ülkelerine kabul ettirebiliriz. Böylece güdümümüzde olan bir yönetimle Filistinlileri sindirmiş oluruz. Aksi halde Şeyh Yasin ve onun gibi radikaller, Önümüzde büyük bir engel olarak her zaman var olacaklardır. Bu sebeple görüşlerinizi öğrenmek için burada toplanmış bulunuyoruz. Zira Filistin meselesi dünya gündeminde gittikçe daha çok yer bulmaktadır. Bu iş daha fazla ilerlemeden önünü kesmemiz zaruret oldu. Çünkü yapacağımız her türlü operasyon milli menfaatlerimiz için elzemdir...

- Sayın başbakanım, dedi bir ses aniden. İçişleri Bakanı Abraham Poraz'dı seslenen. İçişleri Bakanı olarak Şeyh Ah-med Yasin'e operasyon yapılmasını bu aşamada ve bu şekilde onaylamadığımı belirtmek isterim. Birleşmiş Milletlerden aşırı tepki alacağımızı düşünüyorum. Böylesi bir operasyonun bize faydadan çok, zarar getireceği aşikârdır. Yine Şeyh Yasin'in bulunduğu konumdan çok, boynundan aşağısının felçli olmasının ve yapılacak operasyonun şeklinin, uluslararası menfaatlerimiz açısından negatif sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim.
- Aynı görüşteyim, dedi Adalet Bakanı Yosef Lapid. Şahsen bu işin olmasını ulusumuzun yüce menfaatleri açısından herkes gibi ben de isterim. Lakin Bakanlar Kurulu kararı ile operasyonun resmi devlet politikası hüviyetine büründürülmesi; âli menfaatlerimizi, Şeyh Yasin'in fiziki durumu itibarıyla Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, yanı sıra Arap âlemi, kısacası tüm dünya kamuoyu karşısında zedeler. Daha tepkisiz bir formülden yanayım. Gözleri, beklemediği bu tepkiler karşısında birden kan çanağına dönen Şaron küplere bindi:
- Pöh! dedi epriyen sesiyle. Âli menfaatlerimizi zedeler-miş. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, dünya kamuoyu, hele hele Arap âlemi de kim oluyormuş? Bugüne kadar Birleşmiş Milletler'in aleyhimize aldığı 200'ün üzerindeki kararın hangisine olur verdik? Söyler misiniz beyler? Cenin, Refah, Tulkarim gibi birçok mülteci kamplarına yaptığımız operasyonlara biz istemediğimiz için, gözlemci bile gönde-remedüer. Peki, sonuçta ne oldu? Aldıkları onca karar kâğıt üzerinde kalmadı mı? Avrupa Birliği'ne gelince Birleşik Devletler, vetosu ve desteğiyle yanımızda olduğu müddetçe hiçbir halt edemez. Zaten Almanya Hitler'den dolayı bize karşı tarihsel bir mahcubiyet duyduğundan, ömür boyu bir suçluluk hissetmektedir. Dolayısıyla çıt çıkaramaz. Lobilerimiz de Avrupa Birliği ülkelerinin bize karşı tavır almalarına göz yummazlar. Anti semitizm7 duyguların gelişmesi kabul edilemez. Operasyonlarımıza karşı bir-iki kınama -siyaset icabı- elbette olacak. Bunu da halklarına ve ticari ilişkiler içinde oldukları Arap âlemine göz boyama amacıyla yapacaklarından, önemsememek gerek.
Dünya kamuoyuna gelince; bundan Arap âlemini kast ediyorsanız, malumunuz tüm yöneticileri sadece koltuklarını düşünüyor. İpleri ve karanlık işleri Birleşik Devletler'in elinde olduğu sürece hiç korkmaymız. Şayet diğer dünya ülkelerini kast ediyorsanız, onlar için de aynı düşüncedeyim. Birkaç kınamanın ötesine geçeceklerini zannetmiyorum. Şeyh Yasin'in boynundan aşağısının felçli olması, tehlikeli bir düşmanımız olduğu gerçeğini değiştirmez. O, felçli ve oturak bir adam. Ama onun felçli ve oturak olmayan aklı var. Aynı zamanda bir teşkilat adamı ve de lider... Etkinlik sahibi ve İsrail açısından güvenilmez biri. Aklı ve dili çalıştığı müddetçe, o bizim için çok tehlikeli. Dünya Yahudilerinin Kudüs'te bir araya gelmesine dayanan kutsal davamıza, fikirleriyle en büyük engeldir. Ortadan kaldırılırsa, HAMAS büyük bir darbe alır inancındayım. Dağılma sürecine girecektir. Bu amaca yönelik siz değerli bakanlarımın onayını da bir destek olarak görüyorum. Başka bir itirazı olan var mı? Salonda kısa bir sessizlikten sonra onay sesleri yükseldi. İki gerekçeli itiraza rağmen Bakanlar Kurulu'nca ortak bir kararda konsensüs sağlandı: Boynundan aşağısı felçli olan Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS'ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin, öldürülecekti.
Tarih, devlet onaylı bir terör hareketine şahitlik ediyordu. Yarım asırlık bir zamanı aşan şanlı ve şerefli bir direnişe karşılık, dünyanın gözü önünde süregelen yarım asrı aşkın bir Yahudi terörü!.. İnsanlık suçu, savaş suçu, ırkçılık, katliam ve terör bir arada!.. Buna karşın bu vahşete karşı duran tek güç, gittikçe güçlenen kutsal direniş, İntifada'ydı.
Çalışma odasındaki koltuğuna gömülmüş bir şekilde, daldığı düşüncelerden duyduğu zevkin sarhoşluğuyla kendinden geçen Şaron; yine hizmetkârının sesiyle kendine geldi:
- Akşam yemeği hazır efendim, buyurun! Masada muhteşem görünümü ve garnitürüyle duran yemeğin çeşnisini damağında hissetti. Obur bir iştahla oturdu masaya.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:01 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.01.2009 - 23:17
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Üçüncü Bölüm
21 Mart 2004 Pazar gecesi. Gazze'de bir hastane!
Babasının başucundaydı Abdulgani. Geçen geceden bu yana hastanedeydi. Doktorun ilk müdahalesi olumlu sonuç vermiş, babasının nefes alışları düzene girmişti. Fakat durumu hâlâ ciddiyetini koruyordu. Oksijen, kontrollü olarak veriliyordu. Sürekli takılı olan serum, bünyesine iyi geliyordu. Annesi, Abdulhamit'le beraber, babasının birtakım ihtiyaçları için eve uğramıştı. Birazdan gelecekti. Babasının bir ulusun umut çiçeği oluşunu düşünürken, akşam namazı geldi aklına. Kıbleye doğru patiska bir bez parçası serdi yere. Bir daha babasına bakıp namaza durdu. Selamdan sonra elleri ve yüreği, dua için açıldı:
-... Filistin'in şerefli ve yiğit Müslümanların! muvaffak ve muzaffer eyle Allah'ım! Senin kutsal haremin olan Ku-düsümüz'ün ve Mescİd- i Aksamız'm daha fazla şu çıfıtların postalı altında çiğnenmesine izin verme. Halkımıza direniş gücü, direniş ruhu ve direniş beraberliği aşıla. Dininin izzeti, bu kutsal beldenin şerefi ve bu mazlum milletin azatlığı için kendini feda eden şehitlerimize, ailelerine rahme­tinle muamele et. Bu lanetli kavmin başına, direnişimizin izzetini musallat kıl. Geçmişte onları zelil ettiğin gibi, bugün de ellerimizle onları zelil et. Bizi de dergâhında şehitlerden yaz. Hastalarımıza şifa ver. Sıkıntılarımızı azalt. Merhametinle yardım et biz aciz kullarına Allah'ım!
Odayı bir sükûnet kaplamıştı. Hafiflediğini hissetti. Doğrulup babasına döndü. İhtiyar babasını; gözlerini açmış, kendisine bakarken gördü. Babasının kıpırdayan dudaklarını görünce, kulağını ağzına yaklaştırdı. Dua ediyordu yaşlı babası. Tam o esnada kapı açıldı. Arkasında annesiyle beraber doktor içeri girdi. Kapıda karşılaşmışlardı. Şeyh Yasin'i gözleri açık görünce hem doktor, hem de annesi sevindiler.
- Sizi iyi gördüm efendim, dedi saygıyla. Umarım en kısa zamanda iyileşirsiniz.
Göz işaretiyle teşekkürlerini ifade etti Şeyh Yasin. Hanımına baktı. Gözleri sevincinden parlıyordu hayat arkadaşının. Aniden gözlerini yumdu ihtiyar Şeyh. Derin bir uykuya dalmıştı anlaşılan. Anne- oğulda hafif bir telaş sezdi doktor:
- Endişe edilecek bir şey yok; uyudu, dedi.
- Doktor bey, dedi Abdulgani. Dünden bu yana bir sürü tetkik yaptınız. Babamın nesi var? Gülümseyen çehresiyle Doktor, Abdulgani ve annesine baktı. Tane tane konuştu:
- Açık konuşacağım Abdulgani. Baban her ne kadar şu anda kontrol altında olsa da, yapabileceğimiz bu kadar. Astım; yani nefes darlığı onu oldukça zorlamaktadır. Boynundan aşağısı tutmayan bir insan için bu aşınmanın, vücudu çeşitli sorunlara maruz bırakması kaçınılmazdır. Buna bağlı olarak konuşma zorluğu çekmesi, işitme ve görmede nispi bir kayba uğraması da normaldir. Nefes darlığım, oksijen tüpleriyle muvakkat olarak tedavi etsek bile, durumunun ciddiyetini hâlâ koruduğunu inkâr edemeyiz. Bunun yanı sıra yaşlılığını ve üzerindeki manevi sorumluluğun etkisini de düşünmek lazım. Büyük başlar büyük sorunlarla boğuşur. .. Benim görüşüme göre hastanede kalmasının bir anlamı yok. Eve götürmeniz daha iyi olur. Fakat Allah'tan ümit kesilmez. Yine de burada kalmasını arzu ediyorsanız bir sakıncası yok. Ona bol bol dua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. İnşaallah şifa bulur. Söyleyebileceğim bunlardır. Müsaadenizle... Kapıya yönelen doktor aniden geri döndü: - Şayet hastamızı eve götürecekseniz sabah vakti uygundur. Taburcu işlemlerini de o zaman yaparız.
Kapıyı hafifçe kapatıp çıkan doktordan sonra canı sıkılan Abdulgani de odadan ayrıldı. Koridorda hava almayı düşünüyordu. Halime Hatun ise bir yandan kocasının sararmış yüzüne bakıyor, bir yandan da doktorun söylediklerini düş'ünü-yordu. Ulu bir çınar gibi olan bu yaşlı adama, yıllar yılı bir ulusla beraber sırtını dayamıştı. Direnişle büyüyen, eli kalem yerine taş tutan bir neslin umuduydu Şeyh Yasin. İsrail'in her türlü hile ve oyunlarına rağmen devrilmeyen bu ulu çınar, şimdi hastalıklarla, yılların
yorgunluğuyla boğuşuyordu. Aklına evden getirdiği temiz elbiseler geldi. Hemen çantasından çıkarıp özenle dolabın raflarına dizmeye koyuldu. Bir yandan da düşünüyordu. Acaba ne yapmalıydı? "Doktor, 'ümitsiz vaka' olarak durumu özetlediğine göre, sabah taburcu etmek en doğrusu..." diye düşündü. "Mevla
görelim neyler..." İşini bitirip sandalyeye oturmuştu ki, oğlunun telaşla içeri girdiğini gördü.
- Anne!
- Yavaş ol oğlum, babanı...
Annesinin sözünü bitirmesine fırsat vermeden atıldı.
- Çabuk ol anne. Pencereye gel!
- Ne oldu oğlum, neden telaşlanıyorsun?
Oğlunun ardından pencereye yöneldi. Pencereden bakınca Gazze kıyılarında olağan dışı bir hareket gördü. Hızla geçen bir F-16' nın sesini, Apaçi helikopterlerinin gürültüsü takip etti. Kıyıda telaşla sağa sola koşuşturan işgalci İsrail askerleri vardı. Birkaç askeri ve zırhlı araç da göze çarptı. Güngörmüş devran geçirmişti Halime Hatun. Bu hareketliliği hayra yormadı. Geçen Eylül ayında HAMAS'm ileri gelenlerinin bir toplantısında kocasına yapılan acımasız suikastı hatırladı. Bir F-16 uçağından atılan füze, hedeften sapmış toplantının yapıldığı binanın yanındaki apartmana isabet etmişti. Harap olan bina, enkaza dönmüştü. Toplantının yapıldığı bina da zarar görmesine rağmen, kocası sadece eli yaralı olarak kurtulmuştu. Yine 15 Aralık 2001'de İsrail işgal ordusunun yaptığı geniş çaplı bir saldırıda da kocasının bulunduğu camii, israil ordusunun füzelerine hedef olmuştu. Yüce Allah'ın lüt-fuyla Şeyh Yasin yara almadan bu saldırıdan da kurtulmuştu o zamanlar. Bir süredir İsrail'in, kocasını ve Filistin direnişinin önde gelenlerini hedef alan suikastler için endişe duyuyordu. Birçok önemli şahsiyet, bu devlet terörüne kurban gitmişti. Bu nedenle HAMAS, son olaylardan bu yana Şeyh Yasin'in yerini sürekli değiştiriyor, gözlerden ırak tutmaya çalışıyor, ı silahlı fedaileri ve milisleriyle koruyordu. Tüm bunları düşündükçe bu hareketlilik, Halime Ha-, tunu işkillendirdi. Ani bir kararla; ,
- Babanı hemen eve götürmeliyiz oğlum, dedi. Abdul-:° gani şaşkınlıkla annesine bakarken; "Çabuk ol oğlum, kapıdaki fedailere haber ver. Ortalık iyi görünmüyor" dedi an- . nesi.
- Babamın tedavisi ne olacak anne? .
- Evde devam ederiz. Haydi, durma arabayı kapıya getir! Ben de elbiseleri toplayıp babanı hazırlayayım.
- Ya doktor!
- Doktor mu? dedi. Kısa bir duraksamadan sonra hemen aklına geleni söyledi: İyi ki hatırlattın oğlum. Odasına uğrayıp sabah taburcu işlemleri için uğrayacağını söyle. Hadi çabuk ol! Ne duruyorsun öyle?
- Peki anne, hemen gidiyorum.
Abdulgani annesinin önsezilerine güveniyordu. Annesi basiret ve feraset sahibi bir kadındı. Doğruluğuna inandığı şeyi yapmaktan çekinmezdi. Hayat, onu olayların gölgesinde tecrübeyle yoğurmuştu.
Aceleyle merdivenleri inen Abdulgani, kapıda bekleyen fedailere durumu anlattı. Fedailerden biri arabayı çıkış kapısına getirmek için koşarken, Abdulgani soluğu doktorun odasında aldı.

Kardeşleri gecenin bu saatinde babalarını sessiz sedasız karşılarında görünce hem sevindiler, hem de şaşırdılar. Abdulhamid ve Meryem hemen babalarının yatağını alelacele hazırladı. Şeyh Yasin biraz sonra üzerindeki örtüsüyle hasta yatağındaydı. Fazla geçmemişti ki kapı çalındı. Gelen, damatlarından Hamiş Müştehi'ydi. Kaynanasından sonra hasta yatağındaki Şeyh Yasin'in de elini hürmetle öptü. Durumunu sordu. Usulca geri çekilip Abdulganİ ve Abdulhamit'le sohbete daldı.
Halime Hatun çocuklarına fark ettirmemeye çalışıyordu; ama kulağı sürekli dışarıdaydı. Uçak ve helikopter seslerine kulak kabartıyor, bir yandan da soğukkanlılığını korumaya gayret ediyordu Yatsı ezanına az bir zaman kalmıştı. Dışarıdan gelen İsrail keşif uçaklarının sesi onu telaşlandırdı. Uçakların bu bölgedeki hareketlilikleri akşamdan beri kuşkularını arttırmıştı. "Şeyh Yasin'i daha emniyetli bir yere nakletmek gerek" diye düşündü. Bu düşünceler içindeyken, yatsı ezanının sesi dalga dalga yankılandı Sabra Mahallesi'nin semasında. Zihni kuşkular deryasında yüzerken, dudaklarından ezan duası dökülüyordu:
"Allahümme Rabbe hazihidda'veti-1 taammeh.. "fi Aniden kocasının kısık sesiyle kendine geldi:
- Beni yatsı namazına yetiştirin!
Anlaşılan Şeyh Yasin camiye cemaatle namaz kılmaya gitmek istiyordu. "Hep böyle yapar zaten. Birazcık olsun kendine geldi mi namazlarını camide cemaatle kılmaktan vazgeçmez" diye düşündü. Israrın boşuna olduğunu biliyordu Halime Hatun. Üstelemedi. Kocasını evden daha güvenli bir yere nakletmek için bunun bir fırsat olabileceğini düşündü. Bir yandan kocasını hazırlarken diğer yandan da oğullarını tembihliyordu. Gelişmeler hakkındaki fikrini kocasına-da söyler gibi konuştu:
- Akşamdan beri ortalıkta bir hareketlilik var. Askerler, uçaklar, helikopterler... Biri gidip diğeri geliyor. Hastaneyi güvenli görmedim, ama burası da güvenli sayılmaz. Namazdan sonra babanızı daha emin bir yere götürün. Oldu mu çocuklar?
Abdulgani ve Abdulhamid babalarına baktılar. Sessizlik vardı Şeyh Yasin'in üzerinde... Bunu, söylenenleri onayladığına yorumlayan Halime Hatun sevinmişti.
- Peki anne, dedi çocukları. Namazdan sonra güvenli bir yere gideriz inşaallah.
Yüreği rahatladı kadıncağızın. Hemen kocasının sako-sunu üzerine geçirdi. Kefiyesini başına örttü. Artık gitmeye hazırdı Şeyh Yasin. Abdulgani babasını kucaklayacağı esnada;
- Dur, dedi babası fısıltıyla.
Hayat arkadaşı Halime Hatun'u anlamlı anlamlı süzdü. Çocuklarını, evini... Sonradan anlaşılacak mana yüklü bakışlarla son bir defa süzüyordu etrafını Şeyh Yasin. Bir veda gibi, bir hoşçakal gibiydi bakışları. Allah'a ısmarladık dercesine... Daha sonra Abdulgani'nin kucağında, bir ömrün çilesini birlikte omuzladiğı iffet timsali hanımının bakışları arasında kapıdan süzüldü. Kaderine yürüyen garip bir kuldu. Yol boyunca babasını gözledi Abdulgani. Abdulhamid ve Hamiş de garip bir atmosferin otomobile dolduğunu fark etmişlerdi. Farklı bir halet- i ruhiye taşıyordu bu akşam Şeyh Yasin; sanki bir yolcuydu. Uzak, çok uzak diyarlara giden bir yolcu... Bakışları; annesini, kardeşlerini, evlerini süzmesi... "Hayır, hayır! Belki bana öyle geliyor" diye düşündü Abdulgani. Birazdan, arkalarında fedailer, caminin kapısındaydı-lar. Aralarında Şeyh Yasin'i görmek, cami cemaatini sevindirmişti. Zira son zamanlarda pek göremez olmuşlardı ihtiyar şeyhlerini. Ayrıca hasta olduğunu duymaları daha bir üzmüştü onları. Hemen çevresini sevgi halkalarıyla sardılar. Gönülden gönüle yayılan bir sevgi yumağı sarmıştı camiyi. O bir semboldü; umudun nişanesi... Bir güven, bir dayanaktı. Görünce gözlerin aydınlandığı, yüreklerin şenlendiği ve Allah'ın hatırlandığı bir mü'min... Ellerde değil; yüreklerde taşındı, Hürmetle, saygıyla, sevgiyle... Zira yürek sultanları makamlara, koltuklara sığmazdı. Namaz bitti ve cemaat yavaş yavaş dağıldı. Abdulgani annesinin sözlerini hatırladı: Babasını güvenlik için daha emin bir yere götürecekti. Sağma bakınca Abdulhamid'i ve eniştesi Hamiş Müştehi'yi hazır gördü. Babasına yaklaştı. Saygıyla gideceklerini hatırlattı. Bakışlarını kendisine çevirirken yine sessizdi babası. Fakat bir başkalık vardı bu bakışlarda, bir tuhaflık... Adeta öteki âleme uzanan bir hasret, bir özlem okudu babasının gözlerinde. Ne oluyordu, neler oluyordu? Bu kuzgunî gecede bir tuhaflık vardı. Tekrar babasının gözlerine baktı. Hayır, bu bakışlar hasta bir insanın değil; sır dolu, aşk dolu bir insanın bakışlarıydı. Gizem kokuyordu. Aynı his, aynı duygulara namaza gelirken de şahit olduğunu hatırladı. Demekki yanılmamıştı. "Nasıl tarif etmeli?" diye düşündü: "Özlem ve vuslat karışımı garip bir sevinç mi desem, gülşen-i cenneti gören neşeli bir sima mı?" Kararsızdı Abdulgani. Babasına hayran hayran bakakaldı. Oysa bilmiyordu, babasının ruhunda kopan fırtınaları. Bir med-cezir yaşıyordu Şeyh Yasin. Hissi kable'l vuku' muydu, neydi? Uğrunda bir ömür harcadığı "Canlar Cananı"na, Rabbine kendini daha yakın hissetmişti bu gece. Manevî bir sofranın çeşnisini dimağında hissediyordu. Sanki atlas bir iklimin meltemi esiyordu camide. Rayihalar, misk-u amber kokulan geliyordu burnuna. Burnunda tütüyordu gülşen-i ilahi. Hiç bu kadar Özlem duymamıştı ukbaya. Sanki bir davet vardı. Sanki bir 'gel!' deyişi meleklerin... Bir davet, bir vuslat... Gül kokusunu, yeşil kursaklı kuşun sesini mi duyuyordu, ne? Yasemin yüzlü, nergis bakışlı bir gözetim hissetti. Manevi bir devinim yaşıyordu. Bir hoştu bu gece Şeyh Yasin.
İçinden yüreğinin ta derinliklerinden "Gitme, kal bu gece!" diye feryatlar yükseliyordu. Bu geceyi tefekkürle, ibadetle geçirmeyi arzulayan ruhunun çığlığıydı bu feryatlar. Dimağindaki bu manevi lezzeti bırakmayı kabullenemedi. Sır kokan gözlerini yine oğluna çevirdi. Karşısında saygıyla bekliyordu. Ağır ağır;
- Fikrimi değiştirdim oğlum, dedi usulca. Bu geceyi camide ibadet ederek geçirmek istiyorum. Abdulgani biraz şaşkın, biraz da tuhaf oldu. Ne olduğunu bilmiyordu. Ama gönlünde bir burukluk hissetti. Abdulhamid ve Hamiş'ten yana baktı. "Kalıyoruz" manasında başıyla işaret etti. Edeple oturdu bir köşeye, sessiz sedasız. Şeyh Yasin uzun uzun ilahi nağmelerle ruhunu yıkadı. Kur'an okudu önce... Manevi hazzın şahikasını yaşıyordu. Dudakları ilahi kelamda; yüreği, müjdelenen atlas iklimin coşkusundaydı. İlahi kelâmı yudum yudum özümsüyordu:
"Şüphesiz ki iyiler (elbette cennette nimet ve) refah içindedirler.
Tahtlar üzerinde (kendilerine verilen nimetleri) seyrederler.
Yüzlerinde refahın (sevinç ve) pırıltısını tanırsın.
Onlara (cennete mahsus) mühürlü, halis bir şarap sunulur.
Ki onun sonu misktir.
Artık buna (nefis şeyleri tatmak konusunda) imrensin imrenenler!
Ve (o şarabın) katığı "tesnim"dendir.
(O da cennette) bir pınardır ki, Allah'ın yakın kulları ondan içer."9
Bir hoş oldu ihtiyar yüreği bu ayetler karşısında. Rabbi-ni arzuladı aniden; nimetlerini... Felçli ellerini değil; ama yürek ellerini açtı dergâh-ı ilahiye... Vuslat için, Kudüs için, Filistin için, halkı için, mazlum ve mustazaf dünya Müslümanları için... Gözyaşlarıyla suladı dua ağacını sessiz sessiz. Sonra bir ömür sermayesini tefekkür etti. 66 yıllık bir ömrün çilesi kare kare canlandı gözünde. Dalıp gitti Şeyh Yasin yıllar Öncesine...



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:02 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.01.2009 - 23:18
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Dördüncü Bölüm
2 Kasım 1917. Birinci Dünya Savaşı yılları!..
İngiltere'nin Filistin topraklarını işgal ettiği yıllardı. Sömürgeci ruhun sızdığı bir başka toprak oldu Filistin. Dünyanın birçok bölgesinde mazlumların kanını emen emperyalist zihniyet neşv-ü nema bulmaya çalışıyordu bu topraklarda. O tarihte İngiltere Dışişleri Bakam Balfaur, İngiliz Siyonist Derneği Federasyonu'na yazdığı manidar bir mektupta şu sözü vermişti: "Majestelerinin hükümeti Filistin'de Yahudi halkı için milli bir yurt kurulmasını uygun görmekte­dir. Bu gayenin gerçekleşmesi için her türlü çaba harcanacaktır. " 1920 yılında ise Birleşmiş Milletler Cemiyeti İngilizlerin Filistin üzerindeki mandasını resmen tanıdı. İşgal eylemi yasallaşmıştı. 1948'in 14 Mayis'ma kadar sürecek olan manda yönetimi Yahudilere devlet olma zeminini hazırladı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Filistin'deki nüfus 700 bin civarındaydı. 50 binin üzerinde de göçmen vardı. Takriben 65 bin civarında ise Yahudi topluluk bulunuyordu. Bunların bir kısmı 16. yüzyılda İspanya'dan kaçanların soyundan gelen eski yerleşimcilerdi. Geri kalanlar da 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Filistin topraklarına yerleşen Siyonist yerleşimcilerden oluşuyordu. 1897'de İsviçre'nin Basel kantonunda Siyonizm'in babası sayılan Theodore Herz'in başkanlığında yapılan Birinci Dünya Siyonist Kongresi'nde-alınan kararlar gereğince İngiliz Manda Yönetimi altındaki Filistin'e, bu yularda dünyanın birçok bölgesinden göçler başladı. Amaç; Filistin'i yurt edinmekti.
Bu gayeye binaen Filistin'e kaçak yollardan -özellikle deniz yoluyla- akın akın göçler oldu. Bu göçleri hızlandıran "MOSSAD Laliyah Beth" ve "Haganah" gibi Siyonist örgütler yoğun bir şekilde Filistin'e Yahudi göçmenleri taşıyordu. Teknelerden, balıkçı botlarından, büyük yolcu ve armatör gemilerinden faydalanıyorlardı. 1936 yılında 400 bini geçen Yahudi nüfusu, 1944'e gelindiğinde 600 bine yaklaşmıştı. Nitekim bu hızla 1948 yılından sonra Filistin'e yerleşen göçmenlerin nüfusu, 1951 yılına gelindiğinde bir buçuk milyonu bulacaktı. Başta Kudüs, Tel-Aviv ve Nablus olmak üzere birçok yerde Siyonist yerleşimcilerin artması yerli Filistin halkını tedirgin etti. Halk bu göçe karşı koyunca İngiliz Manda Yönetimi 1920'den beri gittikçe artan ve kesintisiz süren bu Yahudi göçün durdurulmasına karar verdi. Fakat artan tepkilerden dolayı zaman zaman bazı kısıtlamalara gidilse de, Yahudi göçü İngiliz manda yönetiminin temel politikasıydı. Manda yönetiminin Yahudi göçünü göstermelik engelleme girişimlerine bile tahammülü olmayanların başında 1930'lann başında kurulan Haganah adlı aşırı radikal askeri Yahudi yeraltı örgütü geldi. Hem İngiliz manda yönetimine hem de yerleşik Filistin halkına karşı terör eylemlerine .. girişti. Artık çatışmalar başlamıştı. Filistin, silahların konuş-. tuğu bir toprak olmuştu. Öte yandan Haganah, hâlâ kaçak i1 göçmen seferleri düzenlemekten geri durmuyordu. ': Filistin'i yurt edinme emelini ihya etmek için yerleşik : olan Müslüman Filistin halkını yıldırmak ve evlerinden, I köylerinden sürmek adına Yahudi göçmenlerin yaptıkları * katliamlar hızla artıyordu. Kimi köyler basılıyor, kimi yer-;:' leşkeler yerle bir ediliyordu. Ateşe verilen evlerde diri diri ; öldürülen nice Filistinli Müslüman, sessiz sedasız Yahudi |: zulmüne kurban oldu.
Köylerin yanı sıra kasabalar ve şehirler de bu menfur | zulümden nasipsiz kalmadı. Halk fevc fevc başka diyarlara ((zorlanıyor, evleri yağma ediliyordu. Bu katliamı yapanlar Arz-1 Mev'ud ideali için Filistin'e gelen Yahudi göçmenler-; di. Kimi doktor, kimi hemşire, kimi mühendis, kimi sanat-"' kâr, kimi ev kadını, kimi de mevki- makam sahibi güya medeni kimselerdi. Bir şehirden bir şehire katar katar cephane : taşıyor, Siyonist emelleri için sivil kimliklerini askeri kimli-1 ğe dönüştürüyorlardı. Çünkü her Yahudi, kadını- erkeğiyle birer askerdi Siyonist öğretisince. Fark gözetilmezdi aralarında.

Yahudi çetelerinin yaptığı bu mezalimler gölgesinde 1938 yılı... Yer Filistin'in Askalan şehrinin el- Cevra köyü... Bir doğum yaşanıyordu bu şirin köyde. Doğan çocuk ailenin sevinci, göz bebeği oldu. AHMED YASİN dendi adına. Mazlum coğrafyanın mazlum bebeği... Üzerinde bunca Yahudi zulmü varken, kalbin meyvesi olan bu çocuk, El-Cev-ra'mn bu şirin köy evini her şeye rağmen sevince boğdu. Ağlıyordu bebecik, ağlıyordu Ahmed Yasin. Yaşanan zulme, yaşanan mazlumiyete... Bu vahşete bir şahit daha doğmuştu; bir mazlum daha... Hissetmiş miydi acaba bu zulmü bebecik? Yoksa ağlaması mazlumiyetine miydi; kim bilir? Her şeye rağmen hayat sürüyordu zulmüyle, çilesiyle... Küçük Yasin'in köyü Yahudi çetelere inat, direndi toprağında. Terk etmedi bir karışını, vatan bellediği yurdunu. Fakat terk eden oldu evini, köyünü... Küçük Yasin'in muhterem babası bu şirin El-Cevra köyünden ebedi âleme irti-hal etti. Yasin yetim, Yasin babasızdı. Henüz 3- 4 yaşların-daydı. Artık annesinin himayesindeydi. Aileye kol- kanat geren bu Müslüman Arap kadını hem aile reisi, hem annesiy-di. Yılmadı, yıldırılamadı. Anaç tavuk misali zulmün gölgesinde çocuklarını büyüttü. Öte yandan işgalci Yahudiler dünya kamuoyunda siyasi ve politik faaliyetlerini durmaksızın sürdürüyordu. Kimsesiz Filistin, kendi iç sorunlarıyla boğuşan Avrupa güdümlü Arap ülkelerince uluslararası arenada güya savunuluyordu. Filistin topraklarında bir Siyonist devlet kurmayı gaye edinen Amerika ve İngiltere, danışıklı dövüşüyordu. Planlar, programlar, görüşmeler, uluslararası konferanslar... Biri diğerini kovalıyordu. İngilizler sorunun içinden çıkamayacaklarını anladıklarında ikinci dünya savaşı sonrası Amerika'nın desteğiyle Filistin sorununu, Nisan 1947'de Birleşmiş Milletlere götürdüler. Adeta başlarından savdılar. Sorun, Amerika güdümündeki Birleşmiş Milletler1 e havale edilince uluslararası platformda farklı bir boyuta büründü: Filistin topraklarının % 42'sini Araplara, % 56'smı Yahudilere devlet kurma hakkına binaen veren bir "Birleşmiş Milletler Taksim Planı" devreye girdi. % 2'lik Kudüs ve çevresi ise Birleşmiş Milletler denetiminde uluslararası bölge olacaktı. Bu taksim planı, kuzulara şah olsa, kurdun yapamayacağı bir plandı... Nitekim gidişat bu yönde ilerliyordu. Filistin sorununu sahiplenen Arap ülkeleri ve Amerika anlaşamadı. Bu karar Filistin'de dalga dalga protesto ve gösterilere sebep oldu. Birleşmiş Milletlerin temel kuruluş ilkeleriyle çelişki arz eden bu taksim kararı, Filistin'de nüfusun üçte ikisini oluşturan Müslüman Arap çoğunluğunun kendi kaderini tayin (şelf determination) hakkını engelliyordu. Amerika, İngiltere ve uluslararası siyasi çevreler tarafından bu hak, fiili (de facto) bir redde maruz kalmıştı. Bu ortamda Birleşmiş Milletler, İngiltere'nin bir yıl sonra 15 Mayıs 1948'de Filistin'den tamamen çekileceğini belirtti. Bu karar üzerine Yahudi işgalci çeteler, örgütlü ve düzenli bir yapıya büründüler. Müslüman Filistin halkına karşı İngiltere çekilmeden "taksim planında" kendilerine ayrılan bölgeleri ele geçirmeye çatıştılar. Böylece bir Müslü-man-Yahudi çatışması başlamış oldu. Şiddetli çatışmalarda bir tarafta işgalci Siyonist Yahudiler, diğer tarafta da toprağın sahibi Müslüman Filistinliler vardı. Düzenli ve silahlı Yahudi çetelerin dehşetengiz baskıları ve katliamları kulaktan kulağa yayılıyor, halkta panik meydana getiriyordu. Haganah, Irgun ve Stern örgütleri desteğinde gün gün katliamlar artıyordu. 1947'nin 9 Nisan'ında söz konusu Örgütlerin liderliğinde Filistinliler, yürekleri ağlatan bir katliam yaşadı: Deir Yasir Katliamı... Çoğu çocuk ve kadından oluşan 254 Filistinli acımasızca bu köyde katledildi. Halk paniğe kapıldı. Kit­lesel göçler başladı. Gözlerini kan bürümüş işgalci Yahudi çeteleri; zulüm ve katliamlarını, ilerde devletlerinin "başbakanlığını' yapacak kimselerin kontrolünde işliyorlardı. Vahşet çetelerinin reisleri onlardı: David Ben Gurion, İzak Rabin, Menahem Begin, İzak Şamir, Şimon Peres, Ariel Şaron... Kuzu postuna bürünmüş kurtlardı bunlar... Birleşmiş Milletlerin Filistin üzerine aldığı bu yanlış karar neticesinde başlayan iç savaş, tüm hızıyla devam etti.Yahudi mezaliminin dozu gittikçe artıyor, Filistinlilere kan kusturuyordu. İngiliz Manda Yönetimi'nin Filistin'deki yönetim müddetinin bitimine birkaç saat kala Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Milli Kongresi, yayınladığı bir deklarasyonla İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan ettiğinde, tarihler 14 Mayıs 1948'i gösteriyordu. Bu geçici işgal hükümetinin başbakanlığına getirilen David Ben Gurion, Theodore Hertz'in Siyonist rüyasını ilan etti: "Biz Halk Konseyi'nin üyeleri Eretz İsrail'de, İsrail Devleti olarak bilinecek Yahudi Devleti'nin kuruluşunu ilan ediyoruz..." Bu ilandan 11 dakika sonra bu emelin gerçekleşmesinde ve işin içinde parmağı olan ABD, işgalci Siyonist hükümeti fiilen tanıdı. Son İngiliz askeri birliklerinin 15 Mayıs'ta Filistin'den ayrılmasıyla Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan hükümetleri işgalci hükümete savaş açtı. Bu işgalci hükümet hem bir ulusun toprağını işgal etmiş, hem Siyonist bir devlet ilan et-mjş, hem de Filistin'de katliamlar yapmıştı. Bir yıl kadar sürecek olan meşhur 1948-49 1. Arap-İsrail Savaşı, böylelikle (başlamıştı. Her çeşit uluslararası destek ve güçle gayet nizami ve üzenli askeri birlikler kuran Yahudiler, bugünleri düşüne-jek çok önceleri düzenli ordu girişimine koyulmuşlardı. Sa-aş için donanım ve askeri hazırlıklarını önceden sürdürü­yorlardı. Oluşturdukları çeşitli tugaylar, polis gücü, Haganah, Irgun ve Stern gibi illegal yeraltı terör örgütleri bu düzenli ordunun esas güçleriydi. Haganah'm seksen bin askerî feshedilip diğer güçlerle beraber düzenli askeri güce dönüştürüldü. Bir Yahudi seferberliği başlamıştı. Öyle ki bir kısım silahlan, geri çekilen İngiliz Manda Yönetimi'nden; bir kısmını da kaçaklılıkla elde ettiler. Hatta geri çekilen İngilizlerden tanklarını da aldılar. Yahudilerden farklı olarak Filistinli Araplar, askeri eğitimi olmayan gönüllü Müslüman halk yığınlarından meydana geliyordu. Yürekleri Filistin için atan; ama savaş güç ve donanımından yoksun, uyumsuz, dağınık bir kuvvet... Silahlan; çekilmeden önce İngiliz Mandasınca toplatılmış, dişleri sökülmüş pençesiz aslanlar... Modern donanımlı silahları ve Amerika desteğiyle Siyonist ordusu savaş uçakları, toplar ve ağır askeri araçlar eşliğinde beş Arap devletini de bozguna uğrattı. Birleşmiş Milletlerin "taksim planı" çerçevesinde % 56'hk olan Filistin topraklarındaki payını, % 77'ye çıkardı. İşgal daha da artmış; Filistin'in 2/3'ünü sarmıştı bu alevli ateş topu. Artık Filistin sorununda belirleyici olan; güç politikası olmuştu. Şimdi ise güç, Siyonist terör devletindeydi. Bu savaşta Filistinli dağ gerillaları büyük yararlılıklar göstermiş, işgalci Yahudileri zor durumda bırakmıştı. Bunun çaresini düşünen Yahudi güçlerinin lideri, ilerde bu terör devletinin başbakanı olacak genç bir komutan olan İzak Rabin'di. Emrindeki seçkin Palmach Harel Tugayı'yla10 Filistinli dağ gerillasını ve onlara yardımcı olan dağ köylerini/köylülerini acımasızca yok etti. Bu, bir katliamdı. Bugüne kadar süregelen tüm katliamlar gibi bir katliam... Tıpkı kendinden öncekiler gibi tarihin sessizliğine gömülüp kayboldu. Gittikçe cesaretlenen, vahşileşip barbarlaşan Yahudiler, Amerika ve yandaşlarının desteğiyle semiriyorlardı. 1948 yılının bu meş'um savaşında Filistin'in büyük bir bölümünün işgali, büyük bir felaketi de beraberinde getirdi. Siyonist işgali altında kalan birçok yerleşim yerindeki insanlar, daha güvenli bölgelere göçe başladılar. Kendi vatanında, dağdan gelenler tarafından bağında dövülmek misali, göçmen olmak da vardı Filistinlilerin alınyazılarında. Kendi toprağında muhacir, kendi toprağında göçmen olmak...
Askalan'm el-Cevra köyü!
Bir anne ve çocukları hazırlıklar içindeler. Doğup büyüdükleri topraklardan ayrılmak, ata yadigârı diyardan göç etmek zor geliyordu Yasin ailesine. Gözler buğulu, diller beddualıydı Yahudi işgaline. Bir ömrün harcandığı el-Cev-ra'yı terk etmek, ne zordu gönüllere! Ya Askalan? Meşhur hadis âlimi İbnu Hacer Askalani'nin diyarı Askalan... Birçok ilim erbabının beşiği...
Bir kafile yola koyuldu Askalan'm el-Cevra köyünden. Çoluk- çocuk, genç- yaşlı demeden yüklü hayvanlar, at arabaları ve taşıtlardan oluşan bir göç kafilesi... Filistin'in güneyine yol aldılar. O zamanlar Mısır'a bağlı olan sınır kenti Gazze'ye...
Kafilenin içinde henüz on yaşlarında olan küçük Ahmed Yasin, ağabeyi Şihde, kardeşleri ve annesi vardı. Toplam yedi kişiden oluşan bu aileyi yeni bir hayat ve zorluklarla dolu bir gelecek bekliyordu. Birçok Filistinli aile gibi...



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:03 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.01.2009 - 23:19
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Beşinci Bölüm
Gazze!
imam Şafii diyarı... Denizle dost, güzel şehir... Umut- , ların filizlendiği ana kucağı... Yığın yığın Yahudi zulmü-nün muhacirlerini ağırlayan umudun mekanı... , :
- Hey! Ahmed Yasin! Bizi de bekle!..
Durup arkasına baktı. Peşinden koşan arkadaşları soluk soluğa yetiştiler. Öndeki:
- Nereye Ahmed Yasin? diye nefes nefese sordu.
- Bakın! dedi küçük Ahmed Yasin, ileriyi arkadaşlarına işaret ederek. Haydi! Onları karşılamaya gidelim. Yeni bir kafile geliyordu. Hep beraber kafileye doğru koşmaya başladılar. Çocuklardan kiminin ayaklan çıplak, kiminin üstü başı perişandı. Arkalarında bir toz bulutu bırakarak koştular. Fakirliğin kol gezdiği bu yer, Gazze'nin Şati semtiydi. İleride burayı, Yahudi zulmünden dolayı köylerini terk eden Filistinli göçmenler yerleşerek genişletecek ve burası 'Şati Mülteci Kampı' diye anılacaktı. Bir yerleşim yerinden çok, varoşları andırıyordu. İki kerpiç bulan üst üste koymuş, üzerine birkaç ağaç koyup bir gecekondu yapmıştı. Durumu iyi olanlar biraz daha muntazam bir eve sahip olmuşlardı. Her geçen gün artan göçmenler Şati'yi büyütüyor, nüfusunu artırıyordu. Gazze'ye en yakın Mısır ve diğer Arap ülkelerinden gelen yardımlar, muvakkat ve anlık sevinçler yaşatıyordu. Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım Yüksek Komiserliği (UNRWA) gözetiminde olan buraya, Nuseyrat, Han Yunus ve diğer göçmen kamplarına yapılan eğitim, sağlık ve gıda yardımları da yeterli değildi. Buram buram mazlumiyet kokan Şati, diğer yerleşkelerden farklı bir manzara arz etmiyordu.
Uzaktan silueti görünen göçmen kafilesi yaklaştıkça, küçük Ahmed Yasin ve arkadaşları durdular. Gelenlerin gözlerinden okunan; sadece çile, sadece mazlumiyetti. Yorgunluk akıyordu simalarından; gözlerde ise çaresizlik... Bulabildikleri yükte hafif, pahada ağır üç- beş kap- kaçak ve canlarıydı bu zulümden kaçırdıkları. Hüzün bulutları dolaşıyordu kafilenin üzerinde. Sessizlik çökmüştü ortalığa. Kucaklarda ağlayan bebeklerin, yükleri taşıyan hayvanların ve taşıtların sesi kafilede canlılığın belirtileriydi. Herkes üzgün, herkes kızgındı. Kabaran bir öfke sineleri körüklüyor, dudaklarda lanetlere dönüşüyordu. Kafileye bakan çocuklardan biri sayıklar gibi sordu:
- Acaba kim bunlar?
Beyaz entarisi ve başında kefiyesiyle ihtiyar bir Arap cevapladı soruyu:
- Kim olacak evlat! Benim, senin gibi öz yurdunda garip düşmüş göçmenler bunlar, göçmenler... Yahudi zulmünün mazlumları...
Çocuk bön bön baktı ihtiyara. Pek anlamadıysa da, küçük hafızasına "göçmenler, Yahudi, zulüm" kelimeleri bir şeyler anlatmaya yetmişti. Kuruyan boğazına bir şeyler olmuşçasına yutkundu. Neden, bilmiyordu; ama üzülüyordu. Kafilenin son bineği de çocukları geçip Şati'ye girince, üzerlerine çöken durgunluğu bir ses bozdu:
- Arkadaşlar!... Haydi, yüzmeye gidelim.
- Haydi gidelim!..
- Evet, gidelim! Yüzmeye gidelim!
Çileye ve ızdiraba bağışıklık kazanmışçasına, az önceki manzaraya hiç şahit değillermiş gibi, sevinçle haykırdılar. Birden durdular. Bakışlar Ahmed Yasin'e odaklandı. Herkesin sevdiği, kendisiyle arkadaşlık kurduğu zeki bir çocuktu. Yüzme konusunda en iyileri olduğu için, onsuz girilmezdi denize. Yapılan yüzme yarışlarında da kimse onunla boy ölçüşemezdi. Yaşından umulmayan bir hareketlilik, bir çeviklikle kıpır kıpırdı.

Bir suçlu gibi gizlene gizlene köşeyi döndü. Annesinin kızacağını biliyordu. İzin almadan yüzmeye gitmemeliydi, Ama arkadaşlarının ısrarı karşısında dayanamamış, gitmişti. Annesine doğruyu söyleyecek, yalana tenezzül etmeyecekti. Hem dememiş miydi annesi; "Yalan söyleyeni Allah da, Peygamberimiz de sevmez" diye? Annesi, hatta ağabeyi Şihde bile kızsa, doğruyu söyleyecekti. "Evet, evet, doğruyu söylemeliyim" dedi kendi kendine. Evlerinin bulunduğu sokağa gelmişti. Aniden ağabeyi Şihde'yle karşılaştı.
- Merhaba kardeşim, dedi ağabeyi. Nereden böyle?.. Cevap beklerken kardeşinin yüzü, saçları, teni dikkatini çekti. Kırmızımsı yüzü, büzülmüş cildi...
- Sen! dedi Şihde, kızarak, denizden geliyorsun değil mi? Annem çok kızacak. Dua et, iyi bir zamanına denk gelesin. Çabuk eve gidelim. Başını Önüne eğmiş bir halde suçlu suçlu kapıya geldiklerinde, annesiyle bir başka kadını sohbete dalmış gördüler. Annesinin bakışlarıyla karşılaştığında her şeyi anladığını belirten manalı manalı ifadeler karşısında, adeta erircesine bir gölge gibi içeri süzüldü. Bu badireyi de atlattığım düşünüyordu ki ağabeyi Şihde'nin sorusuyla karşılaştı:
- Derslerin nasıl gidiyor?
İlköğrenimini, Gazze'ye geldiklerinden beri İmam Safi İlköğretim okulunda tamamlamaya çalışıyordu. Zeki ve başarılı bir öğrenciydi. Derme çatma bir yapıda akrabalarının ve çeşitli yardım kuruluşlarının da desteğiyle okuluna devam ediyordu. Köyden göç ettiklerinin ikinci yılında ailesinin çektiği şiddetli fakirlik ve yoksulluktan dolayı, okuluna bir yıl ara vermiş, bir lokantada çalışmıştı. Aile ekonomisine yardım etmiş, katkıda bulunmuştu. Gece gündüz bulaşık yıkamak, masaları temizlemek ve yerleri süpürmek, onu hem yormuş, hem düşündürmüştü. Bu deneyimden bir yıl sonra yine okuluna devam etmiş; azimle, gayretle çalışmıştı. Okuyacak, ailesine bakacaktı. Onları fakirlikten, yoksulluktan kurtaracaktı.
Varsın, okulunun sıraları olmasındı. Varsın lüksten ve donanımdan yoksun olsundu. Yine de okuyacaktı. Yaşıtlarının varlığı ve öğretmenlerinin gayreti, teşviği her şeye değerdi. Yokluk insanı olgunlaştırır, ağırbaşlı ve sorumlu yaparmış ya! Böylesi bir hayat küçük olmasına rağmen Ahmed Yasin'i dersleri hususunda başarılı kılıyordu.
Cevap bekleyen ağabeyine baktı:
- İyi, dedi. Derslerim gayet iyi ağabey. Yalnız...
- Yalnız ne?
- Yalnız öğretmenimiz bize sık sık "Çok çalışın, çok!.. Sizler bizim yarınlarımız, umutlarımız, istikbalimizsiniz" diyor. Ağabey! Sence neden böyle diyor?
Şihde gülümsedi:
- Biz, neden o güzel, o şirin köyümüzden buraya göçtük? dedi. Bu yoksulluğu, bu çileyi neden çekiyor bu insanlar? Vatanımızı, toprağımızı kimler, niçin işgal etti? Nerden geldi bu işgalci Yahudiler? Hiç bunları düşünmedin mi, sevgili kardeşim? Yine insanlarımızın neden ve niçin öldürüldüğünü de mi hiç düşünmedin? Öğretmeniniz çok doğru söylemiş. Sen ve senin yaşıtların çok okuyacak; bizi bu hale sokan, insanlarımızı katleden, köylerimizi ve evlerimizi basan, toprağımızı işgal eden, Allah'ın lanetlediği bu Siyonist ve zalim Yahudilere karşı umudumuz, istikbalimiz bacaksınız. Vatanımızı kurtaracak, insanlarımızın yaralarım saracaksınız... Belki şimdi anlamıyorsun beni, ama büyüdükçe daha iyi anlayacaksın sevgili kardeşim! Şihde'nin son sözleri titrek bir şekilde çıkmıştı boğazından. Babasının Ölümü ve Gazze'ye göçlerinden sonra, Şih-de babalık yapıyordu kardeşlerine. Hayat, ona erken bir olgunluk vermişti. Birden Askalan yakınlarındaki köyü el- Cevra canlandı gözünde. Cevra'yı hiç unutmadı. Bahçelerini, evlerini, arkadaşlarını, Gazze'ye göçe zorlanışlarını... O görüntüleri nasıl unutabilirdi ki? "Demek ki tüm bunlara sebep..."diye düşündü. "Yahudilermiş!.. Allah'ın laneti üzerinize olsun. Büyüyüp hepinizi öldüreceğim!" Kızgın ve öfkeliydi küçük Ahmed Yasin. Kulağına gelen sesler dikkatini celb etti. Kapının önünde annesiyle oturan kadının sesiydi duyduğu:
...Civar köyleri işgal ettiklerini duyuyorduk. Hazırlıklarımızı görmüş; güneye, Gazze'ye gelecektik. Erkeklerimiz sürekli tetikteydi. O gece köyümüze doğru geldiklerinin haberini alınca, biz kadınları ve çocukları acilen köyden uzaklaştırdılar. Köyümüze nazır bir tepeden arkamıza döndüğümüzde gecenin siyah Örtüsünü, köyümüzü yakan alevler tutuşturmuştu. Kızıl kızıl göğe yükselen alevler... Top ve ağır makineli silahların seslerinden çatışmanın şiddetli olduğunu anladık. Erkeklerimize ne oldu, bilmiyorduk. Sabahın ışıklarıyla kendimizi zor kurtarmıştık o lanetlilerden. Uğradıkları her yeri yerle bir ediyor, yakıyor, kadın- çocuk, ihtiyar demeden katlediyorlar.
- Ya kocan?.. Kocan ne oldu? Haber alabildin mi? Hıçkırıklara boğuldu misafir kadın. Can evinden vurulmuştu. Sesi ürkek bir ceylan misali çıktı.
- Bir müddet sonra şehadet haberini aldım Salah'ımm Ne acıydı Allah'ım! Ne acı... Allah bizi onun ve şehitlerimizin şefaatine nail etsin.
- Amin bacım, amin. Zor bir dönemden geçiyoruz. Metin olmak lazım. Allah için sabretmek ve direnmek gerek. ,. Erkeklerimiz, çatışırken şehit düştü. Biz kadınlara düşen de , erkeklerimizin bize emanet bıraktıkları çocuklarımızı; babaları gibi birer mücahit, birer direnişçi olarak Allah için yetiştirmektir. Sürüp gidiyordu; kapı önü muhabbeti. Konusu bir coğrafyanın kaderi, bir ulusun kederiydi. Çocuk aklıyla Ahmed Yasin'in söylenenlerden çıkardığı sonuç; "Okumak, büyük bir adam olup vatanını lanetli Yahudilerden kurtarmak" oldu. Şati Mülteci Kampı'nda hayatın tüm ızdıraplarına rağmen, zaman su misali akıp gidiyordu. Her gün gelişine şahit olunan bir göçmen kafilesini, bir diğeri unutturuyordu. Artık küçüğüyle-büyüğüyle herkes bağışıklık kazanmıştı acıya, ızdıraba. insanlar acılarla yaşamayı öğrenmiş, yaşanan realiteyi kabullenmişti. Ahmed Yasin 14-15 yaşlarmdaydı. İlköğrenimini tamamlayarak, er-Rihal ortaokulunda öğrenimine devam edecek bir döneme girmişti. Gözünde yüksek idealler tütüyor, küçük aklı büyük şeyler düşünüyordu. Kamptaki ya-Şantıyı, yoksulluğu, fakirliği ve yaşanılan zulmü gördükçe Sımsıkı sarılıyordu kitaplarına. Umuda sarılır gibi... Yaz mevsiminin sıcaklığı, o gün kendini iyice hissettirmisti. İçinde, sabahtan beri tarif edemediği bir sıkıntı vardı. Nedendir bilmiyordu, ama canı sıkılıyordu. Sabah evden çıktığında annesi nasıl da sarılmıştı sebepsiz sebepsiz. Kucaklamış, bağrına basmış, dualarla üstüne başına okuyup üfleyerek uğurlamıştı. "Ne oluyor? "dercesine bakmıştı annesine. Sevgisini doya doya seyrettiği bir çift ceylan gözüne Şahit olmuştu karşısında. Bu duygular içindeyken arkadaşlarıyla karşılaştı. Yüzmeye gittiklerini öğrenince gitmekte tereddüt etti Önce. Sıcak havayı düşündükten sonra, sıkıntısı dağılır ümidiyle istemeye istemeye aralarına katıldı. Sanki ayakları onu kaderine sürüklüyordu. Ölümüne dek sürecek kaderine. O gün akşama doğruydu. Yasinlerin evinden ölü çıkmışçasına feryatlar- figanlar yükseldi semaya. Konu- komşu toplandı. Eve giren- çıkan artıyordu durmadan.
İçeri yeni giren telaşlı bir komşu kadın:
- Ne oluyor? dedi. Allah aşkına!
- Yüzerken, dedi Ahmed Yasin'in annesi. Kafasının üstüne düşmüş. Çocuklar haber verdiler. Şihdem hemen koşup hastaneye kaldırdı. Kim bilir şimdi nasıl? Zaten sabahtan beri yüreğimde, aha şuramda bir sıkıntı, bir endişe dolaşıyordu. Ah oğlum! Ahmed'im! Vah, yetimim! Vah, başıma gelenler!
Çevresinde acısını paylaşan, üzüntüsünü hafifletmeye çalışan sesler yükseliyordu:
- Geçmiş olsun! Allah şifalar versin komşu!
- Allah onu korusun!
- İnşaallah kötü bir şey olmamış! oun
- Evhamlanma komşu! İyi şeyler düşün!
Aradan bir-iki ay geçti. Ahmed Yasin eve getirilmiş, hasta yatağında sırtüstü yatıyordu. O gün eve henüz getirildiği için ziyaretçilerin biri kalkıyor, diğeri oturuyordu.
Akrabaları Yasin ailesini yalnız bırakmamış, hastanede tedavisine kadar hep yanlarında yer almışlardı, Sürekli maddi ve manevi yardımlarda bulunup onları himaye etmeyi ihmal etmemişlerdi. Zaman; Yasin ailesini yalnız bırakmayıp, koruyup kollama zamanıydı. Hastanede oldukları süre içinde ağabeyi Şihde ona sürekli bakıcılık yapmış, doktorlarla konuşmuş, ilaçlarını vermiş, ihtiyaçlarını görmüştü. Bu sebeple ziyaretçiler gelişmeleri hep ona soruyorlardı. O da bıkmadan- usanmadan an­latıyordu olan biteni:
- Kafasının üstüne düşmüştü o gün. Arkadaşları sahile çıkardıklarında yetiştim. Baygındı. Yuttuğu suyu çıkardım. Hastaneye getirdiğimizde uzun uzun tetkikler, muayeneler oldu. Hatta bazı ecnebi doktorlar da muayene ettiler. Neticede boyun kemiğinin kırıldığını söylediler. Bu yüzden tüm vücudu felç olmuş. Bir-iki ay boyunca yapılan tüm tedavilere rağmen, felcinde düzelme olmadı.
Yatağında yatan kardeşine baktı Şihde üzgün üzgün:
- Sağlam bir adam gibi uzanmış yatıyor, dedi. Ama boynundan aşağısı felçli... Vücudunu hareket ettiremiyor. tfırazcık kıpırdama olsa da yaşı ilerledikçe...
Konuşmadı Şihde. Boğazında düğümlenmişti sözcükler Yatağındaki kardeşine gözleri takıldıkça böyle olurdu hep Kardeşi artık bir yatalaktı. Ömür boyu hep böyle kalacaktı.
Üzüntüyle tekrar konuştu:
- Halbuki o gün!.. O gün yüzmeye gitmeseydi tüm bunlar olmayacaktı. Ziyaretçilerden yaşlı biri teselli etti Şihde' yi:
- Şihde! Evladım! Bu Allah'ın takdiridir. Elimizden Ah-med Yasin için, ancak dua gelir. Şu saatten itibaren pişmanlık fayda etmez. Unutma ki her türlü tedbir, takdire zemin hazırlayan bir sebeptir. Olmuşa ve ölmüşe çare olmadığını herkes bilir. Şimdi bu olayı kabullenmek ve kardeşine yardımcı olmak senin ve bizlerin görevidir. Bizler akrabaların olarak her zaman yanında olacağız inşaallah. Sen ve annen böyle bilin.
- Allah razı olsun, dedi Şihde memnun bir şekilde.
Bu hali ilk zamanlar zor gelmişti Ahmed Yasin'e. Kabullenemiyordu hareketsiz yatmayı. O aktif, hareketli, yerinde durmayan, kıpır kıpır çocuk şimdi zorunlu bir sükûnete mecbur kalmıştı. Rüyalarında koşarcasına yürüyor; Şa-ti'yi, Gazze'yi sokak sokak adımlıyor; el-Cevra'yı dağlarıyla, tepeleriyle uçarcasına geziyor, sahilde arkadaşlarıyla oyunlar oynuyordu. Fakat gözlerini açınca, acı gerçek yüzüne tokat gibi iniyordu. Alışması kolay olmadı bu hayata. Annesi sürekli moral veriyor; eli ayağı oluyordu. Çevresi, akrabaları hep yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Hele yaşıtları, arkadaşları etrafında pervaneydi. Yavaş yavaş bu halini büyük bir olgunlukla kabullenen Ahmed Yasin, arkadaşlarının getirdiği kitapları okumaya başladı. Bu, onun hayatının dönüm noktası oldu. Okudu, okudu, hep okudu... Yeni bir âlemi keşfedercesine okuyor, gün geçtikçe birikimi artıyordu. Yılmadı Ahmed Yasin, hayata küsmedi. Bir vesileyle sahip olduğu tekerlekli sandalyesini ne çok sevmişti. Uzun bir müddet göremediği Şati'nin sokakları daha farklı görünüyordu gözlerine. Okulu, arkadaşları... "Ne çok Özlemişim" dedi kendi kendine. Er-Rihal Ortaokulu, derken 1958 yıllarında da Filistin Lisesi'ni bitirdi. Üç yıldan bu yana İhvan-1 Müslimin hareketinin içinde yer almış, sohbet ve derslerine katılmıştı. Mısır'ın dört bir yanma yayılmış, köylerine kadar uzanmıştı İhvan hareketi... Halk İslami şuur ve bilinçle tanıştıkça uh-revi bir mesuliyet duyuyor; ders halkalarına, sohbet halkalarına koşuyordu. Henüz bu yaşındayken Ahmed Yasin, o sohbetlerden faydalanıyor, İslami bilincini artırmaya çalışı­yordu. Azim ve gayreti bitmek bilmiyordu. Bilgiye susayan bir insan olup çıkmıştı. Kim bilir belki de vücudunun üçte ikisi işlevsiz olunca, zihni daha bir kuvvetlenmişti. Çalışmayan bedeninin enerjisi beynine kaymışçasına üstün bir performans gösteriyor; okuduğu, kaydolurcasına belleğine yerleşiyordu. Liseyi bitirdikten sonra bazı İslam âlimlerinden özel dersler aldı. Yanı sıra şahsi çalışmalarıyla da kendisini çok :yi yetiştirdi. Zaten buna istidadı vardı. Özel öğrenimiyle beraber Arap Edebiyatı ve İslam Kültürü üzerine iyi bir şekilde gelişti. Eğitimini tamamladıktan sonra genç Ahmed Yasin bir camide İmam- Hatip olarak görev aldı. Camilerde halka vaazlar verdi. Siyonist İsrail'e karşı halkı mücadeleye çağırıp şuur aşılamaya çalışıyordu. Tekerlekli sandalyesinden haykırıyordu: - Kardeşlerim! Silkinin ve kendinize gelin. Evlerimiz, ocaklarımız ve vatanımız işgal edildi. Köylerimiz talan edildi. Halkımız kendi vatanında göçmen oldu. Hâlâ Yahudi'nin zulmü ve hakareti devam etmekte... Nice köyümüz, nice insanımız sürgün yaşamakta. Mazlumlar diyarına döndü Füistinimiz. Yahudi'ye karşı mazlumlar safında, ne diye yer almayalım? Bugünden sonra hayat, direnmek olmalıdır. Kardeşlerimize, insanlarımıza yardım etmek olmalıdır. Savaşmak olmalıdır. "Size ne oluyor ki Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi bu zalim kavimden kurtar! 3ize katından bir sahip, bîr yardımcı gönder!' diye feryat ^den kadın, çocuk ve mustazaflar adına savaşmıyorsunuz?"11 demiyor mu yüce Rabbimiz? Üzülme günü değil, mücadele günüdür bugün. Filistin için, vatanımız için... Ahmed Yasin aynı zamanda bir müddet öğretmenlik de yaptı. Öğrencilere dini dersler verdi. Gözleri 'Filistin' diye çakmak çakmak yanan öğrencilere... İnsan eğitmek, insan yetiştirmek... Hamura şekil verir gibi insana şekil vermek, doğru ve güvenilir bilgiyle mücehhez kılmak... Öğretmek; kutsal bir meslekti. Körpe dimağlara bilgiyle yön ve istikamet vermek ayrı bir lezzetti. Günlerden bir gün!.. Öğrencilerine tekerlekli sandalyesinden ders veriyordu. Cıvıl cıvıl, hareketli, bakışları sevgi kokan çocuklara baktı. Yokluk ve yoksulluk içinde bir şeyler öğrenme hevesinde bu körpe dimağ sahibi çocuklara, İslami şahsiyet aşır hyordu. İstikbale yatırım yapıyordu bu eğitimiyle, bu gayretiyle. Fıtratlarına yöneltiyordu taze beyinleri. Kur*an'a, İslam'a, Allah'a ve Resulüne... Aklına çocukluğu geldi. Öğretmeninin sözlerini hatırladı: "Çok çalışın, çok!... Sizler bizim yarınlarımız, umutlarımız, istikbalimizsiniz" diyordu öğretmeni sık sık. Bu duyguyu aşılamak için didinen yaşlı öğretmenini minnetle andı.
- Öğretmenim!
Karşısında sevimli bir öğrenci... Gözlerinde Filistin, gözlerinde mazlumiyet, gözlerinde umut vardı.
- Evet yavrum! Bir şey mi söyleyecektin?
- Öğretmenim! Ben sizi çok seviyorum, dedi çocuk masum masum.
Bu ani gelişmeye hem şaşırdı, hem sevindi. Gülümsedi.
- Ben de seni çok seviyorum Yavrum!
- Allah'a dua etsem iyileşir misiniz öğretmenim?
Yüreğinde bir şeylerin titrediğini hissetti. Ne kadar samimi, ne kadar masum sözlerdi. Arı, duru, gösterişten uzak, içten sözler...
Öğrencisinin bu sözleri üzerine ortamı bir sessizlik kapladı. Herkesin kulağı olanlardaydı. Aniden kuş cıvıltıları gibi sesler yükselmeye başladı sınıfta.
- Biz de, biz de öğretmenim! Dua edelim Allah sizi iyleştirsin.
Konuşacak takat bulamadı önce. Çocuklara bakakaldı. Ögrencileri onu çok seviyordu. Felçli olması onlarla daha bir yakınlaştırmıştı onu. Etrafında pervane misali kelebek kelebek uçuyor, yardıma uğraşıyorlardı. Hele sohbetlerinde Peygamberimiz aleyhisselatü vesselamın çocuklarla olan özel ilişkilerini anlatırken, sınıftan çıt çıkmazdı. "Bir keresinde Sevgili Peygamberimiz aleyhisselatü vesselam..." diye başladı mı ortalık sütliman olurdu sınıfta. Onlara benliklerini, ahlakı, edebi, Allah ve Resulünü aşılamakla şuurlu bir toplum inşa etmeyi amaçlamıştı. İçinde yaşadıkları cehaletin karanlığını, islam'ın nuruyla aydınlatmalıydı. Yaşanan Yahudi zulmüne direnecek yeni bir nesil yetiştirmek için çabalıyordu. Tebliğ ve irşad!.. Bu gayeyi unutmadı Ahmed Yasin. Yaşadığı bu tabloyu tefekkür etti mutlu mutlu. Masumiyetin pür ve taze olduğu bu sözleri güzel bir dua olarak kabullendi. Çocuklara bakarak sevgiyle konuştu:
- Sevgili çocuklar! Beni çok duygulandırdınız. Umarım bu güzel sözleriniz, dilek ve temennileriniz Allah Teala katında nazlı bir dua olur. Yüce Allah'a dua etmeyi ihmal etmeyin. Ben de sizler için dua edeceğim. Hem iyi birer Müslüman, hem de çalışkan, zeki, ahlaklı ve... ve yaşadığımız bu sıkıntılardan halkımızı ve vatanımızı kurtaracak insanlar olmanız için. Vatanımızı işgal edenlere karşı kalplerinizde hep bir kin, hep bir öfke taşıyın çocuklar. Bugün kiminizin babası, kiminizin annesi, kiminizin kardeşi yoksa sebebi; vatanımızı işgal eden, evlerimizi ve köylerimizi basıp insanlarımızı öldüren işgalci Yahudilerdir. Çok okuyacak, çok çalışacak ve onları topraklarımızdan kovacaksınız. Bakın! Benim ellerim, ayaklarım hareket etmiyor. Fakat çok çalıştım, çok okudum. Sonunda çok şey öğrenerek size faydalı olmaya çalışıyorum. Sakatlığımı bahane etmedim. Siz de gayretli olun. Çok okuyup, çok çalışın. Daha iyi seviyelere gelerek insanlarımıza hizmet edin. Sözlerimi şimdi anlama-sanız da ileride daha iyi anlayacaksınız. Ama şunu hiçbir zaman unutmayın: İyi bir Müslüman ve Allah'a iyi bir kul olmak birinci hedefimizdir. Aksi taktirde onun rızasını ka­zanamayız. Bunu unutmayın tamam mı çocuklar?.. Ruhunda sükunet rüzgârları esiyordu. Öğrencileriyle beraber olmak, onlara bir şeyler öğretmek mutlu kılıyordu Ahmed Yasin'i. Kendisini de ihmal etmiyor, müspet ve dini ilimlerde özel gayretlerini artırıyordu. İslami ilimlerin yeri bir başkaydı hayatında. "İslam Tarihi" ona siyaset ilmini sevdirmiş, yaşadığı zulmün nedenlerini öğretmişti. Öyle ya! Filistin'in işgali, Kudüs'ün esareti.. . Hayber ve Selahaddin Eyyubi'ye nazireydi. Yahudi intikam alıyordu asırlar sonra... Sonra "Hadis" ilmiyle şahsiyet oluşturmanın canlı örnekliğini, "En Büyük Öğretmeni" Resulullah aleyhisselatü vesselamın vahiyle şekillenmiş, yoğrulmuş ve yönlendirilmiş kişiliğini müşahede etti. "Tefsir" ile ilahi emirlerin hazzı-na, Allah Teala'nin kutsal öğretisinin çeşnisine vardı. Hâsıl-1 kelam, gün oldu Fıkıh, gün oldu Akaid, gün oldu Tasavvuf okudu. Bir potada eriterek, bir şahsiyet oluşturarak... Manen bir olgunluk dönemi geçiren Ahmed Yasin, özel gayretleriyle de okuduğu ilimlerde derinleşmeyi düşünüyordu. Aynı zamanda müsbet ilimlerde de gelişmeyi, akademik bir eğitime ve sistematik bir donanıma sahip olmayı istiyordu. Önceleri gizliden gizliye fısıldasa da, sonraları gönlü Nil'in ilim havzası el-Ezher'i dile getirdi. Bilgiyle mücehhez olmayı ve insanlarına şuur, bilinç aşılamayı diliyordu Rabbinden. Şu yaşadıkları zulme boyun eğmenin tek sebebi, halkı kuşatan cehalet değil miydi? Panzehiri; halkı aydınlatmak, İslami şuur ve direniş ruhu aşılamaktı. Halkının makûs talihini geleceğin silahı olan ilimle, eğitimle kırmaktı. Zafer, cehaletle elde edilemezdi.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:05 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04.01.2009 - 23:20
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Altıncı Bölüm
Mısır
Nil'in hayat verdiği diyar... Firavunlara yar olmayıp mezar olan memleket... Musa Peygamberin şehri... Yahudi nankörlüğünün cezasının çekildiği Tih Çölü'nün mekânı... Ezher gibi bir ilim havzasının bağrı... Nihayet öğretmenlik hayatına ara veren Ahmed Yasin özlemiyle tutuştuğu ilim deryasındaydı. Daha ortaokul yıllarında 1955'ten beri tanıştığı İhvan hareketinden bazı tanıdıkları yardımıyla Kahire'ye yerleşti. Buradaki yılların hayatına ve geleceğine damga vuracağını nereden bilebilirdi ki? Üzerinde güneşin parladığı bu eğitim yuvası, onu mıknatıs gibi çekmişti. Fiziki şartlan ve sağlık sorunlarına rağmen iki yıl boyunca eğitimine devam etti. Hem okula devam ediyor, hocalarından İslam bilimlerini ve hukukunu okuyor; hem de çevre ediniyordu. Tanıştıklarının çoğu İhvan hareketinden olup onu toplantı ve sohbetlerine davet ediyorlardı. Muhtelif camilerdeki ders halkalarından da faydalanıyordu. Özel gayretler göstererek meşhur âlimlerin sohbet ve derslerini ihmal etmiyordu. İlim ve gayretini elden sürmemenin, bu iki yıllık Mısır hayatında faydasını çok gördü. Arzuladığı kadar olmasa da bir seviye tutturmaya çalıştı. Kurduğu dostluklar ve İslami duyarlığı sonucu çocukluğundan beri yabancısı olmadığı bir yapılanma içinde buldu kendini. İhvan-1 Müslimin'in teşkilatsal faaliyetlerinde zamanı, gücü ve imkânı nisbetinde yararlılıklar göstermeye çalıştı. O yıllarda Mısır karışıktı. Şubat 1948'de İhvan-1 Müsli-min Hareketi'nin önderi Hasan El-Benha'nm şehit edilmesinden bu yana Müslüman kardeşler sürekli tutuklanıyor, zindanlarda Yusufi bir direnişte bulunuyorlardı. Mısır hükümeti ihvan teşkilatına mensup herkesin evini, iş yerini basıyor, sorgusuz, sualsiz yıllarca zindanlarda tutuyordu. Birçok ileri gelen ihvan lideri idam edilmiş, faili meçhullere gitmişti. Zindanlarsa dolu doluydu. Fakat fıtratlardaki İslam aşkı; durmak bilmeyen bir Şevkle, bir aşkla gizli gizli, sohbet sohbet yeşeriyor, diriliğini muhafaza ediyordu. Hasan El- Benna'yı düşündü: Bir öğretmen, yalnız başına bir adam... Azmi, gayreti ve samimiyeti neticesinde ne muhteşem bir direniş, ne güzel bir tebliğ ve irşad hareketi doğmuştu. Kent kent, mahalle mahalle... Kahvehanelere giderdi. Köylere uğrardı. Uğradığı yeri bir daha ziyaret eder, unutmazdı. Tek tek, fert fert, birebir muhatap alırdı halkı. Gecesi gündüzü Allah için, İslam içindi. Vakıflar kurar, fakiri, yoksulu gözetirdi. Muhtaçları arayıp sorar, okullar yaptırıp, fabrikalar kurardı. Kısaca hareketi hakla, halkla olan; kendini İslam'ın nurunu yaymaya adamış bir insandı Hasan El- Benna. Geldiğinden beri şu Mısır'da neler duymamıştı ki o iyi insan hakkında. Tek başına bir kartopu misali yuvarlanıp çığ gibi zalimin başına gümlemişti. "İdeal bir Müslüman, ideal bir mümin, ideal bir hareket!" diye mırıldandı Ah-med Yasin. Böylesi bir şahsiyetle vücut bulan ve şerha şerha yayılan ihvan hareketi; ümmetin gafletten uyanışı için bir basamak, bir menbaydı. Ümitti, ilham kaynağıydı. Ahmed Yasin tüm bunları düşündükçe zihninde kıvılcımlar çakan düşünceler şekillenmeye başlıyordu: Filistin, direniş, göçmenler, İsrail... Henüz yerli yerine oturmayan, düzene girmeyen bu düşünceler cirit atıyordu belleğinde. Ama İhvan hareketi bir mebdeydi, bir çınardı. Dalları ümmete uzanan, tohumu düştüğü her toprakta filiz veren bir ulu çınar... Ertesi gün kampüsteydi. Aniden bir sima çarptı gözüne. Kaçıncı defadır bu adamı görüyordu. Yanılıyor muydu? Bu adamı bugün birçok yerde, birçok defa görmüştü. Dershanede, kütüphanede, kampüste... İçine bir kurt düştü. Tekerlekli sandalyesini itekleyen arkadaşına baktı. İşkillendiği adamı başıyla işaret ederek:
- Şu giden adamı tanıyor musun? diye sordu. Arkadaşı, adama baktıktan sonra cevap verdi:
- Hayır! Çıkartamadım. Yoksa tanıdık mı geldi?
- Hayır, hayır! Tanıdık değil. Lakin bugün birçok yerde onu gördüm. Sanki bizi takip ediyor gibime geldi.
- Takip mi?..
O gün yaşadığı bu küçük olaydan sonra Ahmed Yasin'i başka düşünceler sardı. Son zamanlarda çevresinde gelişen olayları tefekkür etti. Uzun zamandan beri takip edildiğinin sonucuna vardı. Mısır yönetimi üniversitelerde de öğrencileri takip ediyor, faaliyetlerini izliyordu. Kimi zaman bu işte bir öğrenci kullanılırken; kimi zaman da bu bir öğretim görevlisi olabiliyordu. Fakat yine de çığ gibi bir ilgi, bir alaka vardı Ih-van'a. Engeli enemeyen, sürekli gelişen bir hareketti. Özlerine, yaradılışlarına doğru ilahi bir saika ile insanlar şuur ve bilinç sahibi oluyordu. Bir akşam kaldığı eve baskın düzenlendi. Ellerinde silahlarla kapıyı kırarak içeri giren polisler, sanki savaş meydandaymışçasına donanımlıydılar. İki ev arkadaşını da yere yatırıp hakaretlerde bulundular. Kendisi zaten yatalaktı. Ardından başta kitaplık olmak üzere her yeri dağıtıp, kırıp döktüler. Uzun boylu, iri yapılı biri yanaştı Ahmed Yasin'e.
- Sen! dedi. Ahmed Yasin sen misin?
- Evet! Ahmed Yasin benim. Yalnız siz kimsiniz? Neden ortalığı dağıtıyorsunuz?
- Sorulan biz sorarız. Sen sadece cevap vereceksin. O sırada biri yaklaştı:
- Amirim! Her şey tamam, dedi.
Amir denilen insan azmam tekrar Ahmed Yasin'e döndü:
- Bak Ahmed Yasin! Hareketlerine dikkat et! Gazze' den buraya sadece okumak için geldiğini unutma! Başka şeyler için değil! Bu sözlerimi unutma! Aksi halde felçli melçli demem...
Cümlesini tamamlamadı. Kısa bir duraksamadan sonra devam etti:
- Her neyse! Umarım ne demek istediğimi anlamışsın-dır. Gözümüz üzerinde olacak!.. Şimdilik paçayı kurtardın.
Etrafına baktı. Yerde yüzüstü yatırılmış iki gence bakarak arkadaşlarına seslendi:
- Haydi çocuklar gidiyoruz. Onları da bırakın. Bu defalık almayacağız.
İkinci yılını tamamlamaya az kalmıştı. Son bir yıldır sürekli gözetleniyor, Kahire'yi terk etmesi için baskı yaşıyordu. Yaşananları düşündü: Müslüman bir halk, bir İslam beldesinde bir cenderedeydi. Avrupai yaşam tarzı, fuhuş ve eğlencenin başını aldığı bir hayat revaçtaydı. Hatta devlet kendi eliyle insanlarım buna itiyor, teşvik ediyordu. Fakat ahlak ve iffetim koruyan, ilim ve sohbet meclislerine devam edenlere baskı, eziyet, işkence ve zindan vardı. Reva mıydı?
Bu, bir işgaldi. Manevi bir işgal!.. "Ne fark eder? " dedi Ahmed Yasin kendi kendine. "Yahudiler Filistinimi silahla, topla, tankla işgal ederken, Yahudi zihniyetliler bir İslam beldesini manen işgal ediyorlar. Ne fark eder? "
Dalga dalga yayılan ezan sesiyle kendine gelen Ahmed Yasin, ikindi namazı için mahalle camisinin yolundaydı. Cemaat dağıldıktan sonra, bir ses duydu arkasından:
- Esselamü aleyküm!
Başını çevirdi. Evet, oydu. Kıymet verdiği değerli bir dostu... Uzun zamandır görmemişti.
- Aleykümü's- selam ve rahmetullah. Sen ha! Nerelerdesin yahu? Kendini özlettiriyorsun.
- Ahmed Yasin! Nasılsın kardeşim?
- Hamd olsun, iyiyim, sen nasılsın?
- Her zamanki gibi, maşaallah her halükarda hamd ve şükrü dilinden düşürmüyorsun. Sana imreniyorum biliyor musun? Her namazda cemaatlesin. Tabii seni burada bulacağımı bildiğim için hemen buraya geldim. Ciddileşti Ahmed Yasin. Yüz hatları durgunlaştı. Önemli bir şey mi olmuştu yoksa? Arkadaşı bunu sezince, hemen konuştu.
- Ne o? Hemen durgunlaştın Ahmed Yasin?
- Yoksa yine tutuklanmalar mı var?
- Hayır! Tutuklanma falan yok. Sadece seninle biraz konuşmak için hurdayım.
Rahatladı ve memnun memnun gülümsedi.
- İyi, sevindim. Olağanüstü bir şey olmasın da…
- Duyduğuma göre seni sıkıyorlarmış. Gazze'ye dönmen için polis baskı yapıyormuş.
- Önemli değil. Onlar görevlerini yapıyorlar. Ben de kulluğumu...
Hazır cevaplılığma bayılırdı Ahmed Yasin'in.
- Bu yıl ikinci sınıf bitecek öyle mi? dedi.
- Allah nasip ederse bitecek. Arkadaşı düşünceli düşünceli konuştu:
- Ahmed Yasin! Kardeşler düşünüyor ki: Gazze'ye dönmende bir sakınca olmasa gerek.
- Anlamadım! Yani...
- Evet! Düşündüğün gibi. Burada yalnızsın. İşin sonunda da memlekete dönüş olduğundan, buraya da bu baskılar altında tam adapte olmak mümkün olmuyor. Doğrusu sen, konumunda olan birçok kardeşten daha çok emek sarfedi-yor, gayret gösteriyorsun. Yalnız unutmamak gerekir ki irşad, bir tohum atma eylemidir. Herkes kendi tarlasına, kendi memleketine bu tohumu ekmelidir. Şartlar senin için biraz erken olgunlaşmış olsa da, Gazze seni bekliyor. Bu ko­nuda, yani gitmende bir sakınca yok. Sana gelişinde olduğu gibi gidişinde de yardımcı olunacaktır. Baskı gittikçe artsa-da burada sünnetullah gereğince mücadele devam edecektir. Dualarını eksik etmezsin umarım.
Ahmed Yasin üzgün üzgün;
- Demek yol göründü ha! dedi
Arkadaşı üzüntüsünü bastırmaya çalışıyordu.
- Artık gitmem lazım. Belki görüşmeyebiliriz bir daha. Hakkını helâl et. Senin gibi bir insanı tanıdığım- için çok mutlu oldum. Rabbim yardımcın olsun.
Sarıldı Ahmed Yasin'e. Hüznün ve dostluğun, dahası kardeşliğin kokusu yayıldı mescide. Kenetlenen kollar çözüldü önce. Gözler, boşalmamak için direniyordu. Fakat bakışlarda gönülden eönüle yol vardı. Sessizce uzaklaşan arkadaşına bakarken boğazına bir düğümün oturduğunu hissetti. Gönlü buruktu. Arkadaşı kapıdan kaybolana dek arkasından bakakaldı. Ahmed Yasin, Mısır yönetiminin baskısı ve arkadaşlarının tavsiyesiyle eğitiminin ikici yılı sonunda Gazze'ye döndü. Eğitimi açısından büyük bir mesafe katetmesine rağmen, branşındaki nisbi eksikliklerini Özel çalışmalarıyla tamamlamayı düşünüyordu. Nitekim eskiden olduğu gibi tekrar bölge alimlerinin dizi dibine oturdu. Aldığı dersler sonucu eksikliklerini tamamlayıp İslam Hukuku'nda uzmanlaştı. Bir hayat nizamı olan İslam fıkhına, bireye ve topluma leh ve aleyhlerine olanları öğreten kurallar bütünü olarak bakıyordu. Ahmed Yasin aynı zamanda Abbasi Camiinde imamlık da yapıyor, insanları irşad ediyordu. Halka iman, ahlak, direniş gibi konularda sohbetlerde bulunuyor, irşad halkasını genişletiyordu. O dönemde halkı cahiliyyeden arındırıp İslami şuur kazandırmaya yönelik ilmi faaliyetler yapan başka âlimler de vardı. Şati gibi Nuseyrat mülteci kampında da Hammad el- Hasenat gibi tanınmış davetçilerin sohbet ve nasihatleri etkili oluyordu. Camiden çıkan Ahmed Yasin, tekerlekli sandalyesini süren kardeşiyle beraber ilerliyordu. Uzun zamandır kahrını çeken tekerlekli sandalyesinin cantını tamir etmeye niyetlenmişti. Uygun bir tamirci arıyordu. Tam köşeyi dönecekleri esnada, ne oluyor demeye fırsat kalmadan bir çocuğun, elindeki kahveci tepsisiyle üzerine kapandığını gördü. Çarpışmışlardı. 3-5 bardak sağa sola düşüp kırıldı. Tepsi ise çocukla arasına sıkışıp kaldı.
- Ne oluyor evladım? Dur hele... -Amca ben...
Birden duraksadı. 15 yaşlarmdaydı. Toparlanıp Ahmed Yasin'e baktı.
- Şey! Ben, ben... Özür dilerim. İstemeyerek oldu. Ahmed Yasin delikanlının yüzüne baktı. Onu iyice süzdükten sonra;
- Delikanlı! Seni tanıyor gibiyim. Evet, evet! Sen, İsmail'sin değil mi?
Adını karşısındaki adamdan duyunca heyecanlandı. Daha dikkatle bakmaya başladı tanımıştı. 3- 4 yıl öncesiydi. Sohbetlerine ve derslerine katılırdı. Öğretmeniyle karşılaşmak onu heyecanlandırmıştı.
- Siz! dedi şaşırmış bir halde. Aa! Hocam siz ha! Kusura bakmayın istemeyerek oldu.
- Yo, hayır İsmail! Suç biraz da bizde... Daha dikkatli olmalıydık.
Küçük İsmail tepsisini aldı. Kınlan bardaklara baktı. Üstüne başına çekidüzen verdi. Saygıyla:
- Hocam! dedi. Kahire'den döndüğünüzü duymuştum. Ama çalıştığım için ziyaretinize gelemedim. Kusura bakmayın.
- Önemli değil İsmail. Bir şeyin yok ya?
- Yok hocam, iyiyim.
- Demek çalışıyorsun, dedi İsmail'in elindeki tepsiye bakarak.
- Yazları kahvede çalışıyorum. Aileme yardım için...
- Ya okul? Okuyor musun?
- Evet hocam! Seneye ortaokula devam edeceğim. Ahmed Yasin biraz düşündü.
- Arkadaşların ne yapıyor İsmail. Kimseyi ortalıkta göremiyorum.
- Arkadaşlarım mı? Şey! Siz Mısır'a gittikten sonra hocam, kimi benim gibi çalışıyor, kimi de Gazze sokaklarında serseri serseri geziyor. Biraz daha büyük olanlardan ise hırsızlık yapan, çetelere karışan, kötü işlere bulaşanlar oldu.
- Anlıyorum İsmail. Ben Abbasi camiindeyim. Boş zamanlarında gelirsen sevinirim.
- Gelirim hocam!
Sevinmişti İsmail. Tam uzaklaşacağı esnada, Ahmed Yasin tekerlekli sandalyesini süren kardeşine işaret etti. İsmail'in cebine bir miktar para koydu.
- Ama hocam... diyecek oldu İsmail.
- Kırılan bardaklarına karşılık dedi Ahmed Yasin. Patronun kızmasın sonra.
Hocasının tebessüm eden yüzüne İsmail de tebessüm ederek ayrıldı, O günden sonra Abbasi Camiinin ve Şati kampının sohbet halkalarının müdavimlerinden oldu. Tekrar yola koyulan Ahmed Yasin, kimi tanıdıklarca selamlanıyor, soruluyor, hürmet görüyordu. Sokaklarda ve caddelerde halkı gözlemleyen Ahmed Yasin, özellikle gençlerin sokak ahlakı ve kültürünün tesirinde olduğunu müşahede ediyordu. Duyduğu kadarıyla çeşitli oyun ve eğlence yerleri gittikçe artıyor, gençler buralara iltifat ediyormuş. İşgal altındaki Filistin, Yahudi zulmü altında inlerken, genç neslin bir bataklığa doğru sürüklenmesine gönlü razı değildi. Özel­likle Gazze şehir merkezinde oyun ve eğlence yerlerinin artması ve yoksul halkın kaldığı varoş mahallelerine sıçraması, manevi bir tahribattı. Gazze ve sokaklarına düşüp Filistinli göçmenlerin çocuk ve gençleri başta olmak üzere, onları eğitmek için bir şeyler yapmalıydı. İstikbale ait bir neslin, göz göre göre heder olmasına izin vermemeliydi. Fıtratlarına hitap etmeli, onları yaratılışlarına döndürecek faaliyetlere girişmeliydi. Hatta bu konuda düşüncelerini İhvan- ı Müslimin'e götürmeli, o çatı altında bir girişimde bulunmalıydı. O gün havanın karardığı bir saatte Ahmed Yasin, kardeşiyle eve dönüyordu. Fakir ve yoksullardan oluşan Sabra Mahallesi'nin ara sokaklarında ilerlerken gözüne bazı evler ilişti. Kardeşine sordu:
- Şu ışığı sönmeye yüz tutan ev kimin?
- Kocası Siyonistlere esir düşen ihtiyar Hûda Hanımın evi, dedi. Altı çocuğuyla barınıyor orada.
- Nasıl geçiniyorlar?
- Çevrenin ve akrabalarının yardımıyla...
- Ya, şu köşe başındaki ev?
- O da; kocası, 48 savaşında şehit düşen Sariye Hatunun evi. Aynı şekilde altı çocuklu ve fakir bir aile... 18 yaşındaki oğlu bir lokantada bulaşıkçılık yaparak geçimini sağlıyor.
- Bildiğim kadarıyla diğer mahallelerde de birçok esir ve şehit ailesi varmış. - Doğru ağabey, birçoğunun maddi sıkıntı içinde oldu-1 ğunu herkes biliyor. Komşularının yemeklerini onlarla paylaşması ve çeşitli yardım kuruluşlarının yardım etmesiyle iyi-kötü geçiniyormuş çoğu. O gece yatağında huzursuzdu Ahmed Yasin. Esir ve şehitlerin aileleri, gençlerin gittikçe bozulması toplumsal bir sorunu doğuruyordu. El atılmaz ve çözüm üretilmezse azıtacak bir yara gibiydi durum. Ama o tek başına ne yapabilirdi ki? "Yine de bir şeyler yapmalı, uğraşmalı" dedi içinden. Sonraki günler bu soruna çözüm için girişimlerde bulundu. Önce tanıdığı esir ve şehit aileleri için şahsi birtakım yardım toplama girişimlerine başladı. Kendi yiyeceğinden olsun, tanıdık zenginlerden olsun, çeşitli yardım kuruluşlarından olsun bu ailelere yönelik bir yardım kampanyasına girişti. Kısa zamanda kendisini tanıyanların ona güven duymasını sağladı. Topladığı ayni ve nakdi yardımları, başta esir ve şehit aileleri olmak üzere muhtaç ailelere mahalle mahalle dağıttı. İhtiyar ve çaresiz kadınların duaları, çocukların gözlerindeki ışıl ışıl sevinç tüm yorgunluğunu unutturuyordu. Kampanyası biraz daha büyümüş, genişlemişti. Ufak bir büro ve bir depo kiraladı. Toplanılan ayni yardımları sınıf sınıf depoluyor, ihtiyaç sahiplerine dağıtıyordu. Ulaşmadığı veya haberdar olmadığı başka ihtiyaç sahiplerinin de olabileceğini düşündü. Onları da tespit etmeli, esir ve şehit aileleri öncelikli olmak üzere dul ve yetimleri, kimsesiz, hasta, yatalak ve gelirsiz aileleri bulmalıydı. Bu niyetle yakın ve uzak mahallelerden tanıdığı ve güvendiği eşraf kesimin yardımıyla işe koyuldu. Onları ziyaret etti. Yardım yapılabilecek aileleri liste liste derledi. Bunları sınıflandırıp bir dosya halinde bürosunda sakladı. Şimdi yardım edilecekler daha da çoğalmıştı. Çevreden onun bu işle uğraştığını duyanlar hayır dualarını eksik etmiyordu. Gittikçe daha çok tanınır, daha çok bilinir olmuştu. Tüm bu faaliyetlerine rağmen Abbasi Camiindeki görevinden ve eğitim çalışmalarından geri durmuyordu. Tanındıkça cemaati artıyor, tanındıkça sohbet halkası genişliyordu. Kimi felçli olmasına rağmen onun bu gayretini dualarla takdir ederken, kimi de ondan yardım talep ediyordu. Sohbetlerinde infaktan, sadaka vermenin faziletinden, yardımlaşmaktan bahsederken, bunların birlik ve beraberliği Pekiştiren / perçinleştiren, Müslümanları birbirine yaklaştıran şeyler olduğunu anlatıyordu. Ensar- Muhacir dayanışmasını, İslam tarihinden örneklerle cemaatine aktarıyor, onları heyecanlandırıyordu. Bu arada yardımda bulunduğu ailelerin hayır duasını alıyor, yardım için gönderdiği kimselere de bunu tembihliyordu. Bu yardım vesilesiyle İslam ahlâkı, yaşanan mazlu-miyet, Yahudi zulmü vb hususları anlatmayı da ihmal etmemelerini salık veriyordu. Sadece kuru bir yardımdan çok, manevi bir yardımı da gerçekleştirmeye çalışıyordu. Çevreden ve Gazze'nin diğer bölgelerinden muhtaç ailelerin yeni yeni adresleri eline ulaştıkça, sorumluluğunun ağırlığını daha çok hissetmeye başladı: Yapılan yardımların yeterli gelmediğini gördü. Gazze'nin zenginlerine ve eşraftan ileri gelenlere müracaat etme gereği hisseti. Gidemediklerine tembihlediği ve güvendiği olgun kimseleri gönderiyor, bazılarına da kendisi gidi­yordu. Kimi zenginler kibarca yardım etmeyi reddederken, kimi de ayni ve nakdi yardımlarını esirgemiyordu. Bir defasında gittiği bir eşrafla yaşadıkları hoşuna gitmişti.
- Bir şartla yardım ederim, demişti.
Bu durumdan hoşlanmamış, gitmeye davranmıştı.
- Kusura bakmayın. Şartlı yardımı kabul edemem. Karşılığı ancak Allah'tan beklenecek yardımları kabul edebilirim.
Ev sahibi şaşırmış bir halde;
- İyi de şartımı henüz dinlemediniz, dedi. Size benim akrabam olan fakirlerime yardım edin demiyorum ki! O zaman biraz rahatlamış.
- Peki dinliyorum, demişti.
- Yapacağım her türlü yardımın kimseye benden olduğunu söylememeniz ve beni kimseye "yardımsever" olarak deşifre etmemeniz şartıyla yardım edebilirim. Hem de düşündüğünüzden de fazla... Zira sizi ve çalışmalarınızı uzun zamandır takip ediyorum. Birleşmiş Milletler Yardım Ajansı ve bazı çıkarcı çevreler gibi şartlara ve konuma göre yardım etmiyorsunuz. Hatta akrabalarınızı öncelikle gözetmiyor, onlara da herkes gibi davranıyorsunuz. Bu, çok hoşuma gitti. Zaten böyle olması gerekiyordu. Siz olması gerekeni yaptığınız için, ilahi rızayı gözettiğinizden kuşku duymuyorum. Ev sahibinden samimiyetini ve itilâsını takdir edeceği sözler işitince, ne çok sevinmişti. Gerçekten de oldukça iyi bir şekilde nakdi ve ayni yardımda bulunan bu hayırseverin yardımları, sürekliliğini hep korudu. Kimi iyi halli kimseler de zekâtlarını, nezir ve sadakalarını, kurbanlık hayvanlarının etlerini bağışlıyor, kurulan bu fakirler fonuna yardımlarda bulunuyordu. Bir yardım derneği hüviyetinde olan çalışmaları Gaz-ze'de herkes tarafından duyulmuştu. Felçli olması, Ahmed Yasin'in her işe koşmasını engelliyordu. Fakat müthiş bir koordinasyon, planlama, iş bölümü ve eş güdümlü çalışmalar gibi güzel ve uyumlu bir teşkilatlanmayla her zorluğu aşıyordu. Tüm çalışmaların merkezinde o vardı. Her şeye, her sorun ve zorluğa bir çözüm buluyor, en güzel şekilde bunları hallediyordu. Bu mali çalışmalarda kendisine yardımcı olacak kişileri, sohbetlerde tanıştığı güvenilir ve İtibarlı kimselerden seçiyordu. Eski öğrencilerinin yardımlarını da görüyordu. Bu arada ders ve sohbet halkası oldukça artmıştı. Yardım faaliyetleri sayesinde halka İslami şuuru aşılamaya, gençleri oyun, eğlence ve sokaklardan kurtarmaya yönelik çabalarının olumlu etkilerini, yavaş yavaş görüyordu. Artık camilerde gençler de boy gösteriyor, Kuran kursları çocuklarla dolup taşıyordu. Gazze'deki İhvan- i Müslimin Hareketi eskisi gibi sönük değildi. Zira Mısır'daki eğitimiyle çok şeyler öğrenmiş, teşkilatsal girişimin gerekliliğini o zamanlar düşünmüştü. Fakat henüz istediği düzeyde bir oluşum içinde olmadığını da unutmadı. Yine de fakir ve muhtaçlara yardımcı olmak, gözlerindeki sevinci görmek, gençleri İslami bilinçle donatmak, camilerin sadece ihtiyarlar için yapılmadığını anlatmak, tüm bunların meyvelerini Allah rızasını gözeterek toplamak onu saadete gark ediyordu. Bir felçli olmasına rağmen yapabileceği çok şeylerin olduğunu görmesi onu daha çok motive ediyordu. Artık sokaklarda yürürken adım başı selamlanıyor, nice yaşlılar tarafından hayır dualarıyla karşılanıyordu. Hatta evlerine kadar gelen kimi muhtaç ve fakir aileler şükranlarını dile getiriyorlardı.
Fakat sohbet ve ders halkalarıyla halkı irşad faliyetlerinde bulunması, Gazze'ye hâkim olan Mısır yönetimini rahatsız ediyordu. Mısır'dan dönüşünden bu yana İhvan teşkilatının abasıyla Gazze'de İslami çalışmalar yaptığını Mısır yönetimi biliyor, zaman zaman dolaylı olarak bunu Ahmed Yasin'e hatırlatıyordu. Ama o, tüm uyan ve ikazlara rağmen tebliğ, irşad ve yardım faaliyetlerine devam ediyordu. Gençliğin aydınlatılması uğruna, sohbet ve ders faaliyetlerini daha da yoğunlaştırıyordu. İlerde HAMAS'ın lider kadrosu bu eğitim faaliyetleri ve çalışmaları neticesinde ortaya çıkaracaktı. Nitekim Önceleri Nusayrat mülteci kampında olan ve babasının vefatı neticesinde Şati'ye yerleşen İsmail Ebu Şenneb, o zamanlar henüz 15 yaşındaki bir ortaokul öğrencisiydi. Sohbet ve derslere katılmış, çalışmalardan etkilenmişti. Bu yaşlardan itibaren hocası Ahmed Yasin'in yanından ve sohbetlerinden, Mısır'a gidene kadar ayrılmadı.
Yine bu sohbetlerle yetişen ve HAMAS'ın liderliğine kadar uzanan bir yolda ilerleyen Abdulaziz Rantisi de o yıllarda liseyi bitirerek, üniversite tahsili için Mısır'a gitmişti. Bu şekilde çekirdekten yetişen siyasal ve teşkilatsal işlerin
içinde büyüyen bir nesil, İhvan-1 Müslimin öğretisi ile İslami bilinç ve şuurla yapılan çalışmalarda, istikbalin direniş meyveleri olarak yetişiyordu. Yılladır Filistin'i savunan ve temsil etmeye çalışan Arap ülkeleri gibi dış kadrolara karşılık, artık Filistin'in, Filistinlilerce savunulabilmesinin zeminini oluşturacak kadrolar yetişmekteydi. Ama bu sıralarda yaşanan bir gelişme sonucu Ahmed Yasin tutuklandı. 1965 yılında Mısır'ın genelinde İhvan- ı Müslimin Cemaati'nin önde gelen liderlerine ve üyelerine yönelik geniş çaplı bir operasyon başlatıldı. O zamanlar Gazze, Mısır'a bağlı olduğu için Ahmed Yasin de İhvan'la olan irtibatından ve yaptığı faaliyetlerden dolayı tutuklandı. Çünkü Kahire'deki çalışmalarını ve İhvan'la ilişkilerini Mısır yönetimi unutmamıştı. Böylece bir müddet tutukluluk hayatıyla tanıştı. Kim bilir, belki de bu durum, onu istikbaldeki görevine hazırlayan ilahi bir takdirdi.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:06 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 05.01.2009 - 13:56
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Yedinci Bölüm
Yıl 1967!
Araplar ve İsrail arasındaki çekişmeler büyük bir sava-Şi doğurdu. İsrail; Mısır, Suriye, Ürdün' e karşı savaşırken, 48 savaşından bu yana Filistin'in geri kalan topraklannı da işgal etti. Böylece Filistin, tamamıyla işgal edilmiş oldu.
İsrail, savaştığı kukla Arap devletlerini altı günde mağlup ettiği için, "Altı Gün Savaşı" diye de bilinen bu savaşta çok geniş Arap topraklarım ele geçirdi. İslam'ı tebliğ ve ir-şad ile Allah'a kulluk görevini yapmaya çalışan İhvan- ı Müslimin gibi hareketlere aslan kesilen Mısır ve onun konumunda olan Suriye, Ürdün; Siyonistlerce yenilgiye uğrayıp utandırıldılar. Bu savaşlarda dini ve hamasi edebiyattan geri durmayan öte yandan da halka ve şuurlu Müslüman kitleye zulmeden kukla yönetimler; İsrail ile savaşı Allah için, din için değil "Arap Milliyetçiliği" adına yaptılar. Gaye kutsallıktan beşeriliğe inince de yenilmek mukadder oldu. Fakat yine de ikinci sınıf insan muamelesi yaptıkları İhvan fertleri, savaş cephelerine koşmaktan geri durmadılar. Ama takdirin önüne geçilemedi. İçinde iyilerin de olduğu toplumlar musibete uğrayıp yenildiler. Galibiyet sarhoşluğuyla coşan Siyonist Yahudiler, kimsesiz kalan Filistinlileri tamamen ezdiler. Filistin'in tamamını işgal etmenin yanı sıra Mısır'ın Gazze şeridini, Ürdün'ün Batı Şeria'sını, Suriye'nin de Golan Tepelerini işgal ettiler. Bu savaşta mukaddes Kudüs şehri de işgal edildiği için, Mescid- i Aksa da Yahudi işgaline uğradı. O gün bugündür, Siyonistlerin Mescid- i Aksa'yı işgali devam etmektedir. Hâlbuki Kudüs şehri 1947 "Taksim planı"na göre Birleşmiş Milletlere bağlı uluslararası özel bölgeydi. Ancak Birleşmiş Milletleri dinleyen kimdi? Arz-1 Mev'ud ütopyası Nil'den Fırat'a uzanırken geri çekilmek İsrail için olacak şey miydi? İsrail'in Gazze dâhil tüm Filistin'i işgal etmesi bir müddet çalışmalarını sekteye uğratsa da, Ahmed Yasin faaliyetlerinden vazgeçmedi. "Sakat bir adam ne yapabilir?" demedi. Daha fazla gayret ve azim zamanı olduğunu biliyordu. O sıralarda İsrail işgaline karşı Filistinliler Örgütlenmeye başlamışlardı. Her kesimden örgütlenmeler - işgale karşı- filizleniyordu. 1965 yılında gözaltına alınıp tutuklanmasıyla beraber daha da tanınan Ahmed Yasin, halkın nazarında bir yol gösterici oldu. Halkın teveccühü arttıkça işgale karşı halkın şuurlandırılmasındaki emeği daha bir artıyordu.
Yardım, irşad ve tebliğ faaliyetlerini yıllardır sistemli ve düzenli bir şekilde sürdürüyor; sohbetleri aracılığıyla insanları, vatanlarını işgalden kurtarma mücadelesine davet ediyordu. İşgalci İsrail'den gelecek tehlike konusunda işgale rağmen halkı uyarmaktan geri kalmıyordu. Fakat şimdi şartlar değişmişti. Bilfiil işgali yaşayan konumundaydı. Her gün işgalci İsrail askerleriyle karşı karşıya olma, ortamı farklı ve hareketli kılmıştı. Çalışmalarını daha düzenli bir örgütlenmeyle yapmalıydı. Teşkilatlı İsrail'e karşı, teşkilatlı bir çalışma ortaya koymalıydı. Bugüne kadar İhvan tecrübesiyle nice'aşamalar katetmişti. Bu tecrübeyi daha da ilerletmeyi düşündü. Dostları ve yakın çevresiyle istişareler sonucu şimdiye kadar ki dernek faaliyetlerini, İSLAM MERKEZİ adı altında daha kapsamlı bir örgütlenmeye büründürdü. 1968 yılında kurduğu İslam Merkezi hareketi, ileride HAMAS'm temelini oluşturacak bir mecradaydı. İsrail'in işgaline rağmen bu merkezde o güne kadarki çalışmalardan daha sistemli ve programlı çalışmalar yürüttü. Bu merkezi kurmaktaki gayesi, başta Filistinli gençler olmak üzere insanların İslami kültürlerini kaybedip asimile olmalarını önlemek, buna yönelik eğitim faaliyetleri yapmaktı. Zira bu insanların karanlık talihini ancak ilim ve eğitimle aydınlığa çevireceğini biliyordu. Nitekim bu amaçla verdiği dersler ve sohbetler neticesinde Ahmed Yasin, artık iyice tanındı. Filistin'in her tarafında adı duyuldu. O, artık ŞEYH AHMED YASİN'di. Bir aydınlatma, bir irşad ve tebliğ vazifesini gören, direnişçi yetiştiren, şuur aşılayan, Filistinlilerin işgale karşı uyanmalarında büyük rolü olan bir semboldü. Şeyh Ahmed Yasin, sadece yardım ve eğitim çalışmalarıyla yetinmiyordu. Gazze'de işgale karşı direniş gösteren guruplarla da temasa geçiyor, irtibatlar kuruyordu. İşgale karşı direniş konusunda; tüm gruplarla ortak bir noktada buluşuyor, ortak bir endişeyi paylaşıyordu. Bu çalışmaları ve faaliyetlerinden memnun olanlar olduğu gibi, rahatsız olanlar da vardı. Önceleri rahatsız olan sadece Mısır yönetimiyken; Gazze'nin işgalinden sonra rahatsız olan, işgalci İsrail yönetimiydi. Bu sebeple İslam Merkezi'ni kapatıp Şeyh Yasin'in faaliyetlerini sekteye uğratmak istedi.
Fakat tüm baskılara rağmen İslam Merkezi'nin kapatılmasından sonra, aynı çalışma ve faaliyetler "Ed- Dava ve'l Cihad", "İsra Topraklarındaki Birlikler" ve en son "İslam Cemiyeti Hareketi" gibi adlar altında yine devam etti. İşgali ve Yahudi'yi halka tanıtan ve Kudüs için direniş göstermelerini isteyen sohbetleriyle Şeyh Yasin, halkın gönlünde taht kurdu. Selahaddin Eyyubi, dedi Şeyh Ahmed Yasin. Kudüs, haçlı işgali altındayken yıllarca gülmedi. Her daim ağlayıp durdu. Bu durum çevresindekilerin gözünden kaçmadı. Nedenini merak edip dururlardı. Bir gün bir hatip; sohbetinde, gülmenin ve tebessüm etmenin gereğinden bahseden nasihatlerde bulundu. Namazdan sonra o İslam hadimi büyük kumandan, yanından geçen hatibin elinden tuttu ve tarihe mal olacak şu sözleri söyledi: "Hocam! Zannedersem nasihatlerinizle beni kastettiniz. Ama Allah aşkına söyler misiniz? Peygamber aleyhisse-latu vesselamın miracının ilk durağı olan mescit, düşmanların elinde esirken ben nasıl gülerim?" Kardeşlerim! O büyük insan kadar yüreği yanan kişiler olmasak da, maalesef Aksa'mız bugün esir, bugün Yahudi çizmesi altında... Peki, Selahaddin Eyyûbbi ne yaptı da Kudüs'ümüzü İslam'a armağan etti? Merak etmiyor musunuz? Söyleyeyim; Mescid- i Aksa'yi haçlı zulmünden kurta-f rana kadar hep bir çadırda yaşadı. Bu hareketiyle şunu de-ı mek istiyordu: Allah'ın evi esirken benim nasıl evim olabilir ki? İşte onlar, işte biz!.. Allah'ın dinini böyle korudular ve ilahi yardımlara böyle mazhar oldular. Şimdi sıra bizde kardeşlerim! Allah'ın dinine, mabedine sahip çıkmanın sırası... Çok şeyler yapabiliriz, Zor olmayan şeyler... Öncelikle Allah'ın dinini öğrenmeli, kitabını bilmeli, çocuklarımıza da öğretmeliyiz. Ailelerimize ve hayatımıza onunla yön vermeliyiz. Sonra, bu uğurda didinip gayret etmeli, yapamiyorsak edenlere yardımcı olmalıyız. Birlik ve beraberliğimizi muhafaza ederek muhtaç ve yoksullarımızı, ihtiyaç sahiplerimizi, esir ve şehid ailelerimizi sahiplenmeliyiz. O zaman bağrımızdan kahramanlar çıkacaktır..." İslam Merkezi'ni ve sonrasında açılan diğer teşkilatları kapatmakla Şeyh Yasin'in faaliyetlerini engellemeyeceğini anlayan İsrail, onu nedensiz ve sebepsiz bir şekilde birçok defa tutukladı. Her tutuklayışta çeşitli sorgu ve işkence teknikleri uyguladılar. Bir türlü faaliyetlerinden vazgeçireme-dikleri gibi yıldıramadilar da. Her ne kadar felçli olsa da sağlıklı birçok insandan daha sağlam bir iman ve bir ruha sahipti.
Bu yıllarda bazı Filistinli grupların yaptıkları birtakım eylemler, Filistin sorununu dünya kamuoyunun gündeminden düşürmüyordu: 1972'de Tel- Aviv havaalanından Belçika'ya ait bir yolcu uçağının Filistinli gerülalarca kaçırılma­sı, 1973'te de Münih olimpiyat oyunlarında İsrailli atletlerin öldürülmesi gibi bazı eylemler, Filistinli grupların eylemleriydi. Şeyh Ahmed Yasin ise farklı bir metodla; önce insanları eğitmekle, İslami bir şuur aşılamakla işe başlamıştı. Bu doğrultuda bitmek bilmeyen enerjisi ve durmak bilmeyen çalışmalarıyla eğitim ve yardım faaliyetlerini devam ettiri­yordu. Tüm taciz, gözaltı, tehdit, baskın ve korkutmalara rağmen işgalci İsrail'e karşı sohbetleri ve dersleriyle halka direniş ruhu aşılamaya devam ediyordu. Bir gün bürosundayken kapısı çalındı. Merakla başını kaldırdığında 23 yaşlarında yağız bir Arap delikanlısını gördü karşısında. Delikanlının yüzü yabancı gelmedi. Gözlerinin içi gülüyordu.
- Hocam! deyip Şeyh Yasin'in ellerine yöneldi. Şeyh Yasin onu tanımıştı:
- Abdulaziz sen ha!
Kendisine sarılan genç Abdulaziz Rantisi'yi gördüğüne sevinmişti.
- Dur bakalım! Sana şöyle bir bakayım. Talebesini neşe içinde süzdü.
- Seni kavuşturan Allah'a hamd olsun, dedi. Ne zaman geldin?
-Dün akşam...
- Ya okul! Okulunu ne yaptın?
- Kahire Tıp Fakültesinden başarıyla mezun oldum.
- Demek ki bir doktor duruyor karşımda, öyle mi? Hem de şuurlu, mümin ve gayretli bir doktor...
Utangaç bir tavırla:
- Sayenizde efendim, dedi Rantisi
Rantisi'nin dönüşüne sevinen Şeyh Yasin, onunla uzun uzun konuştu, hasret giderdi. Mısır'daki dostlarından selamlar aldı. İhvan'ın son durumunu, Mısır yönetiminin baskılarını, Rantisi'nin doktora tahsili için planlarını zevkle dinledi.
Zamanla Rantisi Mısır'da çocuk sağlığı üzerinde uzmanlaştı. İhtisasını tamamladıktan sonra 1976'dan itibaren tekrar Gazze'ye döndü. Han Yunus'taki Nasır Hastanesinde uzman doktor olarak çalıştı. Bu arada yine üniversite tahsili için Mısır'a giden bir diğer talebesi İsmail Ebu Şenneb de o yıllarda Gazze'ye dönmüştü. İsmail, Mısır'ın Mansura Üniversitesi Mühendislik Fakültesinden mezun olmuş, Gazze Belediyesi'nde "Proje mühendisi" olarak çalışmaya başlamıştı.
Şeyh Yasin, emeklerinin karşılığını gördükçe, Allah'a
Şükrediyordu. İnançlı, dindar ve tahsilli gençlerle Filistin'in istikbalini parlak görüyordu. Zira bu gençlerin Filistin davasını İslami bir duyarlılıkla sahiplenmeleri, ekilen tohumların boşa gitmediğini gösteriyordu.
İsmail Ebu Şenneb'in mezuniyet dönüşü anlattıklarıyla iftihar etmişti Şeyh Yasin:
- Efendim, diye başlamıştı anlatmaya İsmail. Mezun oluncaya kadar Mısır Hükümeti biz-Filistinli öğrencilere çok çektirdi. Her zorluğa rağmen neticede üstün başarıyla mezun olduğumda da, o zorluklan yaşatan onlar değillermiş gibi, fakültede asistan olarak kalmamı istediler. Birçok arkadaşa da bu teklifi yaptılar. Güya Gazze'ye dönersem kendime ve istikbalime yazık edermişim. Mısır'da hayat şartlan daha iyiymiş. Kariyer yapma imkânım da söz konu­suymuş. Ama tüm teklifleri reddettim hocam. Vatanım işgal altındayken kariyer benim neyime! Ben halkıma hizmet için durmayıp döndüm. Sizinle beraber direnmek için... O gün İsmail'i bağrına basmıştı Şeyh Yasin. Mutlu olduğu ender günlerden birini yaşamıştı. Şeyh Yasin, eğitim çalışmalarına, sohbetlerine bazen İsmail'i, bazen de Rantisi'yi götürüyor; onlarla iftihar ediyordu. Gençlerle yaptığı ders halkalarında onlara görev veriyor, bunun gençler için teşvik edici olacağım umuyordu. Bazı projelerin gerçekleşebilmesi için birtakım düşüncelerini uygulamak adına İsmail Ebu Şenneb'i çağırmıştı. İsmail'i içeri girer girmez heyecanlı gören Şeyh Yasin;
- Hayırdır İsmail? dedi.
- Efendim, haberleri dinlemediniz mi?
Haberleri dinlediği ve neden heyecanlı olduğunu tahmin ettiği halde sordu:
- Ne olmuş haberlere?
İsmail heyecanla anlatmaya koyuldu.
- Filistinli bazı solcu gerillalar Air France uçağını Uganda'nın Entebbe Hava Limam'na kaçırarak indirmişler. Uçaktaki İsrail yolcularını da rehin almışlar. Gayeleri Filistin sorununa dünyanın dikkatini çekmekmiş...
İsmail, Şeyh Yasin'in hiç konuşmadığım fark etti.
- Efendim! Neden susuyorsunuz?
- Haberi ben de dinledim, dedi Şeyh Yasin. Elbette gündemi takip etmek, gündemden haberdar olmak gerekir. Lakin Kudüs'ün özgürlüğü, Filistin'in özgürlüğünün gölgesinde kalmamalı.
- Anlamadım efendim! Gülümsedi Şeyh Yasin.
- Yani asıl olan, dedi. Sol anlayışa veya batılı anlayışlara göre değil, İslami ve İlahi anlayışa dayalı bir mücadele yapmamızdır. Çünkü Kudüs bunun sembolüdür. Onların eylemlerinin ses getiriyor olması dışında, İslami endişeler­den uzak bir anlayışla olması sadece üzüntü vericidir. Keşke ölümleri ve o çaptaki fedakârlıkları Allah için olsaydı! Neticede hidayeti veren Allah'tır.
Düştüğü yanılgıyı anlayan İsmail Ebu Şenneb Şeyh Yasin'i doğruladı.
- Doğru efendim, keşke öyle olsaydı. (Kısa bir sükûttan sonra) Beni çağırtmışsınız efendim, dedi.
- Evet, Ebu Şenneb, dedi. Şeyh Yasin gülümseyerek... Bazı düşüncelerim var. Seninle bu konuda konuşmak istemiştim. Artık iş hayatına atılmış bir mühendis, aynı zamanda da bir davetçisin. Küçüklüğünden beri hep aktifliğini ve faaliyetlerini takdir etmişimdir.
- Estağfirullah efendim. Sayenizde... Her ne yapmışsak hepsi Allah rızası içindi.
İsmail'in mütevazı kişiliği Şeyh Yasinin hoşuna gidiyordu.
- Biliyorsun İsmail; "İslam Cemiyeti"mizin kurucuları arasında sen de varsın. Gayemiz bu cemiyette gençlerimizi, işgalcilerin fitne ve ifsad politikalarına karşı k orumak ve İs-lami bir kimlikle yetişmeleri için çalışmalarımızı daha da ilerletmektir. Zira işgalci İsrail, sadece toprağımızı işgal etmekle kalmadı. İnsanlarımızın ve gençlerimizin zihinlerini, duygu ve düşüncelerini de işgal etmek istiyor. Kimi zaman bizzat kendisi, kimi zaman da gafil insanlarımız vasıtasıyla çeşitli oyun, eğlence ve yayınlarla düşük ahlâkı yaymaya çalışıyor. Özellikle sinema ve spor gibi etkinlikleri toplumumuzu bozmak için kullanıyor. Düşündüm ki sen, cemiyetimizin faaliyetleri doğrultusunda gençlerimizle planlı ve programlı bir şekilde ilgilenebilir, spor ve sinema gibi etkinlikleri lehimize kullanarak onları yönlendirebilirsin. Böylece değişik alanlarda cemiyetimiz farklı faaliyetler yürüterek fertlerini yetiştirir. Ne dersin Ebu Şenneb?
- Beni uygun görmenize sevindim efendim. Bu göreve layık olmaya çalışacağım. Buna emin olabilirsiniz.
- Allah yardımcın olsun. Zaman zaman gelişmeler üzerine bir araya gelir, konuşuruz inşaallah.
İsmail Ebu Şenneb'in teşkilatçılık konusundaki başarısı, hemen kendini gösterdi. Birçok genç onun sayesinde sosyal aktiviteler gibi faaliyetlerle İslam Cemiyeti'nin çalışmalarına katıldı. Mahalle mahalle örgütlü bir çalışma meydana geldi. Nizamlı ve düzenliydi. Yine teşkilatçılık ruhuyla o tarihlerde Filistin Mühendisler Sendikası'nm kurulmasına öncü oldu. Aynı zamanda bu sendikanın idare meclisine üye olarak, başkanlığa kadar her aşamada görev aldı. Gazze'deki "İslam Cemiyeti"nin halka yönelik faaliyetleri aksamadan sürüyordu. Halk cemiyetin şahs-1 manevisi olarak Şeyh Yasin'i görüyordu. Şahsi veya umumi her sorunu dinleyen ve bunlarla ilgilenen Şeyh Yasin, yardımcı olmaya çabalıyor, yol gösteriyordu. Aynı şekilde Rantisi de çeşitli sağlık kuruluşlarında görev yapıyordu. Bununla beraber Gazze İslam Üniversite-si'nde öğretim görevlisi olarak da çalışıyordu. Bu üniversitenin açılmasında emekleri çoktu. Hem sosyal hem de ilmi çalışmalarda yıldızı parlayan Rantisi, çocuk hastalığı ve irsi yollarla geçen hastalıklar konusunda profesörlüğe kadar, İslam Üniversitesi'nde kariyer yaptı. Davette, direnişte, fedakârlıkta kardeşlerinden geri durmadı. Yine kimi mahallelerde veya semtlerde Kur1 an kursu, cami yahut bir hayır müessesesinin binası yapılırken, inşaatla ilgili projeler için ilk soluk alman yer, Ebu Şenneb'in mühendislik bürosuydu. Ücretsiz hazırlanan projelere yardımcı olmak halkın teveccühünü kazandırıyordu. Hastası olan herkes soluğu Doktor Abdulaziz Ranti-si'nin muayenehanesinde alıyor; bedava muayene, temin edilen ilaçlar nice gönüllerin sevgisini celb ediyordu. Tüm bu çalışmalar Şeyh Yasin'in nezaretinde ve kontrolünde İslam'a hizmet anlayışı çerçevesinde yapılıyordu. Hedeflenen ise; işgalci Siyonistlere karşı halkı şuurlandır-mak ve Allah'ın rızasını gözetmekti. Radyosundan Manehem Begin'in başbakanlık ve Likud Partisi'nin genel başkanlığı görevinden istifa haberini duyan Şeyh Yasin, bir firavunun daha devrildiğini düşündü. Radyo, Begin'in yerine Izak Rabin'in geçtiğini söylüyordu. Şeyh Yasin ise, 5- 6 yıl öncesini düşündü:
1977 seçimlerini Manehem Begin kazanmıştı. Bu durum, o zamanlar dahi Şeyh Yasin'i düşündürmüştü. Zira Begin, arz-ı mev'ud öğretisine taassupvari bir şekilde bağlıydı. Hatırladığı kadarıyla ve bildiğine göre Irgun Örgütünün lideri iken İngiliz Manda yönetiminin Yahudi göçlerine göstermelik engel olma çalışmalarını dahi içine sindireme-miş ve İngilizlere savaş ilan etmişti. Bu niyetle 1946 Tem-muz'unda İngilizlerin kaldığı Kral Davud Oteli'ni bombalatmış, 17 Yahudi'nin ölümünü de göze alarak, bu saldırıda 91 kişiyi öldürtmüştü. Hâlbuki devletleşme yolunda İsrail en çok, İngilizlerden yardım görmüştü.
Yine 1982'de, Lübnan'daki Arafat'a bağlı Filistinli gerillaları yok etmek için Lübnan'ı uluslararası hukuku tanımadan ve tepkilerden çekinmeden işgal etmesi, kayda değer başka bir olaydı. Sabra- Şatilla katliamında 3500'ün üzerinde Filistinlinin öldürülmesi de Begin iktidarının eseriydi. Arafat ve gerillalarını da Tunus'a sürgüne gönderen yine oydu. Tüm bunlar o azgın Begin firavununun eserlerinden birkaçıydı. Şimdi ise eşi Eliza'nm ölümünden dolayı iktidardan inzivaya çekilen bir strateji kararı almıştı. Şeyh Yasin, bu düşüncelerden sıyrılınca radyoyu kapatmaları için seslendi. Beyaz başörtüsüyle, diğer odadan sesini duyan hanımı Halime, bir koşuda radyoyu kapatıverdi. Kocasıyla bir anlık göz göze gelen Halime Hatun, bakışlarını yere çevirdi.
- Abdi nerede? diye soran kocasına;
- Şey! Bilmem, dedi. Dışarıda oynuyor olabilir.
- Sekiz yaşına girdi yaramaz değil mi?

- Evet! Sekiz yaşına girdi.
- Çok hareketli. Yerinde durmuyor.
Biraz soluklandıktan sonra hanımına bakarak devam etti:
- Biliyor musun Hatun! O yaşlarda ben de çok hareketliydim. Ama insan takdirden kaçamıyor. Yine de önemli olan O'na kul olmak, O'nun için yaşamaktır. Allah kız-er-kek tüm çocuklarımızı salihlerden kılsın.
Böyle duada bulunurken gözleri kız çocuklarına takılınca, onlarla beraber gülümsedi. Hanımı:
- Âmin, dedi. Müsaadenizle mutfakta işim var. Eşinin arkasından bakarken evliliğini hatırladı. Felçli bir insanla evlenme cesaretini ve fedakârlığını gösteren kaç kadın vardı? Sadece İslami bir ahlak ve edep ile kocanın dindar ve sakat olanını sağlam olana tercih etmek... Her kadının yapacağı bir hareket değildi. Hayatından hiç şikâyet etmeyen bu kadın edep ve ahlak timsali olup Şeyh Yasin'in dayanağıydı. Çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışıyor, her amelinde ilahi rızayı gözetiyordu.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:07 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.01.2009 - 02:36
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Sekizinci Bölüm
Yıl 1984!
Tüm giriş ve çıkışları tutulan mahallenin sokakları, silahlı İsrail askerleri, tanklar ve askeri araçlarla kaynıyordu. Her taraftan sarılan bina, Şeyh Yasin'in İslami irşad ve tebliğ faaliyetlerinin yürütüldüğü İslam Cemiyeti'ydi. Bürosu dâhil birçok oda, mescit, eğitim yerleri postallarla çiğnendi. Şeyh Yasin başta olmak üzere yardımcılarından bişçok kimse buradan yahut evlerinden alınarak tutuklandı. İsrail yönetimi tarafından genel bir baskındı yapılan. Vakit geçirmeden gözleri bandajlı bir halde sorgu odasına alman Şeyh Yasin, birçok işkence ve hakaretlere maruz kaldı. Sakat olması, tekerlekli sandalyede bulunması, başkasının yardımına muhtaç olması fayda vermedi. Oldukça şiddetli işkenceler yaşadı. Sorgucular onun bu tahammülü ve sabrı karşısında her yolu denediyseler de nafile...
- Bak, dedi sorgucu. Hakkında silah kaçakçılığı yaptığına dair istihbaratımız var. Aslında her şeyi biliyoruz. Bu şekilde eğitim ve yardım faaliyetleri adı altında örgütlenerek halkı silahlandırıp bize karşı isyan ve direnişe teşvik ettiğini bilmediğimizi mi sanıyorsun? İsrail'i yıkmayı hedef alan gizli emirlerinden haberimiz yok mu sanıyorsun? Gizli gizli bize karşı terörist yetiştirmenin cezasını bir gün çekeceğini bilmiyor muydun? Duyduğun gibi her şeyi biliyoruz. Sa- ' na zarar vermeden bize her şeyi anlatacaksın, tamam mı?
- Madem her şeyi biliyorsunuz, dedi Şeyh Yasin. Artık bir şey anlatmaya gerek yok.!
- Var var! Biz her şeyi biliyoruz; ama bir de senden duymak istiyoruz.
Şeyh Yasin sadece gülüyordu söylenenlere... Daha Önce de birkaç defa gözaltına alınması, kısa zaman aralıklarıyla tutuklanması, ona sorgu hakkında tecrübeler kazandırmıştı. Birden işkenceye ara verildi. İşkence odasındakilerin hepsi dışarı çıkarıldı. İçeri giren biri sesine merhametvari bir ton vererek konuştu:
- Vah, vah, vah! İnsan felçli bir adama bunu yapar mı?: Şeyh Yasin'in gözlerindeki bandajı çözdü. Biraz su içirdi.
- Bir ihtiyacın var mı? diye sordu.
- Hayır!
Yapmacık hareketlerine samimiyet yüklemeye çalışan
bu adama baktı Şeyh Yasin.
- Neden sana bu kadar hakaret ettiler, dedi adam. Suskundu Şeyh Yasin, konuşmak gelmiyordu içinden. Adam yine konuşmaya devam etti:
- Bak! Ben diğerleri gibi değilim. Konuşmaktan, anlaşmaktan yanayım. Şayet konuşmazsan sana çok daha kötü işkenceler yaparlar. Bu halinle sana yazık olur. Haydi, bu işi ikimiz aramızda halledelim ne dersin ha! İçinde gizli bir tehdit olan bu sorgu tekniği, iyi ve kötü adam rolleri üzerine kuruluydu. Önceki kötü, sözde bu iyiydi. Bir çeşit Ali-Cengiz oyunu oynanıyordu. Bir cevap vermek gereğini düşündü Şeyh Yasin, gözlerini ona dikerek konuştu:
- Demek konuşmamı istiyorsun ha! Vatanımızı ve toprağımızı işgal edip köylerimizi başımıza yıkan; insanlarımızı çoluk- çocuk, genç- yaşlı demeden katleden, halkımızı sürgünlere yollayan; Mescid- i Aksa'mızm hürmetini ayaklar altına alan size karşı ne dememi bekliyorsun ey Yahudi! Tutmayan bu ellerim ve ayaklarımdan bu kadar korktuğunuza göre korktuğunuzun başınıza gelmesi yakındır inşaal-lah! Şeyh Yasin'in sözleri birer kurşun gibiydi. Böyle bir şeyi beki emiyor muşçasma birden deliye dönen adam tüm yumuşaklığını bir kenara bırakarak bağırdı:
- Yeter, yeter! Kes sesini! Sen başı ezileceklerin ilkisin. Sana az yapmışlar bile. İşkence neymiş göreceksin. Hırsla, sinirli sinirli terk etti sorgu odasını. Bir sorgucu daha bozulmuş, çileden çıkmıştı. Çektiği ızdırabı ve gördüğü hakaretleri unutarak acı acı güldü içinden Şeyh Yasin onca halsizliğine rağmen.
Zindana konuldu Şeyh Yasin. Hz. Yusuf aleyhisselamm mekânına... Etrafını saran yarenleri çevresinde pervane oldular. Yardımcılarından bazılarına gözü ilişince sevinçler yaşadı, bu beton âlemde. Çevresine göz gezdirdi. Bu tarihi binanın sağlıksız ve kötü şartlan hemen göze çarpıyordu. Uzun koridorlar, basamak basamak aşağılara inen merdivenler, rutubetli ve nemli duvarlar, adım başı parmaklıklar... Tam bir zindandı burası. Baskı ve hakaretin, işkencenin sürdüğü bir mekândı. Aşman duvarlar nice zulme yıllar boyu şahitlik yapmıştı. Dört bir yanı taş ve betonla inşa edilen bu zindanda koğuşların kalabalık ve tıka basa olması, ayrı bir sorundu. Dışarıdayken yardım ettiği ailelerin bir kısmı tutuklu ve mahkûm aileleriydi. Yetimler, öksüzler gibi boyunları bükük eşler, çocuklar görmüştü. Şimdi b manzaranın eksik fertleriyle iç içeydi. İşgale direnen adsız kahramanlarla be­raberdi. Yahudi zulmünün canlı şahitleriydi bu insanlar. Kimi aylar, kimi yıllardır mahkemelere, duruşmalara çıkarılmamış mazlum Filistinli mahkûmlar gördü. Hepsinin gözlerinde direnişin izzeti, direnişin şerefi muştu muş-tuydu. Alınları nurdan bir aydınlık, yüzleri bir sürür abide-siydi bu karanlık dünyada. Günler geçti; Şeyh Yasin'in aralarında olmasıyla zindan ehli daha neşeli, daha diriydi. Yapılan dersler, Kur1 an çalışmaları, tefsir- hadis sohbetleri, siyasi söyleşiler mahpushaneyi Medrese- i Yusufiye'ye çevirmiş, bir canlılık getirmişti. Nihayet mahkemeye çıkarıldı Şeyh Yasin. Karşısındaki yargıçlara baktı. Gözlerindeki habis parıltıyı fark etmemek imkânsızdı. Manalı manalı süzüyorlardı Şeyh Yasin'i. Önce kimlik tespiti yapıldı. Daha sonra yargılanmaya geçildi: Savcı, kararı çoktan verilmiş yargılanmanın iddianamesini okudu. Lehte ve aleyhteki tüm savunmalardan sonra yargıç kararı açıkladı. Sanık Ahmet Yasin'in eğitim ve yardım faaliyetleri adı altında yasadışı örgütlenme yoluna gidip İsrail devletini yıkmak, yerine İslami bir devlet kurmak için çalıştığı ve bu gayeye binaen silah kaçakçılığı yaptığı, yapılan soruş­turmalar ve iddia makamının sunduğu delillerle suçu sabit bulunduğundan on üç yıl hapsine... Daha önceki birçok yargılama gibi sathi olan bu yargılama, tam bir tiyatroydu. Her şey adaletsizlik ye zulüm üzere kurulu olan işgalci bir gücün gösterisiydi. Kendi vatanında, işgalcilere karşı direnmenin adı terörizm olmuştu. Halbuki işgalci barış havarisi kesilen masum (!) Yahudi'ydi. Mahkemenin kararı halkın büyük tepkisine sebep oldu. Sendikalar, kitle örgütleri, Öğrenciler gösteriler düzenliyor, tepkilerini dile getiriyordu. Bir de ağlayanlar vardı kuytu köşelerde: Esir ve şehit çocukları, dullar, yetimler, fakirler, yoksullar, Kufan ve eğitim talebeleri... Kimileri için hami, kimileri için baba, kimileri için bir öğretmendi Şeyh Yasin. Artık duvarların arkasında; ama bu insanların dualarındaydı. Şeyh Yasin, kararı büyük bir tevekkülle karşıladı. Zindan arkadaşları bir yandan seviniyor, bir yandan üzülüyorlardı. Çünkü zindanın hasta ve felçli, bakıma muhtaç bir insanın yeri olmadığını biliyor, buna üzülüyorlardı. Çünkü dışarıdaki halkın ona ihtiyacı vardı: Dul ve yetimlerin, fakir ve yoksulların, öğrencilerin... Kısaca herkesin bir şekilde hamisi, bir şekilde ümidiydi. Şeyh Yasin zindanda olmasına rağmen, dışarıdaki teş-kilatsal faaliyetler olduğu gibi devam etti. Sanki o varmış
gibi yardımlar yapılıyor, Öğrencilere İslami dersler veriliyor, sportif ve sosyal içerikli faaliyetler devam ediyordu. Zira kurulan yapı zayıflamayacak tarzda, sağlam bir şekilde yıllardır sürüyordu. Şeyh Yasin'in zindandaki mahrumiyetinden bu yana ön bir ay geçmişti. îlk defa bu kadar uzun kalmıştı zindanda. Bu Yusufî hayatı kendisi için bir lütuf, bir ihsan-ı ilahi belledi. Bu güne kadar insanlarla iç içe, insanlarla birlikte yoğun kalabalıklardaydı. Fark etmemişti manevi eksikliklerini. Nefsi zaafiyetlerini kemale erdirmek için, zindan bir çi-lehaneydi. Bir arınma, nefsi terbiye ve ıslah yeri olarak idrak etti zindanı. Sabır ve irfan mektebi anlayışıyla gönlünü tefekküre, dilini teşbihe, kalbini zikre adadı. Hayatının mücadele içindeki hızlı gelişimini, zindanın Yusufi öğretisiyle süsledi. Maneviyatını zenginleştirip nefsine sükûnet, ruhuna letafet verdi. Hayatına yön veren gönül zenginliği ve ruhunun yol göstericiliğini gece-gündüz ibadetinde, sünnetin ihyasında ve nafilenin Allah'a yakınlaştırıcı olma vasfında gördü. Bir tekkeye girmiş gibi kemale yönelen bir gidişata doğru yol aldı. Bu ayların, sonraki hayatında bir dönüm noktası olduğunu anlayacaktı. Bu diriler kabri, bu gerçek dostlar edinme diyarı onun hayatının mekteplerinden en
önemli mektepti. İsrail'in zulüm dolu zindanlarını, Müslüman mahkûmlar gülsen- i cennete çevirmişti. Mahpuslar Şeyh Yasin'den ve ilminden faydalanıyor, halka halka, koğuş koğuş bir mektep inşa ediyorlardı. Onun varlığı kısa bir sürede zindanın varlığını değiştirmiş, bir Medrese- i Yusufiyeye çevirmisti. Gündüzü ilim, gecesi ibadetti. Hayırlı günler yahut fertlerin gücü nispetinde belli zamanlar oruçla geçirildi. Aşk ve vecdin şahikasını yaşadı gönüller. Dışarıda eğitim faaliyetlerini koordine eden Şeyh Yasin'i Yüce Allah bu insanlar için mi bu mekânda tutuyordu acaba? Kim bilir? Şeyh Yasin'in mahpus olduğu bu döneme kadar Filistin'de İsrail'e karşı yer yer direniş gösteren birçok örgütlenme vardı. Kimi Yaser Arafat'ın FKO'sü gibi demokrat, kimi milliyetçi, kimi de sol söylem sahibi direniş gruplarıydı. Hepsinin de ortak noktası işgale karşı kararlı eylemlerde ve direnişte bulunmaktı. Tunus'a sürgün edilen Arafat, Tunus'taki karargâhından Örgütünü yönlendirirken, bazı örgütler de Filistin topraklarında ısrarla eylemlerini ve direnişlerini sürdürüyordu. Fakat Ekim 1985'in başında İsrail jetlerinin Arafat'ın Tunus'taki ikametgâhını bombalaması sonucu FKÖ, sürgünden sonra ikinci büyük darbeyi aldı. Bu bombardımanın ardından, FKÖ'nün karargâh binası yok olurken, binanın çevresinde bulunan elli kişi de öldü. İsrail jetlerinin sınırları aşan bu saldırganlığının emrini veren, o sıralarda başbakan olan Şimon Perez'di.
Yine bu yıl içinde İsrail'in artan zulmüne karşı, Ahmed Cibril liderliğindeki Filistin Halk Cephesi, büyük bir direniş gösteriyor, işgale karşı mücadeleden geri durmuyordu. Birçok örgüt İsrail askerlerini, casuslarını yahut önemli adamlarını kaçırıp Filistinli mahkûmlara karşılık serbest bırakırdı. Bu taktik revaçta olan bir yöntemdi. Zira işgalci İsrail, kaçırılan adamlarının mevki ve konum olarak değerli olduklarını biliyor, ölülerini dahi geri istiyordu. Bunda Yahudi ırkının "seçkin ırk" olma dogması da etkiliydi. Bu milli ırkçılık nev- i şahsına münhasır bir İsrail öğretişiydi. Bu sırada Ahmed Cibril'in liderliğindeki Filistin Halk Cephesi Örgütü birtakım Yahudileri kaçırmıştı. İşgalci İsrail ile muhtelif zamanlarda yapılan müzakereler sonucu 1260 Filistinli mahkûma karşılık elindeki Yahudileri bırakacaktı. Siyonist İsrail'in kabul ettiği bu mübadelede bırakılan 1260 Filistinli mahkûmlardan biri de Şeyh Yasin oldu.
Tevekkülle karşılanan kader-i ilahi, şükür ve hamdle neticelenen lütfü ilahiyle nihayet buldu. Şeyh Yasin artık serbestti. Yüce Allah; Şeyh Yasin hiç ummadığı ve beklemediği halde kendi dışında cereyan eden bir olayı, onun necatına vesile kıldı. Zira Yüce Allah tevekkül sahibi teslimiyetçi kullarına ikramını, ummadıkları bir anda verir. Her şey ve herkesten ümitlerin kopup kalplerin dergâhına yöneldi­ği; bir samimiyetin, mazlum, yetim, dul, fakir, yoksul kalplerin ümit beslediği; halkın dualarının yönlendirdiği bir kader- i ilahinin lütfü ve ikramıydı. Bu lütufia manevi sorumluluğunu idrak eden Şeyh Yasin işgale karşı verilen direnişe değişik boyutlar kazandırmak için mücadele meydanına yeniden atıldı. O gün büyük bir sevinç, büyük bir coşkuyla Filistinliler özgürlüğe kavuşan mahkûmları bağırlarına bastılar. Nice evde olduğu gibi Şeyh Yasin'in mütevazı evinde de bir coşku yaşanıyordu. Çocukları; etrafında pervane misali dönüyor, babalarına kavuşmanın sevinciyle gülücükler saçıyorlardı. Anneleri Halime Hatunun gözleri ışıl ısıldı. Takriben bir yıllık ayrılık süresince evinde hep bir sessizlik, bir sükûnet vardı. Şimdi ise evi yine eski neşesine kavuşmuş, şenlenmişti. Abdi, on- on bir yaşlarında gelişkin bir çocuk olmuştu. Sevinci, yüzünden okunuyordu. Kızları da babalarının etrafını çevirmiş; kimi sarılmış Öpüyor, kimi de çekiştiriyordu. Şeyh Yasin, hepsini sevdi, iltifat etti: Abdi'yi/ küçük Meryem'i, Abdulhamit'i, Abdulğani'yi... Çocuklarını tek tek dinliyor, alakalı alakasız konuşmalarını/sözlerini kesmiyordu. Özellikle kızlarının aşırı ilgisi onu etkilemiş, duygulan-dırmıştı. Şefkat ve merhameti nedense çocuklara karşı fazlaydı. Hele şehit ve esirlerin çocuklarıyla yetimleri görünce daha bir duygulanırdı. Kızma baktı. Onları edepli, iffetli ve haya timsali birer mümine olarak yetiştirmek, en büyük arzusuydu. Çocuklarının, Özelikle kızlarının çok olmasının maddi olanaklarının az olmasıyla ilgisi yoktu. İnsanlar, onun felçli olmasını az çocuk sahibi olması gerektiğine yorsalar da; o, Allah'ın takdirinin tecelli edeceğini biliyordu. Kız ya da erkek ilahi takdirden başka bir şey değildi. Bunu böyle bir teslimiyetle kabullenirken, insanlara neler oluyordu ki? Cehaletin ürünü olan, ruha sıkıntı veren bu düşüncelere sürekli karşı durdu. Kız çocuklarını erkeklerden ayırmadı. Hep sevdi, hep okşayıcı sözlerle gönüllerini aldı. Kalbin meyvesi olan çocukları, hele kızları bir başka sever, bir başka görürdü. Etrafını çeviren çocuklarına baktığında cıvıl cıvıl koşuşturmalarını görünce, onları ne de çok sevdiğini daha bir anladı. Hemen her sabah onları görmeden evden ayrılmazdı. Sık sık onlarla konuşmadan, mutluluklarını paylaşmadan geçen her gün hep bir şeylerin eksikliğini hissederdi. Rabbi-ne şükretti, sonsuz sonsuz.
Dokuzuncu Bölüm
Çalışma bürosunda günlük rutin işlerini takip eden Şeyh Yasin, tekrar direnişin öncüsü tekrar faaliyetlerin önündeydi. İhvan çatısı altında "Müslüman Kardeşler" ola-Irak daha farklı çalışmalar, daha farklı projeler düşünüyor, (istikrarlı ve kararlı bir metod geliştirmeyi planlıyordu. Bu sıralarda Filistin direniş Örgütleri arasında işgalci Siyonistlerin ekmek için çalıştığı fitne tohumlan filizlenmeye başlamıştı. Birlik ve beraberliklerini bozmak, bölüp parçalamak ve tek tek yutmak esasına dayalı olan tarihi "böl, parçala, yut!" siyaseti güdülüyordu işgalci İsrail yönetimi tarafından. .. Önü alınmazsa kötü sonuçlar yaşanacak, kardeş kardeşe kırdırılacaktı. Şeyh Yasin buna bir çözüm düşünüyor, fitne büyümeden Filistinli tüm direniş grupları/örgütleri arasında birlik ve beraberliği sağlamayı istiyordu. Bu gayeye binaen "Islah Komitesi" adı altında bir arabulucu komite oluşturulmuştu. Seçkin ve saygın kişilerden teşekkül eden bu komite, fitnenin önüne geçecek bir rolü üstlenecekti. Lakin yine de bir eksiklik vardı. Ortalık durul­muyordu. "Bir adam gerekli" diye düşündü Şeyh Yasin. "Öyle biri ki bu fitne ateşini söndürmede aktif ve etkin olmalı." Bu düşünceler içerisindeyken ziyaretçisinin olduğunu haber verdiler. Kim olduğunu sorunca "Ebu Şenneb" dediler. Birden düşünce duvarındaki eksik taş yerini buldu. Her şey yerli yerine oturdu. "Ebu Şenneb bu iş için en münasip insan. Adeta biçilmiş kaftan" diye düşündü. Ebu Şenneb'in, İslami Cemiyet'in gençlere yönelik . t-kinliklerindeki organizesini, öğretim görevlisi olarak Nab-lus'ta görev yaptığı En-Neccah Ulusal Üniversitesi'ndeki ve sivil kuruluşlardaki teşkilatçılık ve halkı yönlendirmedeki öncülüğü gibi aktif görevlerini hatırladı. Hepsini başarıyla gerçekleştirmişti. Hatta akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları içinde çıkan sorunlarda hep Ebu Şenneb hakem olmuş; en uygun çözümle bu işlerde görev almıştı. Öyle ise tüm gayret ve becerisini bu işte de ortaya koyar, ihtilafı ortadan kaldırmayı başarırdı. Öyle ki bu uzlaşmacı vasfını herkes bildiği için onun birlik ve beraberliği sağlamadaki gayreti takdirle karşılanacaktı. Neden hemen düşünememişti ki? İçeri giren Ebu Şenneb, her zamanki gibi mütebessim bir çehre ile Şeyh Yasin'i selamladı. Sohbetleri koyulaşmıştı.
- Üniversitede durumlar nasıl Ebu Şenneb? İşgalci Siyonistlerin zaman zaman rahatsızlık verdiğini duyuyorum.
Ebu Şenneb;
- Doğru efendim, dedi. Fakat yine de silahların gölgesinde elimizden geleni yapıyoruz. Sadece biz değil, Nab-lus'taki kardeşlerimiz de faaliyetlerini fertten topluma kadar gayretle yapıyor, sohbet ve derslerle İslami şuur ve bilinci yayıyorlar. Zaman zaman işgalcilerin baskılarına maruz kalsalar da yılmıyorlar.
- Buna sevindim. Allah'u Teala, kendi yolunda çalışanların gayretlerini zayi etmez. Peki, inşaat mühendisliğinin bölüm başkanlığına getirilmende bir sorun yaşandı mı?
- Hamdolsun efendim. O konuda da bir sorun yok. Her ne kadar üç yıf önce doktoramı tamamlamak için gittiğim Amerikan Üniversitesi beni çağirttıysa da bir sorun yaşamadım şimdiye kadar.
Şeyh Yasin'in aklına farklı bir soru gelmişti:
- Ebu Şenneb, dedi. Gerçi Amerika'da kısa bir süre kaldın; ama yine de sorayım. Bizden o kadar uzak olan bir ülkede insanların Filistin davasına bakış açısı hakkında bir fikir edinebildin mi?
- Nasıl söylesem efendim! Sizin de bildiğiniz gibi Amerika büyük bir ülke... Gücünü emperyalizmden alıyor. Dünya'da fitne ve fesat tohumu ekmediği tek bir coğrafya kalmamış. Menfaat ve çıkarı neyi gerektiriyorsa, onu bir şekilde yapıyor. Zayıflara karşı uluslararası hiçbir kuralı ve antlaşmayı takmaz.
- Tıpkı işgalci Siyonistler gibi...
- Evet! Tıpkı onlar gibi. Fakat bir farkla ki Siyonistlerin işgalci tutumuna göz yuman da yine Amerika'dır. Hatta onları besleyen, ekonomik ve savunma sanayine yönelik her türlü desteğini gittikçe arttıran da yine Amerika'dır. Yani İsrail'i semizleten güç... Yine de şunu belirtmeden geçmeyeyim; Yahudi lobisinin Amerikan yönetimini ve finansmanını ele geçirdiği bir hakikattir. İsrail'e verilen Amerikan desteği ve her türlü Amerikan yardımının altında bu lobinin etkinliği yatıyor. Üzülerek şunu da ifade edeyim ki Amerika-da çok
sayıda Ortadoğu ve Arap kuruluşları olması, hatta finans gücü bulunmasına rağmen etkin lobicilikten mahrumdurlar. Birlik ve beraberlik içinde hareket edememeleri birçok zararı da beraberinde getirmektedir. Buna sebep ise aralarındaki fitne ve fesattır...
- Doğru, Ebu Şenneb; çok doğru... dedi Şeyh Yasin, başını sallayarak. Hazır fitne ve fesattan söz açılmışken bu aralar işgalci gücün direniş grupları arasına ekmeye çalıştığı fitne hakkında da konuşmak istiyorum.
- Sizi dinliyorum efendim.
- Biliyorsun ki işgalci İsrail, Filistinliler arasındaki bu birlik ve beraberliği bozmak için birçok sinsi plânı uygulamaya çalışıyor. Gazze'mizde de bu durum söz konusu... Direniş, farklı farklı kesimlerin değişik örgütlenmeleri altında dayanışma içinde ilerlerken; metodun ayrı, nihai gayenin aynı olduğundan kuşkuda değiliz. Kimi bizim gibi İsla-mi bir şuur ve bilinçle direniş mücadelesi verirken; kimi demokrat, kimi milliyetçi, kimi laik, kimi de sol bir kimlikle direniyor. Adı direniş olan bu birlik ve beraberlik şimdiye dek sorunsuz sürdü. Şimdi ortaya çıkan bu nevzuhur fitne ateşinin büyümesine fırsat vermememiz gerektiğine kani-yim. Bu konu üzerine nice zamandır düşünüyordum. "Islah Komitesi" her ne kadar çalışıyorsa bile, yine de birinin bu işle ilgilenmesini tefekkür ediyordum. Senin gelişin hayra vesile oldu. Zira akraba ve dostların arasında ve bulunduğun ortamda bu işe layık girişimlerde daha önce bulunmuştun. Bunun için özel gayretinle, bu işte hayırlı neticelere sebep olacağına inanıyorum.
- Siz nasıl uygun görürseniz efendim. Elimden geleni mutlaka yapacağım.
Şeyh Yasin buna sevindi.
- Öyleyse git ve bu hayırlı işle uğraş. Fakat önce iki rekât namaz kıl. Allah'tan yardım dile ve kalben bu fitneyi söndürmek için istek duy. Rabbimize, sözlerini taraflara etkili kılması için biz de dua edeceğiz. Biraz önce de dediğim gibi ihlâsı elden bırakma. Ayrıca sana yardımcı olabilecek arkadaşlarını da yanına alabilirsin. Allah yardımcın olsun. Kısa bir müddet sonra İsmail Ebu Şenneb'in, yüklendiği bu vazifeden de yüzünün akıyla çıktığı görüldü. Tüm direniş gruplarıyla görüştü. Onlara işgalci siyonistin hile ve oyunlarını anlatıp fitneye alet olmamalarını telkin eden Ebu Şenneb, Allah'ın izni ve yardımıyla bu fitnenin kaybolmasında başarı sağladı. Filistinliler arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasında oldukça önemli mesafeler katetti.
Ebu Şenneb, Gazze'de değişik örgütler arasında çıkan bu fitnenin ortadan kaldırılmasındaki olumlu gayretlerinden dolayı 'Islah Komitesi' üyeliğine seçildi. Bu durum onun azmini daha da kamçıladı. Nitekim fitneyi tamamen ortadan kaldırarak büyük bir tehlikenin Önüne geçti. Uzlaşmacı kişiliğiyle tüm grupların takdirini kazandı. Şeyh Yasin, bu başarının gizli anahtarının Ebu Şenneb'in ihlâsı, takvası ve halis niyeti olduğunu biliyordu. O, el attığı her işte Allah'ın izniyle başarılı oluyordu. Bu birlik ve beraberliğin sağlanmasında Ebu Şenneb'in şahsında Şeyh Yasin'in İhvan abasıyla gerçekleştirdiği direnişin değeri daha çok arttı. Halkın teveccühü, sempatisi her geçen gün çoğalıyordu.
Halk, gerek bireysel bazda, gerek aşiretsel yahut toplumsal bazda aralarında çıkan anlaşmazlıklarda soluğu Müslüman Kardeşler Cemaati'nde, Ebu Şenneb'in yanında alıyor; bir çözüm, bir hakemlik istiyordu. Tüm bu gelişmeler Allah'ın nusretiyle tabanın gittikçe yer bulmasına ve direnişin İslami şuur ve bilinçle yapılmasına katkıda bulunuyordu. Şeyh Yasin, durgun ve düşünceliydi. Yıllardır ektiği tohumlar bölge bölge gelişmiş, Filistin'e serpilmiş, boy boy fidanlar vermişti. Gazze'nin yanı sıra Batı Şeria'da da teşkilatlanmalar gittikçe artmıştı. İşgale karşı kabaran kin ve öfke seli patlama noktasındaydı.

İşgalci İsrail'in Gazze yakınlarına yahut Batı Şeria gibi bölgelere Yahudi yerleşimcileri, planlı ve sinsi oyunlarla yerleştirmesi, halkın öfkesini daha da arttınyordu. İleriki yılarda sayıları 7800'lere kadar varacak olan bu Yahudi yerleşimcileri koruma adına işgalci güçlerin tank ve ağır silahlarla Gazze'ye yerleşmesi ise, halkın öfkesini dizginlenmez bir boyuta sürüklüyordu. Öyle ki bu durum Şeyh Yasin'i düşündürüyor, bir çözüm bulma noktasında zorluyordu.
Direnişin ulaştığı boyutu düşündü. Bu yapı ve bu kor-dinasyon artık ihvan abasına sığmayacak bir boyuta/bir seviyeye gelmişti. Zamanıydı; direnişe yeni bir elbise biçilme-li, yeni bir yapılanmaya gidilip yeni bir hüviyete bürünme-liydi. Lokal direnişten umumi direnişe geçirecek bir kimlik gerekiyordu. Tamamıyla Filistin'e has, Filistin'e özgü... Artık İhvan havası bu yapıyı taşımayacak kadar dardı. Zira direniş büyümüştü. İşgal devletine karşı fiili bir mücadele ve halk ayaklanması tarzında bir örgütlenme yapısı, direnişe giydirilmeliydi. Bugünlerde halkın artan öfkesi bir kıvılcım bekler gibiydi. Bu öfkeyi disiplinli ve kontrollü bir şekle sokmak onu işgalciye karşı diri tutmak ancak bu çapta bir örgütlenmeyle mümkün oacaktı. Bu amaçla Abdulaziz Rantisi ve Ebu Şenneb vasıtasıyla, teşkilat içinde güvenilen ve öncü kadroda bulunan üç-dört kişiye daha haber gönderdi. İki gün sonra toplanacak ve düşündüklerini yeni bir hüviyete büründürecek bir karar alacaklardı. Yeni ve daha kapsamlı, daha kuşatıcı, daha ^ aktif bir yapı, yeni bir direniş, yani yeni bir kan, yeni bir can.
8 Aralık 1987...
Gazze'nin Cebalya mülteci kampı….
Sabahın erken saatleriydi. Sokak başında bir tank görüldü. Paletli, geniş ve oldukça büyüktü. Bu demir yığını tankın üstüne şeritli üç ağır makineli silah monte edilmişti. Uzunca olan top namlusuyla mülteci kampında devriye gezmekten çok, savaş alanında gibiydi. Ağır ağır ilerleyerek geçtiği sokaklardaki evleri yıkarcasma sarsıyordu. Tanktaki işgalci askerler zırhlı bir aracın içinde olmalarına rağmen hep sıkıntılı, hep tedirgindiler. Dışarıyı gözetleyen askerin gülüşü, diğerlerinin dikkatini çekti.
- Ne oluyor dedi, tank komutam. Neden gülüyorsun?
- Bir çocuk yolun üstüne çıkmış komutanım, dedi asker. Elindeki taşı bize atmaya çalışıyor.
Komutan da bakınca dokuz- on yaşlarında yolun ortasında pervazsızca duran bir çocuk gördü. Üstünde kolsuz gri bir penye ve ona uygun renkte bir şort, ayaklarında da sandalet tipi bir ayakkabı vardı. Manzarayı çocuğun elindeki taş, gözlerindeki kin ve öfke tamamlıyordu. Çocuk, üstüne doğru ilerleyen tanka birkaç adım daha yaklaştı. Elinde tuttuğu taşı tüm gücüyle tanka doğru savurdu. Komutan demir yığını tanka değen taşın sesini bile duymadı. Birden kan beynine sıçradı komutanın. Bir çocuk hangi cesaretle bunu yapabilirdi. Sinirlenip tank sürücüsüne bağırdı. - Hızlan, çabuk hızlan! Ez şunu! dedi.
Paletler hızlanınca çocuk bir ok gibi geriye doğru fırladı. Peşinde tank olduğu halde dar bir sokağa girip kayboldu. Aniden tekbir sesleri arasında nereden geldiği belli olmayan yüzlerce taş, tankın üzerine düştü. Tanka monte edilmiş silahlar kırıldı. Açık olan üst kapaktan içeri düşen taşlar askerleri ürkütmeye yetmişti. Komutan ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gördüğü manzara karşısında şaşkındı. Çoğu genç olan yüzlerce Filistinli ellerinde sapanlar ve taşlarla saldırıyordu. Kiminin yüzü kefiyelerle örtülü, kiminin de başı bandajlıydı. Gittikçe çoğalan bu insanlar durmadan sloganlar atıyor, durmadan bağırıyorlardı. Hepsinin gözlerinde kıvılcım kıvılcım bir kin, bir öfke dolaşıyordu.
Komutan aniden irkildi:
- Tuzak bu, dedi şaşkın şaşkın. Çocuk bizi tuzağa çekti; aptallar!...
Ne yapacağını bilememenin öfkesiyle emirler yağdırıyordu.
- Çabuk geri çekil, çabuk geri çekil! Tuzak bu! Ardından üzerinden ilk şoku atar atmaz telsize sarıldı.
- Merkez, beni duyuyor musunuz? Acil yardım istiyoruz. Cebalya'da isyan var; gittikçe artan direnişçiler her taraftan türüyorlar. Cebalya'da başlayan öfke seli kısa bir zamanda tüm Gazze'ye yayıldı. Derken Batı Şeria başta olmak üzere birçok şehirde tutuşup tüm Filistin'i saran bir hareket, bir öfke doğdu: İNTİFADA!
Önceki akşam İsrail'deki işlerinden Gazze'deki evlerine dönen bir grup Filistinli işçi, kontrol noktasında işgalci askerler tarafından durdurulmuştu. Kontrol bahanesiyle durdurulan ve içinde işçi Filistinlilerin bulunduğu bu aracın üzerine sivil bir Yahudi yerleşimci kamyoneti kasten Çarpmış; dört Filistinli işçinin Ölümüne, dokuz Filistinli işçinin de yaralanmasına sebep olmuştu.
Bu olayın verdiği öfkeyle Cebalya mülteci kampında başlayan Birinci İntifada alevi gittikçe tüm Filistin'i sardı. Kin ve nefrete bürünen öfke, sapanlarda taş olup işgalci gücün üzerine yağıyordu. Aynı gün önemli bir gelişme daha yaşandı. Gazze'deki Müslüman Kardeşler Cemaati'nin önde gelenleri Şeyh Yasin'in liderliğinde önemli bir toplantı düzenledi. Yedi kişilik bu toplantıda, birazdan tarihi bir gelişmenin temeli olacak bir karar alınacaktı.
- Kardeşlerim! diye söze başladı Şeyh Yasin. Yıllardır toprağımızı, sevgili Filistin'imizi, kutsal Kudüs'ümüzü ve Mescid- i Aksa'mızı işgal eden Siyonist düşmana karşı halkımız bir direniş vermektedir. Başından bu yana gayemiz, şuurlu ve Islami bir direnişi gerçekleştirmektir. Zira İslami olmayan bir direniş özümüze, kimliğimize uygun değildir. Rabbimizin inayetiyle yıllardır verdiğimiz emekler boşa çıkmadı. Bugün tutuşan 'İntifada' ateşi ellerde taş olup Yahudi'nin suratını yakmaktadır. Bugüne kadar giydiğimiz bu aba, bu yapıya artık dar gelmektedir. Dünya arenasında biz Filistinlilerin hakkım, mağduriyetini, maruz kaldığımız zulmü artık kendi adımıza başkaları değil, biz savunacağız. Bunun savaşını biz vereceğiz. Artık Rabbimizin nusretiyle bünyemizde bu bilinçle yetişen, hareketimizin tüm kadrolarında görev ve sorumluluk alabilecek, dünya siyasetinde bizi çekinmeden ve bihakkın temsil edecek kardeşlerimiz var. Şimdiye kadar attığımız adımlara birçok engel çıkarılmasına rağmen, büyük mesafeler katettik. Şimdi bir adım daha atıp direnişimizi daha disiplinli, daha örgütlü, daha kapsamlı ve kuşatıcı bir hale getireceğiz. Bundan böyle yeni yapılanmamızı HAMAS (Hareketü'l Mukavemetü'l İs-lami/İslami Direniş Hareketi) çatısı ve adı altında gerçekleştireceğiz. HAMAS anlamı gibi Filistin'e ve direnişe cesaret, güç ve kuvvet olacaktır. Şeyh Yasin, oy birliğiyle hareketin manevi liderliğine seçildi. Zira o, direnişin ve İntifada'nm sürmesinde motor görevi görüyordu. Toplantıda kurucu üyelerden bazıları çeşitli vazifeler aldılar. Kimi sözcü, kimi güvenlikçi, kimi de koordine edici olarak Şeyh Yasin'in kontrolünde faaliyetlerine devam ettiler. Toplantıdan bir gün sonra HAMAS'm resmen kurulduğunu ilan etme görevi Doktor Abdulaziz Rantisi'ye verildi. Başta öğretim görevlisi olarak çalıştığı Gazze İslam Üniver-sitesi'nde olmak üzere halkı, İntifada için örgütleme faaliyetlerinde Mahmud Zahar'la beraber sorumluluk aldı.Daha sonra Ebu Şenneb de Gazzze'de aynı görevle görevlendirildi. İntifada süresince intifada alevinin sürekli tu-tuşturulmasmda, işgale karşı mücadelenin yönlendirilmesinde ve özellikle Gazze'de intifadanın koordine edilmesi konusunda sorumluluk yüklendi. Aynı zamanda Şeyh Yasin'in yardımcısıydı. Ebu Şenneb, İntifada'nın ilk gününden itibaren, HA-MAS'm önderliğinde tüm faaliyetleri aşkla, şevkle, ihlâsla takip ediyordu. Sürekli mücadele metotlarını geliştirecek çalışmalarda bulunuyordu. Şeyh Yasin'in adeta sağ kolu gibiydi. Ertesi gün 9 Aralık 1987'ydi. HAMAS'm kurulduğu resmi olarak ilan edildi. Kısa vadedeki gayesi; işgal altındaki Filistin topraklarından İsrail askerlerini çıkarmak, uzun vadedeki gayesi ise İslami temele dayalı bir Filistin devleti kurmak olarak açıklandı. Artık mücadele sahasında, şanlı intifada meydanında yepyeni bir direnişçi güç vardı: HA-MAS... Filistinlileri merhametsiz ve gaddar bir askeri işgale karşı savunan, halka dayalı bir güç... Bir gün sonra HAMAS, yayınladığı ilk bildiride kuruluş gayesine binaen işgale karşı Filistin halkının en kapsamlı cihadını başlattığını ilan etti. Böylece intifada yeni bir ruh, yeni bir dinamizmle gittikçe kök saldı. Sokak sokak, cadde cadde her gün sapanlarla koca koca tanklara, tam donanımlı işgalci İsrail askerlerine karşı bir intifada gücü sürüp gitti. İntifada'nın ateşleyicisi ve sahibi olan HAMAS, sadece fiili bir direnişte bulunmadı. Eskiden beri süregelen sosyal ve kültürel etkinlikler aksamadan devam etti. Yıllar boyu toplanan akdi ve nakdi yardımları birçok mülteci kampında işgalci güçler tarafından kaderine terk edilmiş Filistinler için kullandı. Kimi yerde anaokul, kimi yerde Kur'an kursu açtı; kimi yerde de esir, şehid ve mahkûm aileleri başta olmak üzere fakir ve yoksul ailelere erzak yardımı yaptı. Sadece fiili cihadı esas tutmadı. Filistinlilerin hemen her sorunuyla ilgilendi. Hastaneler kurup çocuklar ve yaralıları bedava tedavi etti. Muhtaçların ve ihtiyaç sahiplerinin yanında oldu. Sadece Gazze'de değil; Kudüs'ten Cenin'e, Hayfa'dan Askalan'a kadar örgütlenmenin gerçekleştiği birçok yerde halkın yanında her yönüyle yer aldı. Sürgüne gönderilenlerin, işgalcilerin verdiği ağır yaraların sarılmasında Önde hep o vardı. Tavan hareketi boyutunu çoktan geride bırakmış, taban hareketi haline gelmişti. HAMAS Filistinliler için artık bilindik direniş gruplarının ötesinde halka mal olan, hayatın içinde ve hayatın gerçeklerini halkla paylaşan bir direniş olmuştu. Filistinliler için anlamı ve çağrışımı oldukça farklıydı. Zor günlerinde yanlarında buldukları direnişin adıydı. Şimdiye kadar yaşanan çaresizlik karşısında bundan sonrası için dillerde ve gönüllerde bir ümit, bir sevdaydı. Bu organizasyonun beyni ve kilit ismi Şeyh Ahmed Ya-sin'di. Hastalığına ve sakatlığına bakmadan gece-gündüz sorunlarla ilgileniyor, yol gösteriyor, gelişmelere göre strateji üretiyordu. Artık teşkilatsal çalışmalar, bir organizasyon disiplini ve koordinasyonu altında yürütülüyordu. Başta ismail Ebu Şenneb olmak üzere diğer yardımcıları, günlük çalışmalar ve programlan koordine edip bilgi ve belgelen ona arz ediyor, gösterdiği doğrultuda Filistin çapında örgütlenmeyi idare ediyordu. El-Halil ve Kudüs'ün özellikle doğu kesimi, Ramallah, Nablus, Cenin, Hayfa, Askalan, Gazze ile Güney Filistin'e kadar tüm Filistin bir HAMAS direnişi, bir intifada yaşıyordu. Disiplinli ve teşkilatlı bir hak arama mücadelesiydi bu. Tanklara ve ağır silahlara karşı sapan taşlan... Ebrehe'nin fillerine karşı Ebabil kuşları... Tüm dünyaya haklılıklarını sapanlarıyla ispatlamaya çalışan onurlu ve izzetli bir direniş, onurlu ve izzetli bir intifada yaşanıyordu Filistin'de.
Onuncu Bölüm
Ebu Şenneb, bu raporların çoğunda olumlu gelişmeler gördüm. Bu gelişmelerin Gazze'nin dışında da tüm hızıyla devam etmesi Allah'ın bir yardımıdır.
- Kesinlikle efendim. Allah'ın lütfü ve inayeti olmazsa, bizler aciz kullar olarak hiçbir şey beceremeyiz.
- Kudüs, Cenin, El- Halil gibi merkezlerde özellikle cami eksenli çalışmaları ve teşkilatımızın halkla iletişimim İntifada seviyesine getiren kardeşlerden Allah gani gani razı olsun... Buralarda da çalışmaların gidişatı iyi olsa gerek öyle değil mi?
- Allah'a hamd olsun. Gayretli çalışmalarımızın semeresini Allah Teala arttırıyor.
- Bu çalışmalar içinde ilerleme gösterip ilerde daha büyük sorumluluklar alabilecekler için özel düşüncelerin olsun Ebu Şenneb.
- Elbette efendim. Bu sebeple sürekli yeni mücadele metotları üzerinde çeşitli fikirlerin temel oluşturması için, yapılan gayretlerden sizi de haberdar ediyorum. Bu çalışmalarımızda İsmail Haniye ve Muhammed Deif in katkılarının büyük bir payı var. En ücra yerlerde bile intifada ruhunu diri tutmasında direnişimizin üstün bir performansı olduğu açıktır. Bu ilahi bir lütuftur.
- Ya yardım faaliyetleri... İhtiyaç sahiplerine ulaştırmada bir sorun oluyor mu?
- Hayır efendim! Ortalık gergin olmasına rağmen her
türlü gayret gösteriliyor.
Şeyh Yasin, biraz düşündü. Bakışlarını bir noktaya dikip öylece kalakaldı. Biraz sonra başını Ebu Şenneb'e çevirdi.
- Biliyor musun, Ebu Şenneb? dedi. Faaliyetlerimizin güvenliğini sağlamak bize düşüyor. Bunun için küçük bir güvenlik birimine ihtiyacımız vardır. Geçenlerde de konuştuğumuz gibi bu görevi yapabilecek ve bu işte kabiliyetli, gözü pek, cesur gençlerden bir birim oluşturduk. Ama yeni olduğundan eğitim ve gelişmeleri için gayret gösterilse, kışkırtmalara ve heyecana gelmeyecek soğukkanlılık aşılansa iyi olur.
- İnşaallah efendim. Bu konuda size ayrıntılı bir rapor getirecğim.
- Bir de sen ve Rantisi dikkatli olmalısınız. Mahmud Zahar ve diğerleri de... Bu yeni yapılanmamız hakkında, işgalci yönetim kesinlikle istihbarat toplamıştır.
Bu küçük büroda büyük işler planlanıyor, büyük bir di-renişin/intifadanm perçinlenmesi için her gün konuşuluyor, fikir teatisinde bulunuluyordu. İnce ayrıntılar, ince detaylar tek tek ele almıyor; istikbale dair programlar şekille­niyor, atılan her adım, yıllar sonrası da hesaplanarak atılıyordu.
İntifadanm başlamasından 37 gün sonraydı. Ocak ayının ayazında gece yarısından sonraki bir vakitte sokaklarda sessizlik hüküm sürüyordu. Birden askeri cemseler belirdi. Sokağın başında kalabalık bir askeri birlik bir evi kuşatma altına aldı. Sessizce alman tüm tedbirlerden sonra, evin kapısını çalma tenezzülünde bulunmadan kapıyı kırarak, büyük bir gürültüyle içeri daldılar. Aradığını bulmanın sevinciyle zafer kazanmış bir kumandan pozuna bürünen subay, operasyonun bittiğini işaret etti. Aceleyle araçlarına binen işgalci askerler, arkalarında gözü yaşlı bir kadın ve çocuklarını bıraktılar. Gecenin sessizliğini bozan sesler, işgalcilerin arkalarında bıraktıkları lanetler, beddualar ve Rableriyle aralarında perdenin olmadığı mazlumların yakarışlarıydı. Bir saat sonra gözleri kapalı bir şekilde sorgudaydı Ab-dulaziz Rantisi.
- Evet! dedi sorgu subayı. Söyle bakalım Bay Rantisi. Şimdi de HAMAS çıktı ha! Biz birini kapatıyoruz, siz diğerini açıyorsunuz... Sessizdi Rantisi. Konuşulanlardan çok, Rabbiyle meşgul olmaya karar verdi. O'na sığındı. Kendini en zor işkencelere hazırladı. Bu saatleri bir gün yaşayacağını biliyordu. İşte o saatler gelmişti. Sabretmeli ve direnmeliydi. Allah için, rızası için...
Gelişmeyi Şeyh Yasin duyar duymaz Ebu Şenneb'i, Rantisi'nin evine yolladı. Teselli için Rantisi'nin evi ziyaret ediliyor, ailesi yalnız bırakılmıyordu. Her türlü maddi ve manevi destek gösterilmiş, sıkıntı yaşatılmamıştı. Bir ay kadar sonra serbest bırakılan Rantisi mutluydu. Çektiği çileler ve gördüğü zulüm Allah içindi. İçerde olduğu sürece ailesine gösterilen ilgi onu daha çok sevindirdi. Sahipsiz değildi. Bir davası ve bir mücadelesi vardı.
- Bugünden sonra daha dikkatli olmamız gerekiyor, dedi Şeyh Yasin karşısında oturan Rantisi'ye. Zannedersem zor günler bizi bekliyor. Bir ateş sahasının ortasındayız. Gücümüzü ve gittikçe tehlikeli olduğumuzu idrak ediyorlar. Asıl korktukları, İslami şuurla yoğrulmuş bir direniştir. Çünkü onlar da biliyor ki bu bilinç ve şuur onların sonu olur. Bu bilince sahip olan her mücahit için canı, malı ve ailesi ikinci plandadır. Yani ölümü alnına yazan insan neden, kimden ve niçin korksun? Fakat bu şuura sahip olmayan anlayış, bir şekilde memnun edilebilir! İşte bu ince çizgiyi işgalci düşman, tarihi tecrübelerinden biliyor. Bunun için adımlarımızı çok dikkatli atmalıyız Rantisi! Her an, her şeye hazırlıklı olmalıyız.
- Doğru efendim. Sorguda dikkatimi çekti: Hep maddi destek ve makam tekliflerinde bulunuyor, bu yolla direnişi bölmeye çalışıyorlar.
- Bu da çok Önemli bir nokta, dedi Şeyh Yasin. Tüm HAMAS fertlerine sosyal ve kültürel faaliyetlerde, ders ve sohbet halkalarında özellikle imani konuların pekişmesi ve perçinlenmesine yönelik nasihatler yapılsa iyi olur. Zira imam güçlü olmayan her nefse böylesi teklifler cazip gelebilir. Hz. Yusuf aleyhisselam dahi; "Rabbimin esirgediği müstesna her nefis gerçekten kötülüğü emreder" demiştir. Bu konuya ayrı bir Önem verilse iyi olacağı kanaatindeyim.
- İnşaallah verilecektir efendim.
Şeyh Yasin'le görüşmesinden yaklaşık bir ay sonra tekrar tutuklanan Abdulaziz Rantisi, bu defa 2. 5 yıl zindanda kaldı. Fiziki işkencenin yanı sıra yargı işkencesine de tabi tutuldu. Askeri yargıç önüne her çıkarılışında, hakkında herhangi bir hüküm verilmeden her celsesi erteleniyordu. Böylece günleri Yusufî bir hayata alışarak geçti. O atlas ; iklimin havasını teneffüse çalışıyor, bundan azami derecede faydalanıyordu. Aynı zamanda teşkilatçılık ruhuyla cezaevindeki mahkûmları örgütleyerek haklarını aramaları konusunda direnişin başka bir boyutunda mücadele ediyordu. Koğuş koğuş, seviye seviye eğitim çalışmaları, siyasi çalışmalar ve dini ilimler konusunda planlar ve programlar çerçevesinde, zindan çalışmalarını koordineli bir şekle sokuyordu. Tıp doktoru olması özel ilişkilerde çok faydasını gördüğü bir konuydu. Sosyal ilişkisini geliştirici tavırları ve güven verici yaklaşımlarıyla kendini zindana kabul ettirmiş, sevdirmişti. Zira o bir direnişçinin, her zaman ve mekânda Allah rızasını gözeterek fayda verebileceği yahut faydalanabileceği bir gayreti elden düşürmeyeceğinin bilincindeydi.

18 Mayıs 1989!..
Zaman, Rantisi'nin son tutuklanışından bir küsur yıl sonraydı. HAMAS'm çalışmaları, yönlendirmeleri sonucu intifada tüm hızıyla devam ediyordu. Her gün yüzlerce çatışma haberi yayılıyor, İsrail askerlerinin acımasızca katlettiği genç fidanlar Filistin'e feda oluyordu. Kimi 9, kimi 10, kimi 15, kimi 16 yaşlarında hayatlarının baharında intifa-daya adanmış canlardı bunlar. Vuruldukça çoğalan, çoğaldıkça işgalci İsrail'in korkulu rüyası olan çocukların direni-Şi karşısında ellerinden bir şey gelmiyordu. Ellerinde taş-ten başka silahları olmayan çocukların yürüttüğü intifa- iyice sıkışan İsrail, hırsını yine Şeyh Ahmet Yasin'den aldı. Fakat bu defa daha kapsamlı, daha geniş çaplı bir operasyon düzenlendi. Şeyh Yasin'le birlikte Islami Direniş Ha-reketi'nin pek çok mensubunu da tutukladılar, Böylesine büyük bir operasyon intifadaya darbe vurmayı amaçlayan bir hareketti. Remle hapishanesinin karanlık dehlizlerinde Şeyh Yasin, bir yıl boyunca sorgulandı, bu süre zarfında mahkemeye de çıkarılmadı. Sağlık durumu gittikçe kötüleşiyordu. İşkence ve hakaretlerle ruh sağlığına zarar verilmek istendi. Fakat o, vakarla ve tam bir kararlılıkla direndi.
- Şeyh Yasin! diye seslendi, işkenceci subay, alayvari bir sesle. Ziyaretçilerin varmış! Sana giyecek getirmişler. Aslında onları içeri almamız yasak ama sana kıyak yapalım dedik. Sağına baktı.
- Getirin çocuğu dedi, kapıdaki askerlere.
Kapı açılınca içeri 14-15 yaşlarında olan oğlu Abdi girdi. Elinde elbise çantası vardı. Subay bir çırpıda Abdi'nin elindeki çantayı kaptı.
- Vay, vay, vay! dedi, alaycı bir tavırla. Demek sevgili isyancı babana elbise getirdin ha! Bakalım neler varmış çantada. Hımm! İki adet atlet, bir adet çorap...
Çıkardığı her parçayı hırsla yere atıyor, postallarryla basıp çiğniyordu. Son parça elbiseyi de yere attıktan sonra hırsla çantayı yere çaldı. Birden durdu. Yanı başında kendisini şaşkınlıkla izleyen Abdi'nin suratına şiddetli bir tokat attı. Ne olduğunu anlayamadan gayri ihtiyari bir çığlık sonucu kendini yerde bu-
lan Abdi'nin burnundan kızıl kızıl kanlar akmaya başladı. Abdi'nin yerdeki haline kahkahalarla gülen işkenceci subay ve erleri; sadist ruhlu, dengesiz kişiliklerini sergiliyorlardı. Şeyh Yasin'in olanlar karşısında ruhunda fırtınalar koptuğunu ve bir şey yapamamanın ızdırabını yaşadığını bilen subay;
- Nasıl? dedi. Yüreğinin taa derinliklerinde bir acı hissediyor musun Şeyh Yasin? Bizi uğraştırma da bizimle anlaş. Senin için iyi olur. Yoksa...
Olanlara duyarsız değildi Şeyh Yasin. Metanetini Voru-ma zamanıydı. Duygusal olmaktan çok basiretli olmak gerektiğini bilen biriydi. Rabbine tevekkül etti. O'na sığındı ve inayetini istedi. Ona ve aile fertlerine karşı devam eden bu tür işkenceler, onu ümitsizliğe sevk etmiyordu. Yine bir başka gündü. Fiziksel özürlü olması sıkıntılarını arttırmasına rağmen taviz vermemekteydi. Gözlerinin Önünde çocuklarına yapılan işkenceler dahi onu yıldırmadı. O gün işkence dolu bir gündü. İşkenceci bir subay saatlerdir konuşmaya ikna edemediği Şeyh Yasin'in seslendiğini duyunca hemen yanma sokuldu.
- Bir şey mi istedin? ded; ümitle.
- Tuvalet ihtiyacımı görmem lazım. Saatlerdir... Sözünü tamamlamasına fırsat vermeden bağırdı subay:
- Nee!.. Beni bunun için mi sandalyemden kaldırdın?..
Ağzına geleni söylüyor, köpürüyordu. Bu şekilde psikolojik baskı uygulayan işkenceci subay, Şeyh Yasin'e acı çektirmek istiyordu.
Sakat bir insanı en doğal haklarından dahi mahrum eden işkenceci Yahudiler, boşuna çıpmdılar. Zira dört yıl
önceki tutuklamada da aynı direnişçi tavırla karşılaşmışlardı. Fakat Şeyh Yasin de bu süre içinde daha bir bilenmiş oyunlarını başlarına geçirecek tavrı hakkıyla bir daha sergilemişti.
Yaklaşık bir yıla yakındı tutuklanan... Bir gün kapısından içeri giren bir asker onunla ilgilendi. Üstünü başını düzeltti. Temiz elbiseler giydirdi. Tekerlekli sandalyesiyle alıp camekanlı bir odaya götürdü. İçeride avukatını görünce se­vindi Şeyh Yasin. Birbirlerini sorduktan sonra;
- Gelişmeler nasıl? diye sordu.
- Efendim, diyerek başladı avukat. Yakalanışınızdan sonra çeşitli insan hakları Örgütleri dünya kamuoyuna çeşitli açıklamalarda bulundular. Lehinize bazı gelişmeler olsa da işgalci yönetim tavrını yumuşatmıyor. Fakat sizinle görüşmem dahi büyük bir başarı.
- Benimle görüştürdüklerine göre mahkemeyle ilgili bir gelişme olmalı...
- Evet efendim! Bir gelişme var. 3 Ocak 1990 yani, üç gün sonra mahkemeniz var. Ayrıca hakkınızda oldukça yüklü bir dosya hazırlamışlar. Anladığım kadarıyla kurt-kuzu meselesi.
- Hiç bir halt beceremezler, dedi Şeyh Yasin. Takdir ne ise o olur.
Bunca eziyet çekmesine rağmen hâlâ izzetli bir duruş sergileyen Şeyh Yasin'e hayranlıkla baktı avukat. Şeyh Ya-sin'in sorusuyla kendine geldi:
- İntifada'da bir gevşeklik yok inşaallah.
- Hayır, efendim, yok! dedi avukat. Sizin ve diğer kardeşlerinizin tutuklanmasından gaye; intifadayı kesintiye
uğratmaktı. Ancak Siyonist işgalci umduğunu bulmadığı gibi, intifada tutuklanmanızla daha da şiddetlendi.
-Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd olsun! dedi. Ya İsmail Ebu Şenneb... Ondan haberin var mı?
- Şey! Bildiğiniz gibi o da burada, Remle zindanında. İlk etapta sorguya alındığını ve şiddetli işkencelere maruz kaldığını biliyorum. Üç ay boyunca kesintisiz bir şekilde iş-kenceli sorgusu devam etmiş. Daha sonra ışığın bile görünmediği tek kişilik bir hücreye kapatılmış, yakında onunla da görüşeceğimi umuyorum. Teslimiyetçi sözler döküldü Şeyh Yasin'in dudaklarından.
- Allah yardımcısı olsun, dayanma gücü versin... Ya Rantisi... Ondan da haberin var mı?
- O da, dedi avukat. 4 Mart 1988'deki tutuklanmasından bu yana hâlâ zindanda. İşin tuhaf yanı işgal yönetimi onu mahkemeye çıkarıyor ve her hangi bir karar vermeden davasını erteliyor. Bir çeşit yargı işkencesi uyguluyorlar. Aslında öne sürebilecekleri somut bir delilleri yok. Zaten Rantisi de onca işkenceye rağmen ser verip sır vermeyen bir tavır sergilemiş.
- Doğru, dedi Şeyh Yasin sevinçle. Tutuklandığı zaman henüz dışarıdaydım. O, izzetli bir tavır sergiledi her zaman. Birçok kardeşimiz gibi. Bu yol çile ve aşkla yoğrulmuş ilahi, hak bir yoldur. Yolunda gayret gösterenleri ummayacağı ni­metlere eriştireceğini vadeden yüce Allah her şeye kadirdir.
- Size yapılan hakaret ve işkenceleri gündemde tutmak istiyoruz efendim. Zaten Abdi'ye ve ailenize yapılan hakaretler herkesin malumu.
- Oğullarımız ailelerimiz ve canlarımız birer imtihan vesilesidir. Abdi ve ailem, Hz. Ammar'm ailesi ve bizden öncekiler kadar değerli değil. Yasir ve Sümeyye sabrettiler. İnşaallah biz de sabredenlerden oluruz. Avukat, sohbeti başka bir mevzuya çekti.
- Efendim, dedi. Biraz da mahkemenizde olabilecek gelişmelere yönelik konulan konuşsaydık... Bir tebessüm yayıldı, Şeyh Ya sin'in_ yüzüne. "İşgalci yönetimin mahkemesi ha!"diye düşündü. Avukatı bir şeyler söylüyordu. Ama o başka şeyler düşünüyor, başka iklimlerde geziyordu. Nihayet 3 Ocak günü gelmişti. Askeri mahkemenin her biri gurur ve kibir abidesi olan yargıçları Şeyh Yasin'e yüksek kürsülerden bakıyorlardı. Hakkında bir bardak suda onca fırtınalar kopartılan, dünya medyasının ve insan haklan örgütlerinin diline doladığı adam bu muydu? Tekerlekli sandalyede oturan bu mefluç adam nasıl kitleleri peşinden sürükleyebiliyordu? Duruşmayı açan hakimin kimlik tespitinden sonra söz alan savcı, iddianameyi okudu. 15 ayrı suç isnadını sıraladıktan sonra iddianamesini on beş yıl hapis cezasının yanı sıra ömür boyu hapis istemiyle tamamladı. Mahkeme salonunda büyük bir sessizlik vardı. Hakimin ve mahkeme heyetinin gözleri Şeyh Yasin'e odaklanmıştı. - Sanık Ahmed Yasin, dedi hakim. Tüm bu iddialar karşısında kendinizi nasıl savunacaksınız?
Tekerlekli sandalyesinde oynanan tiyatroyu seyreden Şeyh Yasin, tane tane konuştu:
- Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Zira bu mahkeme işgalciler tarafın- , dan kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanun dışıdır. Başta hâkim olmak üzere herkes şok olmuştu. 15 ayrı , suçla yargılanan, hasta ve mefluç bir adamın bu kadar per- , vasızca konuşması büyük bir cesaretti. Karşısında kendisini, mahkemesini ve düzenini reddeden bu adam neyine gü­veniyordu? Hangi cesaretle bunu söyleyebiliyordu? Üzerindeki şaşkınlığı atan hâkim, heyete dönüp bir-iki defa öksür-dükten sonra bu ilk duruşmayı, zamanı sonradan açıklanmak üzere belirsiz bir tarihe erteledi. Apar topar Remle zindanına getirilen Şeyh Yasin, yine karanlıklara gömüldü. Artık Yusufî dünyanın derinliklerin-deydi. 1984 yılında on bir aylık zindan hayatından aldığı lezzeti hatırladı. Manevi doyumun şahikasını yaşamıştı. Tekrar Yusufî öğretiye sarılmak, Yusufî ahlakı, disiplini ve irfanı yaşamak için şu ana kadar yaşadıklarını ruhi bir hazırlık saymalıydı.
6 Ekim 1991'de yine mahkemeye çıkarıldı. Fakat mahkeme vardığı kararı ileride açıklayacağını ilan ederek duruşmayı kapattı. Ama kararın mahiyeti hakkında fısıltılar dolaşıyordu ortalıkta. HAMAS, bu son mahkeme sırasında Şeyh Yasin'in yargılanmasını protesto için grev ilan etti. Halk hareketine dönüşen HAMAS'm çağrısı, hayatı felce uğrattıysa da, işgalci yönetim geri adım atmadı; fakat karşısındaki gücün mahiyetini gittikçe kavrıyordu. 1991 yümm sonlarına doğruydu. Şeyh Yasin hücresinden tekrar alındı. Avukatıyla görüşüyordu. Hal- hatırdan sonra, Şeyh Yasin, avukatının gözlerindeki hüznü fark etti. Yüzünden eksik etmediği mütebessim bir çehreyle:
- Seni hüzünlü görüyorum, dedi.
- Şey!., dedi avukat. Efendim, mahkeme geçen 16 Ekim'de kararını açıklamıştı. İlgili kararın bir nüshasını size getirdim.
- Okur musun? dedi, Şeyh Yasin güven veren bir sesle... Sana zahmet, dinliyorum. Avukat karan okudu. Neler yazılmamıştı ki!.. 15 ayrı suçlama tek tek zikredilmiş, Filistin'in asıl sahipleri onlar-mış gibi ceza yağdırılmıştı. Hâlbuki öz vatanlarından sürülen, çocukları öldürülen, köyleri ve kentleri boşaltılan, evleri baslarına geçirilen, meşru müdafaa hakları ellerinden alınan, işkenceye uğrayan, toprak ve vatanları işgal edilen, insani her türlü yardımdan, ilaçtan, gıdadan, sudan, elektrikten mahrum bırakılan, sokaklarda her gün rasgele açılan ateşlerle insanları öldürülenlerden biriydi kendisi. Şimdi ise dağdan gelen bağdakini kovmuş misali suçlanmıştı. "Bu, hep böyle oldu" diye düşündü. "Tarih boyunca mazlumlar hep ezildi, hor ve hakir görüldü. Sabırla ve izzetle direnmekten başka çare olmayan bir yoldayız. Yardımcımız yüce Allah olduktan sonra ne gam!" Avukatının okuduklarından en son, öldürme emirleri verdiği için ömür boyu, İsrail'i yıkarak yerine İslami bir devlet kurmayı açıklayan kanun dışı (!) bir örgüt olan HA-MAS'ı kurduğu iddiasıyla da on beş yıl hapis cezasına çarptırıldığını duydu. Gülümseyen simasryla avukatına baktı.
- Allah'a hamdolsun, dedi. Onların bizim için öngördükleri cezayı inşaallah Rabbim uhrevi bir mükâfata çevirecektir. Şunu biliyorum ki Rabbimin buyurduğu gibi, onların kalplerinde Allah'tan çok bizim korkumuz var.
Karşısındaki insanın mütevekkil haline bakan avukat, düşünüyordu. Bunca sıkıntı, eziyet, hakaret, işkence ve zorluk karşısında sağlam bir insan dahi sabredemezken bu sakat adam Rabbinin yardımıyla olanları hiç umursamıyordu. Ona bu direnci, bu sabrı, bu tevekkülü, bu teslimiyeti yüreğinin sahibi ve imanı veriyordu. "Allah'a inanan bir insan tek başına kâinata meydan okuyabiliyormuş" diye geçirdi içinden.
- Ebu Şenneb'e ne oldu, görebildin mi? sorusuyla dalgınlığından sıyrıldı avukat.
- Geçenlerde, dedi. Işığın bile girmediği tek kişilik hücresinden 17 ay sonra çıkarılıp koğuşlara alındığını müjdelemek istiyorum. Ayrıca Rantisi hakkında da bir müjdem var: Geçen Eylül aymda 2,5 yıllık zindan hayatından sonra bıra­kıldı. Ama üç ay geçmeden tekrar tutuklandı.
- Evet, duymuştum.
- Hiçbir sebep gösterilmeden işgalci yönetim "idari dava" bahanesiyle onu bir yıldır zindanda tutuyordu. Allah'ın lütfü ve inayetiyle yine azat oldu. Şeyh Yasin, bu gelişmeden mutlu olmuştu.
- Bu haberlerine ve müjdelerine sevindim. Rabbim seni de cennetiyle müjdelesin.
- Amin, hepimizi...
- Ebu Şenneb'le görüşme imkânın var mı?
- Hımm! Zannedersem yakında görüşebilirim.
- Ona selamlarımla beraber zindan şartlarının düzeltilmesi başta olmak üzere kardeşler arasındaki teşkilatlanmanın koordine edilmesinde mesuliyet yüklenmesinin güzel olacağını iletebilirsin. Özellikle ön plana çıkmayışının fay­damıza olacağım bilerek hareket etmeli. Kardeşlerimizin daha çok imani konularda maneviyatlarının pekiştirilmesi yönündeki çalışmaların, sohbet ve derslerin düzenlenmesi ve bir programa yönelik olarak bu faaliyetlerin yapılması­nın faydalarını bilecek biridir. Özellikle her gün toplu Kur'an okunup şahsi programların dışında vird ve zikirle-riyle meşgul olmalarında fayda vardır. Yine özellikle yapılabilirse günün başında ve sonun da tefekkür etmek ihmal edilmemelidir. Zindandan çok iyi bir şekilde faydalanmak için tutukluluk zamanımızı bir fırsat bilmeliyiz.
- Doğrusu bazen buradaki fırsata özenmemek mümkün değil.
Hiç zindan hayatı yaşamamış olan avukata bakan Şeyh Yasin:
- Hayır hayır! Böyle düşünmemelisin, dedi. Bizler Allah'tan hiçbir zaman musibet dilemeyiz. Fakat başa geldiğinde de en iyi ve en güzel şekilde sabretmesini de bilmeliyiz. Bu şekildeki imtihanlardan da ancak bu suretle faydalanabiliriz.
- Anladım efendim.
- Ayrıca Rantisi'ye de haber ulaştırılabilse sevinirim. Tekrar dikkatli olmasını hatırlatıyorum. İntifadanm koordi-nesinde de Mahmud Zahar'la dayanışma içerisinde olmaları gerek. Seçkin gençlere seçkin görevler vermeleri gerekebilir. Muhammed Deif ve İsmail Haniyye'ye sorumluluk yüklenebilir.
Şeyh Yasin birden durdu. Biraz düşündü.
- Bir de dedi, ağır ağır. Önemli bir durum daha var. HA-MAS çatısı altındaki faaliyetlerimizin güvenliği için kurduğumuz küçük bir silahlı birliğimiz vardı. Onu aktifleştirme, daha fazla işlenir hale getirmenin yollarını arasınlar. Bu bir­lik HAMAS'ımızm silahlı kolu konumunda olmalı. Madem işgal gücü bizi kendisini yıkmakla itham ediyor, biz de bu iddiaya layık olmalıyız. Zaten şartlar da bizi buna zorluyor. MOSSAD'm kışkırtmalarını da bu arada unutmamak ge­rek. Bu sebeple Rantisi birliğimizi "İzzeddin Kassam Tugayları" adıyla silahlı direniş kanadımıza çevirecek çalışmaları başlatmalıdır. Şeyh İzeddin Kassam, İngilizlerin işgali sırasında şanlı bir direniş gösteren önderlerimizdendi. İnşaallah onun adını taşıyan bu silahlı direniş kanadımız, adına yaraşır bir mücadele verecektir. Rantisi, neler yapacağını çok iyi biliyor. Özellikle Yahya Ayyaş'ı bu işte görevlendirmesinde faydalar görecektir, İnşaallah bu girişim İsrail işgal gücüne karşı büyük bir atılım olacaktır. Zira şartların gölgesinde HAMAS, artık yeraltına çekilmeye itildi. Tekrar hatırlatıyorum: Rantisi ve Zahar çok dikkatli davranmalılar. Kısa bir sükûnetten sonra avukat konuştu:
- 6 Ekim'deki son mahkemenizden sonra ilan edilen genel grev hayatı felç etti. Öğrencilerin okullara, işçilerin fabrikalara, İsrail'de çalışanların işlerine gitmemesi birçok işin aksamasına sebep oldu. Kudüs, Cenin, Nablus, Batı Şeria ve Gazze'de hayat durdu.
- Allah'u Teala bu halkı bir gün azatlığına kavuşturacaktır. Yeter ki azimle, sabırla şerefli olan direnişimizi ve intifadayı sürdürelim.
- Efendim, dedi avukat. Sanırım yakında zindanda biraz daha rahat etmenize vesile olacak gelişmeler yaşayabilirsiniz.
- Ne gibi?
- Dünya kamuoyunun ve insan haklan kuruluşlarının tepkileriyle gündemde tutulmanız neticesinde sizi koğuşla- , ra alabilirler. Böylece daha rahat edersiniz.
- Biz lütuf ve ikramlar için vesile olanları velinimet bilmiyoruz. Onlar sadece vesiledir. Dolayısıyla şükrümüz, ancak Allah'a olacaktır. Böylece günler birbirini kovalarken Şeyh Yasin ömür boyu ceza almış bir mahkûm olarak Remle zindanındaki günlerini dolduruyordu. Bu aralar elbiseleri içeri almıyor, ziyaretçilerine iyi davranıyor, ilgi gösteriliyordu. Doğrusu bu davranışlardan iş-killenmişti. O gün ziyaretine hanımı ve on iki yaşlarında olan oğlu Abdulgani geldi. Kocasının hastalığının arttığını gören halime Hatun, üzgündü. Abdulgani ise babasını görmenin sevincini sözlerine yansıtıyordu.
- Baba! Seni çok seviyorum.
- Ben de yavrum.
Çift camların arkasında da olsa sevinçliydi Abdulgani, Güzel sözler söyledi oğluna Şeyh Yasin. Nasihatler etti. Bir ara gözleri hanımına takıldı.
- Hayrola, dedi. Seni üzgün görüyorum. Evde bir şey mi oldu.?
- Hayır, dedi hanımı. Evde bir şey olduğu yok tek sıkıntımız senin yokluğun... Çok da zayıflamışsın. Tebessüm etti.
- Anlıyorum, dedi. Sabredin. İnşaallah Rabbimiz onları utandıracak. Bize düşen izzetimizi muhafaza ederek sabr-1 cemil göstermektir.
- Halimizden şikâyetimiz yok elhamdülillah. Hem zaten çocuklar da büyüdü sayılır. Manalı gülümsedi Şeyh Yasin.
- Seni bilirim hatun. Rabbinin rızasını gözettiğini de... Çocuklarımız hususunda gözüm arkada değil. Rezzak olan Allah elbette kullarını unutmaz. Sana da bana da bundan böyle sabırla ve namazla Allah'tan yardım dilemek, ona sığınmak ve Filistinimiz'in özgürlüğü için dua etmek düşer... Nasihatler ve hasret dolu konuşmalar sonunda hanımı ve oğlu gitmiş, Şeyh Yasin odasına alınmıştı. Fakat gözünden kaçmayan tek şey hâlâ kendisine iyi davranılmasıydı. "Elbet bu işte bir hikmet var" dedi kendi kendine, "Bekleyip göreceğiz..." Şeyh Yasin, aynı saatlerde tekrar hücresinden çıkarıldı. Müdürün şatafatlı bir şekilde döşenmiş makam odasına alındı. Hiç görmediği ve tanımadığı sivil giyimli iki şahıs odaya girdi. Cezaevi Müdürü onlara hürmet ve saygı gösteriyor, değerli olduklarını hissettiriyordu. Koltuklara oturduktan sonra müdür, misafirlerine dönerek:
- Ne içerdiniz efendim? Çay, kahve...
- Çay iyi olur müdür bey, dedi iri yarı olanı. Şeyh Yasin de içmez mi acaba?
Müdür Bey, hatırlamış gibi Şeyh Yasin'e döndü. Fakat sormadan cevabını aldı.
- Hayır! Bir şey içmiyorum. İri yarı yabancı:
- Lütfen Şeyh Yasin! İkramımızı reddetmeyin, dedi Şeyh Yasin kendisine iyi davranılmasının sebebini anlamıştı. Tekrar bir şey içmeyeceğini beyan edince, iri yarı sivil yabancı konuştu:
- Şeyh Yasin! Biliyorsun ki ömür boyu hapse mahkûm edildin. Artık bir ömür burada ailenden, çocuklarından, en önemlisi de çok sevdiğin insanlarından ayrı kalacaksın. Ayrıca sürekli bakıma muhtaç ve hastasın. Gördüğüm kadarıyla epeyce de zayıflamışsın. Sana yazık değil mi? Hâlbuki bizler seni bu durumdan kurtarabiliriz. Böyle bir şansının olduğunu bilmeni isterim.
- "Bizler" demekle neyi kastediyorsunuz?
- Bizler, dedi adam. Yani ikimiz, diyerek suskun arkadaşını da işaret etti eliyle.
- Hangi sıfatla?
Gayet rahat bir şekilde konuşuyordu adam:
- Biz, seninle İsrail devleti adına konuşuyoruz. Senin buradan kurtulma şansının olduğunu söylüyoruz!
-Yaa!
- Evet! Bizimle anlaşırsan. Yani yardımcı olursan neden olmasın? Hem o kadar zor bir şey değil. Böylece sen de bu karanlık zindandan kurtulur, rahat edersin.
- Nasıl bir anlaşmaymış bu? dedi Şeyh Yasin.
- Aslında, dedi adam. Basit birkaç söz söylemeniz yeterli. Bizi, yani İsrail'i tanıdığınızı kamuoyuna açıklarsanız, dışarıdasınız.
- Asla!
Aniden ve hiddetle söylenen bu tek kelimelik tepki iri yarı adamı ürküttü. Ama tepki vermedi. "Bu sakat adam söylendiğinden de çetin cevizmiş anlaşılan" diye düşündü. Şeyh Yasin'i sırıtarak dinledi.
- Asla İsrail'i tanıdığımı açıklayamam. Böyle bir teklifi değil kamuoyuna açıklamak, kendi kendime dahi söylemem.
İri yan adam yumuşadı:
- Sakin olun! Lütfen sakin olun. Yine de anlaşacağımızı umuyorum. Biz sadece bir teklifle gelmedik. Diyaloga açığız. Şayet bu teklifimizi beğenmediyseniz o zaman bize karşı direnen çoluk- çocuğun yaptığı taşkınlıkların uygun olmadığını söylemeniz dahi kâfidir. Unutmayın! Bir cümlecik söyleyecek, Özgürlüğünüze kavuşacaksınız. Acı acı gülümsedi Şeyh Yasin. Bunlar değil miydi peygamberleri Hz. Musa aleyhisselama karşı çıkan, hile ve tuzaklar kurarak Hz. Zekeriya aleyhisselamı ve Hz. Yahya aleyhisselamı katleden. Şimdi de yumuşak sözlerle zehir dolu bal şerbetini içirmeye çalışıyorlar. Tabiatları hile ve oyunlarla doğrulmuş; lanetli sinsi insanlardı bunlar.
- O çoluk-çocuk dediğiniz kimseler, dedi Şeyh Yasin hırsla. Bizim direniş kahramanımız, intifadanın yiğitleridir. Onlar aleyhine söz söylemek benim ne haddime! Taşlan küçük, yürekleri büyük insanlardır onlar. Daha devam edecekti ki Şeyh Yasin'in karşısında hop oturup hop kalkan ikinci sivil izin vermedi.
- Yani, dedi asabi bir sesle. Bizimle anlaşmaya yanaşmıyorsunuz öyle mi? Unutmayın ki bu durumda hep burada kalacaksınız.
Şeyh Yasin kızgın ve sertti:
- Evet! Bu zelil tekliflerinizle beni korkutacağınızı mı sanıyorsunuz? Değil sizi, işgalci yönetiminizi dahi muhatap kabul etmiyorum. Zaten mahkememde de bunu dile getirmiştim. En basit bir teklifinizin, dahi yanımda hiçbir kıymeti olmadığın! bilmenizi istiyorum. Hepsi bu kadar!..
- Pekâlâ; Şeyh Yasin! dedi, iri yarı olanı. Seninle aslında daha çok konuşmak isterdik. Lakin biraz dinlenirsen daha iyi olur, diye düşünüyorum. Zira şu an tüm tekliflerimize karşı negatif yüklüsün. Belki ileride yine görüşebiliriz; kim bilir?



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:08 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 06.01.2009 - 11:33
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
On Birinci Bölüm
Şeyh Yasin Remle zindanında uzun bir tecritten sonra nihayet koğuşlardaydı. Kardeşlerinin, çevresinde hizmet için koşturduğu bir ortamda daha iyi hissetti kendisini. Cemaatle namazlar, dersler, sohbetler, kardeşlik havasında geçen programlı bir hayat, zindanın manevi havasını başkalaştırıyordu. Bir ikindi sonrası, düzenli ve programlı ortamı tefekkür ederken birisinin, yanına sokulduğunu fark etti. Başını çevirdiğinde tebessüm etti:
- Allah kabul etsin efendim!
- Cümlemizin Ebu Abdullah. Gel, şöyle yanıma otur. Nasılsın?
- Allah'a hamdolsun. Sizi iyi gördükçe iyi oluyoruz.
- Allah razı olsun Ebu Abdullah. Neyi düşünüyordum, biliyor musun?
- Hayırdır efendim.
- Geldim geleli, zindanı düzenli ve programlı gördüm. Sanki eskiye nazaran daha oturaklı ve daha intizamlı bir ortam var. Cezaevi idaresiyle de gelişmeye meyyal ilişkiler gözlüyorum.
- Doğru gözlemişsiniz efendim. Hepsini Ebu Şenneb'e borçluyuz. Hücreden çıkar çıkmaz ilişkilerimiz olsun, koğuşlarımız olsun Remle zindanına bir düzen oturttu. Koğuşlarımızda günlük arneli ve ibadi programların çekici ve sıkmayacak tarzda düzenli olmasını, kardeşler arasında uhuvvet bağlarının güçlenmesini, idarenin zulümlerine karşı birlik ve beraberlik içinde da-vranılmasını pekiştirdi. İdarenin gasp ettiği haklarımızı almamız konusunda bizi cesaretlendirdi. Sonuçta gördüğümüz gibi bazı nispi düzelmeler yeterli olmasa da gerçekleşti. Ebu Şenneb'i hayırla anarak;
- Ebu Şenneb'den Allah razı olsun, dedi. Çalışmalarının karşılığını fazlasıyla versin. Sahi onun Askalan'a sürgün edilişinin üzerinden ne kadar zaman geçti?
- Onun gelmesiyle teşkilatlı bir yapıya kavuştuğumuzu anladıklarından tüm gelişmelerden onu sorumlu tuttular. Siz gelmeden kısa bir süre önce gönderdiler. Ama benim tanıdığım Ebu Şenneb orada da boş durmayacaktır. Buna eminim efendim.
Gülümsedi Şeyh Yasin:
- Allah mazlumlarla beraberdir elbette... Sana bir şey sorayım Ebu Abdullah!
- Buyurun efendim.
- Elbise vb. ihtiyacı olan kardeşlerimiz mutlaka vardır. Elbisesi fazla olan yahut kullanmadığı elbisesi bulunan kardeşlerimizden toplayıp sahibini belirtmeden ihtiyaç sahibi olan kardeşlerimize verebilirsek iyi olur, değil mi?
- Elbette efendim. Hemen yaparız.
- Bir de imanî konularda ve Kur/an okumada Rabbimİz-le olan rabıtamızı perçinleştirecek amellerle ilgili tavsiyelerde bulunulsa tüm kardeşler için faydalı olacağı kanaatindeyim. Bazı kardeşlerimizin gecelerini ibadetle ihya ettiklerini fark ettim. Bazılarının da gündüzlerini oruçla geçirdiklerini... Buna çok sevindim. Zira kulun rabbiyle rabıtası güçlü olduğu müddetçe şeytanın ona musallat olması güçtür.
- Çok doğru efendim. Bunların hepsi, yine belirteyim ki Ebu Şenneb'in gayretleri ve örnekliği sonucu oldu.
1992 yılıydı o sıralar... İsrail iktidarındaki Likud Partisi seçimleri kaybetmişti, iktidara gelen İşçi partisinin Genel Başkanı İzak Rabin, başbakan olmuş, Likud Partisiyle "Ulusal Birlik" adlı koalisyon hükümetini kurmuştu. Bu dönemde İsrail yönetiminin FKÖ lideri Yaser Arafat ile birtakım görüşmelerde bulunması dikkat çekiciydi. Gaye; Filistin direnişi konusunda İslami direnişi muhatap almayacak bir girişimde bulunmaktı. Bu sebeple Yaser Arafat'ı muhatap almak, diğer direniş gruplarını devre dışı bırakmayla sonuçlanacaktı. Bu, işgalci İsrail'in işine gelen ve çıkarlarını kollayan sinsi oyunlarından biriydi. Yine bu dönemlerde İsrail, yıkılan Sovyetler Birli-ği'nden büyük bir Yahudi göçü dalgasına maruz kaldı. Bu, İsrail'in yıllardır dünya Yahudilerine yaptığı bir davetti. Böylece Filistinlileri katlayacak bir nüfus artışı Siyonistlerin lehine yaşanacaktı. Nitekim Bayındırlık ve İskân Bakanı olan Ariel Şaron söz konusu göçmen Yahudileri, Filistin topraklarına yerleştirmek için 144,000 apartman inşa etmek üzere, geniş çaplı bir program başlattı. Filistin topraklarında birçok yasadışı yerleşim yeri kurarak göçmen Yahudileri yerleştirdi. İşgalci İsrail'in devlet politikası buydu. Remle zindanında ise zaman zaman Şeyh Yasin'in artan rahatsızlığı sağlık sorunlarının ciddiyetini gündeme ta-şısa da Şeyh Yasin metanet ve şükürle sabretmeye çalışıyordu. Ziyaretçilerine göstermemeye çalışıyor; fakat tavır ve hareketleri kendini ele veriyordu. Zindandaki kardeşler ise etrafında pervane misali dönüyor, üzerine titriyorlardı. O ise bu haline rağmen tebessümünü yüzünden eksik etmiyordu. Bir gün Ebu Abdullah, eski bir gazete parçasını getirdi. Batılı bir gazetecinin Filistin intifadasmı izlediği günlere dair kaleme aldığı yazı dizisini içeriyordu.
- Efendim, izin verirseniz size bu haberi okumak istiyorum
- Elbette Ebu Abdullah, dedi Şeyh Yasin.
Bu arada birkaç kişi daha kulak kabartıyordu. Ebu Abdullah okumaya başladı:
"Filistin intifadasmı izlemek için İsrail yönetiminden aldığımız özel bir izinle çatışmaların olduğu bölgeye hareket ettik. Ben fotoğraf makinemle ilginç kareler yakalamak için didinirken, diğer arkadaşlarım da kameralarıyla başları kefiyeli, elleri taşlı çocukları ve askerleri çekiyorlardı. Tabii biz basın mensupları olarak askerlerin arkasında 5- 10 metre gerideydik. Silahları taş olan intifadamn çocukları karşısında askerler iyice sıkışmıştı. Sokağın başında duran tankın arkasına sığınmış olan İsrail askerleri, uzaktan sapanlarla atılan taşlara ateşle karşılık veriyorlardı. Fakat korkan kimdi? Oyunda, eğlencede olması gereken bu çocuklar, kurşunların gölgesinde oyun oynarcasına gülüyorlardı. Köşeye sıkışan askerler ileri gidemedikleri gibi, geri çekilmeyi de gururlarına yediremiyorlardı. Öne çıkıp başına sardığı kefiyesi ve elindeki sapamyla her çocuğun fırlattığı taş, askerlerde panik havası meydana getiriyordu. Doğrusu bu manzarayı hayranlıkla seyrettim. Heyecandan olsa biraz ilerlemiştim ki, o sırada sokağın askerlere yakın olan ara kısmında iki çocuk gözüme ilişti. 11-12 yaşlarındaydılar. Diğerine göre daha çelimsiz olanı, arkadaşıyla ateşli ateşli konuştu. Arkadaşına eliyle bekle işareti yapıp kayboldu. İki dakika sonra hemen geri döndü. Elindekini arkadaşına gösterdi.
Daha dikkatli bakınca çocuğun elindekinin armut büyüklüğünde, toprak renkli, dolgunca bir şey olduğunu gördüm. Çelimsiz çocuk, arkadaşına bakıp elindekini göstererek gülüyordu. Sonra "seyret " dercesine arkadaşına tekrar baktı. Başını sokağın köşesinden çıkarıp az ötelerinde olan İsrail askerlerine göz attı. 10 kadar asker vardı. Elindekini iyice tuttu. Aniden sokağa fırlayıp askerlere doğru koştu. Bu derece yakınlarına kadar sokulmuş bir çocuk görmek, askerlerde şaşkınlık yarattı. Çocuk yavaşladı. Askerlere iyice yaklaştığına kanaat edince elindekini ağzına götürdü. Pimi sökülmüş el bombası gibi elindekini askerlerin ortasına fırlattı. İsrail askerleri panik ve telaş içinde kendilerini yere attılar. Elleri miğferlerinin üzerinde, silahları da yerlere savrulmuş bir halde yüzükoyun yerde uzanmışlardı. Ortalarına düşen el bombasının patlamasını bekliyorlardı. Bir iki üç... Derken ilerleyen saniyeler boyunca hiçbir şey olmadı­ğını gören askerlerden biri, hafifçe başmı kaldırdı. Ortalarına düşen nesneye baktı.
-Allah kahretsin! Patatesmiş, diye bağırdı.
Çelimsiz çocuk köşeden askerlerin yaşadıkları bu korkaklığı seyrediyor, arkadaşlarıyla beraber karnını tuta tuta gülüyordu. Bu manzarayı unutmam mümkün değil. Zira intifadanm çocukları oyun oynarcasına savaşıyorlardı..."
Ebu Abdullah'ı dinleyenler gülüyordu.
- İntifada nesli, dedi Şeyh Yasin. Cesur ve zeki nesil...
Rabbine hamd etti. Hâlâ yüzünden eksik olmayan tebessümü memnuniyetini gösteriyordu. Zindanda olması intifadayı aksatmamış, daha çok alevlendirmişti.
O gün müsait bir zaman gözleyen Ebu Abdullah, Şeyh Yasin'le konuşuyordu.
- Efendim! Abdulaziz Rantisi selam yollamış. Dışarıyı merak etmememizi, her şeyin yolunda olduğunu söylemiş. Hem sizi çok özlemiş, hem de dua istemiş.
- Buna sevindim Ebu Abdullah, Rantisi'nİn sorumluluğu artmış. Zor bir dönemden geçiyor. Fakat Zahar, Haniye ve Muhammed Deiften yardım göreceğini umuyorum. Yahya'yı da unutmamak gerek. Artık mücadelemizde ken­di kadrolarımızı kuracak seviyede çok kardeşlere sahibiz. Bu konuda çekincem yok. Yalnız bazı mesajlarımız Ranti~ si'ye ulaştınlsa iyi olur. Yalnız olmadığını bilmesi gerek.
- Bir de Askalan'da güzel haberler var efendim.
- Askalan mı?
- Evet efendim. Askalan zindanlarından... İsmail Ebu Şenneb oraya nakledilir nakledilmez oldukça aktif faaliyetler yürütmüş. Mahkûm kardeşlerimizi zindan şartlarının düzeltilmesi için organize etmiş. Yaşam şartlarının iyileştirilmesine yönelik haklarını almak için bir açlık grevi düzenleyip şartları nispeten düzeltmişler. Anlaşılan iyiye doğru bir gidiş varmış.
- Ebu Şenneb'e Allah rahmet etsin. O, gerçekten yiğit bir mümin, yiğit bir direnişçi... Allah, kendi yolunda gayret gösterenlerin yardımcısıdır. Darısı, diğer zindanlarda bulunan kardeşlerimizin başına...
*
İntifadanın tüm hızıyla devam ettiği günlerde endişe sahibi yürekler her şeye rağmen direnişi canlı tutmak, halkla kaynaşmak, halkı irşada devam etmek için azim ve gayret içindeydiler. Sürekli gözetim ve baskı altında olmak bile buna engel değildi. Çekilen çile kutsaldı ve bu kutsal çilenin yolu zorluklarla döşenmişti. Zira imtihan; Allah'ın bir sünneti, önceki nesillerden beri süregelen bir kanun-u ilahisiy-di. Kendisi kutsal olan davanın çilesi de kutsal olmalıydı.
Gazze'de bir evde iki kişi konuşuyordu:
- Remle'den haber var, dedi Abdulaziz Rantisi.
- Remle mi? Şeyhimizden ha! diye sevincini gösterdi Mahmud Zahar.
- Evet, Şeyhimizden.
- Yüce Allah onu en kısa zamanda azad etsin!
Sonra bakışlarını pencereye çevirdi. Dudaklarında tüm içtenliğiyle gönül pınarından sözcükler döküldü:
- Allah'ım! Sen, mutlikal-usara'sm. Ona ve zindan ehli kardeşlerimize yardımların en güzeliyle nusret et!
- Âmin, dedi Rantisi konuşmasına devam ederek. Şeyhimiz teşkilatsal çalışmalarımızın koordinesini sağlamlaştırmamızı; halkla, çocuk ve gençlerle irtibatımızı kuvvetlendirmemiz için cami, mescit, kütüphane gibi sosyal faaliyet alanlarından çokça faydalanmamızı; bundan geri durmamamızı istemiş. Sürekli üretken fikirler ve üretken faaliyetler içinde bulunmamızı tembihlemiş.
- Sen ne düşünüyorsun? dedi Mahmud Zahar.
- Doğrusu, dedi Rantisi. Bu yöndeki çalışmalarımız eskiden beri süregelmektedir. Yalnız koordinasyon ağımızı perçinlemek ve sohbet-ders halkalarını evlerden dışarı taşınıp söylenen yerlerde yoğunlaştırmamızın hareketin gelişimi açısından iyi olacağını düşünüyorum.
- Katılıyorum söylediklerine. Zaten Gazze'de ve semtlerinde köklü bir çalışmamız var. Refah'm Yebna semtindeki Zinnureyn Camii ve Bilal İbnul Rebah Camileri gibi camilerde hep süregelen sohbet ve ders halkaları neticesinde cemaatte ve müdavimlerde artış olduğu gözlendi.
- Bilal ibnu Rebah Camiinin kütüphanesini de unutma! Takriben beş bine yakın kitap var orada. Gençler, çocuklar, halk az mı faydalanıyor oradan?
Mahmud Zahar sözü aldı:
- Mısır sınırına yakın Tellu's- Sultan mahallesinin Nur Camiine kadar faaliyet ağımız bu taraflarda sağlam. Ama
kuzeyimizde ele bunu pekiştirmeliyiz.
- O taraflarda da köklü çalışmalarımız devam ediyor. Kudüs'ün kuzeyindeki Enes ibnu Malik Camiinden cenindeki Haretu'd- Demeç Camiine, oradan da el-Haîü'deki İbrahim Camiine kadar, hatta Askalan dâhil faaliyetler süregi-diyor. Yine de dediğin gibi daha çok önem vermeli; halkı bilinçlendirmeye, direniş göstermeye, intifadayı sıcak tutmaya yönelik çalışmaları artırmaya koyulmalıyız. Zannedersem Şeyhimiz, bizi motive için tavsiyelerde bulunuyor. Ayrıca yardım faaliyetlerini de aksatmamamızı öğütlemiş.
- Yardım mı?
- Evet! İhtiyaç sahiplerine ayni ve nakdi yardımın yanı sıra sağlık ve eğitim yardımlarım dahi unutmamak gerek. Biliyorsun ki Şeyhimizin her zaman, özellikle esir ve şehit ailelerine yardım için öncelikli tavsiyeleri vardı. Bu arada dul ve yetimleri, mahkûm ailelerini de unutmamak lazım. Halka her yardım anında bir- iki cümle de olsa gönül okşayıcı sözler ve direniş ruhunu geliştirecek nasihatlerle sohbet etmenin çok faydaları var. Bugün mevcut gelişmemizin te­melinde bu yaklaşımın olduğu bir hakikattir.
- Öyleyse organizemize daha önem vermeliyiz. Zira istikbalimiz bunun üzerine kurulu. Halktan kopuk bir hareket başarılı olamaz.
- Çok doğru bir tespit, dedi Rantisi. Bir önemli husus da şu ki bizim dışımızda da birçok direniş grubu var. Hepsiyle ortak noktamız ve ortak tavrımız, direnişte birleşmektir. İşgalci yönetime karşı bu yönümüzle birlik ve beraberliğimizi muhafaza ediyoruz. Bu beraberliği İslami Cihad Hareketiyle daha çok yakınlaştırıp desteğimizi sosyal, kültürel ve askeri yapıda da perçinleyebiliriz. Diğer direnişçi gruplarla olan beraberliğimizi unutmadan... Zira bugünlerde dünya kamuoyunda yer bulan haberler arasında işgalci İs­rail'in birliğimizi bozacak adımlar attığını sen de duymuşsundur.
- Evet maalesef! İş başına gelir gelmez İzak Rabin, sözde İsrail kamuoyuna Filistinlilerle uzlaşmaya yönelik demeçler verdi. Çeşitli girişimlerde bulundu.
- Fakat işgalci İsrail bunda samimi değil. Zira direniş birliğini bozmaya yönelik olarak tüm direniş gruplarını değil, sadece Yaser Arafat'ı ve örgütünü muhatap aldı. Tut adamı Güney Lübnan'dan Tunus'a sür. Orada da karargâhlarını bombala. İslami direnişin artması karşısında korkup bombaladığın adama sarıl! Bu politika ancak işgalci Yahudi'ye yakışır.
- Zaten onlar da öyle yapıyor. Hem görünen o ki, Arafat da bundan pek şikâyetçi değil. Tavizler vermek pek zoruna gitmiyor. Şimdiden işgalcilerin her söylediğine razı gibi...
- O böyle kabul etse de, dedi Rantisi. Bizler asla işgalci-Yahudi'ye özgürlüğümüzü feda etmeyeceğiz. Kanımızın son damlasına kadar direnişten ve mücadeleden geri durmayacağız. Ya Filistin azat olacak ya da biz şehit olacağız. Başka yolu yok bu işin!
On İkinci Bölüm
1992 yılının son günleriydi. Kış mevsiminin kendisini iyice hissettirdiği bir soğuk hava yaşanıyordu Filistin'de. O gece soğuğa aldırmayan birileri de vardı. Kalpleri katı, elleri silahlı işgalci İsrail askerleri... Gazze dâhil büyük bir operasyon yaşanıyordu o gecenin ayazında. Başta Abdulaziz Rantisi olmak üzere yüzlerce insanın evleri basıldı gecenin geç saatlerinde. Evinden alınan herkesin elleri, ayakları ve gözleri bağlıydı. Toplu bir şekilde bilinmeyen bir yere doğru yola çıkarıldılar. Sarsıla sarsıla yol alan araçta Rantisi'nin elleri ve ayakları oynatılmayacak kadar sıkıydı. Neler olduğunu düşünüyordu. Bir yerlere götürülüyorlardi. Ama nereye? Araçta birçok kimsenin varlığını hissediyordu. Ama kimlerdi? Bir ara yanmdakine fısıldadı. Sert bir şekilde ikazla uyanlınca, şartlan zorlamadı. Eziyet ve meşakkat dolu bir yolculuktan sonra nihayet yolculukları sona erdi. Askeri araç konvoyu taşlık ve kuru bir arazide durdu. Tüm araçlar, çevrede alınmış olağanüstü güvenlik önlemleri altında, tutukluları boş araziye bıraktılar. Gittikçe artan tutuklular yüzerceydi. Herkes neler olduğunu, neden buraya getirildiğini, buranın neresi olduğunu büyük bir merakla fısüdaşıyor; bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Meraklan; dindiren megafonik bir ses duyuldu:
- Sizler, İsrail Devleti aleyhine yapmış olduğunuz yasa dışı faaliyetlerden dolayı, bir daha ülkeye sokulmamak üzere Güney Lübnan'ın Mercu'z-zuhr denilen bu bölgesine, . 415 kişi olarak sürgün edilmiş bulunuyorsunuz... Uğultular arttı. Tepkiler çoğaldı. Fakat her yanı saran : eli silahlı askerlere karşı ne yapılabilirdi ki? Askeri konvoy . geri çekilirken yalnızlıklarıyla baş başa kalan 415 kişi şaşkınlık içerisindeydiler. Haber kısa süre sonra dünya basınında ilk sıralarda yer aldı. Akın akın haberciler Mercu'z-zuhr'a yığıldı. Dünya ülkelerinden İsrail'e kınamalar yağmaya başladı. İnsan hakları örgütleri ve yardım kuruluşları harekete geçti. Çadırlar kuruldu. Gıda ve giyim yardımları bu taşlık ve kurak arazi-1 ye yığıldı. Rantisi araçlardan indirilir indirilmez, hemen bir şeyler yapması gerektiğini anlamıştı. Önce gözleri birilerini aradı, Mahmud Zahar'ı görünce sevindi.
- Sen de ha! dedi garip bir sevinçle. Sarıldı dostuna. ''
- Evet ya! dedi Zahar. Kimler yok ki! - İşgalci İsrail'i kastederek- Bunlar ne planlıyor Allah aşkına?
- Hâlâ anlamadın mı? dedi Rantisi. Bak şu insanlara. Hepsi tahsilli, okumuş insanlar. Birçoğu da üniversite hocası...
- Sanki hepsi bilinçli olarak seçilmiş.
- Aynen öyle. Tüm bu insanlar hareketimizin manevi gücü ve yönlendiricisidirler. İşgalci yönetim böylelikle HAMAS'ı zora sokmak istiyor. Ama Allah'ın izniyle HAMAS ve İntifada sekteye uğramayacaktır.
Aradan geçen ilk günün şaşkınlığından sonra diğer gün, Rantisi tüm sürgünleri topladı.
- Arkadaşlar! dedi. Bir imtihan dönemi geçiriyoruz. Sizlerin de fark etmiş olduğunuz üzere, hepimiz seçilerek buraya sürgün edildik, işgalci yönetimin bu hareketten gayesi; direnişin ve intifadanın gücünü kesintiye uğratmaktır. Zira içimizdeki birçok arkadaşımızı direnişin bel kemiği olarak görüyorum...
Biraz durdu, nefes aldı. Arkadaşlarına göz gezdirdi. Tekrar konuştu.
- Zannedersem ilk şoku hepimiz atlattık. Şimdi toplanmamızın sebebine gelmek istiyorum: Gördüğünüz gibi buraya birçok basın- yayın aracı geliyor. Bunu fırsat bilmeli ve mazlumiyetimizi tüm dünyaya anlatmalıyız. Bu sebeple aramızda koordineli bir çalışma yapıp iş bölümünde bulunmamız kaçınılmazdır. Yapılan yardımları dağıtmak, sorunlarla ilgilenmek, adımıza demeç vermek gibi... Bunun için öncelikle bir sözcümüzün/temsilcimizin olmasını teklif ediyorum...
Kalabalık arasında sesler yükseliyordu.
- Haklı, doğru söylüyor.
- Birinin adımıza konuşması gerekiyor.
- Dünyaya derdimizi/İsrail zulmünü anlatmak gerek.
- Bir temsilcimizin olması şart...
Yapılan teklifler sonunda Abdulaziz Rantisi tüm sürgünlerin temsilcisi olarak kabul edildi. Zira o, bu işe en uygun insandı.
Hemen Mahmud Zaha/Ia birkaç kişilik istişare grubu kurdu. Aralarında iş bölümü yaptı. Zahaf'Ia da her konuda sıkı sıkıya görüşüyordu. Artık sürgün olanlar daha düzenli, daha nizamlı olmuştu.
Bir haber ajansının muhabiri Rantisi'ye soruyordu.
- Sayın Rantisi! Söyler misiniz, buraya niçin sürgün edildiniz?
- Bizler topraklarımızı işgal eden İsrail askerleri tarafından haksız bir şekilde sürgün edildik. Gece yansı evlerimizden apar topar alındık. Ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz bağlı bir şekilde buraya sürüldük. Hiçbir sebep ve gerekçe gösterilmedi. Tek suçumuz, işgale direnmek. Bu bizim için şereftir. Şu insanların hepsi okumuş, aydın insanlar, çoğunlukla üniversitelerde hocalık yapan kimselerdir. Filistin'in işgalini, İsrail bu yollarla gündemde tutmakla aslında propagandamız açısından bize yardımcı olduğunun idrakinde değil.
- Peki, ne yapacaksınız? Bir planınız var mı?
- Filistin'de olduğu gibi burada da direnecek ve topraklarımıza döneceğiz. Tüm dünyanın Filistin'deki İsrail zulmünü görmesini istiyoruz. İnsanlarımız her gün öldürülüyor. Plastik mermiler diye gerçek mermilerle çocuklarımız katlediliyor. Hapishanelere yığın yığın insanımız tıkılıyor. Her gün gittikçe artan bir zulüm yaşanıyor Filistin'de.
- Sayın Rantisi! Avrupa ve Arap ülkelerinin bazılarından yapılan birtakım açıklamalar var. Sizlere oturma izni verip mülteci olarak kabul edebileceklerini söylüyorlar. Siz
ne düşünüyorsunuz bu açıklamalar karşısında?
- Biz başka ülkeye iltica etmek gibi bir niyette değiliz. Gidebileceğimiz tek yer Filistin'dir. Ya oraya döneriz ya da burada evlerimize donene kadar kalırız. Yıllardır İsrail işgal yönetimi birçok Filistinliyi ferdi olarak veya gruplar şeklinde sürgüne göndermiştir. Ayrıca Ürdün, Lübnan başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde mülteci olarak bulunan milyonlarca insanımız vardır. Bizimle beraber onların da dönmelerine izin verilmelidir. Bu konuda dünyanın tüm ülkeleri İsrail'e baskı uygulamalıdır.
- Burada kalacağız diyorsunuz. Ama burası soğuk ve...
- Olabilir. Kışın soğuğu, yazın sıcağı pahasına vatanımıza dönene kadar burada kalacak; başka bir öneriyi hiçbir suretle kabul etmeyeceğiz.
O akşam toplanan istişare grubu, Özellikle bazı Avrupa ülkelerinden ısrarla yapılan çağrıları değerlendiriyordu.
- Fransa, tüm sürgünleri kabul edebileceğini açıklamış, dedi Mahmud Zahar.
- İngiltere ve Almanya'da... dedi bir diğeri.
Rantisi istişare grubunu oluşturanların yüzlerine tek tek baktı.
- Peki siz ne düşünüyorsunuz? Sesler yükseldi:
- Ben derim ki bu, danışıklı bir dövüş olup buradaki beraberliğimizi bozmaya yönelik bir fitnedir.
- Bence bu teklifler işgalci gücün ekmeğine yağ sür-mekten başka bir şey değildir.

- Bu teklifler bizlerin vatanımızdan ve direnişten ebediyyen vazgeçmesi anlamına geliyor.
Memnun ve bir o kadar mutlu bir şekilde gülümsedi Rantisi.
- Kardeşlerim! dedi. Böyle düşündüğünüzü biliyordum. Sizlerle aynı kanaatteyim. Bu teklifler bize iyilik değil, kötülüğün ta kendisidir. Bizler intifadasız bir hayat düşünemeyiz. Buradaki, birlik ve beraberliğimizi bozacak her türlü teklif ve işe karşı yekvücut olmalıyız. Hepimiz Filistin'e dönene dek burada kalacağız. Batılı ülkelerin cazip teklifleriyle davamızı bırakmayacak, onlara intifadanın tasfiyesi ve gücünü kaybetmesi zevkini tattırmayacağız. Emin olun kardeşlerim! Batılılar bizden çok, işgalci İsrail'in zor durumda kalmaması için bu teklifleri yapıyorlar... Mercu'z-zuhr bölgesindeki bu 415 sürgünün hikâyesi dünya basınında gün geçtikçe artan bir ilgiyle izleniyordu. Günlük hayatlarından kesitler, yaşadıkları zorluklar, kararlılıkla geri dönüş için direnmeleri Filistin davasını gündemden düşürmüyordu. Tüm dünyada İsrail'e büyük bir tepki doğmuş ve bu tepki gittikçe yayılıyordu. Artan uluslararası baskılara Birleşmiş Milletlerin de nispeten katkısı oldu. Gündeme çeşitli Arap ülkelerince getirilen soruna, çözüm bulunmalıydı. Neticede Birleşmiş Milletler Kurulunca 799 sayılı bir karar alındı. Buna göre; Güney Lübnan'ın Mercu'z-zuhr bölgesine sürülen sürgünlerin vatanlarına dönmelerine imkân sağlanması İsrail'den istenmişti. Havalar nispeten ısınmış, kış bitmeye yüz tutmuştu. Yapılan baskılar sonucu İsrail'in bazı açıklamaları, ortalığa yayıldı. Hile ve tuzak kokan bu açıklamalar, Yahudi hinliğini bir kez daha belgeliyordu. O gün bir araya gelen istişare heyeti toplantısında, İsrail'in teklifi gündemdeydi.
- Kardeşlerim! dedi Rantisi. İşgalci yönetim bazılarımıza kapıları açabileceğini açıklıyor. Ne dersiniz?
- Biz, dedi Mahmud Zahar. Seni kendimize temsilci seçtik. Bizi en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyoruz. Ne düşündüğünü öğrenmek istiyoruz.
Diğer üyelerden de sesler yükseldi:
- Evet, evet! Sen bizim temsilcimizsin. Bu konuda nasıl davranmamız gerektiğini biliyorsun. Düşüncelerini öğrenmek istiyoruz.
- Mademki, dedi Rantisi; fikrimi öğrenmek istiyorsunuz, açıklayayım: Bu teklif Yahudi'nin oyunlarından bir oyundur. Şurada kenetlenmiş olan birliğimizi bozmaya yöneliktir. İçimize fitne ve ayrılık tohumlan atmaktır. Yoksa bize acınmış da yapılmış bir teklif değildir.
- Öyleyse ne düşünüyorsunuz? dedi bir ses.
- Öncelikle Allah'a hamdetmek gerek. Çünkü batılı ülkelerin tekliflerine ve bu kış boyu çektiğimiz sıkıntılara rağmen, toprağımıza geri dönmeye yönelik direnişimiz meyvelerini vermeye başladı. Kanaatimce işgal yönetiminin bu teklifi onun acziyetini ve sıkıntıda olduğunu gösteren bir alamettir. Tüm sürgünlere kapı açılmadıkça böyle bir teklifi kabul etmeyeceğimizi deklare etmeliyiz. Bu uğurda büyük bir sabır, fedakârlık ve dayanışma örneği sergilemeliyiz.
Yüzlerde memnun bakışlar vardı. Gözler gibi yüreklerde aynı duygular için atıyor, aynı fikirler için çırpınıyordu. Azimle direnilecek, kararlılık içinde Mercu'z-zuhr'dan bir tek fert ayrılmayacaktı. Aynı dönemde gündemde İsrail ve FKÖ lideri Yaser Arafat arasında bir müddettir devam eden barış görüşmeleri vardı. İşçi Partisi Genel Başkanı İzak Rabin, iktidara geldiği andan beri görünüşte barışçı bir tavır sergiliyor, Filistin sorununu halledeceğine dair İsrail ve dünya kamuoyuna mesajlar vererek buna zemin hazırlıyordu. Likud Partisi ise "Ulusal Birlik Hükümeti" adı altında kurdukları koalisyon hükümeti olarak,
bu meselede el ele verdiler. Arafat ile yapılan perde arkası görüşmelerde Başbakan Rabin ve koalisyon ortağı, uyumlu bir ikiliydi. Kapalı kapılar arkasında Amerika ve İsrail'in önde gelen temsilcileri aralarında bu konuyu görüşüyordu:
- 1987'den bu yana gittikçe artan intifadadan dolayı huzur görmedik, dedi İsrail temsilcisi. Her gün gelişen İslami Hareket karşısında kalıcı tedbirlerin alınması gerekli... Filistin coğrafyasında direnişçi örgütler içerisinde İslami Ci-had ve HAMAS gibi radikal örgütler kontrole gelmeyen örgütlerdir. Geri kalanlar içerisinde de FKÖ, tezimize en uygun örgüttü. Zira görünüşte de olsa tavsiyeleriniz üzere kontrollerine vereceğimiz bazı bölgelerdeki sözde özerklik, bizim de lehimize olacaktır. Hem böylelikle siyasi arenada dediğiniz gibi FKÖ'yü muhatap almakla radikalleri ve diğerlerini devre dışı bırakmak gibi bir yararımızı da elbette unutmuyoruz.
- Tamamen doğru değerlendirmeler bunlar, dedi Amerikalı temsilci. Zaten biz de artan uluslararası baskı karşısında söz konusu bu faydalardan dolayı size bu tavsiyelerde bulunuyoruz. Hem FKÖ'yii de siyasi arenaya çekmekle silahlı direnişten kopararak uysallaştırmış olursunuz. Hatta belki de ilerde ağzına bir parça bal çalmakla radikallerle bile birbirine düşürebilir yahut onlar vasıtasıyla radikalleri kontrol altına alabilirsiniz. Dostum! Biraz uzun vadeli düşünmek gerek. Hele bir de önümüzdeki Eylül ayında başkan Clinton huzurunda varılan "Prensipler Deklarasyonu" imzalanırsa gelecek yıl Rabin ve Arafat Nobel Barış Ödü-lü'ne aday bile olabilirler. Neticede Arafat ve Rabin arasında uzun süren görüşmeler sonunda 13 Eylül 1993'te Beyaz Saray'da Başkan Clinton'un huzurunda, planlandığı gibi el sıkışma gerçekleşti. Yaser Arafat'ın yüzü gülüyordu. Rabin ise asık suratlı ve tereddütlü görünüyordu. Bu durum Amerika'nın baskısı sonucu imzaladığı bu anlaşmayı dahi içine zor sindirdiğinin göstergesiydi. Ayrıca aşırı sağcı Yahudilerden vatan hainliği yaftası yemek de vardı. Nitekim yıllarca terörist nazarıyla bakılan Arafat'la aynı masayı barış anlaşması adına paylaşmak ve el sıkışmak, birçok aşırı sağcı Yahudi'nin düşmanlığını kazanmak demekti. İmzalanan Prensipler Deklarasyonuna göre, FKÖ'ye Gazze ve Batı Şeria'daki bazı bölgelerde özerklik verilmesi ve Filistin Özerk Yönetiminin kurulması gibi sözde haklar öngörülüyordu. Özerklik tanınan bölgelerde Özerk Yönetimin polis gücü görev yapacak, asayişi sağlayaçaktı. Artık bu yönde FKÖ ve İsrail arasında bazı çalışmalar devam etti. İlerde Arafat, Ramallah'ta bürosunu kurup bir meclis çalışması yapacak ve seçilen milletvekilleriyle kendi başkanlığında Özerk Yönetim'in devletleşmeye giden kad­rolarını oluşturacaktı. Başta asayiş birimleri olmak üzere hızlı bir yapılanmaya gidildi. Arafat, Arap ülkeleri, Amerika, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler'den gelen parasal ve siyasal destekle hızlı bir yapılanma çaba-sındaydı. Remle zindanında akşam vaktiydi. Filistinlilerle ilgili siyasi gelişmeler karşısında tüm kulaklar haberlere kilitlenmişti. Ama Mercu'z-zuhr sürgünleri de unutulmamıştı. O geceki sohbet halkasında Şeyh Yasin'le konuşanlar önce Mercu'z-zuhr'la başlamıştı:
- Efendim, dedi bir mahkûm. Sürgünlerimiz hakkında bir gelişme var mı? Dualarımızda hep onlar var.
- Elhamdülillah, dedi Şeyh Yasin. Sabır ve sebatla direniyorlar. Birlik ve beraberliklerini korudukları müddetçe hiç kimse onlara bir şey yapamaz.
- Efendim, Abdülaziz Rantisi'nin televizyonlara verdiği demeçler çok güzeldi.
- Evet doğru! Rantisi, ne yapacağım çok iyi bilen bir kardeşimiz. Rabbimiz onların basiret ve ferasetlerini artırsın. Her türlü oyun, hile ve tuzağa karşı onları muhafaza etsin,,
- Âmin.
- Âmin.
- Sizce dönme imkânları var mı efendim?
- Umutsuzluğa düşmeyelim kardeşlerim. Rabbimiz, inancımızı koruduğumuz müddetçe üstün olduğumuzu müjdelemiştir. İnancımızı kaybetmeyelim. Ayrıca Yüce Allah ''Ey iman edenler! Direnin ve kazanın. Mevzilerinizi kaybetmeyin. Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki, başarıya ulaşasınız" diye buyurmuş ve birçok ayetinde de "Sabredenleri müjdele" şeklinde bizleri muş-tularmştır. Hak olan bir davayı savunmanın ve haktan yana olmanın elbet bir bedeli olmalıdır. Bu bedeli en çok tevhid mücadelesinde peygamberler vermiştir. Kufan bize bu konuda birçok haberi, birçok kıssayla mesajlar vererek anlatmıyor mu? Öyleyse düşmanımızın çokluğu ve üstün donamı bizi ümitsizliğe sevk etmemelidir. Zira çokluk ve maddi üstünlük, doğruluğun yahut haklılığın delili olamaz. Hak olduğunu bildiğimiz bu yolda sabırla, sebatla, ümidimizi yitirmeden yürümeliyiz. Bilin ki sabır, direnmektir, direniştir.
Gelişmeleri ferasetle değerlendiren endişeli sorular da vardı.
- Efendim! İşgal yönetiminin Arafat'ı muhatap alıp barış görüşmeleri yapması, intifadaya zarar vermez mi? Filistin davası darbe almış olmaz mı?
- Doğrusu dedi Şeyh Yasin, Filistin liderliğindeki bölünmüşlük, Filistin'in menfaatlerine zarar verir. Bu, işgalci İsrail'in de işine gelir. Zaten bu anlaşmadan muratları da budur. Fakat biz oyuna gelmeyeceğiz. Direnişimiz bugüne kadar tüm gruplarla ortak bir noktada birlik ve beraberlik içinde devam etti. Aynı şekilde de devam edecektir İnşaallah. Bugüne dek Filistin davası için dayanışma gösterdik. Bundan böyle de aynı tavrımızı hem FKÖ, hem diğer gruplar, hem de Arap ülkeleriyle iyi ilişkilerde bulunarak devam ettireceğiz. Yalnız bu tavır barış anlaşmasını tasvip ettiğimiz anlamına gelmez. Zira barış yolu ile söylenen şey gerçek barış değildir. Bu, direnişin ve cihadın yerini alamaz. Remle zindanında birçok gece sürüp gidiyordu böylesi sohbetler. Aralarında Şeyh Yasin'in olmasını kendileri için bir nimet kabul eden mahpuslar, durumdan azami derecede faydalanıyorlardı. Yalnız Şeyh Yasin'in zaman zaman ra­hatsızlanması, yürekleri hüzne boğuyordu. O çok çekmiş, çok işkence görmüştü. Felçli bedeniyle takatini aşan bir sorumluluk yüklenmişti. Beyni adeta her uzvunun vazifesini görüyordu. Ertesi gün Şeyh Yasin, yine Cezaevi müdürünün odasındaydı. Müdür çıkarken, odada kalan iki şahıstan birini tanıdığını hatırladı. Birkaç ay Önce kendisine İsrail yönetimi adına bazı tekliflerde bulunan iki ajandan biriydi. Meselenin nereye uzanacağını şimdiden kestirmişti.
- Hoş geldiniz Şeyh Yasin! dedi eski ajan yapmacık bir tebessümle. Nasılsınız?
- Allah'a hamd olsun, iyiyim.
- Umarım sizi rahatsız etmemişizdir. Biraz konuşalım, istedik.
- Seçme hakkım var mıydı?
Sırıtarak gülümsedi.
- Neyse!.. Geçen görüşmemizde bazı tekliflerimiz olmuştu hatırlarsanız. Düşünmeniz için de aradan epey bir zaman geçti. Şayet olumlu bir cevap alırsak, kendinizi hemen özgür sayabilirsiniz. Hükümetim adına söz veriyorum.
İster istemez gülümsedi Şeyh Yasin.
- Doğrusu tekliflerinizi hiç düşünmedim, dedi pervasızca. Zira cevabımı o zaman vermiştim. İsterseniz tekrarlayayım. Hiçbir zaman ve asla ne yönetiminizi tanırım ne de intifadayı tenkit ederim. Ajanlar, böyle kestirip atan bir cevap beklemiyorlardı. Anlaşılan bundan sonrası da pek ümit verici olmayacaktı. Yine de son kozlarını oynamalıydılar.
- Doğrusu biz de sizi anlamıyoruz, dedi iri yarı ajan. Muhtaçsınız ve hapishane sizin gibi biri için pek iyi bir yer değil. Bu sebeple size son bir şans tanımak istiyoruz. Biliyorsunuz ki Başkanımız İzak Rabin FKÖ ile bir barış anlaşması imzaladı. Arafat başkanlığında bir Filistin Özerk Yönetimi oluşturuldu. Düşünüyorum da Arafat'tansa neden muhatabımız siz olmayasımz. Yani İsrail'i tanımanız, intifa-dayı eleştirmeniz gibi tekliflerden haydi vazgeçelim. Sizin de faydanıza olan özerklik anlaşmasını kabul etmenizi deklare etmeniz karşılığında serbest kalabilirsiniz. Böylece di-renişinizdeki gaye gerçekleşmiş olur.
Acı acı güldü Şeyh Yasin:
- Direniş ve intifada satılık değil, dedi sertçe. Barış yolu diye söylenen şey ise gerçek barış değildir. Bu, direnişin ve
cihadın yerini alamaz. Daha acık söyleyeyim: Hiçbir teklifinizi kabul etmediğim gibi, serbest bırakılmam karşılığında dahi olsa, en basit teklifinizi/şartınızı bile kabul etmeyeceğimi bilmenizi istiyorum. İşgalci yönetiminizi de muhatap kabul etmiyorum. Tek isteğimiz işgal ettiğiniz topraklarımızı kurtarmak ve hakkımızı geri almaktır. Bu hedef er ya da geç gerçekleşecektir. Yüz hatlarından için için öfkelendiği belli olan ajan, neticede diş göstermeye başladı.
- Bak ihtiyar! dedi öfkeyle. Ayağına geldik, onca tekliflerde bulunduk. Hepsini reddettin. Sabrımızı zorluyorsun. Unutma! Burada yüz yıl kalacak ve bir daha gün yüzü görmeyip çürüyeceksin. Anladın mı?
Onurlu ve kararlı bir ses dalgalandı Remle'de;
- Benim için hapiste yüz yıl kalmak, karşılığında bir takım tavizler vererek çıkmaktan daha iyidir. Her iki ajan, bu izzetli tavrm karşısında öfkelerinden çatlayacak kadar kızmış, rezil olmuşlardı. Sakat ve felçli olan bir adam Ölümü göze alıyor, fakat davasının şerefine leke sürmüyordu. Rantisi'nin çadırına giren Mahmud Zahar, selam verdikten sonra oturdu. Biraz düşünceli görünüyordu.
- Hayırdır, dedi Rantisi. Seni rahatsız eden bir şey mi var?
- Hayır, yok! dedi. Sadece düşünüyorum.
- Hangi konuda?
- Arafat'ın yaptıklarını tefekkür ediyorum. Direnişten siyasi arenaya geçişi bir kazanım olarak yormak, ne derece doğrudur? Düşün ki ellerini, ayaklarını bağlamışlar; ama başkalarının yardımıyla ihtiyaçlarını görüyorsun. Hem isteseler, ihtiyaçlarını karşılamayabilirler yahut kısabilirler. Bu ne kadar doğru ve tasvip edilir bir Özgürlüktür. Anlamıyorum doğrusu. Birçokları gibi anlamıyorum.
- Haklısın Zahar. Doğru denen olgu vahyin süzgecinden geçmezse, beşer aklına göre ancak bu kadar olur. Teslimiyetçi bir tavırla özgür Filistin'e sahip olunmaz. Ama şu da bir gerçektir ki tarih boyunca makam ve mevki hevesi; sahibini, akim ve hakikatin gereğini idrakten yoksun bırakmış.
- Basın- yayın bunu bir zafer gibi gösteriyor.
- Onların işi bu... Hepsi Yahudi tekelinde... Birçok kalem sahibinin aklı, Yahudilerin cebinde...
- Şeyhimizin tavnnı bu yüzden eleştiriyorlar ya!
- Biz Arafat gibi elbette bu sahte barışı kabul etmiyoruz. Fakat Arafat'la çatışmayacağız da. Zira işgalci İsrail yönetiminin bizi çekmek istediği tuzak bu... Fakat Şeyhimizin de dediği gibi tavrımız işgalci yönetime muhalif olmak, bundan böyle istişhadi eylemlerle İsrail'i yola getirmektir. İz-zeddin Kassam Tugaylarımıza ve Yahya Ayyaş'a çok iş düşüyor. Allah yardımcıları olsun.
Mahmud Zahar konuyu değiştirdi. Alçak bir sesle:
- Havalar yine soğudu, dedi. Yaklaşık bir yıla yakın oldu buradayız.
- Evet, bir yıla yakın oldu, dedi Rantİsi. Elbet Rabbim bîr çıkar yol gösterecektir. "Bizim uğrumuzda cihad eden-leri biz, elbette yollarımıza iletiriz..." demiyor mu Yüce Allah? Sabredecek, direnecek ve inşaallah kazanacağız.
- Biliyor musun? Bu gece bir rüya gördüm.
- Allah hayretsin. Hayrından bizi de faydalandırsın.
- Hepimiz uçuyorduk. Neşeli ve sevinçliydik. Sonra sen başta olmak üzere bazılarımız düştü, korkuyla uyandım.
- İnşaallah hayırdır. Umarım Rabbimiz bizi en kısa zamanda vatanımıza döndürecektir. Rantisi aklına gelmiş gibi aniden durdu. Arkadaşı Za-har'ın yüzüne baktı.
- Sahi, dedi. Kampımızda bir sorun yok, değil mi? Kardeşlerimizin kararlılığında bir gevşeklik var mı?
- Hayır, yok! Allah'a hamdolsun. Birlik ve beraberliğimizi bozacak her türlü fitne ve teklife karşı herkes yekvücut gibi.
- Buna sevindim. Bazı maddi zorluklar yaşasak da istikrarımız, dayanağımızdır.
- Birleşmiş Milletlerin bizim hakkımızda aldığı 799 sa-; yılı kararı işgalci yönetim umursamıyor bile.
Güldü Abdülaziz Rantisi:
- Dostum, dedi Zahar'a. Birleşmiş Milletler hep karar alır. İsrail ise kaale almaz bu kararlan. Hiç Birleşmiş Milletlerin lehimize aldığı bu kararın peşine düşüp İsrail'e baskı yaptığını duydun mu? Yahut İsrail'e yaptırımda bulunduğunu? Yapamaz! Neden? Çünkü İsrail'in hamisi Amerika, İsrail lehindeki her türlü kararı veto eder de ondan.
- Ne yazık ki öyle... ', Mahmud Zahar konuşmasına devam edecekti ki, tam o
anda çadıra doğru koşarak gelen bir ayak sesi, ikisinin de bakışlarını kapıya yöneltti. Gelenin içeri girmesine fırsat kalmadan, tekbir sesleri duyuldu her taraftan. Her ikisi de ayağa kalktı. Çadırın kapışma çıktılar. Bir yandan nefes nefese kalana bakarken, bir yandan da soruyorlardı:
- Neler oluyor? Nedir bu tekbirler
- Hocam!.. Hocam, dedi adam Rantisi'ye- Haberleri dinlemediniz mi?
- Haberleri mi? dedi saatine bakarak. Hayır! Kaçırmış olmalıyız.
Adam sevinçliydi. Kesik kesik konuştu;
- Az önce işgal yönetimi... açıklama yaptı,.. Biz sürgünlerin hepsine... 17 Aralık 93 tarihi itibariyle,., kapıları açacakmış... Vatanımıza dönüyoruz!
- Allah'u Ekber, dedi Rantisi Zahar'a bakarak. Sana şükürler olsun Allah'ım! Onlara geri adım attırdığın için sana şükürler olsun! Hemen secdeye kapandı. Soğuk toprak alnından öperken kamptaki diğer sürgünler yavaş yavaş çevresinde toplanıyordu. Yüzlerde sevinç, yüzlerde mutluluk vardı. Gözler ışıl ışıl parlıyordu. 415 sürgün, Filistin'e neşe içinde işgalci İsrail'e karşı kazanılmış bir zaferle dönüyordu. Konvoyun geleceğini bilenler yakınlarını karşılamak için Gazze sokaklarını doldurmuştu. Evlerine mutlulukla dönenler içinde ne yazık ki Dr. Ab-dulaziz Rantisi yoktu. Gözleri açıldığında kendini tek kişilik bir hücrede buldu. Elleri ve ayakları bağlıydı.
- Ne oluyor? dedi. Nerdeyim? Ses-seda yoktu gözlerinin bağını açanda.
- Burası neresi?
- Burası, dedi başına dikilen izbandut gibi adam. Bi'ru's-sebu Hapishanesi!

- Bi'rus sebu mu?..
Daha Önce burası hakkında hiçte iyi şeyler duymamıştı. Metanetini koruyarak;
- Sorumlu biri yok mu? diye çıkıştı. Görüşmek istiyorum. Niçin tutuklandığımı bilmek istiyorum. Başına dikilen adam.
- Sabret, dedi boğuk sesiyle. İşte geliyor. Kapıdaki ayak seslerinden gelenlerin olduğunu anladı. Düzgün giyimli biri kapıda belirdi. Arkasında da iki kişi vardı.
Izbandut gibi adama bakarak;
- Ne o? dedi. Bir durum mu var?
- Sorumlu biriyle görüşmek istiyormuş efendim! Adam Rantisi'ye dönerek;
- Ben, dedi. Buranın müdürüyüm. Ne istiyorsun?
- Neden tutuklandım? Niçin kimse bir açıklama yapmıyor? Ayrıca bu küçük hücrede hem ellerim, hem ayaklarım neden bağlı?
- Sakin ol! Tutuklanmanın sebebini birazdan öğrenirsin. Niçin ellerin ve ayaklarının bağlı olduğuna gelince; ona cezaevi yönetimi olarak biz karar verdik. Ayrıca burada kaldığın müddetçe bazı şeyleri bilmende fayda var: Günde sadece bir saat hücre dışına çıkabilirsin. Tabii ki dışarı çıkarken zincirlerle bağlanmış bir şekilde çıkarılacaksın. Ailenle de
görüşmene imkan olmadığını bil.
- Ama bu resmen zulüm...
Müdür alayvari bir şekilde;
- Biz böyle uygun gördük, dedi.
- Zaten size de bu yakışır.
Öfkelendi; ama sesini çıkarmadı müdür. Yanındakilere dönerek:
- Gidelim, dedi.
Kapı üzerine sertçe kapandı. Gittikçe uzaklaşan ayak sesleri, kesildi. Elleri ve ayakları bağlı bir şekilde sessizlik içinde düşünedururken müdürün "Tutuklanmanın sebebini birazdan öğrenirsin" sözünü hatırladı. Demek ki az sonra ziyaretçileri olacaktı.
Nitekim bir saat kadar sonra tahmin ettiği gibi hücresinin kapısı açıldı. İçeriye giren üç kişiden biri, biraz daha öne çıkıp hece hece hitap etti:
- Ran-ti-si!.. Demek meşhur Lübnan sürgünlerinin sözcülüğünü yapan Doktor Abdülaziz Rantisi sensin ha! Neden burda olduğunu biliyor musun?
- Doğrusu ben de bunu öğrenmek istiyorum. Neden tutuklandığımı bilmek hakkına sahibim herhalde?
- Yaa! dedi adam istihzai bir dille. Başka ne hakların varmış.
Aniden sertleşti. Elleri ve ayakları bağlı bulunan Rantisi'ye bir tekme savurdu.
- Al sana hak! dedi gözleri dönmüş bir şekilde. Acıyla yerde kıvrılan Rantisi'ye diğer ikisi de yüklendiler. Neresine rastgeldiyse gelişigüzel vurdular.
- Yeter! Bırakın!
Komutanları olan adamın seslenmesi üzerine iki adam hemen geri çekildi. Acılar ve sızılar her tarafını sarmıştı Rantisi'nin. Kulakları uğulduyor, başı dönüyordu. İşkencecilerin başı olan komutan bir müddet sessizce Rantisi'yi seyretti. Kendine geldiğine karar verdiğinde konuştu:
- Bu sana ufak bir dersti. Soruları biz sorarız burada. Sen, cevaplayacaksın sadece. Mercu'z-zuhr'da bulunduğunda ajanslara verdiğin demeçleri hatırlıyorsun umarım. Bugünleri düşünmüyordun değil mi? Sana mı kalmıştı o sürgünleri örgütlemek ha? Nereye giderlerse gitsinler. Avrupa'ya, Amerika'ya, Arap ülkelerine... Şimdi neden burada olduğunu anladın mı? Tek kişilik hücresinde işkence dolu günler geçiren Ran-tisi, büyük bir tevekkül ve teslimiyet göstererek Allah'a sığınmıştı: "Ya Rabbi! Ey kimsesizlerin kimsesi! Her tarafım sızlıyor. Bu karanlık hücrede halimi sana arz ediyorum. Nusretini istiyorum. Ancak sana ibadet eder, ancak senden-yardım dilerim."
Bir mazlumun yüreğinden yükselen feryatlardı bu sözler. Zindanın bağrından semaya perdesiz çıkan bir yakarış... Geçici olanı değil, daha hayırlı ve devamlı olanı isteyen bir nida, bir dua... Aradan uzun bir zaman geçti.Bir kaç ay sonraydı. Bir gün aniden hücresinin kapısı açıldı. Elleri, ayakları çözüldü. İçeri giren gardiyan:
- Üstünü başını düzelt! dedi. Konuşmasına fırsat vermeden ekledi: Avukatın gelmiş. Uyuşmuş kolları ve ayaklarını ovdu. Bileklerindeki zincir izleri nakış nakıştı. Elbiselerini düzeltip gardiyanın ardı sıra yürüdü. Bir sandalye ve masanın olduğu avukat odasına alındı. Müvekkilini gören avukatın yüzüne bir tebessüm yayıldı.
- Seni görüştüren Allah'a hamdolsun, dedi. Nihayet...
- Seni gördüğüme sevindim, dedi Rantisi.
- Çok uğraştık; ama ancak oldu.
- Tahmin ediyorum.
- Nasılsın?
- Allah'a hamd ediyorum. Yaşadığım her an, ona layık bir kul olmak dışında bir derdim yok. Rantisi, günde bir saat hücresinden çıkarıldığını, elleri ve ayaklarının bağlı tutulduğunu, ailesiyle görüşüne izin verilmediğini avukatıyla kısaca konuştu. Zira her an görüş bitebilirdi. Rantisi ailesinden bahsederken avukatın aklına işgal askerlerinin tutuklanmasından bu yana ailesine yaptığı baskı ve hakaretler geldi. "Söylersem üzülür" dedi kendi kendine. Rantisi'nin sorunlarını not aldı.
- Şartlarının düzeltilmesi için girişimlerde bulunacağım, dedi. Gerekirse uluslararası hukuk kuruluşları ve insan hakları örgütlerine de bildireceğim. Ümitsizim; ama yine de denemekte fayda var.
Rantisi, bir başka konuyu sordu:
- Mahkemeye uzun zaman oldu çıkartılmayan.
- Ben de onun için gelmiştim. Yakında mahkemen başlayacak. Dosyana bakma fırsatım oldu. Aslında seni zindanda tutmalarını haklı gösterecek hiçbir gerekçeleri yok. Anladığım kadarıyla haksız yere mağdur edilen sürgünlerin sözcülüğünü yapmaktan dolayı buradasın. Fakat seni ümütsiz kılmak gibi olmasın, mahkemeye çıkarıp karar vermeden erteleyecekler. Tıpkı 88'deki tutuklanmada sana çektirilen yargı işkencesi gibi. Hazırlıklı olmalısın. Gülümsedi Rantisi:
- Herhalde unuttun, dedi. O zamanda ümidimi Allah'tan yana yitirmedim. Şimdi de yitirmeyeceğim. Bu ba; bu yola fedadır. Yalnız sağlığımda gittikçe bir kötüleşme his sediyorum. Doktorluk nişlerim şekerimin azdığını söylüyoı
- Tedavi edilmen için hastaneye yatırılmanı iste. Ben di dışardan girişimlerde bulunayım.
Ümitsizdi Rantisi.
- Bu teklif aklına yattı mı? dedi.
- Büyük ihtimalle bırakmazlar. Ama denemekte fayda var.
Rantisi aklına gelmiş gibi sordu:
- Sahi! El-Halil olayı nasıl olmuş? Çok, çok üzüldüm. İs rail devlet terörü, Yahudi halkını da cesaretlendiriyor.
- Geçen Şubat'in galiba 25'indeydi, dedi avukat. El-Ha-lil'deki Hz. İbrahim Camii'ne sabah namazı kılmak için giden cemaatın üzerine, namaz esnasında mesleği doktor olar bir sivil yerleşimci tarafından birkaç şarşör mermi boşaltıldı 67 müslümanin şehadeti ve bir o kadarının da yaralanmasıyla neticelendi. Üstelik bu yerleşimci koskocaman silahıyk namaz vaktinde işgalci askerlerin yardımıyla camiye girmiş
- Allah'ın laneti üzerlerine olsun. Şehitlerimize Allar rahmet etsin. Bu dava böyle avukat. Kimimiz şehadete ererek, kimimiz zindanlara girerek, kimimiz de senin gibi bizleri savunarak katkıda bulunuyoruz. Allah'ın dini ve izzet: için mücadele edenlere ne mutlu.
On Üçüncü Bölüm
Batı Kudüs'ün kalabalık caddelerinden birinde askeri bir servis otobüsü durağa doğru yaklaşınca yavaşladı. Mesainin bittiği bu saatte yollar daha bir kalabalık-Iaşıyordu. Askeri servis otobüsü, içindeki subayları belirli duraklarda indire indire ilerliyordu. Bir durağa doğru tekrar yavaşlayıp durdu. Fakat inecek subayın kapının ağzında durup son koltukta oturanla ayaküstü konuşması, otobüsü gözleyen birine beklediği fırsatı vermişti. Otomobilinin gaz pedalına yüklendi. Tam otobüsün ortasına çarptığında da elindeki ateşleme mekanizmasının butonuna bastı. Büyük bir gürültüyle havaya uçan otomobil, otobüsü ikiye bölmüş, ileri-geri savurmuştu. Gökten yağan demir parçalan eşliğinde ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Sağa sola savrulan üniformalı insan parçalan, şahadet operas­yonunun çapını gösteriyordu.
Aynı gün akşam saatlerinde bir evde iki arkadaş konuşuyordu:
- Televizyonu açalım da istişhadi eylemin yankılarını seyredelim.
- Sahi, dedi Muhyiddin Şerif, kimdi bu eylemdeki şahadet adayı?
- Henüz yeni doktor olmuş bir kardeşimiz vardı ya?
- Hatırladım, nişanlanacaktı!
- Evet! Ama şahadetle nişanlandı!
- Rabbim şahadetini kabul buyursun! Yeşil kuşun kursağına nail etsin!
- Âmin! Bak haberler başlıyor.
Televizyondaki spiker heyecanlı heyecanlı ilk haberi sunuyordu:
—Sayın seyirciler! Bugün saat 17.30 sularında askeri servis otobüsüne Batı Kudüs'te düzenlenen intihar saldırısında intihar eylemcisi dâhil sekiz kişi öldü yirmi kişi de yaralandı. Ortalık kan gölüne döndü. Olay mahalline sevk edilen birçok ambulans ölü ve yaralıları hastanelere taşıdı. Bu arada basın ajanslarına gönderilen bir bildiride olayı HAMAS'ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları üstlendi. Bildiride intihar eylemcisine övgüler düzülürken, şahadet eylemlerinin "İsrail'in işgal ettiği topraklardan çeki-linceye kadar" devam edileceği bildirildi. Olaydan hemen sonra İsrail hükümetinin yaptığı açıklamada olay şiddetle kınandı. Söz konusu intihar eylemcisinin evine yapılan baskında eylemcinin ailesi gözaltına alırken, evleri buldozerlerle yıkıldı...
- Allah'ın laneti üzerinize olsun, dedi Yahya Ayyaş hırsla. Değil evlerimizi yıkıp ailemizi gözaltına almak, hiçbir şekilde Allah'ın izniyle bizi yıldıramazsınız.
Televizyonu kapatıp yerine oturdu.
- Biliyor musun Muhyiddin? dedi. Aslında bu eylemi başka bir şehadet adayı gerçekleştirecekti. Lakin bizim genç doktorumuz ağlaya ağlaya Öncelik istedi.
- Onun samimiyetini hatırlıyorum. Filistin ve Kudüs bu [genç kahramanlar sayesinde özgür olacaktır inşaallah. - 3-4 ay önce şehit edilen, Dr. Fethi Şikaki'nin ahi içimde kalmıştı. Şimdi rahatladım. İşgalciler bizim ne hissettiğimizi anlasınlar.
- işgalci yönetim suikastlerini dış ülkelere de yaymak- tan kaçınmıyor.
- Neden çekinsin ki? Arkasında Amerika gibi zulüm |: simgesi bir hamisi varken... Fethi Şikaki Libya dönüşü Mal-I ta Adasına uğradığında MOSSAD tarafından mazlumane şehit edildiğinde yüreği yanan yine Müslümanlardı. O muhterem bir insandı.
- Zaten son zamanda işgalci yönetim iyice zıvanadan çıktı. Öyle ki Yahudi yerleşimciler dahi ferdi eylemlere yöneliyorlar.
- Bunu dedin de aklıma geldi. Geçen yıldı galiba. Temmuz ayıydı. Hatırlıyorum; bir Yahudi yerleşimci, Gazzemizde işine gitmekte olan 19 yaşındaki Ahmet Şair adlı işçi bir genci arabasıyla kasıtlı olarak arkadan vurup şehit etmişti. Sen de hatırladın mı?
- Evet! Maalesef o olayı hatırlıyorum. Ama Ramallah'ın Devra El- Kara köyündeki olay da unutulur gibi değildi. Yahya'nın hatırlamadığını belirten şaşkın bakışları aracında olayı özetledi:
- Anlattığın olaydan iki ay sonra, galiba Ağustos ayıydı. Yahudi yerleşimciler Filistinlilere ait bir araziyi işgal etmişler. O esnada bir Filistinli kardeşimizi de kurşunla şehit ettikten sonra hırslarını alamayıp Ramallah'm yanındaki
Devra El- Kara köyüne silahlı saldırıda bulunmuşlardı. Çıkan çatışmada Hayri El-Fisi adında bir kardeşimiz göğsünden yaralanıp olay yerinde hayatını kaybetmişti, Adamlar, dağdan gelip bağdakini kovuyor misali, toprağımızı karış karış işgal ediyorlar. Bu halkı da kuzu zannediyorlar. İşte yanıldıkları nokta burası...
Yahya Ayyaş imalı imalı konuştu.
- Allah'ın izniyle daha yanılacakları çok noktalar olacak!
- Geçenlerde, dedi Muhyiddin Şerif. Bir haber aldım. İşgal yönetiminin gizli servisi Şin-Bet bazı satılık ruhlu kimseleri kullanarak, bilgi toplamak için faaliyet ağı kurmuş.
Gülümseyen Yahya;
- Demek ki şehadet eylemlerimiz ve operasyonlarımız onları epey zorluyor, dedi. Kinleriyle gebersinler.
Sözleriyle bir gerçeği ve endişesini dile getirdi, Muhyiddin Şerif.
- Paranın cazibesi, intifada ve direnişten- daha doğrusu Filistin davasını gütmekten- daha çekici geliyor, bazı ruhu satılık ve şahsi menfaatini ulusal çıkardan üstün görenlere. Hatta vurduğumuz ağır darbelerden dolayı seni birinci hedef seçip yerini tespit etmek için istihbarat çalışmaları yaptıklarını sen de biliyorsun.
- Önemli değil, dedi Yahya. Yolumuz Kudüs ve Filistin için cihad yoludur, gerisi Allah'ın takdiri... İki arkadaş uzun uzadıya konuştular. Yeni planlar, yeni yöntemler, yeni yeni metotlar üzerinde çalıştılar. Her buluşmaları, her konuşmaları işgal rejiminin belini kırmaya yönelikti. Aradan birkaç gün geçti. Tarih 5 Ocak 1996'yı gösterirken direniş, bir şehit daha kazandı. Gazze'de bir genç nefes nefese Muhyiddin Şerifin yanma girdi. Beti benzi atmış, üzgün ve telaşlıydı.
- Ne oldu, dedi Muhyiddin? Sakin ol! Hah şöyle, biraz soluklan.
- Mühendis... dedi, içeri giren genç üzgün üzgün. Az önce şehit oldu.
- İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Üzgündü Muhyiddin. Henüz birkaç gün önce birlikteydiler. Planlar, programlar yapmıştılar. Takdir- i ilahinin ne zaman tecelli edeceğini kim bilebilirdi? Sayıklar gibi konuştu:
-Mühendis! Rabbim şehadetini kabul etsin. İntikamın ses getirecek! Söz veriyorum. Mühendis, Yahya Ayyaş'ın lakabıydı. İşgalci İsrail'e karşı düzenlediği şehadet operasyonlarından ve bizzat yaptığı bombalı eylemlerden dolayı bu lakapla anılırdı. Zira o, eylemlerin arkasındaki beyindi. Bu nedenle Şin- Bet'in ortadan kaldırılacaklar listesinin başındaydı. Nitekim lanetli iş-. galci rejim amacına kavuşmuştu. O gün Gazze'nin sokaklarında, geniş anayollarında bir .. insan seli akıyordu. Omuzlarda bir cenaze, başka bir iklime . uğurlanıyordu. Yumruklar sıkılmış, eller havada, intikam yeminleri vardı dudaklarda. Gözler şahitlik etti bu insan kalabalığına. Sevgi, işte buydu. Yiğit, işte böyle olurdu. Ölüme gülerek giden güzel insan: Yahya Ayyaş... Remle zindanına gireli rahatsızlıkları daha bir artar olmuştu Şeyh Yasin'in. Tedavisi için kılını kıpırdatmayan işgalci yönetim, adeta Ölmesini bekliyordu. Hasta yatağında acil tedaviye ihtiyaç duymasına rağmen, işgalci yönetimin minnetini almıyordu Şeyh Yasin... Birçok defa serbest kal-' ması karşılığında pazarlıklar yapmak, birtakım şartlar ileri sürmek istemişlerse de, hep şiddetli bir tepki görerek geri çekilmişlerdi. Buna rağmen yüzünden tatlı, tebessümü eksik etmeyen Şeyh Yasin, zindan kardeşlerine, nasihatleri ve sohbetleriy-le faydalı olmaya çalışıyordu. Kendini iyi hissettiği bir gündü. Tekerlekli sandalyesi- . ne oturmuş; Ebu Abdullah'la konuşuyordu. Ebu Abdullah:
- Efendim, dedi. Ziyaretçilerimin söylediğine göre Ran-tisi tahliye olmuş.
- Buna çok sevindim, Ebu Abdullah.
- Bir de Özerk Yönetim halka kötü davranıyormuş, hatta bazılarını gözaltına bile alıyormuş.
- Ben de duydum bu haberleri, dedi Şeyh Yasin üzgün üzgün.
Bu sırada koğuşa giren bir mahkûm selam verip yanlarına oturdu. Sonra Şeyh Yasin'e hitaben;
- Efendim! Rahatsız etmiyorum inşaallah, dedi.
- Hayır, Münir kardeş! dedi Şeyh Yasin, ne münasebet.
- Hani efendim, rahatsızsınız!.. Düşündüm ki...
- Şu an iyiyim Münir. Hamdolsun! Hem iyi ki geldin. Biraz konuşuruz böylece. Ayrıca kardeşlerimiz, benim rahatsız olmamam için havalandırmaya çıkıyorlar. Bunu fark ediyor, rahatsızlık duyuyorum.
- Bu onların saygısındandır efendim.
- Biliyorum; ama rahatsız oluyorum. Kendimi sizlerden ayrı biri görmüyorum. Farklı muamelelerden sıkılıyorum.
Şeyh Yasin zindanda otoriter değil, bir arkadaş gibi içten ve samimiydi. Herkesle konuşur, herkesin seviyesine göre hitap ederdi. Kimseyi kırmaz; dar olan mekânı daha da daraltmazdı. Onun bu vasıfları herkesi hürmete sürüklüyor, bir arkadaş yakınlığım hissettiriyordu.
- Ebu Abdullah konuşuyordu, dedi Şeyh Yasin, Münir'e hitaben. Gel! Şöyle otur. Evet, Ebu Abdullah seni dinliyoruz.
- Özerk yönetimin polis gücünün zulmünden bahsediyordum efendim. Yani Özerk Yönetim şimdi işgalci İsrail'in yaptığının aynısını halka reva görüyor. Kim bilir, işgalci yönetimle ne tür gizli anlaşmaları var da haberimiz yok.
Anlaşılan Ebu Abdullah doluydu. Teskin etmek gerekiyordu.
- Ebu Abdullah! dedi Şeyh Yasin. Üç yıl önce Siyonist düşmanla yapılan anlaşmayı İslami Cihat'la beraber kabul etmeyip muhalif olduğumuzda bunların olacağını tahmin etmiştik. Hatta kamuoyuna duyurmuştuk. Hem sadece biz değil; Oslo'da Arafat işgalci İsrail'le mutabakata vardığı zaman Filistin Halk Cephesi'nin lideri Ahmed Cibril de açıklama yapmış; "Dört yüz kilometrelik toprak için Filistinlilerle, Yahudiler adına mücadele ihalesini almış olan Arafat, zilletin en aşağısına düşecektir" demişti...
Şeyh Yasin'in kısa bir soluklanmasını fırsat bilen Münir, izin alarak araya girdi.
- Filistin Âlimler Birliği, Oslo sonrası "Kimliği ve mevkisi ne olursa olsun hiç kimsenin bu topraklan gasp edenin, onda hak sahibi olmasını sağlayacak bir anlaşma imzalamaya yetkisi yoktur" diye bir bildiri yayınladığını çok iyi hatırlıyorum efendim, dedi.
- Evet! O bildiriyi ben de hatırladım. Fakat tüm bu tepkilere rağmen Arafat kendini Filistin'in yasal temsilcisi olarak gördü veya gösterildi ve masaya oturtuldu. Tabi ki Amerika Başkanı Clinton'un huzurunda Arafat ve Rabin el sıkışmadan önce, birer gün arayla birbirlerini tanıdıklarına dair belgeler imzaladılar.
- Nasıl yani? Anlamadım efendim.
- Yani Arafat'ın FKÖ'sü İsrail devletini siyasi alanda Yahudilerin, İzak Rabin de FKÖ'yü Filistin halkının yasal temsilcisi olarak tanıdı. İlgili belgeleri de karşılıklı imzaladılar. Sonrada asıl anlaşmayı...
- Yani Filistin Özerk Yönetimi'nin kurulmasına dâhil olan anlaşmayı...
- Aynen öyle Ebu Abdullah. Yani bir başka deyişle güya toprak karşılığı olan anlaşmayı... Sözde işgalci İsrail rejimi Gazze ve Eriha gibi sınırlı birkaç şehirden çekilecek buraları Özerk Yönetime bırakacaktı. Bununla işgalci İsrail, Filistin halkının bir kısmına Filistin'in bir bölümünde haklarının bir kısmının verileceğini vaad ediyordu. Bu ise üç yıllık bir dönemde gerçekleşecekti. İşgalci askerler de sözde bu anlaşmaya göre dört ay içinde tamamen çekilecekti. Fakat Allah'a verdikleri ahdi tutmayan bu kavim, Arafat'a verdiği ahdi mi tutacak? Heyhat! Gülünç bir konu doğrusu... Biz bu durumu bildiğimiz için Amerika'nın ve işgalci İsrail'in oyununa maşa olmadık. O nedenle de FKÖ ve Arap Birli-ği'nden ayrı olarak işgalci İsrail'in 1967'ye değil, 1948'e ve hatta daha öncesine dönmesi gerektiğini vurguladık.
- Doğru söylüyorsunuz efendim, dedi Ebu Abdullah. Zira işgale uğrayan bizim vatanımız, işgali yaşayanlar da biziz. Bu anlaşma vs hepsi birer oyundan ibaret. Onu kabul-lenmekse halkımızı ezmenin bir başka şekli. İşgalcinin maşası olmak, kabul edilir bir şey değil. Başkası kabul etse de... Zaten bu uğursuz anlaşmayı imzalayan işgalci rejimin başı İzak Rabin, geçen yıl, galiba Kasım 95'ti aşırı sağcı bir Yahudi tarafından suikaste kurban gitmedi mi? Arafat ise gittikçe pasifleştirilip devre dışı bırakılıyor. Zira alametler bunu işaret ediyor.
Münir de bu hoş sohbette bir tespitini dile getirdi.
- Efendim! diye başladı. Şu anki işgalci rejiminin başı olan Benjamin Netanyahu geçenlerde bir demeç verdi. Kendileri için güvenliğin çok önemli olduğunu; ama toprağın da önemli .olduğuna işaret etti. Bu konuda hiç kimseyle uzlaşmayacağını belirtti.
- Ben de o demeci dinledim Münir, dedi Şeyh Yasin. Amerika Hetanyahu'ya baskı yapacak; ama nafile... Pek bir sonuç alanjıayacak gibi.
- Sohbet devam ederken birden havalandırmadan "Allah- u Ekb^r!" nidaları yükseldi, içeriye sevinçle giren birine Şeyh Yajsin sordu:
- Hayrola Haşim, nedir bu tekbirler?
- Efendim! Müjde!.. Müjde!.. Şehit Mühendisin intikamı alınmış. Az önce haberlerde dört şahadet operasyonun düzenlendiği ve 59 kişinin öldürüldüğü söylendi.
- Allah'u Ekber!.. dedi Şeyh Yasin.
Gözleri bir bilinmeyene takılmış gibi pencereden dışarıya odaklandı. Mavi gökyüzünde Yahya'nın gülümseyen yüzünü görür gibi bir tebessüm yayıldı yüzüne:
- Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun ey Yahya. Ne mutlu sana ve bu yolda şehit olanlara! Ebu Abdullah'ın göz işareti ile herkes Şeyh Yasin'i kendi haline bırakıp dışarı çıktı. Çıkışta Haşim, Ebu Abdullah'a sordu:
- Yahya'nın şehadetinde hain ve işbirlikçilerin parmağı olduğunu duymuştum, doğru mu?
- Maalesef doğru. Satılık ruhlu olup paranın cazibelerine kapılan yakın bir akrabası vasıtasıyla, cep telefonuna yerleştirilen bombanın patlaması sonucu şehit edildi. Zaten uzun zamandır işgal yönetimi, Yahya hakkında istihbarat çalışmaları yapıyor; fakat yerini tespit edemiyordu. Neticede böyle bir ihanet sonucu şehit oldu. Ama intikamı alındı ya, artık gam yemem! Haşim, düşüncelere dalan Şeyh Yasin'i kastederek sordu:
- Galiba onu çok seviyor.
- Nasıl sevmesin, dedi Ebu Abdullah. O, hepimizi kendisinin manevi evlatları olarak görüyor. Hepimiz onun öğrencileri, dergâhının müritleriyiz. Tek tek onun sohbet ve ders halkalarında yetiştik. Filistin yıllardır onun dershanesi oldu. İntifadanin ve direnişin ileri gelenleri onun yetiştirdiği nesildir. Düşün, bir baba için gözleri önünde çocuklarının tek tek ölümünden daha zor bir durum var mı? Allah onu başımızdan eksik etmesin. Zira direniş onunla hayat buldu; onun önderliğinde yürüyor.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:09 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 07.01.2009 - 12:10
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
On Dördüncü Bölüm
25 Eylül 1997 Amman/Ürdün!..
Güzel yüzlü, sıcak bakışlı, cana yakın 40 küsur yaşla- ;. rında bir adam geniş ve kalabalık caddede yürüyordu. Ko-, rumaları olan iki sivil, bakışlarını bir an üzerinden ayırmı- ,' yor, dikkatle kendisini takip ediyordu. Fakat bu güzel yüzlü adamı takip eden iki kişi daha vardı. Uzaktan uzağa bir fırsat kollamaya çalışıyor, inatla takipten vazgeçmiyorlardı. Zaman zaman birbirlerine bakıp işaretleştikleri gözlerinde; hile, kin ve nefret parlıyordu. Güzel yüzlü adam yavaşladı. Tam kolladıkları bir fırsatta tekrar bakıştılar. Başlan karşılıklı birbirlerini onaylar-casına eğildi. Sağ taraftakinin elinde bir cihaz göründü. Adımlarını hızlandırdı. Güzel yüzlü adamın bir an durup ileriye bakmasını fırsat bilen adam, hızlı adımlarla arkadan ansızın yaklaştı. Elindeki cihazı hızla batınp kaçtı. Vücudunda bir sızı hisseden güzel yüzlü adam, ani bir refleksle dönerken uzaklaş­maya çalışan her iki saldırgan, korumalarının müdahalesi ile kıskıvrak yakalandı. Olaydan bir müddet sonra aynı gün Ürdün Kraliyet Sarayı'nda, Kral Hüseyin'e İstihbarat Servisi Başkanı rapor sunuyordu.
- Majesteleri, saygılar sunarım! Bugün HAMAS Siyasi Birim Başkanı Halid Meş'al'e suikast düzenlendi. Arz etmek için huzurunuzda bulunuyorum.
Yüzü Öfkeden kıpkırmızı kesilen Kral, kurşun hızıyla art arda sorular sıraladı.
- Halid Meş'al'e suikast mı? Kim, neden, niçin, nasıl? ':.':
- MOSSAD efendim. Tek kelimelik cevap her şeyi anlatmaya yetse de rahat
etmedi yaşlı Kral.
- Baştan anlat şu olayı. Dinlemek istiyorum.
- Efendim! Bugün Amman'da iki korumasıyla yürüyen Meş'al'e iki kişi bir cihazla suikast düzenlediler. Bunlar arkadan yanaşıp ellerindeki cihazı Meş'al'e batırıp kaçarken Meş'al'in korumalarırtca yakalanmış ve tesirsiz hâle getirilmişler. Halid Meş'al ise hastaneye kaldırıldı. İki suikastçı da güvenlik teşkilatımızca gözaltına alındılar! Yaptığımız ilk araştırmada ülkeye Kanada pasaportuyla giriş yaptıklarım belirledik. Daha sonra soruşturmayı derinleştirdiğimizde MOSSAD ajanları olduklarım anladık. Suikastı silah yerine farklı bir metotla yapma.k istemişler. Kızgındı Kral Hüseyin.
- Nasıl farklı bir metot?..
- Açıklayayım efendim: Solunum organlarına zararlı ve zehirli bir madde saçan bir cihaz kullanmışlar. Bu cihazdan vücuda enjekte edilen maddenin kişiyi zehirleyerek öldürme özelliği varmış.
- İnanılmaz bir şey, dedi Kral Hüseyin kendi kendine. Benim ülkemde hem de burnumun dibinde bir suikast ha! Netanyahu bunun bedelini ödeyecek. Bu kadar ileri gidip uluslararası arenada beni küçük düşürmemeliydi.
Kızgın ve öfkeli Kral, birden sakinleşti. Yüzünde kurnazca bir gülümseme belirdi.
- Fakat bu olayı lehimize kullanabiliriz, dedi sayıklarca-sına.
- Nasıl efendim, diye sordu İstihbarat Başkanı.
Kral yıllardır tahttaydı. Birçok badireler atlatmış, birçok tecrübeler kazanmıştı. Nerede ve nasıl çıkarlarını elde edeceğini bilen bir siyaset tarzı geliştirmiş, yıllardır tahtını korumayı bilmişti. Birazdan toplantıya çağırttığı danışmalarına hitaben olayı kısaca özetleyen İstihbarat servisi başkanının susmasından sonra, konuştu:
- Beyler, dedi. Ülkemde, hem de pay-ı tahtımda İsrail'in böyle bir küstahlığa soyunması kabul edilemez bir durum. Bu aptalca cesaret gösterisini lehimize çevirecek adımlar atmalıyız. Biliyorsunuz ki gerek mülteci, gerek vatandaş sıfa­tıyla olsun ülkemizde milyonlarca Filistinli var. Son yıllarda Filistinlilerce yönetimimize karşı duyulan olumsuz tepkileri bertaraf etmek ve İsrail'in bu küstahlığının cezasını vermek için bu olay bir fırsat. Şöyle ki, basma yapılacak açıklamada yakalanan iki İsrailli ajanın mahkemelerimizde yargılanacakları açıklanmalıdır. İkinci adımda da İsrail'den Ha-Hd Meş'al'e enjekte edilen zehrin panzehiri acilen istenilsin. Aksi takdirde her iki ajanlarının da idam edileceği iletilsin. O anda aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve solundaki. danışmasına sordu:
- Şeyh Ahmed Yasin kaç yıldır İsrail zindanlarında yatıyor?
Böyle bir soru beklemeyen danışmanı Önce hafif bir şaşkınlık geçirdi. Sonra tekrar toparlandı.
- Efendim, dedi. Galiba sekiz ya da sekiz buçuk yıl olsa gerek.
- İyi! Bu kadar yıl yatmış, çok bile... Üçüncü olarak da İsrail'e Şeyh Yasin'in serbest bırakılıp ülkemize tedavi edilmek üzere getirilmesi istediğimiz iletilsin. Zira hastalığının ilerlediğini duymuştum. Yanılıyor muyum?
- Hayır efendim, dedi danışmanı. Sağlık durumu gittikçe kötüye gidiyormuş. Bunu HAMAS geçenlerde basma verdiği demeçte de belirtmişti.
- Öyleyse onun da zindandan çıkarılması prestijimizi yükseltecektir. Acil olarak gerekli girişimler başlatılsın. Kralın yüzünde zafer kazanmış bir komutanın tebessümü vardı. Netanyahu'ya gününü gösterecek, Filistin kamuoyunun gönlünü lehine çevirecekti. Neticede İsrail hükümetiyle yapılan gizli pazarlıklar sonucu Benjamin Netenyahu, iki ajanına karşılık Kral Hüseyin'in İleri sürdüğü şartlan kabul etti. Halid Meş'al'in tedavisi için söz konusu panzehir de hemen gönderildi. Bu adım, Netanyahu'nun bir hatası ve başarısız bir girişimi olarak tescillenirken, Kral Hüseyin için şimdilik bir başarı, bir zaferdi, uluslararası siyaset arenasında. Yaşlı Kral, sözde durumdan faydalanmasını bilmiş, durumu lehine çevirmişti. "Bir taşla birden fazla kuş vurmak buna denir" diye düşündü.
Sekiz buçuk yıla yakın zindan hayatının bu son demlerinde Şeyh Yasin'in sağlık durumunda bozulmalar gittikçe artıyor, rahatsızlıkları çoğalıyordu. Yıllardır maruz kaldığı işkence, hakaret ve sıkıntılar özürlü bedenini ağırlaşürmış, hasta yatağına düşürmüştü. Tedavisiz, ilaçsız, bakıma muhtaç olan Şeyh Yasin, hafif düzelmeler hissettiğinde zindan kardeşlerini yine sohbetleriyle ihya ediyordu.
Hazreti Yusuf aleyhisselam misali sabırla, tevekkül ve teslimiyetle zindan hayatına direniyor, kararlılığıyla müstesna bir şahsiyet sergiliyordu. 30 Eylül 1997 Salı akşamıydı. Kendi dışında cereyan eden olaylardan bihaber olan Şeyh Yasin, etrafını saran koğuş arkadaşlarına nasihatleriyle sohbet ediyordu.
- Yusuf aleyhisselam, Züleyha'nın ve misafirleri olan kadınların fitnesine karşı "Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha sevimlidir..."15 demişti. Böylece yıllarca bu irfan mektebinde kaldı. Kardeşlerim! Nefsimiz, dünya ile ilgili arzu ve isteklerimiz tıpkı Züleyha ve misafirleri misali bizleri fitneye davet etti. Fakat Hazreti Yusuf aleyhisselam misali zindanı tercih eden bir direnişi nasip eden Allah'u Teala, bizi bu irfan mektebinin talebeleri yaptı. Burası intifadamn mektebi, direnişin merkezidir. Manevi yapımızı korumak, geliştirmek, sağlam ve yıkılmaz bir iman kalesi inşa etmek için mücahede ediniz. Burası Allah'a yakınlaşma ve gönüllerin ilahi dergâha samimiyetle sığınma yeridir. Gönüllerinizi, yüreklerinizi yakınlaştırınız. İsla-mi direnişimize dualar, Kudüs ve Filistin'imiz için yakarışlarda bulununuz. Burası sabır mektebi, tevekkül ve teslimiyet yeridir, Allah'ın meleklerinin kendileri için istiğfar dilediği yeryüzü halkından olmak istemez misiniz? Her gün, her saniye fevc fevc meleklerin sohbetlerine, derslerine misafir olduğu insanlardan olmak istemez misiniz?.. Aniden mazgaldan koğuşa bir ses dalga dalga yayıldı:
- Ahmed Yasin! Hazırlan! Müdüriyete gidiyorsun.
Sohbet bölünmüştü. Haşim ve Münir Şeyh Yasin'i hazırlarken Ebu Abdullah kapıya yöneldi. Birazdan geri döndüğünde yüzünde şaşkınlık ve sevinç karışımı bir ifade vardı. Kurulu bir robot gibi Şeyh Yasin'e kad^r sokuldu ve yeni kendine gelmiş gibi;
- Efendim, dedi bön bön. Sizi bırakacaklarmış. Ortalığa bomba düşmüş gibi sevinç tekbirleri ayyuka çıktı. Kimi sevinçten ağlıyor, kimi gülüyordu.
Şeyh Yasin gayet sakin ve metanetli bir şekilde;
- Hamd Allah'adır. Takdir, O'nun kudret elindedir, dedi. Hemen mi çıkarıyorlarmış?
- Hayır efendim, dedi Ebu Abdullah. Önce müdüriyette konuşacaklarmış. "Akşama bırakacaklar" dedi gardiyan.
Herkes sevinç içinde olayın nasıl olduğunu birbirine sorarken Şeyh Yasin'i kapıdaki görevliler, tekerlekli sandalyesiyle idareye doğru sürdüler. Az sonra Şeyh Yasin cezaevi müdürünün odasındaydı. Askeri ve sivil yetkililer de vardı. Her zamanki vakar ve izzeti yüzünden okunuyordu. Nedense müdür hep çekinirdi ondan. Bilmediği, tarif edemediği bir histi bu. Hâlbuki diğer mahkûmlara karşı bu duyguları taşımazdı. Fakat şimdi misafirlerinin yanında bu hislerini bir kenara bırakmalıydı. Kasılarak konuştu:
- Ee Şeyh Yasin! Haydi, gözün aydın. Serbest bırakılacaksın.
Teşekkür bekleyen sözler yerine tokat gibi laflar döküldü Şeyh Yasin'in dudaklarından:
- Allah'ın gücü ve kudreti her şeye kadirdir. O'na hamd ederim!
- Ama hükümetimizin sana yaptığı bu kıyağı unutmamalısın, dedi odadaki bir askeri yetkili.
- Şükür Allah'adır, vesilelere değil.
- Seni, dedi bir sivil yetkili. Kral Hüseyin'in ricası üzerine bırakıyoruz. Hastalığını orada tedavi edecekmiş. Yani artık serbestsin Şeyh Yasin.
Aklına başka şeyler geldi Şeyh Yasin'in "Bunlar oyun oynuyor olmasınlar sakın. Direnişten beni koparmak için sürgüne yolluyor olabilirler" diye geçirdi zihninden. Söylenen sözlere şüpheyle baktı. Konuştukça mesele anlaşıldı. Kendisi dışında gelişen bir takdir-i ilahi ortadaydı. Elbette yüce Allah dilerse mümin kulları için en umulmadık kapıları, umulmadık vasıtalarla açar. Sebepler hiçbir zaman Mümin-i Hakiki'nin yerini tutamazdı.
- Ürdün'e gitmeyeceğim!
Soğuk bir duş etkisi yapmıştı bu iki kelime. Odadaki herkes birbirine bakarken aynı sivil yetkili:
- Herhalde anlatamadık Şeyh Yasin, dedi şaşkınlıkla.
Sana serbest kalacağını ve Ürdün'e Kral Hüseyin tarafından davet edildiğini, hatta tedavi göreceğini söylüyoruz. Hem buna ihtiyacın yok muydu?
- Ürdün'e gitmeyeceğim dedim. Vatanımdan asla ayrılmam. Ancak...
- Evet ancak... dedi yetkili heyecanla. Zira gitmemesi durumunda işler sarpa saracaktı. İkna edilmeli ve göndermeliydi.
- Ancak, dedi Şeyh Yasin. Filistin'e tekrar geri dönme hakkımın mahfuz olduğuna dair yazılı ve geçerli bir belgenin yönetiminiz tarafından bana verilmesi durumunda Remle'den ayrılabilirim.
- Yani gidecek olursan bir daha dönememe durumunun olabileceğini mi iddia ediyorsun?
- Evet! Yurduma istediğim zaman dönme hakkımın mahfuz olmasını istiyorum. Aksi halde asla Filistin'den çıkmam. Sivil yetkili hiç konuşmadan odadan çıktı. Odada fısıltılar yükseldi. Hafif sesler Şeyh Yasin'in kulağına da geliyordu:
- Adama bak yahu! Bu haliyle dahi direniyor.
- Onun yerinde başkası olsa hiç düşünmeden kabul ederdi.
- Kendisini sürgün etmememiz için önlem alıyor.
- Sakat, ama çok zeki biri!
- İşini garantiye almak istiyor!
Yarım saat sonra aynı yetkili tekrar içeri girince tüm gözler ona çevrildi.
- Pekâlâ, Şeyh Yasin! dedi sivil yetkili. Birazdan Ürdün helikopterleri gelecek. Biz belgelerini hazırlayana kadar sen de hazırlanırsın. Hz. Yusuf aleyhisselam misali bir tavır sergilemişti Şeyh Yasin. Hz. Yusuf Aleyhisselam, kralın rüyasını yorumladıktan sonra kral tarafından serbest bırakılıp huzura çağı-rılmca, hemen zindandan çıkmadı. Önce Züleyha ve misa­firi olan kadınların ağzından suçsuzluğunu İtiraf ettirdi. Daha sonra zindandan çıktı. Zira zeki tavrıyla suçsuzluğunu perçini eştirirken, aleyhine oynanan oyun ve hilelerin hepsini boşa çıkarmıştı. Şeyh Yasin de Yusufvari bir hareket ve siyasetle Filistin'e dilediği zaman dönme hakkını belgeleyerek, işgalci Yahudi'nin sinsi oyunlarını boşa çıkardı. Çünkü Şeyh Ya-sin'in Amman'a götürülüşüyle bir daha dönmesine izin vermeyerek ondan kurtulacaklarını hesaplamıştı İsrail rejimi. Fakat yanılmışlardı. Müminin feraset ve basiretini hesaba katmamışlardı.
Müdüriyet odasında kendisini gözetleyenlere karşı hiç heyecana kapılmadan tam bir kararlılık göstererek, aleyhinde çevrilen oyunlara meydan vermedi. Filistin davasına olan bağlılığını, direnişe olan duyarlılığını ortaya koydu. Hem de Yusufvari bir tavırla... Koğuşuna döndüğünde tüm gözleri üzerinde buldu. Olan biten gelişmeleri kısaca anlattıktan sonra:
- Kardeşlerim! dedi. Yüce Allah'ın takdirinin nerede, nasıl gerçekleşeceğini bilemeyiz. Fakat dönme hakkımın mahfuz olduğunu belirten belgeyi almadan da helikoptere binmeyeceğim. Filistin'in direnişçi halkına şu mesajımı iletmeyi unutmayın: "Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin- İşgalciler sizin en ufak bir zaafınızı bile kendi şahsi politikaları için kullanabilirler. Buna fırsat vermeyin." Hakkınızı helal edin... Hıçkırıklar, tekbirler yükseliyordu koğuştan. Tek tek Şeyh Yasin'e sarılıp ağlayanlar, bir yandan da çıkışma sevinerek teselli buluyorlardı. Remle zindanı, sekiz- sekiz buçuk yıldır ondan aldığı feyizle hayat bulmuştu. O, Filistin'in olduğu gibi zindanın da manevi dayanağıydı. Herkes gücünü onunla buluyor; nasihatleri, dersleri, sohbetleri kısaca varlığıyla teselli oluyordu. Ya şimdi? Remle onsuz boynu bükük bir yetim olacaktı. O salı akşamı istediği belgeleri de yanma alan Şeyh Yasin, Ürdün'den gelen helikopterler eşliğinde Amman'a uçtu. Yüreğini Remle'de bırakarak... Kardeşlerinin akıttığı gözyaşlarını yüreğinde damla damla hissederek.,. Edilen duaların kulaklarında yankılandığını unutmayarak... Zaten o mazlumların duaları değil miydi Filistin için direnişi şaha kaldıran, izzetli ve şerefli bir intifadayı dünyaya ilan eden? Şeyh Yasin Amman'a varır varmaz tedavi altına alındı. Yıllar boyu Remle zindanında kalan ve eziyet gören felçli vücudu epeyce yıpranmıştı. Sağlığını etkileyen olumsuz koşullar, hastalıklar türetmişti bedeninde. Tedavisi devam ederken Ürdün yetkililerinin yanı sıra Ürdün'deki Filistinliler ve HAMAS'm Ürdün Siyasi Birimi'nin ileri gelen isimleri de Şeyh Yasin'i ziyaret ediyordu. Onun Amman'a gönderilmesini 'Sürgün' adı altında basma haber olarak sızdıran işgalci yönetim, Filistin direnişini sekteye uğratmak, psikolojik çöküntü meydana getirmek istedi. Bu sırada hastaneye gelen bir gazeteci, bu soruyu dile getirince şöyle bir cevapla karşılaştı:
- Sürgün olduğum iddiası doğru değildir. Bu, art niyetli ve bilinçli bir yaklaşımdır. Amman'a tedavi için geldim. Allah'ın izniyle, sağlığıma kavuşur kavuşmaz vatanıma geri döneceğim. Zira işgal yönetiminden yurduma geri dön­memi sağlayacak yazılı bir belge aldım, istediğim zaman vatanıma geri dönme hakkım mahfuzdur. Şeyh Yasin'in daha fazla yorulmaması için dışarı çıkarılmasından sonra gazeteci, kafasında dolaşan başka bir sorunun cevabını alamamanın sıkıntısı içindeydi. Birden Şeyh Yasin'i ziyaret edenlerden bazılarının koridorun bir köşe­sinde aralarında konuştuklarını gördü. Yanlarına yaklaştı. Aklını kurcalayan sorunun cevabım bulabilmek ümidiyle ayaktaki ziyaretçilerin içinde tanıdık bir sima aradı. Gözleri İbrahim Goşe'ye takıldı. Hemen yaklaştı:
- Sayın Goşe, Şeyh Yasin'in Amman'a getirilmesi, Ürdün'ün elinde tutuklu bulunan iki MOSSAD ajanına karşılıkmış deniliyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
ibrahim Goşe, soruyu soran gazeteciye baktıktan sonra yanındaki Muhammed Nezzal'a döndü. İkisi de HAMAS hareketinin Ürdün siyasi kanadını temsil edenlerdendi. Temkinli ve ihtiyatlı konuşmalıydı.
- Ortalık bir müddettir böylesi söylentilerle çalkalanıyor, dedi İbrahim Goşe. Biz de bunlara inanmak istemiyoruz. Nitekim bir iki saat önce kraliyet basın sözcüsü bir açıklama yaptı. Buna göre, bu konuda bir pazarlık olduğu iddiaları olmadığı gibi başkanımız Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan iki MOSSAD ajanının da Ürdün mahkemelerinde yargılanacakları açıklandı. Gazeteci ikircikli bir soru yöneltti:
- Peki, siz buna inanıyor musunuz? Muhammed Nezzal araya girdi:
- İnanmak istiyoruz, dedi. Zira suç mahali Ürdün devletidir.
Gazeteci muzipçe güldü. Konuyu daha fazla irdelemeden ortada soru işaretleri bırakarak uzaklaştı. Tedavisinde nispeten olumlu gelişmeler görülen Şeyh Yasin'in Gazze'ye dönme zamanı yaklaşmıştı. Sık sık ziyaretine gelen Goşe ve Nezzal'a baktı. HAMAS, artık ülke dışında da1 kendisini gururla temsil edecek genç, dinamik siyasi temsilcilere sahipti. Filistin'in Özgürlüğü için son derece kararlı olan hareketin bu aktif fertleri, uluslararası arenada boy gösteriyordu.
Şeyh Yasin o gün, adeta hastalığını unutmuştu. İbrahim Goşe'ye bakarak tebessümle:
- İslami Direniş Hareketimizi bihakkın Filistin dışında da temsil etmenizi takdir ediyorum, dedi. Dualarımız başarılarınızın devamına yöneliktir.
Saygı dolu bakışlarla;
- Allah razı olsun, dedi.
- Halid Meş'al nasıl? İyileşti mi?
- Tam değil efendim. Ama sizi yakında ziyarete gelebilir.
- Hayır, hayır! Rahatsız olmamalı, iyileşmesi öncelikli temennimizdir.
Nitekim beklenen gün gelip çattı. Şeyh Yasin, Gazze'ye uğurlandı. Tam olmasa da tedavisi müspet neticeler vermişti. Fakat yılların, sakat bir vücuda yığdığı marazlar kolay kolay onulacak gibi değildi. Gazze o gün sevgilisine kavuşan âşık misali şen ve neşeliydi. Sekiz buçuk yıllık bir haslet, bir özlem vuslata dönüşmüştü. Halk sevinç içindeydi, işgalci yönetime nazire yapılırcasına yüzler sevinçli, gözler aydınlıktı. Coşkulu sevenlerin karşılaması Şeyh Yasin'i mutlu etmişti. Hele içlerinde, iki gözbebeği Rantisi ve Ebu Şenneb'i görmek ne hoş, ne güzel bir duyguydu. Hocalarına sarılmak, doyasıya hasretlerini dindirmek, ulvi bir davanın verdiği hissiyatın tezahürüydü. Şeyhlerini tekrar başlarında görmek, tekrar mücadeleye devam etmek, eski günleri anımsatıyordu. Ona ne çok muhtaç olduklarını anlamış, onunla oldukları günlerin kıymetini idrak etmişlerdi. Şeyh Yasin'in evinde ise sevincin yansıması tüm ailede neşe, tüm ailede heyecan meydana getirmişti. Henüz çocukken geride bıraktığı Abdi 25'ine yakın bir delikanlı olmuştu. 8'i kız, 3'ü erkek olan çocuklarından kimi evlenmiş, kimi genç kız ya da delikanlı olmuştu. Etrafında torunlarının seslerini duydukça zihninde yıllar öncesi hatıralar canlandı. Çocuklarının ağlamalarını, yerlerde badi badi yürümelerini düşündü. Meryem'e, Abdulgani ve Abdulhamid'e baktı. Serpilmiş fidan gibi olmuşlardı. Birden yılların ne çabuk geçtiğini hatırladı. Etrafında biriken bunca insan, daha dün yoktu. Şimdi birer delikanlı, birer genç kız olmuşlardı. "Demek ki ihtiyarladım gayri!" diye düşündü. Gözleri, yanında mutlu bir şekilde oturmuş olan sevgili hanımı Halime Hatuna takıldı. Geçen yılların izlerini yüzünden okudu. Fakat başka bir mutluluk okunuyordu hanımının yüzünde. Kocası, çocukları ve torunlarıyla bir arada olmanın mutluluğu olsa gerekti... Kucağına bırakılan küçük torununun minik elleriyle, ağarmış sakalını çekmesi; yılların acılarını, çektirdiklerini alıp götürdü o an üzerinden. Kalbin meyvesi olan bu küçük torunları ve çocukları; hayatın acılarını çekilir, hanesini mamur kılmıştı. Yüzünde dalga dalga yayılan tebessüm bu gecekondu tipi evde bir bayram sevinci yaşatıyordu herkese.
On Beşinci Bölüm
Şeyh Yasin'in Gazze'ye dönüşünden bir müddet sonraydı. O sabah kahvaltıdan sonra bürosuna gitmeden önce, tebessüm saçan yüzü ile seslendi:
- Torunlarımı getirin de göreyim.
Kucağına bırakılan torunlarını tek tek sevdi. İpek gibi yumuşak yanaklarına buseler kondurdu. Sevgi ve şefkat dolu bakışlar arasında oğlunun sürdüğü tekerlekli sandalyesi ile bürosuna doğru yola çıktı. Tekerlekli sandalyesini süren oğlu Abdi'yle sokaklarda ilerlerken, halkın saygı ve teveccühü, samimi ve sıcaktı. Kimi yaklaşıp sarılıyor, öpüyor; kimi dualar ediyordu. Biraz ilerdeki evin duvarı dibinde oturan yedi-sekiz yaşlarında iki çocuk gördü. Fakirliğin tüm izleri üzerlerine yansımıştı. Onlara baktıkça yüreğinden bir şeylerin koptuğunu hissetti. Yanma çağırdı. Öptü ve güzel sözlerle gönüllerini aldı. Abdi onların yetim çocuklar olduklarını söyleyince yüreği daha çok dağlandı. O da bir yetimdi. Yetim ümmetin yetim bir ferdi... Oğluna başıyla işaret etti. Abdi'nin eli cebine daldı. Avucunda bozuk paralar belirdi. İki küçük çocuğun avuçlarına bozuk paraları koydu. Sevinçle koşarak eve girdiler. Bu yaşanan küçük mutluluk bile Şeyh Yasin'in tüm sıkıntılarını dağıtmış, yüreğinden yüzüne tebessüm çiçeklerini yansıtmıştı. Yaşadığı bu mutlulukla bürosuna vardı. Rutin işlerini yaparken basından derlenip önüne konulan bir haber dikkatini çekti: İşgal rejiminin Başbakanı Netanyahu akşam yanma Ariel Şaron ve İzzak Mordahayı da alarak kameraların karşısına geçmiş, bir açıklama yapmıştı: İşgale karşı direnenlerin veya direniş gösterenlerin nerede olurlarsa olsunlar izleneceklerini belirten sözler sarf etmişti. Meğer Halid Meş'al'e suikast düzenleyen iki Mossad ajanını Ürdün'ün İsrail'e iade etmesi nedeni ile bu toplantı yapılmış, bu demeç verilmişti. Anlaşılan Kral Hüseyin'in söz konusu ajanları gizli bir pazarlık sonucu İsrail'e vermesi, Şeyh Yasin'in Ürdün'den ayrılmasından sonra gerçekleşmişti. Kral Hüseyin bu tavrıyla Filistin halkı ve ülkesindeki Filistinliler, hatta Arap âlemi nezdinde -Şeyh Yasin'i Remle'den alıp tedavi etmesiyle- lehine olan gelişmeleri, bir anda nefrete dönüştürmüştü. Bir çuval inciri berbat etmek diye buna denilirdi. Nitekim menfaatçi rejimler, çıkarlarını her şeyden üstün tuttuklarını tashih ettiler. Şeyh Yasin olayı tefekkür ederken İslami bir tavrın, İs-lami bir şuurun eksikliğinin neticelerini gördüğünü anladı. Acı ve elem verici olsa da, Arap rejimlerinin esef verici manzarası, maalesef buydu. Bu tablo, var olan gerçeğin yansıması, bir portresiydi.
İçeri giren iki göz bebeği Rantisi ve Ebu Şenneb, onu daldığı tefekkürden uyandırdı. Selamlaştılar. Birbirlerini sordular:
- Nasılsın Ebu Şenneb?
- Hamd olsun efendim.
- Askalan zindanında 92'deki açlık grevinden sonra 95'te de bir açlık grevi yapmıştınız.
- Evet efendim.
- Nasıl, şartlarınız düzeldi mi peki?
- Nisbeten efendim. Zindanın şartları ilk açlık grevinden sonra biraz düzelmiş olsa da, sonra tekrar baskılar arttı. 95'teki açlık grevlerimiz haklarımızın iyileşmesinde büyük rol oynadı.
- Allah gayretinizi kabul etsin.
Ebu Şenneb'in yanındaki koltukta oturan Doktor Ran-tisi'ye baktı.
- Ya sen Rantisi, dedi Şeyh Yasin. Sen nasılsın? Kaç ay oldu çıkalı?
- Efendim! Sizin Ürdün'e gidişinizden 6-7 ay önce Bi'ru's- Sebu'dan çıkmıştım. Şeker hastalığım artsa da şu an hamd olsun iyiyim. Yüreğim, bileğim Filistin için atıyor. Dualarınızı bekliyorum. Sohbet biraz daha ilerleyince Şeyh Yasin, konuyu Ürdün meselesine getirdi. Masadaki haber özetini onlara okuttu.
- Ne düşünüyorsunuz? diye sordu.
- Aslında, dedi Rantisi. Hiç şaşırmamak gerek efendim.
Gönlüm, olmasını dilemese de olması muhakkak bir akaydı. Sadece sizin Ürdün'den ayrılmanız bekleniyordu. Şayet o iki ajan yargılansalardı, işgal rejiminin rezil olmasına yeter bir olaydı; ama gizli bir el buna izin vermedi.
- Allah-u Teala celle celalehu, dedi Şeyh Yasin. Bizim dışımızda meydana gelen sebepler zincirini, bizi zindandan çıkarmaya vesile kıldı. Bu pazarlıkta ne benim ne de HA-MAS'ın bir hissesi olmadığına, Allah elbette şahittir. Her şey onun güç ve kuvveti ile olur. Bu da onun takdiriydi.
- Efendim!
Biraz farklı bir nidaydı bu. Sanki Ebu Şenneb bir şeyi haber verecekmiş gibi bir hisse kapıldı.
- Evet, Ebu Şenneb!
Ebu Şenneb Rantisi'ye baktı, ikisi de suskundu. Aralarında işaretlerin dili dolaşıyordu. Nihayet Ebu Şenneb konuştu:
- Bir durum daha var efendim!
"Neymiş" dercesine bakan Şeyh Yasin'e üzgün bir şekilde açıkladı:
- Ürdün yönetimi Amman'daki büromuzu kapattı. Hareketimizin siyasi kanadım, başta Halid Meş'al olmak üzere, Doktor Musa Ebu Merzuk, Muhammed Nezza'i ve ibrahim Goşe'yi de sürgün etti. Şeyh Yasin'in çalışma bürosunda önce bir sessizlik oldu. İlk toparlanan Şeyh Yasin'in dudaklarından:
- İnna lillahi ve inna ileyhi raciun, sözleri döküldü. Yüzündeki ciddiyet, kemale ermiş bir teslimiyetle şekillenmİşti.
- Üzülmeyin kardeşlerim! dedi. Yüce Allah bu yolda bir kapıyı kapatırsa elbet başka bir kapı açacaktır. Biz ihlâsla çalışıp direniş için gayret gösterdiğimizde, elbette engellerle karşılaşacağız. Sabırlı ve sebatkâr olmak gerek. Rantisi üzgündü. Yaşanan gelişmeler karşısında konuşmadan edemedi.
- Efendim! dedi kırılgan sesiyle- Zaten bu Ürdün rejiminden Filistin davasına yönelik aldığımız ilk darbe değil. Siz bizden daha iyi hatırlarsanız: 67 savaşında Ürdün ordusu, Filistinli gerillaların kontrolündeki Kudüs ve çevresini alıp Siyonistlere kendi eliyle teslim ettikten sonra çekilmedi mi? Asıl ihanet o zaman başlamıştı.
Şeyh Yasin bir müddet düşünüp başını kaldırdı.
- Bir açıklama yapılsın, dedi. Mossad'm bu iki ajanının işgal yönetimine teslim edilmesine şiddetle karşı olduğumuza dair tepkimiz gösterilsin.
Aynı gün HAMAS, konu ile ilgili yaptığı açıklamada şunu ilan etti: "Biz, MOSSAD adlı terör örgütüne mensup ajanların yargılanmalarını beklerken, onların Siyonist yönetime teslimi yönünde gelişmeler olmasına şaşırdık. HAMAS, hareketinin siyasi biriminin başkanı kardeşimiz Ha-lid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün hükümeti tarafından Siyonist işgal rejimine teslim edilmesini, büyük üzüntüyle karşılamıştır. Bu hareket f Siyonist teröre karşı yumuşak tavır anlamına gelir ki, böyle |< bir tavır da onlara daha çok cesaret kazandıracak, dolayısıyla benzer girişimleri tekrarlamaya teşvik edecektir. Siyonist yönetimin Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun, Ariel Şaron ve İzak Mordahay adlı iki teröristi de yanma alarak dün akşam televizyonda yaptığı açıklamada; "işgale karşı direnenler nerde olurlarsa olsunlar kendilerini izleyeceğiz" şeklinde sözler sarf etmesi, bizim görüşlerimizi doğrulamaktadır." O gün kahvaltıdan sonra Şeyh Yasin bürosuna gitmedi. Zaman zaman yaptığı gibi, evinde çalışacaktı. Ayrıca gelecek misafirleri evinde ağırlamak için bugüne randevu vermişti. Ziyaret, Arafat'ın temsilcilerince yapılacaktı. Mutlaka bir şeylerin olacağını tahmin eden Şeyh Yasin, yardımcısı Ebu Şenneb'i de çağırmıştı. Evindeki küçük çalışma odasında Önüne yığılmış evrakları incelerken, Ebu Şenneb'in geldiğini haber verdiler.
- İçeri gelsin, dedi oğlu Abdi'ye.
Ebu Şenneb odaya girip Şeyh Yasin'i selamladı. Birbirlerini sorduktan sonra:
- Ebu Şenneb! dedi Şeyh Yasin. Bu günkü randevumuzu biliyorsun.
- Evet efendim. O sebeple buradayım
- Bu tür ziyaretleri sıkça ya sayamıyoruz. Acaba neye borçluyuz dersin?
- Sizin hem zindan çıkışınız, hem de hastalığınız için sorma nezaketinde bulunacaklarrmş efendim. Ama başka bir durum varsa göreceğiz.
- Evet! Bekleyip görelim bakalım! Üniversitedeki çalışmaların nasıl,, devam ediyor mu?
- Evet efendim, devam ediyor. Hem üniversitedeki öğretim görevlisi kadromu, hem de mühendisler sendikası başkanlığımı...
Tam bu sırada dışardan bir araba sesi duyuldu. Odanın kapısı açıldı. İçeri giren Abdi;
- Baba! Beklediğimiz misafirler geldi, dedi.
- İçeri al oğlum.
İçeri giren iki kişinin ilk etapta şıklıkları göze çarpıyordu. Kravatlı ve takım elbiseliydiler. Ebu Şenneb'in de iltifatlarıyla koltuklara oturdular. Şeyh Yasin;
- Tekrar hoş geldiniz beyler, dedi
- Hoş bulduk efendim, dedi orta boylu olanı. Ebu Şen-neb de onları sorduktan sonra, adam söz aldı:
- Efendim! Başkan Arafat'ın geçmiş olsun dileklerini sunmak için buradayız. Şahsı ve halkı adına size geçmiş olsun mesajının yanı sıra sıhhat ve afiyetinize dair iyi dileklerini de iletti.
- Sağ olun, dedi Şeyh Yasin. Teşekkür ederim. Kendileri nasıllar?
- Sıhhatteler efendim. Yoğun bir görüşme temposu içinde olduğundan ilk fırsatta sizi bizzat ziyaret etmek ister. Malumunuz 93'teki barış sürecinden bu yana meclis çalışmaları, yanı sıra güvenlik ve sosyal kurumlarımızın yeniden inşası, uluslararası platformda destek ziyaretleri Baş-kan'ı yoğun bir programla boğuşturuyor. Şeyh Yasin, adamın ikide bir "Başkan, başkan" diye Arafat'ın liderliğine vurgu yapmasına tebessüm etti. Bu, tüm Filis tini ilerce kabul edilmeyen; ama ettirilmeye çalışılan bir söylemdi. Adam, başka bir konuya vurgu yaptı.
- Ebu Şenneb, sizi de burada görmemiz çok güzel oldu, aynı dileklerimizi sizin içinde tekrarlıyoruz: Geçmiş olsun!' Zira siz de Filistin davası için tıpkı Şeyhimiz gibi nice çilelere göğüs gererek Askalan zindanında kaldınız. Uzlaşmacı kişiliğinizin Filistin davasına büyük yararlar sağladığı.ıı unutmadık. Ayrıca Dr. Abdulaziz Rantisi'ye de aynı dileklerimizi lütfen bizim adımıza iletiniz. Filistin, uğruna yapılan1 kahramanlıkları unutmayacaktır.
Adam Şeyh Yasin/e döndü.
- Efendim! dedi. Şimdi nasılsınız? Sıhhatinizde, Am:; man'daki tedaviden sonra bir gerileme olmadı inşaallah.
- Hayır! Hamd olsun iyiyim. Bizi asıl üzen maddi sıkın-' Ular değil- Elbette bir gün, çekilen bu zorluklar meyvelerini verecektir. Lakin mühim olan işgal rejimine direnmek ve Filistin'i tam bir Özgürlüğe kavuşturmaktır. Zira bu yaradır, asıl bizi rahatsız eden. Zahiri yaralar değil... :
Bu ince mesaj karşısında adam baştan savma bir manevra yaparak:
- Hepimizin gayreti ve temennisi bu efendim, dedi. Mevcut, nispi ve kolu-kanadı kırık Özerk Yönetimin yeterliliğini savunmadan konuyu geçiştirdi. Kendini tebessüme zorlayan, sıkılan halini sahte gülücüklerle, siyaset kokan sözlerle gizlemeye çalışan bir tablo yansıtıyordu. Bir ara bakışlarıyla evi incelemeye aldı. Daha çok fakir Filistinlilerin yaşadığı bu gecekondu mahallesi, adamın yaşadığı semte benzemiyordu. Üç küçük odası, bir mutfak, banyo ve tuvaleti olan bu ev, kışlan soğuk, yazlan ise sıcaktı. Oturduğu koltuklar, evin düzeni oldukça sade ve sıradandı. HAMAS'ın manevi liderinin yaşadığı ev, böyle olmamalıydı. Daha geniş, daha büyük ve şanına yakışır bir evde olması daha yakışık alırdı. Ağırlandığı şu odayı hiç de beğenmemişti. Zaten bu gayeyle gelmemiş miydi? Öyleyse asıl maksada giriş yapmanın zamanıydı.
- Efendim, dedi adam. Eviniz biraz küçük gibime geldi.
- Doğru, dedi Şeyh Yasin. Biraz küçük, fakat yeterli geliyor.
- Her ne kadar öyle olsa da sizin konumuzda olan bir insan için daha büyük ve daha geniş, güzel bir ev olmalı. Ayrıca hastalığınız için de daha rahat bir eve ihtiyacınız var...
Sözün nereye varacağını merakla bekleyen Ebu Şen-neb, Şeyh Yasin'in yüzüne baktı. Mütebbessim çehresi gülümsüyor, sabırla karşısındakini dinliyordu. Adam devam ediyordu:
- Bu sebeplere binaen efendim, başkanımızın teklifi ile Özerk Yönetimimiz Gazze'nin en zengin semtlerinin birinde istediğiniz büyüklük ve rahatlıkta size bir ev tahsis etmeyi teklif ediyor. Sizden kabul göreceğini umuyoruz. "İşte! Ziyaretin sebebi anlaşıldı" diye düşündü Şeyhi Yasin. Bu, bir yardım teklifinden çok Şeyh Yasin'i satın alma teklifiydi. Ustaca kurgulanmış bir oyun ya da balla karıştırılıp içirilmeye çalışılan bir zehirdi. Ama bu teklif Şeyh Yasin'i tanımayan bir anlayışın ürünü gibiydi. Bir çeşit sus payı... Kabullenir yanı olmayan bu teklife Şeyh Yasin'in tereddütsüz cevabı odada yankılandı.
- Yönetiminizin teklifi için teşekkürlerimi iletin lütfen. Yalnız ben, halkımdan ayrı yaşayamam. Bu fakir halkı seviyorum. Onlarla olmak, onlar içinde, onlardan biri gibi yaşamaktan mutluluk duyuyorum. Burada ve bu semtten ayrılmayı da düşünmüyorum. Ufak bir şaşkınlık geçiren adam, toparlandı ve fazla ısrarcı olmadı.
- Madem uygun görmüyorsunuz, takdir sizindir efendim. Müsaadenizle biz kalkalım, tekrar geçmiş olsun. Hayırlı şifalar diliyorum. Arkadaşıyla uğurlanıp dışarı çıkan iki adamı pencereden seyreden Şeyh Yasin'in gözünden korumaların ve otomobilin fiyakası kaçmadı. Öyle ya! Özerk Yönetim devlet olmanın zahiri manasını yansıtmalıydı. Devlet olma anlayışının gereği buymuş gibi. Şeyh Yasin, aradan uzun bir müddet geçmeden bir konferansa katıldı. Özerk Yönetiminin başı Arafat ve birtakım saygın kişilerin yanı sıra, çeşitli ilim adamlarının da katılacağı bu geniş açıhmlı konferans kalabalıktı. Tebliğler üzerine tebliğler sunuluyor, Filistin meselesine dair fikirler havada uçuşuyordu.
Verilen bir istirahat sırasında dikkat çeken bir hareketlilik yaşandı. Salona giren Yaser Arafat'tı. Etrafını saran korumaları gazetecileri fazla yaklaştırmıyordu.
Salona.girer girmez gözleri birisini aradı. Aradığı kişiyi bulmanın sevinci gözlerine yansıdı. Hızlı bir tempoyla yürüdü. Tekerlekli sandalyesine oturan Şeyh Yasin'e yaklaşırken, güleç bir yüzle içten olmaya çalışıyordu. Selamlamadan sonra Şeyh Yasin'e sarıldı, sakalını Öptü. Adet gereğince sıcak bir yakınlık sergiliyor, sürekli gülümsüyordu. Kameralar ve patlayan flaşlar ona haz veriyordu.
Şeyh Yasin her zamanki mütebessim yüzü ile Arafat'ı süzdü. Başındaki kareli kefiyesi, sağ omzuna sarkmıştı. Pör-sümüş yüzü ve kızarmış gözleri, yaşlandığını haber veriyordu. Üzerindeki üniformasıyla Şeyh Yasin'in yanındaki sandalyeye oturdu. Geçmiş olsun dileklerini söyledi. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Bir ara sol eli ile Şeyh Yasin'in felçli ve hareketsiz parmaklarına dokundu. Tutmaya çalıştı. Bir müddet oturup konuştuktan sonra yanından ayrıldı. Her şeyi uzaktan izleyen basın mensuplarından bir gazeteci konferansın sonunda Şeyh Yasin'e sokuldu. Konferans hakkındaki görüşlerini öğrenmek için bazı sorular sordu.
Bir ara:
- Efendim dedi; Özerk Yönetimle ilişkileriniz nasıl?
Kurgulanmış bir fitnenin kokusunu sezen Şeyh Yasin,
temkinli konuştu
- Filistin liderliğinin ortak noktası, birlik ve beraberliktir. Bu doğrultuda Filistin özgürlüğüne yönelik her olumlu girişim Filistin davasına hizmettir.
- Müsaadenizle bir soru daha sormak istiyorum: HA-MAS olarak neyi hedefliyorsunuz, açıklar mısınız? Gazetecinin öğrenmek için merak ettiği tüm sorularına tek bir cevap vermeyi düşünen Şe^h Yasin, tane tane konuştu:
- Bizim, HAMAS olarak hedefimiz; toprağımızı kurtarmak ve Siyonist düşmandan hakkımızı almaktır. Bu; sürekli, sabit ve değişmeyecek bir hedeftir. Bu hedef er veya geç gerçekleşecektir. Bu hedef, Filistin davasına hizmet etmektir. Biz Filistin halkının birliği arasına herhangi bir ihtilafın, uzlaşmazlığın girmemesi, iç savaş çıkmaması için çalışacağız. İşte bu, Filistin davasına hizmet edecektir. Hedef tektir. Biz isteklerimizi gerçekleştirmede ve İsrail işgal rejiminin gasp ettiği meşru hakkımızı geri almakta Özerk Yönetime destek oluruz. Bu gerçekleştiğinde herhangi bir çarpışma ve direniş olmaz. Biz ne koltuk ne mal ne mevki istemiyoruz-Yönetim, yine Özerk Yönetimin elinde kalsın. Biz ona bakmıyor ve ona rağbet etmiyoruz. Yüzüne beklediğini alamamanın mutsuzluğu yansıyan gazeteci, Şeyh Yasin'in konferanstan ayrılmak istemesiyle arkasından bakakaldı. "Ne makam, ne mevki peşinde; tek derdi, toprağı ve halkının gasp edilen hakları" Yahya Ayyaş'm şehadetinden sonra duracağı yahut sekteye uğrayacağı düşünülen istişhadi eylemler, artarak Çoğalıyordu. Zor anlar yaşayan işgal rejimi de boş durmuyordu; zulmün her yolunu denemeye çalışıyor, cinayetlerine ara vermiyordu. Bu sebeple israil, Özerk Yönetimle imzalanmış olduğu güvenlik iş birliği anlaşmasından azami derecede faydalanma yoluna gidiyordu. Nitekim bu işbirliğinin nasıl pratiğe yansıyacağı halk tarafından yavaş yavaş anlaşıldığında el- Halil şehrinde binlerce Filistinli, İsrail ile güvenlik işbirliğine son verilmesine yönelik yürüyüşler yaptı. Fakat işgalci İsrail yine de kendine yakın olan Özerk Yönetimdeki etkin isimlerden çeşitli istihbari bilgiler elde etmekte gecikmedi
Bu bilgiler doğrultusunda Nablus yakınlarında dağlık bir bölgede arabasının yeri tespit edilen HAMAS'ın askeri kanadının Batı Yaka Bölgesi Sorumlusu Mahmud Ebu He-nud'un üzerine havadan 10 roket fırlatıldı. Amerika'nın hediye ettiği Apaçi helikopterleri ve F -16 savaş uçakları, artık bu işlerde kullanılır olmuştu. Bunun üzerine halktan tepkiler giderek yoğunlaştı. En sert tepki HAMAS'ın Gazze temsilcilerinden Porf. Dr. Ab-dulaziz Rantisi tarafından dile getirildi:
- Ebu Hennud'un otomobilinin tespit ve takip edilebilmesi Filistinliler arasında dolaşan birtakım kirli ellerin bulunduğuna işarettir. Bu kirli eller mutlaka tespit edilip ortaya çıkarılacak ve Filistin halkı onlara gereken cezayı vereçektir. İşgalci İsrail ile yapılan güvenlik işbirliği anlaşması da kesin bir şekilde İptal edilmelidir... HAMAS'ın bu kararlı tutumu birçok insanı etkiledi, sokaklara döktü. Gösteriler, protestolar yapıldı. Özerk Yönetim bununla ilgili rahatsızlığım ilk etapta dile getirmese de daha fazla sabredemedi. 9 Nisan 1998 günü Şeyh Yasin'in evine uğrayan Ebu Şenneb, telaşlı ve endişeliydi. Gelişmeleri Şeyh Yasin'e anlatırken öfkesini gizleyemiyordu.
- Yıllarca işgal yönetimiyle çatıştık, boğaz boğaza geldik, zindanlarında yıllarca yattık, her harekete ve işkenceye sabrettik efendim. Ama Özerk Yönetimin yaptığına bir bakın Allah aşkına! Muhyiddin Şerifin şehadet acısı yetmiyormuş gibi Rantisi'yi tutuklayıp zindana attılar. Zavallı kendini bildi bileli zindanlarla nikâhlı. Şeyh Yasin'in alnındaki çizgiler belirgin bir şekilde kabarmış. Fakat yine de ihtiyatlıydı. Öfkeyle fikir yürütüp duygusal davranmadı. Akıl ve iz'an süzgecinden düşüncelerini geçirip öylece konuştu.

- Sakin ol Ebu Şenneb! Sakin Ol! dedi. Bu yolda, daha?, çok dikkatli olmamız gereken bir aşamadayız. İşgalci İsrail'e karşı bilaşüphe saldırı yapabiliyoruz. Ama bu konuda dikkatli olmak gerek. Neticede oyuna da gelmiş olsalar kardeşlerimiz ve direnişte fikirdaşımızdırlar. Birliğimizi bozmamalıyız. Bizi kışkırtmak isteyenler ve onları da kullanıp buna alet etmek isteyen harici güçler var. Zaman, basiret ve ,ferasetle olayları tahlil etme zamanıdır. Şimdi şuraya oturda gelişmeleri güzelce bir daha anlat. Hayrandı Şeyh Yasin'e. En sıkışık zamanlarda dahi çevresine güven, itimat veriyordu. Herkes gibi o da bu olumlu elektriklenmeden nasibini alıyordu.
- Yahya'nın şehadetinden sonra, dedi Ebu Şenneb. İzzettin Kassam Tugayları'miza karşı işgal güçleri tutunamı-yor, zorlanıyordu. Bunu zaten biliyorsunuz. Rantisi'nin Ebu Henud'un şahadetinden sonra "Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının iptal edilmesine yönelik demeci Özerk Yönetiminin hoşuna gitmedi. Ona diş biliyorlardı. Nitekim bugün Muhyiddin Şerifin şahadeti olayında da Rantisi, Özerk Yönetimin, işgalci İsrail'le işbirliği yaptığını dile getirdi. Zaten bu, her Filistinlinin bildiği bir gerçek... Daha sonra Özerk Yönetimin polis gücü tarafından tutuklanıp zindana konuldu.
- Maalesef, dedi Şeyh Yasin. Bu güvenlik işbirliği anlaşması başımıza çok dert açacak. Oynanan büyük oyunlar birliğimizi bozmaya yönelik gelişmelere gebedir. Oyuna gelmemek için direneceğiz Ebu Şenneb. Dikkatli olup birbirimize düşmeyeceğiz... Ama bu duyarlılığımız Arafat'ın politikalarını eleştirmememiz anlamına gelmemeli. Bu günden tezi yok Özerk Yönetimin hatalarını halka açıklayarak yapıcı eleştiriler yapmaktan geri durmayacağız. Özellikle Mahmud Zahar, uluslararası basını bu konudaki demeçleriyle aydınlatmalıdır. Fakat söylediğim gibi yıkıcılıktan uzak, yapıcı; halka ve dünyaya gerçekleri anlatacak doğrultuda demeçler verilmelidir.
Kısa bir nefes aldı, dalgın biri gibi konuştu.
- Zavallı Arafat! Oslo anlaşmasıyla bağımsız bir Filistin'in kurulacağını zannetti. Topraksız ve haklarından mahrum Özgürlük; ancak esarettir, zillettir, işgalcilerin de istediği bu değil mi? Rantisi, o gün yine Yusuf iyedeydi. Ama bu tutuklanış farklıydı. Bu, mevki ve makamla şımartılmış özerk Yönetimin yanlışlıklarına karşı geliştirilen bir tepkinin sonucuydu. Bindiği dalı kesmenin idrakinde olmayan Özerk Yönetim'in bu tavrı, onun dünya Müslümanlarının gözünde şiddetle düşüşüne sebep olacaktı.
On Altıncı Bölüm
İşgalci İsrail'in, Filistin'in dört bir tarafında artan baskıları, baskınları, evleri talanları, yakıp yıkmaları boy boy dünya ekranlarına taşınıyordu. Her gün ya birkaç ço-' cuk, ya birkaç kadın, ya birkaç genç ya da birkaç ihtiyar mutlaka ulu orta öldürülüyordu. Özerk Yönetimin ise kılı kıpırdamıyordu. Siyaset diliyle cılız bir kınama en sert açıkIamasıydı. Korkusu; Filistin'in temsiliyet noktasında uluslararası destekten tecride uğraması, bu hakkın elinden alınmasıydı.
Rantisi'ye reva görülen hücre işkencesi gibi, halkın seslendirdiği doğrulara ise Özerk Yönetimin tepkisi sertti. Tıpkı işgalci yönetim gibi, illegaliteden legaliteye dönüşün metamorfozunu oturtmaya çalışan korku karışımı bir hırs krizine tutulmuştu. Fakat halkın yaşananları değerlendiren ve sonuçlar çıkaran duyarlılığını unutmuşa benziyordu. Bir Öfke seli gizli gizli kaynıyor, gittikçe hareketleniyordu. O sırada işgalci İsrail'de yapılan seçimler neticesinde iktidara gelen asker kökenli Ehud Barak, kamuoyuna selefi Netanyahu gibi kendisini barış yanlısı olarak lanse etti. Seçim vaatleri arasında Filistin sorununa nihai bir çözüm de vardı. Bu vaat Özerk Yönetimi daha bir şımarttı. Yaser Arafat 93'teki barış anlaşmasından bu yana işgalci İsrail tarafından birçok defa aldatılmış olmasına karşın, gerçekleri göremiyordu. Hile ve oyunlarla adı özdeşleşmiş bir kavmin sözlerine inanmanın tarihsel neticelerini idrak edemeyen Arafat, bir kez daha beklentiye girdi. O gün 2000 yılı Şubat'inin ikinci yansıydı. Hücre işkencesi çektiği Özerk Yönetimin zindanından azat olan Rantisi, evde gözü yaşlı ihtiyar annesini ve hanımını, gönülleri ve yürekleri buruk bir şekilde buldu. Bir sebebi olmalıydı. Ser­bestti artık. Neden ağlasmlardi? Ama bu gözyaşları sevinç gözyaşlarına benzemiyordu. Yine de bir dava adamının olgunluğunu sergilemekten geri durmadı:
- Neler oluyor? dedi hanımına. Biri bana açıklamayacak mı?
Gözleri yaşlı ve hayatın çilesini beraber omuzladığı hanımı anlattı.
- Sen bugün eve yetişmeden Siyonist işgalci askerler oğlumuz Muhammed'i tutukladı. Tekrar gözyaşlarına boğuldu. İhtiyar annesi ve hanımını teselli ederken, yüreğindeki acının daha da arttığını hissetti. Annesinin dudaklarından için için beddualar dökülüyordu işgalci askerlere. Serbest oluşuyla beraber gelen ziyaretçilerden yana o da teselli buldu. Şeyh Yasin, Ebu Şenneb, İsmail Haniyye, Mahmud Zahar, Salah Şahade, Muhammed Deif ve halkın ziyaretleriyle gönlü sevinçler yaşadı. "Bu yol..." diye düşündü. "Uğruna eşin, aşın, işin feda edilmesi göze alman kutsal bir yoldur. Filistin'in, Kudüs'ün azatlığının yoludur. En büyük mükâfatın verileceği, o büyük vaadin yoludur. Sabredecek ve direneceğiz. Ayaklarımızı sabit, bileğimizi kavi kıl, yüreğimizi aşkla doldur Ya Rabbi!" Rantisi'nin yüreği bu duygularla atarken; Amerika, Özerk Yönetim ile İsrail arasında arabuluculuk görevini yürütüyordu. Fakat Amerika'nın tavrı kekliğe karşı kartalın şahinle iş birliğine benziyordu. Neticede 2000 yılının sonlarına kadar bir türlü istenilen nihai barış antlaşması gerçekleşmedi. Arafat bir daha oyuna getirilmişti. Onca yıllık oyalanma, onca yıllık kandırılmışlık, onca yıllık zulüm halkı çileden çıkarmış, tansiyonu yükseltmişti. İçten içe kanayan bir yara gibiydi Filistin. Yarım asrı bulan kutsal bir direniş pes etmiyor, inatla direniyordu. Bu sıralarda İsrail'de de önemli gelişmeler yaşanıyordu. Şubat 2001'de yapılacak genel seçimlerde Ehud Ba-rak'm başkanlığındaki İşçi Partisi ve Ariel Şaron başkanlığındaki Likud partisi arasında kıyasıya bir yarış sürüyordu. Aşırı sağcı kesimin oylarını almak için Şaron bir çok şey düşünüyordu. Bu maksatla Mescid- i Aksa'yı ziyaret etmeyi tasarladı. Böylelikle hem sağcı Yahudi seçmenlere mesaj verecek, hem de Filistinlileri önemsemediğini göstererek oylarını alacaktı. Henüz seçilmeden attığı küstah adımlar, seçildikten sonra atacağı adımların habercisiydi. Fakat hesaba katmadığı bir gelişme yaşandı. Müslümanların ilk kıbleleri olan Mescid- i Aksa'ya 28 Eylül 2000 tarihinde yaptığı bu provokatif ziyaret, Filistinlileri tahrik etmeye yetti. Bir kıvılcım bekleyen sinelerdeki kitlesel Öfke-f! nin tutuşması gecikmedi. Büyük bir infial gerçekleşti. Çev-] resi mübarek kılman Mescid- i Aksa'dan/Kudüs'ten yayılan ve kısa sürede Filistin'in tüm kentlerinde tutuşan İKİNCİ İNTİFADA ateşi boy gösterdi. AKSA İNTİFADASI diye bilinen bu direniş, kutsal ve mübarek bir mekândan ra-hiyalar saçtı Filistin'e. 87'den bu yana İşgalci İsrail'e karşı sinelerde büyüyen öfke seli sokaklara, caddelere, kamplara, şehirlere dalga dalga yayıldı. Yüreklerdeki öfke dudaklarda sloganlara dönüştü. Yetmedi ellere, sapanlara taş, silahlara kurşun olup İsrail'in işgalci askerleri üzerine yağdı. Fedakârlık oldu; candan, yardan, serden vazgeçiş oldu. Bomba bomba patladı üzerlerine. Ardı ardına düzenlenen istişhadi eylemler aş, iş ve eş imtihanını eylem eylem patlatıyordu işgalcilerin böğründe. Nitekim Şaron da oyununu iyi oynayıp sağcı kesimin oylarıyla başbakan oldu. Bu durum, tansiyonu iyice yükseltecek yeni bir şiddetin habercisiydi. Ramallah'taki Özerk Yönetimin acil bir toplantısında konuşuluyordu:
- Bu daha farklı bir gelişme beyler! diyordu öfkeli ses. Farkında değil misiniz? Filistin'in siyasi önderliği artık sadece kâğıt üzerinde bizde kaldı görünüyor. Halkın gönlünde ve dillerde ihtiyar bir meflucun adı dolaşıyor. HAMAS rengini sokaklara vermiş.
- Doğru! dedi ikinci ses. Direnişin gidişatında bu aşamadan sonra biz dışlanmış gibiyiz. Adeta halk, önderlerini çıkarır oldu.
Çöken sessizlikten sonra bir soru ortaya atıldı.
- Teşhis bu! Yani söyledikleriniz. Ama çözüm nedir beyler? Samimi ve açık yüreklilikle konuşalım.
- Efendim! Gelinen noktada önderlik temsiliyetimizin devam edebilmesi için, halka yakın olan önderler gibi bir söylem geliştirmeliyiz. Aksi halde önderliği, sokakları dolduranlar kendi bağırlarından, gözlerimizin içine baka baka çıkaracaklardır. Elini çenesine dayayan Arafat düşünüyordu:
- Doğru, dedi içinden. Söylenenler doğru. Lakin Amerika'nın tepkisi nasıl olur, nasıl davranır? Bilemeyiz, Neticede liderlikten olmak da var. İnce düşünmeli!
İkinci intifada Cenin'de, Kudüs'te, el- Halil'de, Gaz-ze'de öfke öfke büyürken, elden ele dağıtılan bildiriler ve mescid mescid vaazlarla yönlenen bir azimle güç ve kuvvet buluyordu. Yebna'daki Bilal ibni Rebah Camii'nin kürsüsünden bir ses dalgalanıyordu:
- Kardeşlerim! Bu gün mübarek Ramazan ayının son cuması... Yani bu gün "Kudüs Günü!..." 67'den beri esaret altında ağlayan mazlum Kudüsümüz daha ne kadar inleyecek bu zulüm tufanının altında? İlk kıble olan bu kutsal ma­bedimiz, daha ne kadar işgalci Yahudi'nin silahlan gölgesinde inleyecek?
"Her türlü eksiklikten münezzeh bulunan (Allah), kulunu (Muhammed aleyhisselatü veselamı) geceleyin Mescid- İ Haram'dan alıp, kendisine birtakım ayetler gösterelim diye, etrafını mübarek kıldığımız Mescid- i Ak-sa'ya götürdü. Şüphesiz ki o, işitendir, görendir"16 diyen buyuran Kur"an, bize bir hakikati yani Mescid- i Aksa'nın çevresinin kutsallığını müjdeliyor. Bu kutsallık işgalci İsrail'in istilasına uğradığı gün, çiğnendi. Peygamberlerini katleden bu uğursuz siyonist kavim, Aksa intifadasıyla bunun bedelini ağır bir şekilde ödüyor.
Tarihte nice Ömer ibnu Hattablar, nice Selahaddin Eyyubiler bu mücadelenin mirasını omuzladılar da Allah'ın yardımıyla galib geldiler. Bu muttaki ve mümin direnişçiler gibi direnip sahip çıkalım Kudüs'ümüze. İsra Mirac'a mekân, Resullüllah aleyhisselatü vesalamm övgüsüne mazhar olan bu mescid; bağrından, kutsal ve mübarek kılman çevresinden bir intifada doğurdu. "Beni kurtarın Yahudi'nin çizmesinden" dercesine... Ey Allah'ın salih kulları! Yolunda mücadele edenlere hidayet kapılarını göstermeyi vaad eden Yüce Allah'ın dinine yardım günüdür bu gün. İzzet ve şerefi kuşanma günüdür... Şehadet günü, şehit olma günüdür. " O günkü Cuma namazı sonrası yollar, caddeler tekbirlerle inledi Refah'm Yabna semtinde. Her Cuma camiler bir öfke seline medar olacak ateşleme görevi görüyordu. İşgalcinin korkulu rüyasıydı cuma namazları. Bir direniş, bir diriliş günüydü cumalar. Kudüs'ten Gazze'ye, El-Halü'den Cenin'e... Coşkun bir kitlenin gönlü Aksa için öfkeyle atarken,
gözler yaşanılan zulme karşı kin doluydu. Sokağa taşan kitlenin hışmına uğrayan, o sıralarda oradan geçen işgalci bir askeri birlik oldu. Tank eşliğinde birkaç askeri cemseyle geçen konvoy, taş yağmuruna tutuldu. Aniden ortalık kurşun seslerine boğuldu. Halkın üzerine acımasızca kurşunlar yağıyordu. O esnada iki genç belirdi önlerde. Nereden çıktılar, nasıl çıktılar, anlaşılmadı. Askeri konvoyun ortasına dalan gençlerden sonra ortalıkta arta kalan bir yığın tank ve askeri cemse enkazı ve etrafa saçılmış işgalcilerin parçalarıydı. İki gün sonraydı yine. Bir başka şehadet operasyonu, bir başka eylem ses verdi işgalcilerin yüreğinde. Daha sonra bir başkası, derken bir başka yerde bir başkası daha... Yerleşimci Yahudilerden Tel- Aviv'de rahat rahat yaşayan Yahudilere kadar bir korku sindi iliklere bir ürkeklik... Toplantı üstüne toplandı yapıyordu çiçeği burnunda Başbakan Şaron.
- Beyler! dedi masanın etrafını saran yeni kabinesine. İTüm bu gelişmelerin altında tek bir isim yatmaktadır; Şeyh |Ahmed Yasin! Yani HAMAS!... İstihbaratımız her sokakta, her şehirde, her sloganda, her eylemde onun adını görüyor. JAdı dillerde yetmiyormuşçasına gönüllerde de... 87'de 1. İntifadaki rolünü unutmamak gerek. Bu defa buna fırsat verme niyetinde değilim. Varlığını bizimle mücadeleye adayan o adama kendimi tanıtacak ve kim olduğumu göstereceğim. Hem ona hem de tüm dünyaya...
- Efendim! dedi savunma bakanı. Bugüne kadar şehirlerimizden uzak olan eylemler, artık sivil halka da yansıdı. Topyekün bir savaşla karşı karşıyayız. Halkımız korku ve panik içinde. Kalabalık caddelerimizde, alış veriş merkezlerimizde, otobüs duraklarımızda, bar ve pavyonlarımızda, eğlence mekânlarımızda, turizm merkezlerimizde her an yaşanacak bir intihar eyleminin korkusunu yaşayan halkımız bir çıkmazda. Buna bir çözüm bulmamamız halinde hükümet olarak halk nazarında itibar kaybederiz.
- Çok doğru, dedi aşırı sağcı Turizm Bakam. Ortam çok gergin, halkımız da tedirgin... Turizmimiz oldukça geriledi. Geçen yıllara nazaran güvenlik ve asayişin olmaması sebebiyle turist sayısında aşın bir düşüş yaşıyoruz. Ekonomi­miz darbe alabilir. Çözüme yönelik önerim şu: Şüpheli görülen Araplara vahşi hayvanları uyutmak iç'n kullanılan oklardan atıp vurmak gerek. Ancak bu şet ilde tehlikeyi bertaraf edebiliriz. Toplantıdaki bakanlardan kimi güldü, kimi onayladı içinden. Fakat görünen oydu ki, bir karara varılmıştı. Şa-ron'un gözleri parlak parlaktı. Hedefinin şekli zihninde canlandı: Şeyh Ahmed Yasin! 2001 Yılı Aralık ayının 15'iydi. Dört ay önce yaşanan 11 Eylül saldırıları Amerika'yı azdırmıştı. Amerika, terörle mücadele adı altında dünyanın birçok bölgesine yığınaklar 'yapıyor, müslümanlara saldırılar düzenliyordu. Bu saldırıların sonuncusunu tefekkür eden Şeyh Yasin, yoğun iş temposu altında çalışıyordu. Bürosundan ayrılmadan önce son tembihlerini de yaptı.
- Dün gelen maddi yardımlar belirttiğim adresteki dul ve yetimlere acilen ulaştırılsa iyi olur. Yiyecek ve içecek sıkıntısı çekiyorlarmış. Kimseleri de yokmuş zavallıların. Sahip çıkmazsak hesabını yarın nasıl veririz mahşerde?
- Anlaşıldı efendim. Bugün akşama kalmaz yetiştiririz inşaallah.
Şeyh Yasin oğlu Abdi'ye baktı:
- Haydi, oğlum çıkalım, dedi. Namaz'a yetişelim. Bismillah...
Az sonra sokaktaydılar. Karşılaştıkları kimselerle selamlaşa selamlaşa camiye vardılar. Vakit namazlarını cemaatle kılmaya özen gösteriyordu Şeyh Yasin.
İsrail ordusu, kapalı kapılar ardında alman kararlan uygulamak için geniş çaplı bir saldırı harekâtı yaptı. Gaye; halkı korkutmak, sindirmek ve HAMAS'ı etkisiz kılmaktı. Gazze'nin her yeri gelişi güzel talan edildi. Füzeler ve kurşunlar duvarlarda yaşanan zulmü belgeledi. Zulmün sesi avaz avaz mazlumların üzerinde gürledi. Tanklar, uçaklar, helikopterler eşliğinde baştan ayağa silahlı, tam donanımlı askerler etrafa korku saçıyordu. Camideki cemaat, dışarıdaki hengâmeyi, feryadı, figanı, işgal askerlerinin önüne geleni devirip yıktığını görüyor, temkinli davranıyordu. Cami cemaatinin dağılmasından sonra Şeyh Yasin, oğlu ve birkaç kişi kalmıştı. Tam bu sırada kulakları sağır eden bir patlama sesi duyuldu. Cami isabet almıştı. Füzeler peş peşe atılmış, caminin bir tarafını çökertmişti.
Abdi:
- Aman Allah'ım! diye haykırdı. Babasını bir solukta dışarıya çıkardı.
Uzaklaştıklarında daha da güvendeydiler. Babasına baktı. Tebessümü yine yüzündeydi.
- Oğlum! dedi Şeyh Yasin. Takdirden kaçılmaz. Rabbimin dilediğinden gayrisi da gerçekleşmez. Yine de tedbirin ve cesaretin güzeldi.
Bu suikastten kurtulan Şeyh Yasin, işgalci Siyonistin açık bir hedefiydi. Nitekim ertesi gün bazı ziyaretçileri bu durumu açıkça dile getirdi.
- işgalci yönetim sizi tamamen ortadan kaldırmayı politika edinmiş efendim, dedi Rantisi. Daha dikkatli olmakta fayda var. Köşede sessizce duran Salah Şehade'yi süzdü, Şeyh Yasin. Göz göze geldiler:
- Efendim, dedi Şehade. Sizi ciddi bir anlamda korumamız gerek. Gönüllü fedailerimiz çok. İzin verirseniz...
- Doğru söylüyor, dedi Muhammed Deif. Kesinlikte korumamız lazım.

Kendisi için endişelenen bu fedakâr insanlara tebessümle baktı. Uzun bir sohbetten sonra Şeyh Yasin, Ranti-si'ye işaret etti.
- Artık gitme zamanı geldi, dedi. Randevumuza ancak yetişiriz. Hemen ayrıldılar. Çıkmadan önce Şeyh Yasin dikkatli olmaları için Şehade ve Deif e tavsiyelerde bulundu. Ziyaretlerinden memnun olduğunu belirtip dualar etti. Birazdan yoldaydılar. Tozu dumana katarcasma ilerleyen otomobilde Şeyh Yasin, Rantisi ve şoför vardı. Hava açık ve berraktı. Gazze'den başka bir bölgeye gideceklerdi.
- Efendim! dedi Rantisi. Ortalık gergin; başka bir zaman gitseydik.
Otomobilin camından tabiatı seyreden Şeyh Yasin cevap verdi:
- Dost ziyareti ilahi rızayı gerektiren bir haslettir Rantisi. Her adım, her çaba sevaba yöneliktir. Nereye kadar erteleyeceğiz? Mücadele hayatını kendi hayatımızdan üstün tutmalıyız. Olduğu gibi kabullenip alışmalıyız.
- Anlıyorum efendim, haklısınız. Fakat size bir şey olmasını istemem.
O anda otomobilin camından ilerideki virajda bir şeye gözü ilişen Şeyh Yasin, yaklaşınca:
- Arabayı durdurun, dedi.
Yavaşça duran otomobilin biraz ötesindeki manzara hiç de iç açıcı değildi: Devrilen bir otomobil ve etrafa saçılmış eşyalar... Bir trafik kazasıydı gördükleri.
- Çabuk, inip yardım edin.
Hızla fırlayan Rantisi ve şoför devrilen arabadan bir adamı çıkardılar. Arabadaki oğlu da kurtulunca adam rahat bir nefes aldı. Rantisi bir şey fark etti. Daha fazla yardıma tereddütlü bir tavırla hemen Şeyh Yasin"in yanma döndü:
- Efendim, dedi. Hafif bir kaza geçirmişler. Fakat... Rantisi'nin garip tavrım gören Şeyh Yasin merakla:
- Fakat ne? Dedi.
- Fakat... diye yutkundu Rantisi. Adam bir Yahudi... Rantisi'nin tereddütünü anlayan Şeyh Yasin;
- Şu anda, dedi. Yardıma ihtiyaçları var. Kim oldukları önemli değil. Hastaneye kaldırılmaları gerek.
- Peki efendim.
Başından kanlar süzülen adama ve oğluna ilk müdahaleyi yapıp sonra araçlarına aldılar. Onları en yakın hastaneye yetiştirmek için aceleyle gaza bastılar. Bir ara yaralı adam Şeyh Yasin'i pür dikkatle süzdü. Yaralı haliyle:
- Siz, dedi. Siz O'sunuz; Şeyh Ahmed Yasin! Şeyh Yasin, sadece tebessüm etti.
- Neden bana yardım ediyorsunuz? dedi adam.
- Sizin, dedi Şeyh Yasin. Şu anda yardıma ihtiyacınız var. Lütfen telaş etmeyin.
Adam şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Nihayet en yakın hastaneye vardılar. Adam oğluyla beraber arabadan indikten sonra dönüp içini dökercesine konuştu:
- Ben olsaydım size yardım eder miydim, bilemiyorum. Fakat İsrail tanrısının yerine İsrail devletini koyan siyasal Siyonizmden yana olmadığımı bilmenizi isterim. Bu iyiliğinizi de unutmayacağım. Herşey için teşekkürler.
Tekrar yola çıktıklarında Rantisi, Şeyh Yasin'in yüzüne bakıyordu. "Düşmanına dahi ihtiyacı anında yardımını esirgemeyen bu ihtiyar, ne kâmil bir şahsiyet!" diye geçirdi içinden. Sanki içini okurmuşçasma Şeyh Yasin aniden konuştu:
- Yahudi de olsa muhtaç durumdaki bir kimseye yardımdan uzak durmamalıyız Rantisi. Bizim mücadelemiz haklarımızı gasp eden ve bize karşı silah kullananlarladır.
- Efendim! Biliyoruz ki her Yahudi, askerliğinden sonra da zaman zaman silah altına girer ve orduda gönüllü olarak savaşır. Bu Yahudi inancının vecibesidir. Nitekim birçokları da mali destek sağlıyor, işgalci İsrail devletine. Yani kadı-nı-erkeğiyle tüm Yahudiler bizimle savaştalar. Seyir halindeki arabanın camından uzaklara bakarken:
- Bu doğru bir tespit, dedi Şeyh Yasin. Mücadelemizde-ki esaslı ve geçerli bir dayanak... Lakin yine de yardıma ihtiyacı olana yardım etmek mü'mince bir tavırdır. Bize yakışan, onlar gibi zulüm etmek değil, merhamet ve hakkaniyetle olaylara yaklaşmaktır. Bu olayda da bu gerekiyordu. Fakat mücadele yöntemi bizi şahadet eylemlerine mecbur bırakmışsa, bu; düşmanımızın kadın, çocuk ayrımı yapmayan saldırılarına karşı caydırıcı bir direniş yolu olduğu için-dir. Zira kendimizi savunacak başka silahımız kalmadı Ran-.. tisi! Buna rağmen saldırılarına karşılık misliyle mukabele görmeleri onları düşündürmüyorsa, bu onların bileceği bir iştir. Bizim mücadelemiz gasp edilen haklarımız adına Filistin için, Kudüs için, halkımızın özgürlüğü içindir. "Aslında" dedi, Rantisi içinden. "Bu büyük insanın merhametini hak etmiyor işgalciler."
• Rantisi ve Şeyh Yasin'in ayrılmasından sonra;
- Şeyhimizi resmen hedef alan bu suikast eyleminden sonra, dedi Salah Şahade. Daha dikkatli olmalıyız
Gülümsedi Muhammed Deif:
- Evet, dedi. Köşeye sıkışan kedi pençelerini gösterir-
- Ama o pençeleri sökeceğiz inşaallah. Bağrında bombalar patladığında direniş nasıl olurmuş görecekler.
- Her şey hazırlandı değil mi?
- Merak etme her şey hazır. Sadece uygun zaman ve zemini bekliyoruz. İzzeddin Kassam Tugaylarının gönüllü fedaileri yeşil kuşun kursağını Özlediler. İşgalci İsrail, ölümü boynundaki bir gerdanlık gibi görenlere ne yapabilir ki?



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:10 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 08.01.2009 - 21:04
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
On Yedinci Bölüm
Birkaç gün sonra ajanslar, dünya basınında yankı uyandıran haberler geçiyordu. Düzenlenen bir şahadet eylemiyle tarumar olmuş bir binanın görüntüleri yansıdı ekranlara. Yıkılmış ve harabeye dönmüş binadan çıkarılan Yahudi cesetleri sıra sıra dizilmiş, ambulanslarca taşınıyordu. Aynı anda İsrail'in göbeği Tel - Aviv'de patlayıcı yüklü bir otomobil patlamış, birkaç İsraillinin ölümüne 35-40 civarında yaralının hastanelere kaldırılmasına sebep olmuştu. Gazeteler son gelişmeler ışığında şimdiye kadar İsrail'in iç bölgelerine yansımayan savaşın artık Yahudi halkın arasında paniğe sebep olduğunu yorumluyordu. Turist sayısındaki düşüş, ekonominin bütçeye yük olması, güvenlik olgusunun İsrail'in her tarafında işlememesi birçok olumsuz tabloyu beraberinde getiriyordu. Normalde her yıl gittikçe artan bir dış göç dalgasına maruz kalan İsrail, şahadet eylemleri ve 2. İntifadanın aktivitesi karşısında hemen hemen hiç dış göç alamaz oldu. Zira güvenliğin olmadığı bir ülkede kimse yaşamak istemiyordu. Dışardan yıllardır alman göçlerin kesintiye uğraması yetmiyormuşçasma İsrail tarihinde ilk defa dışarıya göç vermeye başlamıştı. Hem de azımsanmayacak ölçüde akın akın Avrupa ve Amerika'ya, tersine bir yahudi göçü oluyordu. Hayat felsefesi, rahatlık üzere kurulu çıkarcı anlayışın kulları, güvenli olmadıkları İsrail'den şimdilerde kafile kafile kaçıyordu. Ekonomide alarm veren bütçe açıkları gazetelerde sayfa sayfa gündemdeydi. Fabrikalar ve sanayi kolları işçi çıkarmaya başlamış, ekonomik tasarruflara yönelmişti. Hükümet sürekli büyüyen ekonomik .açıkları kapatmaya güç yetiremiyordu. Artan askeri harcamalar halkm sırtında bir kamburdu. Her gün iktidara eleştiriler diziyordu basın- yayın. Kamuoyunun baskıları iktidarı düşündürüyordu. Artan tepkiler bir şekilde pasivize edilmeliydi. Başbakanlık konutunda Şaron başkanlığında yine bir toplantı yapılıyordu. Uzun bir birifing veren içişleri Bakanı sözlerini toparladı:
- Efendim! Kısacası saldırılar artık yanı başımıza kadar uzandı. Gelişmeler endişe veren boyutlara ulaştı. İş merkezlerinde, alışveriş mekânlarında, çarşılarda, caddelerde halk kendini güvende hissetmiyor. Terör burnumuzun di­binde. Özellikle HAMAS'm intihar eylemleri artarak devam ediyor. Özerk Yönetim; HAMAS, İslami Cihad, Filistin Halk Cephesi, İzzeddin Kassam ve Aksa Tugayları gibi örgütleri kontrol altına almada çekingen davranıyor. Halktan tepki almaktan korkuyor. Zaten Filistinlilerin çoğu HA-MAS'tan ve eylemlerinden yana tavır sergiliyor. Zira HA-MAS'ın eğitim, sağlık, sosyal, siyasal, kültürel ve askeri alanlarda halkla bütünleşen köklü faaliyetleri var. Halktan destek görmeleri bu yüzdendir. Ayrıca İsrail kamuoyunun tepkisini de her gün basın-yayından okuyor, izliyorsunuz. Olmayan şeyler de ilk defa olmaya başladı.
- Nasıl yani? Biraz açıklık getirir misin?
- Açıklayayım efendim: işçi çıkarmaları arttığı için protestolar sokaklara, terörün gittikçe tırmanan korkusu ve etkisi de kamuoyuna yansıyor...
Şaron, Savunma Bakanı Şaul Mofaz'a döndü:
- Şimdi dedi. Söyleyeceklerimi iyi dinle: Madem Arafat HAMAS'ı kontrol altına alamıyor, iş başa düştü demektir. Ya o bu işi yapacak ya da biz yaptıracağız.
Birden durdu. Bir şey hatırlamış gibi:
- Diğer faaliyetler ne durumda? dedi. Bir an şaşırdı Mofaz.
- Hangisi efendim? Anlamadım, dedi.
- Şu güvenlik için yapılmasını istediğimiz duvar...
- Ha! Evet efendim. İlgili tüm ayrıntılar, geçeceği yerler tespit edildi. Haziran'da inşasına başlayabiliriz.
- Güzel, dedi Şaron sevinçli bir yüz ifadesiyle. Bakalım bu duvarı da yaptıktan sonra eylemler devam edecek mi?
- Efendim! izninizle bir şey sormak istiyorum. İşkillenmiş gözlerle Savunma Bakanı'na baktı:
- Dinliyorum, dedi.
- Biliyorsunuz ki efendim; güvenlik duvarı inşa edildiğinde Berlin duvarına benzetilecek. Bu yüzden çok tepki alabiliriz.
Umursamaz gibiydi Şaron:
- Hiç önemli değil Mofaz. Amerika hem arkamızda ve hem de finansmanımız. Ayrıca mesele sadece intihar eylemlerini durdurmakla alakalı değil. Biliyorsun ki bu duvar bir çok açıdan milli çıkarlarımızla doğrudan ilgili olacak. Hatta yeni pazarlıklar için elimizde bir koz da olabilir. Son sözlerinden sonra pis bir tebessüm belirdi yüzünde.
29 Mart 2002 sabahı!
Bir hafta sonraydı, Güneş bir başka doğmuştu bu sabah. Sanki hüzün saçıyordu tepelerden. Kızıl kızıldı, aheste aheste... O gün olacaklardan dolayı kırmızı bir bandaj sarmış gibiydi başına, siyah yerine al al renklere bürünmüştü matem diye... Batı Şeria; fırtına öncesi bir sessizliği yaşıyordu. Nab-lus, Cenin, Beytullahim, Tulkarim, Ramallah... Kurbanlık kentler olacaktı birazdan. Cenin'in Haredü't-Demec Cami'inin gölgesinde bir ihtiyar oturmuştu. Elleriyle romatizmalı dizlerini ovmayı bırakıp bastonunu eline aldı. Önündeki toprağı bilinçsizce eşerken, oynayan çocuklara baktı. On dört bin nüfuslu bu kentte ömür ağacının sonlarına doğru yaklaştığını düşünüyordu. O anda yüreğini ağzına getiren bir patlama sesi duyuldu. Ardından alçak irtifada ile uçan bir F-16 savaş uçağının sesi, binaların ve caminin camlarını patlatmaya yetti. Sindiği caminin duvarı dibinden etrafını korkulu gözlerle süzdü. Az önce oynayan çocuklardan eser yoktu. Adeta çil yavrusu gibi dağılmış, ortalıktan kaybolmuşlardı. Karşıdaki binaların ötesinde siyah dumanların yükseldiğini gördü. Sokağın diğer ucundan koşarak gelen birini fark edince bir umutla önüne atılırcasına durdurdu.
- Dur hele evlat, dedi. Neler oluyor, biliyor musun? Nefes nefese kalan genç bir an durdu:
- Dede, dedi kesik kesik soluyarak. İsrail askerleri saldırıyor. Karınca sürüleri gibiler. Yüzlerce tank, zırhlı araç ve binlerce askerle Cenin'i sardılar. Çabuk evine git! Birazdan ortalık karışacak. Aynı hızla koşan gencin ardından bakan yaşlı adam geçen bir F-16 'm fırlattığı füzeyle kendine yerde buldu. Yanındaki binadan dumanlar yükseliyordu. Aî önce ovduğu romatizmalı dizleri birden iyileşmiş gibi bir maraton koşucusunun çevikliğiyle soluğu sokağın sonundaki evinde aldı. F-16'ların yanı sıra Apaçi helikopterleri de durmadan Cenin'i roketle füze yağmuruna tuttu. Bir kilometrekarelik mülteci kampı binlerce füzeyle yakılıp yıkıldı. Yıkılan evler, enkaz enkaz binalar, feryatlar,'figanlar... Cenin yerle bir edilmişti. Ramallah'taki Arafat'ın başkanlık bürosunda kargaşa son halindeydi. Giren çıkanlar, sağa sola koşuşturanlar peşi sıraydı. Yüzüne üzüntünün son haddi resmolmuştu Arafat'ın. Bir şok, bir çaresizlik içinde sıkıntıyla sandalyesine yığıhr-casına çöktü. Nefes nefese içeri giren özel koruma subayı;
- Efendim, efendim! dedi telaşla. İsrail askerleri karşı sokağın girişini kanattılar. Her tarafımızı sardılar... Konuşması devam ederken aniden kurşun yağmuruna tutulan binanın camlan, avizeler şangur şungur aşağı indi. Özel koruma, Arafat'ı tuttuğu gibi oval masanın altına soktu. Duvarlar delik deşik olmuştu. Dışarıdaki özel koruma muhafızları ve askerler arasında kısa süreli bir çatışma yaşandı. Biraz sonra sükûnet sağlanınca kapıya çıkan Arafat, Özel korumalarından birkaçının cesediyle karşılaştı. Diğerlerinin de ellerinden silahları alınmıştı. Öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Karşısındaki İsrailli komutana;
- Buna hakkınız yok, diye bağırdı. Ben Filistin Devlet Başkanıyım. Birleşmiş Milletler beni tanırken, siz ne hakla büroma baskın yapıyorsunuz? Kıs kıs güldü içinden İsrailli subay. Ciddileşerek:
- Arananlar var, dedi. Buraları arayacağız.
Birden Arafat'ın yanındaki özel koruma subayını işaret ederek;
- Hey, sen! dedi sert bir şekilde. Ellerini başının üzerine koyarak yavaşça yaklaş. Arafat'a mana yüklü gözlerle bakan özel koruma subayı, gayri ihtiyari ellerini başının üzerine koydu. Yavaşça ilerledi. Elleri kelepçelendiği gibi karşıdaki tankların arkasındaki askeri araçlara götürüldü. Az sonra geri çekilen askerler, büronun ilerisindeki sokağın başına kadar ilerleyip nöbet tutmaya başladılar. Dünya kamuoyu Şaron'un bu katliam baskınını diline dolamış, haberlerin ilk sıralarına yerleştirmişti. İki-üç gün sonra ortalık biraz daha sakindi. Arafat'ın bürosu, bakanlarının akınına uğradı. Özerk yönetimin elektriksiz, susuz ve iletişimsiz başbakanlık bürosu bir toplantıya sahiplik yapıyordu.
- Gelişmelerin ne boyutta olduğunu dinlemek istiyorum.
Karşısında oturan Özerk Yönetimin Güvenlik Bakanı:
- Efendim, dedi. Şu an Batı Şeria tamamıyla kuşatma altına alınmış. Sadece Cenin üç yüz tank, zırhlı araç ve binlerce askerle kuşatılmış. Tulkarim ve Beytullahim'de hâlâ çatışmalar devam ediyor. F-16 uçakları, Apaçi helikopter­leri ve tanklarla şehirlerimiz bombardımana tutulmuş. Yıkılan onca evler ve enkazlar altında kalan cesetler, kadın, çocuk dahil tutuklanan tüm insanlar toplama kamplarına götürüldü. Sokaklar cesetlerle dolu. Hastanelerin morgla­rında cesetleri koyacak yer bulunmuyor. İlaç ve giyecek yardımları engelleniyor. Ambulanslara dahi ateş açılıyor. Halkın, ölülerini gömmesine izin verilmiyor. Evlerin bahçeleri toplu mezarlara dönüşmüş. Kısacası, İsrail askerleri çini porselen pazarına giren ve her şeyi kırıp geçiren deli boğa gibiler. Kireç gibi bembeyaz yüzü ve ateş gibi kızarmış gözleriyle söylenenleri dinleyen Arafat, çaresizlik içinde çırpınıyordu. Söz alan her bakanı, felaket tellallığı yapıyordu. Günlerdir aç ve susuz bir şekilde biçare kaldığı bürosunun kırılmış penceresinden dışarı baktı. Karşıki sokağın ucunda nöbet bekleyen İsrail askerleri, içindeki öfkeyi daha da arttırdı. İçindeki kin aniden yanlış bir yöne kanalize oldu. "Bunu yanına bırakmayacağım" dedi kendi kendine. "O felçli halinle bir türlü bizimle anlaşmaya yanaşmadın. Habire karşı cephe aldın ha! Sana ilk fırsatta bunun hesabını soracağım. Bunlar hep senin yüzünden."
Derken kulağında "Gazeteciler geldi!" sözü yankılanınca gözleri parladı. Durumu dünya kamuoyuna en duygusal sözlerle anlatmalı ve bu fırsatı kullanmalıydı. Patlayan flaşlar ve kameraların cazibesi karşısında kırmızımsı gözlerinde alabildiğince bir mazlumiyet ve masumiyet haber ajanslarının ekranlarına yansıdı. İki ay sonraydı. Gazze'deki bürosunda önüne konan günlük basın Özetlerim okuyan Şeyh Yasin, yardımcısı Ebu Şenneb'le değerlendirmelerde bulunuyordu
- Cenin yaralan demek hâlâ sarılamadı ha?
- Maalesef efendim, dedi Ebu Şenneb. Sadece Cenin de-1 ğil, tüm Batı Şeria şehirleri işgalci askerlerin katliamların-. dan nasibini aldı sayılır. Ramallah da buna dâhil... Gözleri önündeki haber kupürüne takıldı Şeyh Yasin. Bir enkazın yanında ağlayan beyaz yaşmaklı iki kadın vardı fotoğrafta.
- Halka şefkatle muamele edilmeli, dedi. Merhametle yaklaşmak ve gerekirse ev ev ziyaret edip yardımlarda bulunmak gerek. Kardeşlerimiz bu konularda daha gayretli olmalıdır. Dar gününde halkın yanında olduğumuzu hissettirmeli, direniş gücünü ayakta, diri ve canlı tutmalıyız.
Masanın üzerindeki haberlere bakarken bir yandan da soruyordu:
- Az önce Ramallah dedin Ebu Şenneb.
- Evet efendim! Ramallah da fazlasıyla bu kuşatma ve katliamdan nasibini aldı.
-Yani Arafat da...
- Evet, Arafat da... Ayrıca...
Şeyh Yasin başını kaldırdı. Ebu Şenneb'e baktı:
- Ayrıca ne Ebu Şenneb?
- Efendim! Ayrıca geçenlerde Şaron'un televizyonlarda yayınlanan bir demeci dikkat çekiciydi. Arafat'ın özellikle bizi, İslami Cihad'i ve diğer direniş gruplarını dizginleye-memesinin bedelini ağır ödeyeceğini söylüyordu. "Özerk yönetim direniş gruplarını ve eylemlerini kontrol etmeli, onları silahsızlandırmalıdır" şeklinde ifadeler vardı demecinde.
- Maalesef hakikat bu, dedi Şeyh Yasin. Siyonist rejim bizi birbirimize düşürmek, birlik ve beraberliğimizi bozmak istiyor. Fakat biz Özerk Yönetimle bozuşmayacağız. Ama eleştirilerimizi de söyleyeceğiz. Yeri geldiğinde de elbette onları ikaz edeceğiz. Ama yapıcı olacağız. Şeyh Yasin susmuştu. Gözleri uzaklara dalan bir sessizliğin heybetindeydi. Ebu Şenneb onu seyrederken gıpta ile baktı. Şu beyaz kefiyeli, gösterişsiz, mütevazı, sakat adam mıydı İsrail'i korkutan, ona kafa tutan? Allah'tan çok, onun korkusu vardı Şaron'un yüreğinde. Ama oydu işte, tek başına ve mefluç haliyle direnen. Her Davudî sapanın atılan taşı oydu. İşgalci askerlerin kalbinde patlayan, Tel- Aviv'i yerinden oynatan her bombanın, direnişin ve intifadanın adı, Şeyh Yasin'di. Aklına bir şey gelmişti Ebu Şenneb'in;
- Geçenlerde Beyt Hanun'daki endüstri bölgesinde Sallan Şahade'ye misafirdim efendim, dedi. Yüzüne bir gülümseme yayıldı Şeyh Yasin'in. Şeha-de'nin adını duyunca sevinmişti. Ebu Şenneb, Şeyh Yasin'in Şehade'yi çok sevdiğini biliyordu.
- Görmeyeli uzun zaman oldu. Nasılmış?
- Size çok selamlan ve hürmetleri vardı efendim. Hususi dualarınızı diliyordu.
- Allah yardımcısı olsun. Onu ve kardeşlerini korusun. Bu yolda cesaretlerini artırsın. Kahramanlıklarım bereketli kılsın.
- Bir durumdan bahsetti efendim. İleride eylemlerimizi nispeten sekteye uğratabilecek bir durumdan...Ciddileşti Şeyh Yasin. Direnişe en ufak bir mani, onun her açıdan dikkatini çekerdi.
- Anlamadım Ebu Şenneb, dedi. Nasıl bir durum?
- Gerçi konu ile ilgili bir raporu önünüze koymuştum efendim. Fakat yine de belirtmem gerekirse kısaca "Güvenlik duvarı" demem yeterli gelir herhalde. Yani bir tür ayrım duvarını kastediyorum. Tamamen Amerika finansmanıyla tamamlanmak üzere 16 Haziran 2002'de inşasına başlana-cakmış. Bu duvarın Örülmesiyle ilgili Şehade, bazı endişelerini dile getirdi. Benim kanaatime göre de duvarın ilan edilmemiş bir sınır olarak kalabileceğidir.
- Konuyla ilgili raporunu henüz okumadım.
- Önünüzdeki dosyada duruyor efendim. İsterseniz kısaca özetleyeyim."Olur" manasında Şeyh Yasin'den onay alan Ebu Şenneb, kısaca meseleyi anlatmaya başladı.
- Efendim, dedi. Batı Yaka topraklarında inşa edilecek bu "ayrım duvarı" bir kere denildiği gibi güvenlik nedeniyle inşa edilmiyor. Çünkü bu duvar, Birleşmiş Milletlerin kararlarında İsrail sınırları olarak gösterilen Yeşil Hat üzerinde değil. Gaye; ilerde bu duvarı da bir pazarlık unsuru yapmak ve ilan edilmeyen bir sınır çizmektir. Hatta Filistin'i bölge bölge getto ve kantonlara ayırarak, kontrol altına almaktır. Diyebiliriz ki bu duvarla halkımız ekonomik ve sosyal açıdan parçalanacak, birliğimiz bozulacaktır. Öyle ki Filistin tamamen yarı açık bir cezaevi hüviyetine bürünecek. 730 km'lik Çin Seddi'nden sonra dünyanın en uzun duvarı olacak. Birçok insanımızın verimli arazisinin, tarlasının, bağının, bostanının hatta evlerinin dahi ellerinden alınmasına sebep olacak.Yanı sıra okulların bir kısmı duvarın bu tarafında diğerleri de öbür tarafında kalacak. Eğitimde böylelikle büyük felaketler yaşanacak. Yahudi yerleşimcilerin merkezleri korunurken, halkımızın aile yaşantısı ikiye bölünecek. Zorlaştırılan hayat, toplu göçlere sebep verecek. İşgal güçlerinin lehine nüfus dengesizliği ortaya çıkacak. Her ne kadar Lahey Adalet Divanı'na müracaat edilse de lehimize çıkacak bir gelişmenin işgal gücü üzerinde baskı unsuru olacağı da meçhul. Zira Lahey Adalet Divanı'nm kararları da Birleşmiş Milletler kararları gibi İsrail'i bağlayıcı nitelikte değildir.Ayrıca Kudüs'ün de bu duvarla tamamen İsrail tarafında kalacağını unutmamak gerekir. Zira Kudüs'ün dışında inşa edilecek olan duvar şehri ilhak etmek anlamındadır. .. Mescid- i Aksa dahi diğer tarafta kalacak. En önemlisi de bu, duvar Filistin'in bağımsızlığına en büyük engel olarak sü-^ , rekli karşımıza dikilecek…. Şeyh Yasin Ebu Şenneb'in söylediklerini düşünüyordu. ; Daha sonra başını kaldırıp; ,ı.
- HAMAS olarak, dedi. Bu utanç duvarı hakkındaki siyasi görüşümüzü tez elden dünya ajanslarına ilan etmemiz gerek. Ebu Şenneb kalemine sarıldı. Şeyh Yasin'in söylediklerini not etti: "Bu duvar İsrail'i koruyamayacak ve işgal devam ettiği müddetçe direniş de devam edecektir. Şayet işgal gücü güvenliğini sağlamak istiyorsa, bunun yolu gayet ba­sit ve açıktır. İşgali durdursun ve halkımızın haklarını gasp etmekten vazgeçsin. O zaman sorun kendiliğinden halledilecektir. "O günün akşamına doğru oğlu Abdi'nin nezaretinde eve dönen Şeyh Yasin, Sabra'mn fakir bir sokağında ilerliyordu. Haziran'm sıcak havasında bu günün akşama yakın olan saatlerinde insanlar, evlerinin gölgelerine sığınmışlardı. Su serpilmiş gölgeliklerden yayılan toprak kokusu bir hoş ediyordu insanı.İlerdeki bir evin gölgesinde oturan ihtiyar bir kadın, Şeyh Yasin'e doğru yaklaştı. Abdi, babasının tekerlekli sandalyesini yakınlarındaki evin gölgesine çekti.Babasının işaretiyle biraz uzak durdu. İhtiyar kadın, alçak bir sesle Şeyh Yasin'in yanı başında uzun uzadıya konuştu. Bir şehidin annesiydi. Hem de duldu. Vaktiyle eşini de Filistin'e adamıştı. Zaten Şeyh Yasin'in en zayıf olduğu noktalardı bunlar. Şehid ve dul eşlerine, yetimlerine ayrı bir önem verirdi. Sorunlarını dinler, yiyeceğini dahi onlarla paylaşmaktan çekinmezdi. Komşuları sayılan bu ihtiyar kadın, dualarla Şeyh Yasin'i uğurlarken yüzünde mutluluk dolu ifadeler dolaşıyordu.Abdi bu manzaraya şahitti. Babasının tekerlekli sandalyesini sürerken bir yandan da ihtiyar kadının babasından ne isteyebileceğini düşünüyordu. Gözlerinde gördüğü sevinç, ihtiyar kadının istediğini aldığının nişanesiydi. Kim bilir belki de bir duaydı istenilen, bir dertti söylenilen. Zira Şeyh Yasin'in halkın arasında dilden dile, gönülden gönüle dolaşan manevi bir kimliği vardı.İçinde bir sıkıntıyla 24 Haziran 2002 sabahı uyanan Şeyh Yasin; sabah namazından sonra âdeti üzere bir miktar Kufan okumuş, daha sonra odasına istirahat etmek üzere çekilmişti. Kahvaltıdan sonraydı. Dışardan araba ve koşuşturma sesleri geldi. Birileri evin etrafında sağa sola koşuyordu. "Siz şuraya, siz de şuraya!" diye sesler duyuluyordu. İşgal gücünün baskınına mı uğramışlardı?
Pencereye koşan Abdi ve Halime Hatun'un gördüğü ilk şey bunların işgal askerleri olmadığıydı. Bıyıklı, bereli ve tek tip elbiseli olan bu adamlar da kimdi? Şeyh Yasin, telaş içinde kendisine çevrilen endişeli gözlerle karşılaştı. Kinle beraber adım adım büyük bir öfkeyle doluydu oğulları. Özerk yönetimin adamları, dedi Abdi. Evin dört bir tarafını kuşatmışlar, vuruşalım!
- Sakin oluni Sakin olun çocuklar! Birazdan ne istediklerini anlarız. Pencereden görüldüğü kadarıyla bu mütevazı gecekondunun her tarafı silahlı adamlarla sarılmıştı. Durum gayet ciddi görünüyordu. Az sonra Şeyh Yasin'in tahmin ettiği gibi kapı çalındı. Kapı açıldığında; arkasında birkaç silahlı adam bulunan iri kıyım biri duruyordu. Abdi, arkasında kardeşleri Abdulhamid ve Abdulgani olduğu halde adamın konuşmasına fırsat vermeden:
- Kimsiniz? dedi öfkeyle. Ne istiyorsunuz? Evimizi neden kuşattınız? Kurşun gibi peş peşe sıralanan sorular karşısında kapıdaki adam;
- Sakin ol delikanlı! Babanızla görüşmek istiyorum, dedi. Kapıda tekerlekli sandalyesiyle görünen babalarına yer açan gençler, kenara çekildiler. Şeyh Yasin'i gören adam:
- Efendim! dedi Şeyh Yasin'in sormasına fırsat vermeden. Özerk Yönetim adına Başkan Yaser Arafat'ın özel emriyle sizi evinizde gözaltına aldığımızı bildirmek için buradayım. Şahsınızın ikinci bir emre kadar şu andan itibaren evden ayrılması yasak... Aile bireyleriniz ise kontrollü olarak girip çıkabilirler. Çocuklarının homurtuları yükselince Şeyh Yasin, müdahale ihtiyacı hissetti.
- Tamam, çocuklar sakin olun!
- Sizi anlıyorum, dedi adam. Yerinizde olsaydım aynı tepkiyi gösterirdim. Lakin emir kuluyuz. Elimizden bir şey gelmez. Lütfen bizi anlayın.
- Pekâlâ, dedi Şeyh Yasin. Adam hemen geri çekildi ve aracına doğru yöneldi. Eve belirli mesafede duran eli silahlı Özerk Yönetimin muhafızları da anlaşılan bu durumdan pek memnun değildi. Çalışma odasına çekilen Şeyh Yasin, oğlu Abdi'yle uzunca konuştu. Bir müddet sonra Abdi, her zamanki gibi evden çıktı. Dışarıda nöbet bekleyen Özerk Yönetimi muhafızlarına öfkeli bakışlar fırlatıp, aheste aheste uzaklaştı. Halime Hatun, Şeyh Yasin'in odasına girdi. Kocasını düşünceli gördü.
- Abdi çıktı, dedi.
- Çıksın. Bir şey olmaz hatun. Ben yolladım.
- Abdulhamid, Abdulgani çok öfkeliler. . Eşine baktı gülümsedi:
- Ya sen! dedi. Sen de öfkeli değil misin Böyle bir soruyu beklemiyordu Halime Hatun. Birden, afalladı.
- Şey, ben... Elbette öfkeliyim, dedi ciddileşerek. Kendi evimde, hem de kendi insanım tarafından hapsedilmem kadar izzet- i nefsime dokunan bir şey olmaz. Rantisi'yi tutuklamakla başlayan Özerk Yönetimin gözdağlarının neticesinin bu olması, beni hiç şaşırtmadı, işgalcilere uşaklık etmenin kepazeliği ancak bu kadar olur. Şeyh Yasin hiç böyle görmemişti hanımını. Öfkeli, ama itidalliydi;
- Arafat çok sıkışmış olmalı, dedi Şeyh Yasin. Ramallah baskınıyla bir şeyler yapmaya niyetlenmiş olabilir. Bu onun işgal rejimine karşı oldukça yumuşadığını ve taviz politikasının temposunu arttırdığını gösteriyor. Belli ki son şehadet eylemleriyle sıkışan Şaron ve yandaşları onu çok sıkıştırmış olmalılar ki böyle bir adıma tevessül etti.
- Anlamıyorum, dedi. Halime Hatun. Neyi amaçlıyor böyle yapmakla? Bu, işgalcilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değil ki!
- Her işte bir hayır var hatun. Yüce Allah buyurmuyor mu? "Olur ki bir şey, hoşunuza gitmediği halde sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki bir şey sevdiğiniz halde sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz" Hanımının anlamayan bakışlarıyla muhatap olan Şeyh Yasin:
- Çocukları da çağır gelsinler, dedi. Abdulhamid, Abdulgani, kızları ve gelinleri çalışma odasına doluştular. Şeyh Yasin hepsini gözden geçirdi. Tane tane konuştu.
- Sevgili çocuklarım! Annenize olur ki bu durumun hoşumuza gitmediği halde, hakkımızda hayırlı olabileceğini anlatıyordum. Nasıl diyen bakışlarına muhatap olunca düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istedim. Yaşadığımız bu durum karşısında sakın kendinizi sıkmayın. Dünya, bir imtihan meydanıdır. Bizler de bu meydanda Allah'a karşı kulluk vazifemizi yaşamak ve yaşatmak için vaiz. Bu imtihanın en büyüğü şu andaki savaşımız, direniş ve mücadelemizdir. Vatan toprağımız, Kudüs'ümüz işgal altında iken elbette gönüllerimiz rahat ve huzurlu olmaz. Bu uğurda çile ve keder payımıza düşendir. Şimdi de şu kadarcık ufak bir baskıyla yapılan imtihanı ve yıllardır çektiğimizi mukayese ederseniz, ne derece rahatlık içinde olduğumuzu anlayacaksınız. Bu işin hakkımızda hayırlı olan yönüne gelince, düşünün: HAMAS, yıllardır mücadelesini halkın aklını ve kalbini aydınlatmakla, İslami şuur ve bilinç aşılamakla yürütürken; Arafat'ın bu ölçüsüz ve düşüncesiz tavrı haklılığımızı pekiştiren bir gelişme olmayacak mı? Halk bunu mukayese ile Özerk Yönetimin samimiyetini değerlendirmeyecek mi? Bu ilahi bir lütuftur bize. Biz ne kadar da uğraşsaydık haklığımızı halka ve dünyaya bu derece ortaya koyamayacaktık. Bunu bir lütuf ve hayır olarak değerlendirmeyip de ne yapacağız?" Odadakilerin gözleri ve gönülleri ışıldıyor, yüzleri gülüyordu. Olanları hiç de bu açıdan değerlendirmemiş, öfkeyle tepki vermişlerdi. Aynı sırada Abdi, evden çıktıktan sonra Gazze'nin işlek olan El-Vahde caddesinde yürüyordu. HAMAS'm ofisi, kent merkezinin bulunduğu bu cadde üzerindeki bir binadaydı. Merdivenleri hızla çıktığı gibi soluğu ofiste aldı.
Babasının söylediği gibi Ebu Şennebi'i ofiste buldu. Oturduğu yerden selam veren Abdi'nin yüzüne bakan Ebu Şenneb anormal bir şeylerin olduğunu hemen anladı.
- Hayrola Abdi? dedi. Yüzün bir tuhaf. Ne oldu?
- Daha ne olsun, dedi Abdi öfkeyle. Arafat'ın silahlı adamları evimizi sardı ve babamın evden dışarı çıkmasına izin vermediler.
- Nasıl? dedi Ebu Şenneb şaşkın şaşkın, Arafat'ın adamları mı dedin?
- Evet! Hem de Arafat'ın özel emriyle babamı evde gözaltına aldıklarım söylediler.
- Allah Allah! Ya baban, baban nasıl? Ona bir $ey yaptılar mı?
- Hayır! Sadece onun dışarıya çıkmasına izin vermedi- ler. Bu sebeple beni tembihleyip sizi ve Doktor Rantisi'yi bulmamı durumu iletmemi istedi. Yoksa adamların başka bir zararları yok. Evin çevresinde nöbet tutuyorlar.
- Anlıyorum, dedi dalgın dalgın. Başka bir şey demedi mi baban?
- Durumu size anlatmamdan sonra sizin nasıl davranacağınızı bildiğini söyledi... Sahi ne yapacaksınız? Abdi'yi süzdü Ebu Şenneb. Doğrusu ne yapacağını o da bilmiyordu:
- Şu an bilmiyorum. Sen istersen eve dönebilirsin.
- Doktor Rantisi'yi de görmeliyim,
- Gerek yok Abdi. Ben onunla görüşürüm. Yalnız eve uğramadan Mahmud Zahar'a ulaşmaya çalış. Uluslararası ajansları durumdan haberdar etsin.
- Peki efendim. Abdi çıktıktan sonra Ebu Şenneb pencereden dışarıya baktı. Zihninde bin bir düşünce cirit atıyordu. Anlaşılan Arafat HAMAS'm eleştiri ve ikazlarından bunalmıştı.Bir saat sonra Gazze İslam Üniversitesi'nde beliren Ebu Şenneb, Doktor Rantisi'nin odasına girdi. Ebu Şenneb'i gören Rantisi şaşırmıştı.
- Bu bir sürpriz, dedi Rantisi sevinçle. Yerinden kalktığı gibi dostuyla kucaklaştı ve ona yer gösterdi. Birbirlerini sorduktan sonra Ebu Şenneb'in üzüntülü olduğunu fark etti.
- Ne oldu Ebu Şenneb? Seni üzüntülü görüyorum.
- Bu sabah, dedi Ebu Şenneb. Arafat'ın adamları Şeyhi-miz'in evini kuşatma altına almış.
-Yaa!
- Hiçbir yere bırakmayarak evinde göz hapsinde tuta-caklarmış.
- Hangi cesaretle bunu yapabilmişler. Hayret doğrusu. Halk tepki verse çatışma çıkar, birliğimiz bozulur.
- Düşünsene Rantisi! Salah Şahade bunu duyarsa...
- Zaten işgalci rejimin de isteği bu. Birbirimize düşüp birliğimizi bozmamız... Sen nasıl öğrendin?
- Bir saat önce Abdi hem haberi, hem de şeyhimizin bir mesajını getirdi.
- Mesaj mı?
- Evet mesaj! Şeyhimiz nasıl davranacağımızı bildiğimizi söylemiş.
- Yani?
- Sana gelirken yolda düşünüyordum. En kısa zamanda Özerk Yönetimle bir görüşme ayarlayıp Arafat'a bu yaptığının yanlışlığını göstermeliyiz. Aslında bu bizim için yani HAMAS için pozitif bir gelişme. Zira halk Arafat'ın bu tutumuyla hem Özerk Yönetimin gerçek yüzünü görmüş olacak, hem de Şeyhimize ve HAMAS'a olan sevgileri daha da artacak.

- Filistin, özgürlük mücadelesinde kimin haklı ve gerçek bir mücadele verdiğini de görecek.
Gülümsedi Ebu Şenneb:
- Haklısın dostum, dedi. Fakat bu kuşatmayı da en kısa zamanda kaldırtmalıyız. Halkı ne zamana kadar tutabiliriz ki? Bu sebeple sen Şahade'ye ve Muhammed Deif e haber verebilirsen iyi olur, itidal ve sükûnet için. Ben de Özerk Yönetimden bazılarıyla irtibata geçeceğim. En kısa zamanda seninle beraber gidip bu durumun kaldırılması için Özerk Yönetimle, gerekirse Arafat ile görüşelim.
- İyi düşünmüşsün. Ben Şehade'ye ulaşırım. Gerekenleri konuşurum.
- Tekrar görüşürüz o halde. Ofise nerede olduğuma dair haber bırakırım.
Ebu Şenneb çıktıktan sonra, Rantisi de çıkmak için hazırlıklarını görüyordu. İki gün sonra Filistin Özerk Yönetimi'nd en bir yetkilinin açıklaması televizyonlarda yayınlanıyordu. HAMAS'a bağlı El- Ceel Medya Merkezi'nden de yayınlanan açıklamada Şeyh Yasin'in evinin kuşatılmasının gerekçesi açıkla­nıyordu:
- .:. Şeyh Yasin'in Filistin halkının ulusal çıkarlarını korumak için önceki günden başlayarak evinde göz hapsine alınmasına karar verildi.
Açıklamayı duyan ve seyreden her Filistinlinin yüzünde şaşkınlık, dudaklarında beddualar vardı. Arafat'ın bu tutumu ona kendini küçük düşürmekten başka bir kazanç sağlamamıştı. Bu hareketiyle halkın nefret ve öfkesini kazanmıştı. Ebu Şenneb ve Rantisi'nin özerk Yönetimle yaptığı görüşmeler sonucu bir müddet sonra kuşatma kaldırıldı. Kal-dırılmasmdaki sebeplerden biri de halkın giderek artan tepkisi ve Şeyh Yasin'in evinin bulunduğu sokağın sevenlerinin akınına uğramasıydı. Her an bir çatışma olabilir, her an önlenemeyen bir gelişme yaşanabilirdi. Fakat HAMAS'm itidal çağrılan istenmeyen bir durumun yaşanmasını engelledi. Olayın sükûnetle halledilmesinin ertesi sabahı Halime Hatun sabah erken pencereden bakınca gözleri şaşkınlıktan büyüdü.
- Aman Allahim! dedi, yine gelmişler. Pencereye doğru bakan Şeyh Yasin, dışarıda siyah kar maskeli ve elleri silahlı adamlar gördü. Biraz daha dikkatli
bakınca, hanımına bakıp gülümsedi,
- Korkma, dedi. Bunlar bizimkiler...
- Bizimkiler mi?
- Evet! Dikkatlice baksana! O anda kapı açıldı Abdi içeri girdi. Selam verdi. Neşeli görünüyordu.
- Anne- baba! Dışarıda gece boyu nöbet tutan kardeşlerimiz var, dedi. Haberiniz var mı?
- Şeyh Yasin tam cevap verecekti ki dışarıdan gelen bir araba sesiyle herkes pencereye döndü. Rantisi ve Ebu Şen-neb'di gelenler.
- Ebu Şenneb! Rantisi! Nasılsınız?
- Sizi sormalı efendim, dedi Rantisi. Hamd olsun biz iyiyiz.
- Doğru efendim, dedi Ebu Şenneb. Önemli olan sizin sağlığınız. Siz nasılsınız?
- Allah'a hamd-u senalar olsun. Onun takdiri üzerinde bir şey tanımıyoruz. İyi ve afiyetteyim. Yalnız geceden beri dışarıda nöbet bekleyen kardeşlerin benim yüzümden daha fazla rahatsız olmalarım istemem. Zannedersem bir daha Özerk Yönetim böyle bir şeye tevessül etmez. O sebeple adamlarımız çekilebilirler.Rantisi, Ebu Şenneb'e baktı. Anlamlı anlamlı gülümsediler:
- Efendim, dedi Rantisi. Salah Şahade'yi ikna edemedik. İlla da birkaç gün nöbet tutulması gerekliymiş dedi.
Şeyh Yasin, Şehade'nin adını duyunca gelişmelerin sebebini anlamıştı. Bu konuda daha fazla ısrar etmedi. Ebu Şenneb ve Rantisi'yle ayrıntılı bir şekilde konuştu. Yaptıkları görüşmeler ve Özerk Yönetimin tavrının sebebini anlattılar.
- Efendim, dedi Ebu Şenneb. Kanaatime güre işgalci yönetimin sizi takip etmesi yahut sizi ortadan kaldırmaya yönelik tavırları, çıkarcı bir politikaya dönüşmüş. Bu durum Arafat'ın da işine geliyor.
- Bu, dedi Rantisi. Açık bir olgu. 'Zira önderlik sadece onda olursa daha rahat hareket edecektir.
Gülümsedi Şeyh Yasin:
- Hâlâ Ramallah'taki bürosunda mı?
- Evet, dedi Ebu Şenneb. Kendisini yıllardır ödüllendiren Amerika ve İsrail tarafından artık istenmeyen adam olarak ilan edildi. Zira bizi ve diğer direnişçi grupları kontrol edemediği için devre dışı bırakılmak isteniyor. Bürosundan da ayrılmasına izin verilmiyor. Uluslararası destekten de mahrum kalması için Amerika diğer ülkelere baskı yapıyor. Yani zor durumda...
- Bu onun basiretsizliğinin sonucu, dedi Şeyh Yasin. Ancak biz direnişi elden bırakmayacak, intifada meşalesini sonuna kadar koruyacağız. Gerek sizler gerek Mahmud Zahar olsun İsmail Haniyye'ye de haber verin Özerk Yönetimin işgalci rejime verdiği her tavizin her yumuşama politikasının olumsuz yönlerini dile getirmekten uzak durmayın. Arafat'ın hatalarını ve yanlış politikalarını hatırlatmalıyız. Daha fazla taviz vermeden İsrail'in oyunlarına karşı direnme kararı almalıdır. Zira her tavizle beraber kandırılıyor ve büyük oyunlarla yüz yüze geliyor.
- Haklısınız efendim, dedi Rantisi. Biri ona İzzetli birduruş sergilemesini hatırlatmalı.Şeyh Yasin Rantisi'nin gözlerine baktı.
- Sahi, dedi gülümseyerek. Özerk Yönetimin sana yaptıkları ne zaman son bulacak? Kaç defadır seni haksızca tu-tukluyorlar.
Rantisi de gülümsedi:
- En son beni Filistin halkını harekete geçirecek bir açıklamada bulunmamak şartıyla serbest bırakmışlardı efen-Idim, dedi masum masum.Kalpleri Filistin ve Kudüs için atan bu üç adam, bu söz üzerine birbirlerine bakıp gülümsediler.
Temmuz'un tüm sıcaklığının hissedildiği bir gündü. Şeyh Yasin evine çekilmişti. O gece çalışma odasından hiç çıkmadı. Sürekli Kur'an okuyor, dua ediyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, üzüntüsünün derinliğine şahitlik ediyordu.Salonda gecenin geç saatlerinde fısıldaşma şeklindeki sesler, onun hakkındaydı.
- Anne! dedi Abdi, Babam hâlâ yatmadı mı?
- Hayır oğlum. Şehade'nin dün şehid edilmesinden bu yana, gözlerinden hâlâ yaşlar süzülüyor.
- Nasıl üzülmesin anne? Siyonist devlet terörü F- 16 uçaklarıyla şehid Şehade'nin evi üzerine bir tonluk bomba bıraktı. Ailesini, on bir ferdini ve onu şehid ettiler. Buna yürek mi dayanır. Biliyor musun anne! Babam rahmetli Şeha-de'yi çok severdi. Nasıl desem? Ona karşı ayrı bir sevgi beslerdi.
- Allah Şaron'a ve askerlerine lanet etsin. Salah Şehade'nin şehadeti çok ağır geldi babana. Üzüntüsünden perişan olacak... Sen Şehade'nin cenaze törenine katıldın, değil mi?
- Evet anne!
-Nasıldı?
- Müthiş bir kalabalık vardı. Kendinden geçenler, bayılanlar... Cenazeleri defnedene kadar saatler geçti. İntikam yeminleri edildi. İzzeddin Kassam Tugayları geçit töreni yaptılar. "Kanını yerde bırakmayacağız" diye haykırıyor, sloganlarla ortalığı çınlatıyorlardı. Tüm Gazze; bir vücut, bir ağızdı.
- Allah ona ve ailesine rahmet etsin. Bu dava onun gibi nice yiğitlerin kanları üzerinde yükselecektir. Kanları meşale meşale tutuşacak, bu karanlık günlerimizi aydınlatacaktır oğlum. Filistin'in özgürlüğü, Kudüs'ün azatlığı o kahramanların sayesinde gerçekleşecektir.
On Sekizinci Bölüm
Benim bütün Müslüman gençlere nasihatim en başta İslam ahlakıyla ardaklanmalarıdır. Doğruluk ve güvenilirlik, ahde vefa, sevgi, kararlılık, çalışma ve amelde ihlâs, Müslümanlarla yardımlaşmak ve onların dertleriyle dertlenmek, Allah yolunda cihad ve Allah- u Teala celle celalu-hunun kelamının en yüce olması için başkalarıyla yardımlaşmak da İslam ahlakının gereklerindendir. Müslümanlara ilme önem vermelerini tavsiye ediyorum. İlim, gelecekte bizim düşmanlarımıza karşı zafer elde etmekte kullanacağımız silahımız olacaktır. Cehaletle zafer elde edemeyiz. Dini, dünyayı ve ahireti kuşatacak bir ilimle ancak zafer elde edebiliriz."
- Zaman ayırıp bizimle röportaj yaptığınız için çok teşekkür ederim efendim, dedi yılların televizyon muhabiri.
- Rica ederim. Umarım faydalı olmuştur.
Tecrübeli televizyoncu bir yandan kabloları toplarken bir yandan da son derece mütevazı olan ve karşısındakine kıymet veren bu ihtiyarı düşünüyordu. Direnişin lideri konumunda olan bu adam hiç büyüklenmemiş, sorularına son derece mütevazı bir şekilde cevap vermişti.
Şeyh Yasin, yoğun çalışma temposu sonucu o gün eve
dönerken aklı, son zamanlarda gündemde olan konulardaydı. Uygun tahliller ve çözümleri tefekkür ederken gözleri ansızın karşısındaki bir duvara takıldı. Heyecanla:
- Dur! dedi oğluna.
Abdi aniden durdu. Babasının bakışlarının odaklandığı noktaya baktı. Karşıdaki evin duvarındaki bir posterdi baktığı...
- Beni oraya yaklaştır!
Tekerlekli sandalyesini postere yaklaştırdı Abdi. Şeyh Yasin, uzun uzun postere baktı. Bir ara:
- Şehade, dedi seslenircesine... Bizi bırakıp da gittin ha!
Gözleri yaşarmıştı. İhtiyar yüreği bir özlemin hasretiyle tutuşmuştu. Bir dostun ardından sicim sicim akıtılan gözyaşları vardı Şeyh Yasin'in göz pınarlarında.
Abdi de etkilenmişti. Nedense babasının Salah Şeha-de'ye sevgisi farklıydı. Şehade'nin ardından onu hatırlatan her şey Şeyh Yasin'i hüzne boğuyordu.
Babasının işaretiyle tekrar yola çıktılar. Abdi eve kadar hiç konuşmayan babasının evin girişinde halet- i ruhiyesi-nin değiştiğine şahit oldu. Kendini toparlayıp neşeli ve keyifli görünmeye çalıştı. Salona geçtiklerinde Şeyh Yasin, kü­çük torunlarıyla oynamaya başladı. Abdi ise diğer odada olan annesinin yanma gitti. Halime Hatun oğluyla ayaküstü biraz konuştuktan sonra mutfağa yöneldi.Küçük torunlarının cıvıltıları içinde yemek yerken bir şey, Şeyh Yasin'in gözünden kaçmadı. Gelini Ümmü Hü-sam, keyifsiz görünüyordu. Her zamanki neşeli ve mütebes-sim yüzü, bu akşam somurtkandı. Toplanan sofradaki hare-ketlerinden çocuklarla ilişkisine kadar bir durgunluk vardı gelininin üzerinde. Bir sorunu olduğu kanaatine vardı.Sofra toplanıp çay içildikten sonraydı. Ortalık sakin olduğu bir anda, Şeyh Yasin çalışma odasına geçmek istedi:
- Ümmü Hüsam! diye seslendi. Gelininin kendisine baktığını görünce.
- Kızım beni çalışma odasına götürür müsün? Ümmü Hüsam, hiçbir şey demeden sessizce kalktı.Şeyh Yasin'in tekerlekli sandalyesini iteleyip çalışma odasına götürdü. Masanın önüne varınca bıraktı. Tam çıkacaktı ki:
- Ümmü Hüsam! dedi Şeyh Yasin. Kızım! Biraz otur da şöyle baba- kız biraz konuşalım. Olmaz mı?Şaşırmıştı Ümmü Hüsam.
- Şey!... dedi. Sessizce arkasındaki sandalyeye ilişip oturdu. Şeyh Yasin durgun olan gelinini süzdü. Şefkat ve merhametle baktı.
- Ümmü Hüsam! Nasılsın kızım? Sesi ölgün ve kısıktı.
- iyiyim baba.
- Bir sorunun mu var kızım? Dikkatimi çekti. Akşamdan bu yana suskun ve durgunsun.Konuşmuyordu Ümmü Hüsam. Hâlâ sessizdi.
- Ben, dedi Şeyh Yasin. Gelinlerimle kaymbaba- gelin ilişkisinden çok, baba- kız ilişkileri içinde olmaktan yanayım. Bu eve gelin geldiğinden beri seni de kızlarımdan ayrı tutmadım. Bir arkadaş gibi her türlü sorununuzda yardımcı olmayı istedim. Sevinçlerinizi paylaşarak çoğaltıp, üzün-
tülerinizi de paylaşarak azaltalım. Ne diyorsun kizim? :
Birden gözyaşları boşaldı Ümmü Hüsam'm. Sessizce hüngür hüngür ağlıyordu. Şeyh Yasin gelinin rahatlaması için müdahale etmedi. Zira ağlamak bir tür ruhi rahatlamayı da beraberinde getiriyordu.Bir müddet gelinini seyretti. Gelin geldiği ilk günleri hatırladı. Çekingen, ürkek bir ceylan gibiydi. Yabancı bir evde yabancı insanlar arasında yaşamak, önceleri her genç kıza zor gelirdi. Zaman en iyi çözümdü. Diğer gelinlerine ve kızlarına davrandığı gibi, Ümmü Hüsam'a da sevgiyle davrandı. Güven verdi. Kızı gibi bir yaklaşım sergiledi. Genç kadın yavaş yavaş bu yeni ortama uyum sağlamış, buranın kopmaz bir parçası olmuştu. Torununun doğumuyla bu sevgi aileyi daha da yalhnlaştırmiş, mutluluğa boğmuştu.Ümmü Hüsam, kendine gelmişti. Şeyh Yasin'in kendisini izlediğini anlayınca utandı. Bir an duygularının etkisinde kalmıştı. "Keşke ağlamasaydım" diye nedamet geçirdi içinden,
- Kızım!
- Şeyh Yasin kendisine sesleniyordu. Toparlandı.
- Efendim baba!Şeyh Yasin, sorunun kaynağını anlamıştı. Bu ağlamalar, bu çaresizlik her şeyi anlatıyordu aslında. Gelinini daha fazla üzmek istemedi.
- Sorun Abdulgani mi? Kısık bir sesle:
- Evet! dedi Ümmü Hüsam.
Aralarında geçen meseleyi olduğu gibi anlattı. Ağlaması onu rahatlatmış olsa da, kocasıyla arasında geçen sorunu anlattıkça daha bir rahatladı, hafifledi.
Gelinin konuştuklarını sabırla ve tebessümle dinleyen Şeyh Yasin:
- Kendini üzme kızım dedi. Haksız olan oğlum bile olsa buna kayıtsız kalamayacağımı biliyorsun; değil mi?
Beyaz başörtüsüyle "Evet" manasında başını sallayan Ümmü Hüsam, Şeyh Yasin'i onaylıyordu. Şeyh Yasin, genç kadının gönlünü almak gerektiğim düşündü. Onu teselli etmek, ona güven vermek gerekiyordu.
- Ümmü Hüsam, sevgili kızım! Sen hiç merak etme. Ben en kısa zamanda Abdulgani'yle konuşup onu ikaz ederim, tamam mı? Gelinimi üzmek neymiş, anlar o zaman. Şayet bir daha seni üzerse hiç çekinmeden bana gel! Anlaştık mı kızım?
Rahatlamıştı Ümmü Hüsam. Kendine güveni gelmiş, üzüntüsü geçmemişti.
- Sizi de rahatsız ettim, dedi.
- O nasıl söz kızım? Sizin derdiniz benim derdim, sevinciniz benim sevincimdir. Haydi kızım! Kendini üzme, Abdulgani'ye de bundan bahsetme.

- Peki baba.
Usulca kalkan Ümmü Hüsam, sessizce kapıdan kayboldu. Ardından bakakalan Şeyh Yasin, gülümsüyordu. Kadın tabiatı narin ve nazikti. Kırılmaya gelmeyecek kadar zarif bir ruh sahibi olan kadınlar şefkat ve ilgiye muhtaç bir fıtratta yaratılmışlardı. Eşlerinin bu yönüne dikkat etmek, erkeklerin gözden kaçırdığı ilk noktaydı. Biraz ilgi, biraz sevgiyle bir mutluluk tablosu inşa edebilecekken, bu gaflet neyin nesiydi? "Ey Allah'ım!" dedi içinden. "Vedud isminin hatırına bizden sevgini esirgeme!"
-Selamun aleykum
-Aniden irkildi Şeyh Yasin. Yanıbaşmda hanımı Halime'yi tebessüm eden yüzüyle görünce rahatladı.
- Ah! Sen miydin? dedi.
- İçeri girdiğimi fark etmedin mi.
- Hayır hatun, fark etmedim, dalmışım. "
- Az önce, dedi Halime Hatun. Ümmü Hüsam'ın sevinçle odadan çıktığını gördüm. Yine baba- kız ne konuşuyordunuz?Sevgiyle baktı hanımına.
- Sanki, dedi. İnce bir sitem var sözlerinde.
- Evet, doğru! Gelinlerin, damatların, kızların, oğulları^ hepsi sana ayrı sevgi besliyorlar.
- Allah hepsinden razı olsun hatun. Hepsinin yeri gönlümde ayrı ayrıdır. Tıpkı senin yerin gibi!...Halime Hatun al al oldu. Yaşlanmıştı, ama hâlâ hayasından bir şey kaybetmeyen bir olgunluk akıyordu yüzünden. Böylesi iltifatlara alışık değildi.
- Aslında konuyu açman iyi oldu, dedi Şeyh Yasin. Uzun zamandır ben de seninle bu konuda konuşmak istiyordum. Otur da şöyle baş başa rahatça konuşalım.Hemen koltuğa ilişti Halime Hatun. Kocasıyla sohbetlere bayılır, bu tür fırsatları tepmezdi. O sırada küçük torunlarından biri içeri girince Halime Hatun onu dizine oturttu.Çocuk, eliyle bir ninesinin beyaz başörtüsünü, bir elbisesini çekiştiriyor, gülüyordu.
- Eee... Hatun! Seninle baş başa konuşup dertleşmeyeli çok oldu galiba. Seni ihmal ettim...
- Hayır!
Bu tek kelimelik ani bir tepkiydi. Ansızın ve gayri ihtiyari dökülmüştü Halime Hatunun dudaklarından.
- Hayır! dedi tekrar usulca. Ben hiç şikâyetçi değilim.
Asla beni ihmal ettiğini düşünmedim.
Memnun memnun tebessüm etti Şeyh Yasin.
- Seni bilmez miyim hatun? Hayatından şikâyet etmeyen, kanaat zırhına bürünensin. Adın gibi yumuşak huylusun. Allah senden razı olsun. Fakat yine de sormak isterim:Hayatından memnun musun hatun?
-Hamdolsun! Dediğim gibi hayatımdan hiç şikâyetimyok. Kocam, çocuklarım ve torunlarımla beraberim. Rabbimden daha ne isteyebilirim ki?
-Peki hatun, peki? Ya kızların, oğulların, damatların,
gelinlerinle aran nasıl? Bir sorun yaşıyor musun? Ne düşünüyorlar hakkımızda?
-Nasıl yani?
- Hani onları ihmal ettiğimizi; ilgi, alaka göstermediğimizi düşünebilirler.
-Yok öyle bir şey, dedi. Başta Abdi olmak üzere üç oğ-l lun ve Meryem olmak üzere sekiz evli kızın; damatların, ge-l Ünlerin hepsi Allah'ın bize hayırlı birer ihsanıdır. Oğullan-i mızın ve kızlarımızın sevgisini bir kenara bırakalım. Da-i matlarımız özellikle seni bir baba, bir hoca, bir mürşid olarak görüyorlar. Tıpkı Filistin halkı gibi... Hele Meryem sık sık kendileriyle sohbet etmene, dertleşmene, hüzünlerini ve mutluluklarını paylaşmana ne memnundur bir bilsen! Kocalarıyla aralarının nasıl olduğunu sorman kızlarımızı ve gelinlerimizi çok daha memnun ediyor.
- Bunun farkındayım, dedi Şeyh Yasin. Yüce Allah bize sekiz kız vermekle lütufta bulundu. Zira onların terbiyesi ve saliha birer evlat olması, bizim için ahiret yatırımıdır. Allah'ın Resulü aleyhissalatü vesselam bunu birçok hadis- i şeriflerinde müjdelemiştir. Belki kız çocuklarına karşı şefkat ve merhametimin, sevgimin çok olması biraz da bundan olsa gerek.Halime Hatun nicedir bir konudan bahsetme ihtiyacı hissediyordu. Şeyh Yasin'in soluklanmasını fırsat bilerek konuştu.
-Bize karşı hep şefkat ve merhametle dolusun. Ama kendine karşı hiç de böyle davranmıyorsun.Şeyh Yasin hanımına baktı. Sözün nereye varacağını tahmin ediyordu. Yine de sormadan edemedi.
- Ne demek istiyorsun hatun?
- Demek istediğim şu ki, her zamanki gibi bugün de büronda hep çalışıp yorulmuşsun. Televizyona röportaj vermeler, randevu sahipleriyle görüşmeler, araştırmalar tüm bunların üzerine rahatsızlığın... Eve geldiğinde bize hiç bu yorgunluklarını belli etmiyorsun. Torunların başta olmak üzere bizle, konu-komşu herkesle ilgileniyorsun. Yoğun mesai harcıyorsun. Son zamanlarda gece yarılarına kadar süren yoğun çalışmalarına ve sabah namazlarına dek gece ibadetlerine şahit oluyorum. Gece- gündüz hasta vücudan nasıl dayanıyor, şaşırıyorum! Hiç olmazsa sıhhatine dikkat et. Sen sorunlarımızı nasıl paylaşıyorsan, ben de senin için bir şeyler yapmak istiyorum.Hiç şaşırmadı Şeyh Yasin. Bu endişeyi ancak hanımı taşıyabilirdi.
- Ey Hatunum! dedi. Böyle söylemekle beni çok sevindirdin. Eve geldiğimde güler yüz, rahatlık ve huzur bul-mamdaki katkın, benim için tüm bu söylediklerinin kaynağıdır. Fakat unutma ki Filistin ve Kudüs özgürlüğe kavuş-mayana kadar bize rahat ve huzur yok. Zira yarın mahşerde Allah katında ona arz edebileceğimiz hiçbir bahane sahibi değiliz.Gecenin ilerleyen saatlerinde tatlı bir sohbetin devam ettiği Sabra'nm bu küçük gecekondusu, mutlu bir gece daha geçirmişti.Sabah aynı tempo ve aynı yoğunluk tekrar yaşanmak üzereydi. Ofisine gitmek üzere hazırlanan Şeyh Yasin âdeti üzere küçük torunlarını görmeden evden çıkmadı. Cıvıl cıvıl koşuşturmaları, bağırıp çağırmaları kulaklarında kuş seslerini andırıyordu.Az sonra Abdi göründü. Babasına doğru yaklaşırken Şeyh Yasin'in gözü gelini Ümmü Hüsam'a takıldı. Hatırlamış gibi sesini biraz daha yükselterek:
- Abdulgani nerede?
- İçerde baba, dedi Abdi. Çağırayım mı?
- İyi olur oğlum. Sen bugün başka işlerinle uğraş. Beni büroya Abdulgani götürsün.Göz ucuyla gelinini süzdü. Mutlu mutlu bakıyordu. Birazdan gelen Abdulgani'yle babası, yola çıkmışlardı. Hem yürüyor, hem de konuşuyorlardı.
Şeyh Yasin bir ara:
- Oğlum, dedi
- Efendim baba.
- Ümmü Hüsam'ı soracaktım. Onu keyifsiz gördüm. Abdulgani'den hiç ses çıkmadı. Tekerlekli sandalyeyi sürmedeki hızının düşüşünden Şeyh Yasin, Abdulgani'nin etkilendiğini anladı.
- Doğrusu oğlum, dedi. Her karı- koca arasında böyle şeylerin olmasını doğal karşılasam da sana yakıştıramadım...Devam eden sözler Abdulgani için nasihat dolu tatlı-sert bir azarlamaydı. Babası konuştukça Abdulgani küçülüyor, utancından adeta eriyordu.Nihayet büroya doğru yaklaştıklarında sohbet ve nasihat, tavsiyelerle sona erdi. Gerektiğinde oğlunu dahi ikazdan çekinmeyecek kadar haklıdan yana olan Şeyh Yasin'i her günkü gibi ofisinde yoğun bir tempo bekliyordu.



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:11 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 09.01.2009 - 21:40
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
On Dokuzuncu Bölüm
Açıklanan bu sebeplerden dolayı bu plana karşı olduğumuzu ve işgal devletiyle masa başında bir anlaşmayı kabul etmediğimizin bilinmesini istiyoruz."
Rantisi'nin HAMAS adına basın- yayma deklare ettiği sözler, o günlerde kamuoyunda tartışılan meşhur "Yol Haritası" hakkındaki bir açıklamaydı.
Özerk Yönetimin Filistin halkmı harekete geçirecek açıklamalardan uzak durması şartıyla Rantisi'yi serbest bırakmasına rağmen o, Filistin'in yararına olan her konuda HAMAS'in sözcüsü olarak basın- yanma birtakım açıklamalarda bulunmaktan, çeşitli demeçler vermekten çekinmezdi-
Aynı şekilde Filistin dışında HAMAS'ın sözcülüğünü yapan Halid Meş'al, Dr. Musa Ebu Merzuk da aynı doğrultuda paralel açıklamalar yapmaktan, 'Yol Haritası'm eleştirmekten geri durmadılar.Özellikle 11 Eylül'den sonra işgalci İsrail'in gittikçe artan askeri operasyonları ve cinayetleri, sınır tanımaz boyutlara varmıştı. Köylere kadar uzanan askeri operasyonlar, ikinci intifadanın artan baskısı karşısında ancak hizaya gelmişti. Tel- Aviv dahil olmak üzere İsrail'in hiçbir kenti güvenli değildi. Gittikçe çoğalan istişhadi eylemler, işgalci İsrail'in beyninde bir bomba olup patlıyorduBu gelişmeler üzerine Amerika devreye bir plan sokma girişiminde bulundu: 'Yol Haritası!...' Bir takım göz boyamalar içeren adına barış planı denen 'Yol Haritası'yla şeha-det eylemlerini durdurmak ve Arafat'ı devreden çıkarmak gibi niyetler amaçlanmıştı. Teslimiyetçi bir Filistin isteniyordu anlaşılan.Yavaş yavaş basma sızan bu planın ayrıntıları belli olunca, HAMAS adına Rantisi'nin bu açıklaması gündeme oturdu.Şaron yönetimi plana karşı yeni gelin gibi nazlansa da açıktan reddetmeye de yanaşmıyordu. Fakat planın görüşmelerinde Arafat'ın muhatap alınmayacağını ilandan çekinmemişti. Bu Amerika'nın desteklediği bir politikaydı.
4 Haziran 2003 Ürdün!...
- Sayın seyirciler, diye başladı spiker. Bugün Akabe zirvesinde ABD Başkanı George W. Bush, Filistin Özerk Yönetimi Başbakanı Mahmud Abbas ve İsrail Başbakanı Ariel Şaron 'Yol Haritası'nı imzaladılar. Geçen nisan ayı sonunda Filistin ve İsrail taraflarına sunulan yol haritasında, şiddet olaylarının tamamen durması, İsrail'in yeni yerleşim birimleri açmayı durdurması ve 2005 yılma kadar Filistin Devletinin kurulması gibi başlıklar anlaşmada dikkat çeken nok­talar olarak belirlendi... - Abdi! Oğlum şunu kapatır mısın?Yerden bir- iki metre yükseklikte duvara monte edilmişbir tahtanın üzerinde olan televizyon, Şeyh Yasin'in mütevazı kitaplığının yanında bulunuyordu. Abdi kalkıp televizyonu kapattı.
- Baba! dedi. Bir şey sorabilir miyim?Şeyh Yasin o gün büroya uğramayıp evinde çalışmaya karar vermişti. Zaten zaman zaman evinde, zaman zaman da bürosunda çalışırdı. Randevu ve görüşmeleri olmadığı zaman çeşitli İslami kitaplar okur, radyo/televizyondan muhtelif haber programlarını takip ederdi.
Oğlunun sorusuyla düşüncelerinden sıyrıldı.
- Tabi oğlum. Seni dinliyorum.
- Arafat neden zirvede yoktu? Gülümsedi Şeyh Yasin:
- Senin de dikkatini çekti öyle mi oğlum?
- Elbette baba. Zannedersem bu görüntüleri izleyen herkesin dikkatini çekmiştir.

- Çok doğru oğlum! Muhakkak ki halkın da dikkatini çekmiştir. Ama Amerika ve İsrail artık Arafat'ı istemiyor. Zaten uzun zamandır Ramallah'taki bürosunda da bu yüzden mecburi ikamete zorlanmış.
- Bu sebeple mi Başbakan Mahmud Abbas zirveye katıldı?
- Elbette oğlum. İsrail Arafat'ı muhatap olarak kabul etmediğinden Başbakan Mahmud Abbas bazı yetkilerle donatılıp zirveye gönderildi. Zaten bu aralar Özerk Yönetim şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir halde.
- Neden Arafat bir çözüm yolu bulmuyor baba? Şeyh Yasin, karşısındaki genç Abdi'ye baktı.
- Nasıl anlatsam oğlum? dedi. Bu, bir duruş eksikliğinin neticesidir, işgalci yönetime güvenilmeyeceğim zamanında bilmek, o basirete sahip olmak lazımdı. Barış yolu diye söylenen şey gerçek değildi. Direnişin ve cihadın yerini tutamazdı. Tavizler ve yumuşak politikaların neticesi bu oldu. Arafat bunu anladığı zaman ne yazık ki vakit geçti. Şimdi de yetkilerini kaybetmemenin mücadelesini veriyor. Ama artık dış destekten yoksun ve dışlanmış bir vaziyette.
- Ya bu anlaşma baba? Haberde 2005 yılında Filistin Devletinin kurulacağından bahsedildi.
- Yaldızlı sözler bunlar oğlum. Yaldızlı ve afili sözler... Amerika ve İsrail, menfaatlerinin bulunmadığı hiçbir anlaşmaya imza atmazlar. Görmedin mi? Mahmud Abbas, kurtlar sofrasındaki kuzu gibiydi. Hem bu anlaşmanın birçok kusurları var; Mesela Siyonist düşman, Filistin tarafından utanmadan hâlâ yeni tavizler istiyor. Asıl korunmaya ihtiyacı olan halkımızken, kendi güvenliğini ön planda tutuyor. Hem de bunu Özerk Yönetimin eliyle yapmak niyetinde.
- Anlamadım baba!
- Yani Özerk Yönetimi kendi halkına karşı polis devleti niteliğine sokmak uğraşında... Bir başka deyişle "Direnişi kontrol altına alın" demeye getiriyor.
- Bu olmayacak bir şey baba.
Tebessüm etti Şeyh Yasin. Zaman zaman oğullarıyla akidevi ve siyasi sohbetler yapar, onların feraset ve basiretlerinin açılmasına yardımcı olurdu. Oğullan HAMAS Sıniyasi işlerinde uygulamalı bir tecrübe görüyor, staj yaparcasına bir birikim sahibi oluyorlardı.
- Baba! dedi Abdi. Geçenlerde bir arkadaşım Doğu Kudüs'ü geçip minibüsle Ramallah'a gittiğini söyledi. (Babasının ilgiyle dinlediğini görünce devam etti.) Utanç duvarının 67 savaşından sonraki sınırdan daha fazla içeri girdiğini görmüş. Hatta Yeşil Hattı geçip Filistin bölgesinden yeni toprakları kapsıyormuş.
- Demek ki geçen Haziran'dan bu yana bir yıl içinde bu utancı epeyce somutlaştırmışlar.
- Geçen sene Ramallah'ta Arafat'ı bürosunda kuşatıp geri çekildikleri zaman işgalci askerler her tarafı yıkmıştı baba.
- Duymuştum oğlum.
- İşte şimdi o yıkıntıların hepsi kaldırılmış baba. Şehir de temizlenmiş. Fakat...
Durdu Abdi. Şeyh Yasin'in dikkatini çeken bu solukla-nış manalıydı.
- Fakat ne oğlum?
- Fakat Ramallah'ta Coca Cola, Mc Donalt's ve özellikle de gece kulüplerinin varlığı manevi yıkıntı olmuş.
- Evet oğlum! Bu doğru! Maalesef bu bizim iç yaramız. Halkımız bir kültür emperyalizmine maruz kalmış. Anlayacağın, bizler sadece işgalci askerlerle savaşmıyoruz. 1960'lardan bu yana, halka İslami şuur ve bilinç aşılamak için birçok dernek ve teşkilat adı altında çalıştık. Gençlerimizi ve insanlarımızı kültür erozyonuna karşı uyanık olmaya çağırdık. Zira direniş kuru bir savaş ile değil, yürek ve bilek birlikteliğinde iman eşliğinde olur. Fakat insan eğitmek kadar zor bir zanaat yok oğul. Yine de azimle ve Allah'ın yardımıyla bu günlere geldik. Duyduğun, gördüğün ve şahit olduğun her manzarayı iyi düşün. İslam nimetinin idrakinde olmayanlar, yoldan çıktıklarım yahut zorda olduklarını kabul etmez derecede bir gaflet uyku-sundadırlar. Bunu onlara anlatmak köre renk anlatmak gibi bir şey... Ama şunu bil ki kor olmayanlar daha çok.
- Bir de arkadaşım Mescid- i Aksa'yı gezmiş baba!
- Mescid- i Aksa mı dedin?Mescid- i Aksa sözü babasını heyecanlandırmaya yetmişti,
- Evet baba! Mescid- i Aksa... Fakat çevresindeki birçok yerleşim yeri ve evler planlı bir şekilde tahliye ediliyormuş. Ardından da Yahudi göçmenler yerleştiriliyormuş. Dediğine göre İsrail İskân Cemiyeti adlı aşırı Siyonist bir terör örgütü bu işi üstlenmiş. Özellikle Silvan ve Vadi Havle semtleri ile el- Mağaribe mahallesin bir kısmı tedrici, bir kısmı da olduğu gibi yıkılmış. Daha beteri; işgalcilerin Mescid- i Aksa'nın altında yıllardır yaptıkları kazılar-mış. Bunun sonucunda el- Meğaribe kapısı ile Burak Duvarı arasındaki yer çökmüş. Ne İslami Vakıflar Dairesi'ne, ne de el- Aksa İmar Kurumuna yeniden yapımı ile ilgili izin veriliyormuş. Kutsal mabedimiz göz göre göre yıkılıyor.
Şeyh Yasin kitaplığındaki Mescid- i Aksa resmine baktı. "Ey san kubbeli sevgili!" dedi. "Ya sen özgür olacaksın ya da bencileyin yoluna kurban,.."
10 Haziran 2003!..
Henüz Akabe zirvesinde imzalanan yol haritası anlaşması üzerinden bir hafta geçmemişti. O gün yanma oğlunu da alan Dr. Rantisi ve korumaları otomobildeydiler. Hava sıcak ve bunaltıcıydı. Açık camlardan esen rüzgâr, Hazi-ran'm sıcaklığım araba hareket ettiği sürece bir nebze olsun unutturuyordu.Caddede ilerleyen araç şoförü, aniden ortaya çıkan bir Amerikan yapımı Apaçi helikopterini gördü. Herkes olacakları anlamıştı. Kolay bir hedef olabilirdi. Sağa sola zikzaklar çizerek hızını arttırdı.
Helikopterin fırlattığı ilk füze hedefi ıskalayınca, pilot öfkeyle ikinci füzeyi fırlattı. Kalabalık yolda patlayan füzeler, ortalığı savaş alanına çevirdi.
Otomobilin zikzaklı gidişi ve ilk iki füzenin hedefi ıskalaması pilotu çileden çıkarmıştı. Öfkeyle füzeleri peş peşe fırlattı. Art arda ateşlenen füzeler otomobilin önüne arkasına düşüyor, fakat isabet etmiyordu. Neticede otomobile isabet eden bir füze, pilotun sevinç çığlıkları atmasına sebep oldu. Görev tamamdı ve gitmeliydi artık. Hemen gök boşluğunda tüm uğursuzluğuyla süzülüp kayboldu. Arkasında bıraktığı cinayetin sorumluluğundan habersizdi.
Uzun yol boyunca asfalt yer yer gediklerle dolmuştu. Atılan füzeler kocaman gedikler açmıştı. Son füze otomobilin ön tarafını dağıtmıştı. Devrilen araçtan inleme sesleri yükseliyordu. Etraftan koşanlar araçtakileri çıkarmaya ça-
- Yardım edin! Koşun! diye bağırdı birisi.
- Ambulans!.. Ambulans çağırın!
Halk aracın başına üşüşmüştü. Otomobile yakın, yerdeki iki ceset hemen hastaneye kaldırıldı. Rantisi, oğlu ve bir koruması yaralı olarak gelen ambulansa alındı. Yol boyu atılan füzelerden dolayı ayrıca birçok yaralı vardı. Tam manasıyla bir katliamdı bu.
Haber duyulduğu an, halk sokaklara döküldü. Şiddetli protesto gösterileri ve atılan sloganlar manidardı. Megafonlardan öfke ve nefretin sesi dalga dalga çarpıyordu işgalci İsrail'in yüzüne.

Tüm direniş grupları eylemi kınamış, intikam yeminleri etmişti. Direniş grupları arasında bu gibi olaylar/eylemler kaynaştırma görevi görüyordu. Adına ve sanma bakılmaksızın birlik ve beraberliği perçinliyordu.Akın akın hastane ziyareti devam ederken, Rantisi'nin yaralı koruması da hastanede hayatını kaybetti. Rantisi ve oğlu dahil olmak üzere yaralı sayısı yirmi beşi buldu.
Bu olaydan kısa bir süre sonra yol haritası çerçevesinde Özerk Yönetimin çeşitli direniş gruplarıyla görüşmeleri başladı. Gaye; yol haritası muvacehesinde şiddet olaylarının karşılıklı olarak tamamen durmasını sağlamak için direniş grupları ve İsrail işgal ordusu arasında ilk etapta üç aylık bir ateşkes yapmaktı. Fakat hiçbir direniş grubu buna inanmıyordu. En yakın örnek, yol haritasının imzalanması üzerinden henüz bir hafta geçmeden Rantisi'ye yapılan suikasttı. İşgalci İsrail'in bu konuda güvence vereceğim hiçbir direniş grubu gerçekçi bulmuyordu.Tüm direniş gruplarının gözü HAMAS'taydı. HAMAS ve İslami Cihad, Özerk Yönetimden güvence istedikten sonra işgal yönetiminin saldırılarını durdurması ve Filistinli mahkûmların bırakılması şartıyla 29 Haziran 2003'ten geçerli olmak üzere ateşkesi kabullendiklerini açıkladılar. Diğer direniş gruplarından bazıları da ayrı ayrı, aynı şartlarda ateşkesi kabul ettiklerini ilan ettiler.Fakat Filistin halkı başta olmak üzere dünya kamuoyu dâhil hiç kimse İsrail'e güvenmiyordu. Çünkü verilen nice söz çiğnenmiş, nice vaat altüst edilmişti. Şaron'un bu konuda karnesi olumsuzluklarla doluydu. Bu ateşkes işgalci yönetimin gerçek yüzünü dünyaya ilan etmenin ve direnişin haklılığını ortaya koymanın başka bir adıydı.
On gün kadar sonraydı. Ramallah'taki Özerk Yönetimin kır saçlı Başbakanı Mahmud Abbas, ateşkesten bu yana meydana gelen gelişmelerin değerlendirildiği bir toplantı yapıyordu. Yardımcısı ve bakanlarıyla etrafını çevirdikleri toplantı masasında, yüzler anlamsız ifadelerle doluydu.
Yardımcısına bakan Mahmud Abbas:
- Ateşkesin sağlanması için, dedi. Bazı direniş gruplarının liderleriyle görüştük, ikna ettik. Fakat asıl önemli olan HAMAS'tır. Yarın Şeyh Ahmed Yasin'le de görüşeceğim. Hatta İslami Cihad'la beraber yönetime katılmaları için onu ikna etmeye çalışacağım.
- Yönetime katılmalar mı? dedi yardımcısı şaşkınlıkla.
- Evet dedi Mahmud Abbas. Zira direnişin gruplarını kontrol altına almanın başka bir yolu yok.Masanın etrafındaki diğer bakanlar söylenenleri ilgiyle
dinliyorlardı. Kimsenin konuşmadığını görünce bunu haklılığının tasdikine yordu.
- Ateşkesten bu yana son on günlük gelişmelerin raporunu dinlemek istiyorum/ dedi.
- Hemen efendim, diyen yardımcısı önündeki dosyayı açtı. İlk sıraya bakarak konuştu:
- Efendim! Her ne kadar direniş grupları İsrail'in saldırılarını durdurması şartıyla ateşkese destek verdilerse de:
* 3 Temmuz'da Batı Şeria'nm Kalkilya kentinde bir Filistinlinin öldürülmesi üzerine El- Aksa Şehitleri Tugayı ilan edilen ateşkese uymayacağını bildirdi.
Mahmud Abbas, oflayıp, pofluyordu. Çünkü El- Aksa Şehitleri Tugayı Arafat'a yakın askeri bir güçtü. Arafat'la arası açık olan Abbas, bunu hatırladıkça sıkıntı basıyordu kendisini.
* Yol Haritası çerçevesinde Beytullahim'den çekilen İsrail ordusunun yerine kontrol, bizim polis teşkilatımıza geçti.* Kudüs'te Şaron'la yaptığınız görüşmede Başkan Arafat'a uygulanan ablukanın kaldırılması teklifinin reddedilmesinin yankıları kamuoyunda olumsuz neticelere sebep oldu.

* Amerika'nın HAMAS'ı terörist örgüt olarak itham edip dağıtılmasını istemesine HAMAS'tan şiddetli bir cevap geldi. HAMAS'ın Siyasi Birim Başkanı Dr. Musa Ebu Merzuk buna sert bir cevap vererek böyle bir savaşa herkesin karşı olduğunu ifade etti.* Filistin Halk Kurtuluş Komiteleri de "İşgalci İsrail'in
Filistinli mahkûmları serbest bırakması, suikastlara son verilmesi, Arafat'a uygulanan ablukanın kaldırılması, Filistin bölgelerine yönelik askeri saldırıların durması ve yeni yerleşim bölgeleri kurmaması koşuluyla üç aylık ateşkese uymayı kabul ediyoruz" şeklinde bir açıklama yaptı.* Bu arada 350 kadar Filistinli mahkûmu serbest bırakacağını açıklayan İsrail'in, 8 bin Filistinli mahkûmdan sadece bu kadarını serbest bırakmasına tepkiler artıyor. Askalan zindanmdaki 800 mahkûm bu doğrultuda açlık grevi başlatmış.
- Ateşkesten bu yana geçen son on günlük değerlendirmede İsrail'in yaptığına bak! dedi Mahmu' Abbas öfkeyle. Tüm bunlar adeta ateşkes olmasın demenin fiili adı.
Ertesi gün Şeyh Yasin'Ie görüşen Mahmud Abbas, HA-MAS'ın yönetime katılıp pasifize edilmesi konusunda yanıldığını anlamıştı. Her ne kadar Şeyh Yasin ateşkese İsrail karşılık vermediği sürece uyacaklarını açıkladıysa da ateşkesin uzun ömürlü olmayacağını sezmişti.Gazze şeridindeki Cebalye mülteci kampı!
87 intifadasının doğduğu mekân... Yeri göğü inleten mahşeri bir kalabalık toplanmıştı. Sloganlar ve lanetler hep işgalci İsrail için. Tepkiler sinelerden nefret ve öfkeye dönüşerek çıkıyordu.Filistinli mahkûmların salıverilmesi için yapılan bu gösteride öfke, havada slogan slogan uçuyordu. Bir ara kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Toplananların kenara çekilerek kendisine yol açtığı bu adam, HAMAS'm üst düzey yet-kililerinden Nizar Neyyan'di. Gösteriye katılanlara hitaben yaptığı konuşma halkı coşturuyor, galeyana getiriyordu.
- ...Geçici ateşkes süresince eğer Filistinli mahkûmlar serbest bırakümazsa, mahkûmlarla takas yapmak amacıyla Yahudi askerlerini kaçıracağız.
Yükselen tekbir sesleri ve verilen mesajlar ayyuka çıkmıştı. Dalga dalga yayılan bu tepki birçok hapishaneye de sirayet etti. Askalan zindanı, Mecdo Askeri Hapishanesi, Remle, Nefiye, Terasta ve Biru's- Seba başta olmak üzere, birçok zindanda Filistinli tutuklu ve mahkûmların bırakılması için grevler ve dayanışma protestoları düzenlendi.
Nihayet Siyonist İsrail hükümeti Filistinli mahkûmların serbest bırakılması hususunda taviz vermeye hazır olduğunu Haaretz gazetesinde dile getirdi. Buna göre, HA-MAS ve İslami Cihad'a mensup mahkûmların da bırakılacaklar arasında olabileceği yazıldı.Ama buna rağmen işgalci İsrail, operasyonlarından ve baskılarından vazgeçmiyor, cinayetlerine devam ediyordu. Cenin kampım yine basması, Nablus'ta, Gazze'de, Batı Şe-ria'da Tulkarim'de halka ateş açıp birçok ölü ve yaralıya sebep olması Arafat'a bağlı el- Fetih grubunu çileden çıkardı. Yapılan açıklamada: "İşgal devleti ateşkes konusunda kamuoyunu yanıltmaktan başka bir şey yapmamaktadır. İşgalci düşman, güvenlik organizasyonlarının arkasına sığınarak istediği her şeyi yaparken, ateşkes sadece Filistin tarafından istenmektedir" denildi. Böylece ateşkese uyulma-yacağı ilan edildi. Cinayetsiz geçmeyen bir gün, bir saat yoktu mazlum Filistin'de...Bu süreçte direniş grupları ve işgalci İsrail taraflarınca dünya basınına karşılıklı demeçler veriliyor, birçok konuda açıklamalar ve beklentiler dile getiriliyordu.Ateşkes üzerinden bir ay geçmişti. Batı Yaka'nın Kakil-ya şehri Deyru'I-Gusun kasabasında binlerce Filistinlinin katıldığı görkemli bir protesto gösterisi düzenlendi. Protestocular "Güvenlik duvarı" diye bilinen utanç duvarının ya­pılmamasına yönelik sloganlar atıyor, seslerini dünyaya duyurmak için direniyorlardı. Yapılan konuşmalarda duvarın Filistinlilere ait binlerce dönüm arazinin gasp edilmesine sebep olduğu tekrar tekrar vurgulandı.
Batı Yaka'nın Nablus şehrindeki Filistin mülteci kampı... Sabahın erken saatleri... Tozu dumana katarak kampa giren İsrail işgal askerleri, kuşatmaya aldıkları kampı kurşun yağmuruna tuttular. Etrafa atılan bombalar, kırılan cam­lar, yıkılan duvarlar ortalığı savaş meydanına çevirmişti.
Etrafı sarılan yedi katlı bir binanın civarındaki evler kuşatıldı. Birçoğunun kapıları kırıldı, içeri dalan askerler ev sakinlerini yaka paça dışarı atıyor, kimini de tutukluyordu. Korku ve panik yaşatmada adeta mahirdiler.
Fakat bir türlü yedi katlı apartmana yaklaşamıyorlardı. Uzaktan uzağa ateşlerine, binadan şiddetle karşılık veriliyordu. Karşılarmdakiler silahsız halk değildi. Yanaşmak, bedel ödemek demekti.Apartmanda fiAMAS'ın askeri kanadına mensup direnişçiler vardı. İsrailli komutan olayı izliyor, kara kara düşünüyordu. Sabahtan beri yanaşamadıkları bu binadaki dire-
nişçileri toptan imha etmeliydi. Vakit, aleyhlerine işliyordu...Biraz düşündü. Eli araç telefonuna gitti. Bir müddet bilinmeyen bir yerle konuştu. Çeşitli tarifler yapıp, koordinat verdi. Saatine baktı. Aracının koltuğunda biraz daha oturdu. Daha sonra askerlerini geri çekti.Yaylım ateşin azalması ve askerlerin apartmandan biraz daha uzak durmaları, içerdeki derinişçileri kuşkulandırmıştı. Bu gelişmenin nedenini düşünürken ansızın duyulan Apaçi helikopterinin sesiyle pencereye koştular. Semada beliren helikopter süzülüp apartmanı füze yağmuruna tuttu. Geldiği gibi kayboldu.Geriye yedi katlı apartmanın koca enkazından başka bir şey kalmamıştı. HAMAS'h direnişçilerin şehadetiyle neticelenen bu İsrail askeri operasyonunda iki İsrail askeri öldürülmüştü.
Aynı gün Gazze'de HAMAS adına İsmail Ebu Şen-neb'in yaptığı basın açıklaması yankılandı;
- Siyonist düşman bu sabah ateşkesi açıkça ihlal etti. Bizce kırmızı hat aşıldı. Böyle bir saldırı karşısında sessiz kalamayız. Şehitlerimizin temiz kanları yerde kalmayacak ve bu iğrenç cinayete cevabımız Allah'ın izniyle şiddetli sarsıntıya yol açacak türden olacaktır.Bu operasyona karşı düzenlenen cenaze töreninde büyük bir Öfke seli vardı. Bir yandan intikam yeminleri edilirken, diğer yandan tüm direniş grupları ve Özerk Yönetim, işgalci İsrail yönetimini eleştiriyordu. Hatta Arafat kameraların karşısına geçip gazetecilere yaptığı açıklamada:
- İsrail'in yaptığı şey sadece ateşkesi değil, tüm barış sürecini öldürmektir, dedi.
Nitekim Ebu Şenneb'in dediği gibi kısa bir süre sonra Kudüs'te HAMAS ve İslami Cihad'm ortaklaşa düzenlediği bir eylemde Siyonist yerleşimcilerden 20 kişi öldü, 120 kişi de yaralandı. Körüklü bir otobüsün içinde meydana gelen istişhadi eylem, aşırı Siyonistlerin korkulu rüyası olmuştu.
Ateşkesin bozulduğu artık fiili olarak aşikâr olsa da resmi olarak ortadan kalktığı taraflarca açıklanmamıştı. Fakat aradan geçen 50 günlük süre içinde kıvılcımı tutuşturan ve ateşkesi hep ihlal eden işgalciler olmuştu.
21 Ağustos 2003, Perşembe günü Kudüs'teki bu büyük eylemin hemen ertesi günüydü. Gazze'nin Rimal semtinde Amerika yapımı Siyonist Apaçi helikopterleri yine bir füze saldırısı düzenledi. HAMAS'm siyasi liderlerinden İsmail Ebu Şenneb ve iki koruması şehid oldu.
Yıllardır Şeyh Yasin'in dizi dibinde yetişen talebesi ve onun adeta gölgesi olan Ebu Şenneb, cennet yokuşuydu.' Şehid olan korumalarından biri Şeyh Yasin'in damatlarından Hani Ebu Ömereyn'di. Şeyh Yasin iki defa yüreğinden vurulmuştu. Üzüntüsü kat kattı. Hastalığının artmasına vesile olan bu eylem onu derinden üzmüştü. Nereye dönse Ebu Şenneb'i görüyor, nereye yönelse onun siluetiyle karşılaşıyor gibiydi. Ebu Şenneb eli, Ebu Şenneb koluydu. *
Ertesi gün Cuma'ydı. Görülmemiş bir tepkiyle tüm direniş grupları sert açıklamalarda bulundular. Ajanslara geçilen fakslarda HAMAS ve İslami Cihad ortak bir açıklamada bulunmuştu: "Biz 21 Haziran 2003 tarihinde birlikte
ateşkes ilan ettiğimiz gibi, bugün yine birlikte askeri eylemlerin askıya alınmasının artık sona erdiğini ilan ediyoruz. Bunu Şaron'un bizzat kendisi sona erdirmiş ve kendisi katletmiştir. Şaron geçmiş 50 gün içinde de halkımıza, onun toprağına ve kutsal değerlerine yönelik saldırgan tutumu-nu, öldürmeleri, tutuklamaları, yıkımları ve baskınları sürdürmek suretiyle ateşkesin üzerine birçok öldürücü ok fır-lattı. "
Bu açıklamayla birlikte Siyonist işgale karşı tutuşturulan intifada ateşi tekrar yükselişe geçti.
O cuma, akşama kadar on binlerce Filistinli, gösteriler yaptı. Mühendis Ebu Şenneb'in intikamının alınacağı üzerine tekrar tekrar yeminler edildi. Özgürlüğe giden yolda bir yıldız daha kaymıştı. Geride "Sende mi bizi bıraktın Ebu Şenneb? " diye hasretler söylettiren bir ölümle, bir şehadet-le...
Yirminci Bölüm
Yolda düşünüyordu Şeyh Yasin. Ebu Şenneb'in şe-hadeti onu daha bir ihtiyarlatmıştı. Sabah evden çıkışı geldi gözünün önüne. Damadı Hani Ebu Ömereyn'in şehadetiy-le dul kalan kızının hüznünü hatırladı.
Evden ayrılmadan önce torunlarını severken Hani'nin çocuklarına ayrı bir sevgi, ayrı bir ilgi gösterdi. Bir köşede sessiz sedasız duran kızını yanma çağırdı. Teselli verip gönlünü bir daha aldı. Bu davanın zor, fakat izzetli olduğundan, Hani gibi yiğit erlerin omuzlarında yükseldiğinden bahsetti.
Hani, damadıydı. Şenneb ise davadaşı, sırdaşı... Araba ilerlerken hep bunları düşündü. "Hani benim damadımsa" diye geçirdi içinden. "Ebu Şenneb benim elim, ayağım her şeyimdi. Tüm şehitler gibi Filistinlinin özgürlüğü için onlar da yapı taşlan oldular. Şefaatlerine bizi nail et Allah'ım!" Gözlerinden taşan iki damla yanaklarından süzüldü.
Bürosuna vardıktan sonra önüne konan haber özeti raporlarının başlıklarına göz attı:
* Bush: "Direniş grupları dağıtılmalı!"
* "Filistin Direnişine Ambargo!"
* "Kassam Füzeleriyle Saldırı!"
* "İsrail'den İNTİFADA Kelimesine Yasak!"
* "Siyonist Vahşet Dört Can Aldı!"
* "Filistin Yönetiminden Direnişçilere Operasyon!" Son başlık dikkatini çektiyse de ilk başlığa baktı. Emir büyük yerden görünüyordu. Hâlâ kör, hâlâ basiretsiz olan Özerk Yönetim, "Denize düşen yılana sarılır" misali Amerika'ya sarılıyordu. Birlik ve beraberliği direniş grupları arasından kaldırmak demek, Filistin davasının yok olması de­mekti. Öyleyse Arafat'a ne oluyordu? Hangi cesaretle "İsrail'in saldırılarını durdurması halinde direniş gruplarına karşı önlem alacağını" söyleyebüiyordu. Hangi akılla işgalci İsrail ile hâlâ ateşkes yapılmasını isteyebiliyordu? Ah ba­siret! Ah feraset! dedi kendi kendine. Bu tehlikeli ve olmayacak bir işti.
6 Eylül 2003 tarihli son haberin özetine baktı:
* "Abbas istifa etti!"
- Zaten olacağı buydu, diye söylendi.Haber, Arafat ile güç mücadelesine girişen Mahmud Abbas'm meclis oturumunda hem içerden, hem de Amerika ve İsrail'den kaynaklanan engeller nedeniyle istifa ettiğini yazmıştı.

Duvardaki saate baktı. Zaman yaklaşıyordu. Toplantısı vardı ve zamanında orada olmalıydı. Korumalarıyla beraber randevu yerine ulaştığında vakit geç değildi. Toplantı-dakiler, İsmail Haniye gibi HAMAS'ın önde gelen liderleriydiler.
Gazze'de buluşma yeri olarak seçilen büronun çevresinde olağanüstü bir durum, bir izlenim görünmüyordu, içerideki toplantı harıl harıl devam ettiği esnada tüm uğur-suzluğuyla pencereden F-16 savaş uçaklarının sesleri duyuldu. Büyük bir sarsıntı bir patlama sesi, herkesi yerlere serdi. Adeta deprem olmuş gibiydi. Sallanan binanın yan duvarı çöktü.
Olaydan bir müddet sonra Abdi eve koşmuştu. Oğlunu gören Halime Hatun'un da az önce haberlerden öğrendikleri karşısında yüreği pır pır ediyordu. Endişe dolu gözlerle Abdi'ye baktı:
- Baban, dedi endişe dolu bir yüzle.Annesinin olaydan haberdar olan bakışları karşısında:
- Telaşlanma anne! dedi. Babam da diğerleri de sağ, önemli bir şey yok.
- Elhamdülillah ya Rabbi! Sözleri döküldü dudaklarından. Yüzüne renk geldi annesinin. Biraz daha rahatlayan bir merakla sordu.
- Nasıl olmuş?
- Babamın toplantıda olduğu binaya işgalci yönetimin F- 16 uçakları füze fırlatmışlar. Ama yan binaya isabet etmiş. Babam elinden yaralanırken binada bulunanlardan, aralarında çocukların da bulunduğu 15 kişi çeşitli yerlerinden yaralanmışlar. Allah'a şükür kayıp yok.
- Allah'a şükürler olsun! Ya baban? Baban nerede oğlum?
- Ben de merak edersin diye Mahmud Zahar amcadan izin alıp geldim.
- İyi ettin oğlum! Allah onu ve bu davaya gönül verenleri korusun.
Bir gün sonraydı. Binlerce Filistinli Şeyh Yasin'e geçmiş olsuna gelmişti. Meydanı dolduran insanlar PÎR- İ İNTİFA'yı görmek, sesini duymak istiyordu.
"Kahrolsun İsrail!"
"Yaşasın HAMAS!"
"Yoluna kanımız, canımız fedadır!"
"İslami direniş engellenemez!"
"Ey Kudüs! Bu can sana kurbandır!"
Sloganlar sloganları takip ediyordu. Kalabalık ne ayrılıyor, ne de susuyordu. Gittikçe artan Şeyh Yasin'in âşıklarını, ancak Şeyh Yasin durdurabilirdi.
Tekerlekli sandalyesiyle yüksekçe bir yere çıkarılan Şeyh Yasin'in sesinin duyulması Önce büyük bir uğultuya ve tekbirlere neden oldu. Sonra büyük bir sessizlik çöktü meydana. Uzunca konuştu.
- Kardeşlerim! Hiç kimse HAMAS liderliğini ortadan kaldırıp, kaybettiremez. Siyonist düşmanlar saldırıyor, hiçbir sınır tanımıyor. Hiçbir kuralla kendini sınırlandırmıyor. Evmiş, çocukmuş, kadınmış ayırt etmiyor. Evet, F- 16'ları-mız, Apaçi helikopterlerimiz yok. Uzun menzilli füzelerimiz de yok. Ama savaşmaya ve şehid olmaya hazır insanlarımız var. İşte düşmanı sarsan ve onu can evinden vuran budur. Biz halkımıza söz veriyoruz ve herkese ilan ediyoruz ki; direniş ve cihad bizim tercihimizdir. Zafere giden yol şahadetle, kanla bezenmiştir. Biz Allah'a söz verdik, şimdisize söz veriyoruz; asla teslim olmayacağız. Yol istediği kadar uzun olsun. Biz bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Sonunda zafer müminlerindir. Çünkü Allah bize zafer ve yeryüzünde egemenlik vaad etmiştir. Allah istediğini yapmaya kadirdir. Direneceğiz kardeşlerim. Düşmana asla unutamayacağı bir ders vereceğiz. Biz bir ölür, bin diriliriz düsturuyla yeşeren bu kutlu sevdanın tek hakikati var kardeşlerim: İnnehu le cihad, nasrun ev istişhad. (Bu öyle bir cihaddır ki ya zafer ya şahadetle biter.) O gece de bir önceki gece gibi yatamadı Şeyh Yasin. Filistin'in mazlumiyetine yanan yüreği onu son zamanlarda hiç uyutmuyordu. Yaşanan zulmü ve dostlardan ayrıldığım düşündükçe geceleri ibadete sığmıyor, ruhunu gözyaşlarıy­la için için arındırıyordu. Kalbiyle Allah'a yakın olduğunu hissettiği anlarda bir serinlik esiyordu yüreğinde. Gecenin ihyası, tilaveti, kıraati gönül âleminde bir kıyam, bir direniş yeşertiyordu perçin perçin.Fakat ümmetin halini, duyarsızlığını düşündükçe nefesi daralıyor, göğsü sıkışıyor, üzüntülere gark oluyordu. Neden dünya Müslümanları duyarsız kalıyordu Filistin davasına. Neden suskun, aciz ve yaşayan birer ölü olmuşlardı? Neden şerefli direnişçiler terörist ilan edilirken, Siyonist katiller görmezden geliniyordu?İlahi buyruğu hatırladı: "Size ne oluyor ki 'Rabbimiz! Bizi bu zalim kavimden kurtar! Bize katından bir sahip, bir yardımcı gönder!' diye feryat eden kadın, çocuk ve mustazaflar adına Allah yolunda savaşmıyorsunuz?"Yüreği yangın yeriydi Şeyh Yasin'in. Gündüz kaleme aldırdığı duayı hatırladı. Tüm benliğiyle, tüm içtenliğiyle ve tüm samimiyetiyle gözlerine hücum eden yürek acısını Rabbine arz etmek için dudakları araıandı:
- Allah'ım! Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum. Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikâyet ediyorum... Sen mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun?
Şeyh Yasin'e yapılan saldırıya misilleme olarak ertesi gün yine muhtelif eylemler düzenlendi. Gazze'de düzenlenen bir eylemde bir İsrail askeri araç tamamen tahrip edilirken, bir işgalci asker de öldürüldü.
Yine Şeyh Yasin'e yapılan eylem, günlerce süren protestolara sebep oldu. Birçok kamu kurum ve kuruluşları bildiriler dağıtıyor, ilanlarla, yürüyüşlerle eylemi ve İsrail'i kınıyordu.
Gazze İslam Üniversitesi öğrenci meclisi tarafından da Şeyh Yasin'e destek yürüyüşü düzenlendi. Binlerce öğrencinin katıldığı bu yürüyüşte öğrencilere hitaben Şeyh Yasin bir konuşma yaptı. Filistin halkının özgürlüğü için verilen mücadeleyi hiçbir şeyin etkilemeyeceğini, bağımsızlık mücadelesinin süreceğini vurguladı.
Avrupa Birliğinin o sıralarda HAMAS'a mali destek sağladığı iddiasıyla bazı kuruluşların hesaplarını dondurması konusuna da değinerek:
- Bu dedi. Avrupa birliği'nin genel politikasının ihlal edilmesi ve tümüyle Amerika'nın safında yer almasıdır. Çünkü Avrupa Birliği daha önce tarafsız kararlar alıyordu.
Ama bu sefer tamamen Siyonist düşmanın tarafını tutmuştur. İşgale ve gaspa karşı canlarını savunan bizler mi teröristiz?!...
İsrail işgal yönetiminin azgınlaşmiş saldırıları dur durak bilmiyor sürekli artıyordu. Köşeye sıkışmış kedi misali pençelerini gösterip, Ölçüsüz ve kuralsız saldırı ve baskınlarına devam ediyordu.

10 Eylül 2003 günüydü. Abdi birazdan evden ayrılacaktı. Ancak farklı bir halet- i ruhiyeye, bir neşeye sahipti. Şeyh Yasin'in gözünden kaçmayan bu durum, Halime Hatunun da dikkati çekmişti.
Her günkü ayrılışından farklıydı bu. Kapı kapanınca ihtiyar yüreğine tuhaf bir his yayıldı. Şefkatine yordu Şeyh Yasin...
Abdi, Mahmud Zahar'ın evine gitmişti. Zaman zaman ona korumalık yapıyor, ondan siyasi ve didaktik dersler alıyordu. Zahar, uluslararası basma HAMAS'm açıklamalarını yapan, demeçlerini veren ve dolayısıyla tanınan bir isimdi.

O gün Şeyh Yasin hazirandaki suikastten yaralı olarak kurtulan Dr. Rantisi'yi karşısında aniden görünce hem şaşırmış, hem de bir şeyler olduğunu sezmişti. Birbirlerini kısaca sordular. Şeyh Yasin'in olanlardan henüz haberdar ol­madığını anlayan Rantisi yutkunarak;
- Efendim, dedi. Buraya bir haber vermeye geldim.
Yüzündeki üzüntü gözlerinden okunuyordu. Olabilecek her türlü gelişmeye hazırdı Şeyh Yasin. Bu dava yıllardır kendisine bu gerçeği öğretmişti.
- Nasıl bir haber Rantisi?
- Bugün... Bugün Mahmud Zahar'm evine saldırı düzenlendi.
- Saldırı mı?
- Evet efendim! Fakat Zahar başından ve sırtından hafif yaralı olarak kurtuldu.
Gülümsedi Şeyh Yasin;
- Allah'a hamdolsun. İyi ya! dedi. Zahar kurtulmuşsa ne diye üzgünsün hâlâ?
Ansızın aklına Abdi geldi. Beyninde şimşekler çaktı. Aniden:
-Yoksa Abdi!...
Dr. Rantisi başını önüne eğdi. Yasin içinden bir şeylerin koptuğunu hissetti... Boğazı düğümlendi. Yutkunmakta zorluk çekiyordu. Kısa bir suskunluktan sonra: "înna lillahi ve inna ileyhi raciun" ayeti döküldü dudaklarından.
İhtiyar yüreğini nice acılara alıştıran Şeyh Yasin, buna da alıştırdı. Kalbine gömdü acısını... İçine, yüreğine akıttı gözyaşlarını... Bir müddet sonra bir babanın merhameti, bir baba kalbinin şefkati yansıdı dudaklarına...
- Abdi! Sevgili oğlum! Üzgündü. Rantisi'ye baktı:
- Nasıl oldu? dedi titrek sesiyle.
- İsrail işgal gücü, dedi Rantisi. Bugün F-16 uçaklarıyla Zahar'm evini tıpkı Şehid Salah Şehade'nin evini bombaladıkları gibi füze bombardımanına tuttu. Zahar yaralı kurtulurken 24 yaşındaki oğlu Halid, bir koruması ve Abdi şeha-det makamına ulaştılar. 20 kişi de yaralandı. Şehidler, Zahar ve yaralılar hastaneye kaldırıldı. Hastane halkın akınına uğradı. Ben de size geldim.
- Allah razı olsun!
- Ayrıca kalkmadan söyleyeyim ki Muhammed Deif i gördüm efendim. Akşam...
Şeyh Yasin söylenecekleri anlamıştı:
- Yaşanan gelişmelerle ilgili açıklamaları yaparsınız, diyerek Rantisi'nin sözünü kesti. Ben de annesine Abdi'nin şehadetini haber vereyim.
Dr. Rantisi gittikten sonra Şeyh Yasin Halime Hatuna, yani bir anneye oğlunun şehadetini nasıl haber vereceğini düşünüyordu. Fakat hanımına güveniyordu, ilk önce sarsıl-sa da toparlanarak Allah'ın takdirine teslim olacaktı. Yıllardır beraber yaşadığı hanımını biliyordu.Nitekim gözyaşlarına boğulan, Halime Hatun'un anne yüreği oldu. Bu ölüm, her ölümden öteydi. Bir oğuldu ölen; bir can, bir kandı.Şeyh Yasin'in teselli veren sözlerine ilaveten okuduğu ilahi müjde su serpmişti yüreklere: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Rable-ri yanında rızıklara mahzar olmaktadırlar. Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini vermektedirler. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler."
Sonunda basiret galebe çaldı. Filistin için şehid veren
her aile gibi Yasin ailesi de bir şehid sahibiydi. Şu kamplar, şu Filistin toprakları her gün, her saat bir şehid vermiyor muydu? Şehitsiz bir ev zor bulunurdu. Bahtiyar saydılar kendilerini. Bahtiyardı Yasin ailesi.Olayın akabinde Kudüs'te ve Tel- Aviv yakınlarında yapılan istişhadi eylemlerde 16 ölü, 80 yaralı haberleri televizyonlara yansıdı. Hem de çoğu işgal askeriydi." Bu eylemler, İsrail işgal kuvvetlerinin cinayetlerine 'Misilleme'dir. Bu eylemlerle Siyonist saldırılara karşılık verilmiş oldu.""Misilleme" kelimesini özellikle kullanmıştı Dr. Rantisi. Zira dünya basını İsrail'in cinayetlerini "misilleme" olarak tanımlarken, direniş gruplarının eylemlerini "terör" olarak nitelendiriyordu. Bu çelişki yahut bilinçli tavra dikkat çekmek gerektiği için, Rantisi misilleme kelimesini özellikle vurgulamıştı bu basm demecinde.11 Eylül sonrası Amerika'dan aldığı cesaretle özgürlük savaşı için direnen Filistinli liderleri yok etme politikası güden İsrail, Dr. Rantisi, İsmail Ebu Şenneb, Şeyh Yasin ve Mahmud Zahar gibi direnişin önde gelen liderlerine su­ikastlar düzenliyordu. Diğer direniş gruplarının da bu cinayetlerden nasibini alması, işgal yönetiminin paniğe kapıldığının göstergesiydi.HAMAS'm öncü şahsiyetleri bunu sezdikleri için Şeyh Ahmed Yasin'i daha iyi korumak adına güvenlik önlemlerini arttırmışlardı. Şeyh Yasin'in programım, kaldığı yerleri, evine gidiş zamanlarını herkese duyurmuyor, onu gözlerden uzak tutuyorlardı. Hatta gazetecilerle buluşturmuyor,mülakat verdirmiyorlardı.Bu kısa süren önlem, suikasttan 20 gün sonra bozuldu. O günün özel bir anlamı olması dolayısıyla, Şeyh Yasin Filistin Enformasyon Merkeziyle bir röportaj yaptı. Bu röportajın Özel olması, o günün hem Aksa İntifadasmm başlamasının dördüncü yıl dönümüne, hem Mecsid- i Aksa'nm Se-lahaddin- i Eyyubi tarafından kurtarılmasının yıl dönümüne, hem de İsra mucizesine rastlama siydi.Bu röportajda Şeyh Yasin, Filistin direniş hareketi hakkında Filistin halkına, Arap milletine ve İslam ümmetine ümit ve güven aşılayan mesajlar verdi:
"...Bugün mübarek Aksa intifadasının üçüncü yılını geride bıraktık. Acıların fedakârlıkların, kan ve şahadetin, yaralama ve tutuklamaların yoğurduğu intifadanın dördüncü yılına giriyoruz...
Diyorum ki, bizim halkımız Siyonist düşmandan daha güçlüdür... İnşaallah intifada; halkımız zafere ulaşıncaya, düşman teslim oluncaya, halkımızın haklarını, topraklarını, vatanını ve kutsallarını geri verinceye kadar sürecektir...
Şunu bilin ki, istişhadi eylemlerin Siyonist düşman üzerindeki etkisi çok büyüktür. İstişhadi eylemler Siyonist rejimi sarsmakta, temellerini çatlatmaktadır. Siyonist düşman güvensizdir. Rahat yüzü görmüyor. Ekonomisi ve sahip olduğu her şey çöküyor. Cinnet geçirip şuursuzca saldırması bu yüzdendir.
Düşman sivil halkımıza ve kutsal değerlerimize saldırmayı yasadışı etnik sürgünleri ve suikast girişimlerini durdurmayı kabul ederse, biz de onların sivillerine yönelik saldırılarımızı durdurabiliriz...
İntifadanm durdurulmasını, direnişin sona erdirilmesini ve silah bırakılmasını öngören projeler Amerikan projeleridir. Amerika bu projelerini bazen yeni bir bakan veya yeni bir başbakan aracılığıyla ya da başka bir yöntemle dayat­maktadır.
Bir toprak, bir vatan ve kendi toprağı üzerinde özgür bir halk istiyoruz. Topraklarından sürülen beş milyon Filistinli mültecinin evlerine geri dönmelerini istiyoruz. Bu gerçekleşirse, ancak o zaman direnişi durdurmaktan söz edilebilir...
Biz niçin silaha sarıldık? Neden direniyoruz? Niçin intifada oldu?... Filistin özgürlüğüne kavuşuncaya ve bu topraklar üzerinde Filistin devleti kuruluncaya kadar savaşmaya devam edeceğiz. HAMAS liderliği sokaklardan ve halkın arasından çekilmeyecektir. Bugün sizinle buluşmamız, ortadan kaybolmadığımızın ve bedeli ne kadar ağır olursa olsun daima meydanda olacağımızın delilidir...

...Ben çok zaman ortaya çıkarım. Mecme'ul-Islam Mes-cid'inin cemaati buna şahittir. Bu gün ise, İsra ve Miraç dolayısıyla, Kudüs'ün haçlılardan kurtarılışının yıl dönümü münasebetiyle bir açıklama yapmak üzere karşınıza çıkmış bulunuyorum. İslam Ümmetine, Filistin halkının yanında yer alması için çağrıda bulunuyorum...
HAMAS hareketi kitleleri harekete geçirecek güce sahiptir. Varlığını sürdürme gücü de vardır. HAMAS liderliği de hiçbir korku ve endişe duymadan uygun gördükleri zamanda halkın karşısına çıkacak güce ve cesarete sahiptir. Çünkü şehadet onlar için bir amaçtır, bir fırsattır. Onlar ölümden korkmazlar.
HAMAS bütün tarihi boyunca, bire ikiyle karşılık verecek, düşmana işlediği cinayetleri pahalıya mal edecek, ağır bedeller ödetecek güçte olduğunu kanıtlamıştır. Son eylemlerde HAMAS'ın çok hızlı karşılık verme, misillemede bulunma gücüne sahip olduğunu gördünüz.
Terörist devlet çok kere uluslararası kamuoyu önünde sıkıştırıldı. Ama hiç bir uyarıyı dikkat almadı. Dünyaya, Birleşmiş Milletlere ve Güvenlik Konseyine saygısı yok. Evlere, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara saldırdığı zaman Güvenlik Konseyinde aleyhine bir karar alındığında, Amerika onu koruyor. Dünyada bundan daha büyük bir baskı olabilir mi? Ama dünyanın sessizliği bir mezarın sessizliğini andırıyor. Terörist devlet her gün evleri yıkıyor, ırkçı, duvarlar örüyor, tüm uluslararası kararlara rağmen Filistin topraklarını gasp ediyor. Bu yüzden Siyonist devletin, baskılara, anlaşma önerilerine aldırdığı yok. Filistin yönetiminin veya Filistinli herhangi bir örgütün diyalog teklifine pek önem vermez. Üstelik bunları, Filistinli otorite ve örgütler için bir hezimet olarak değerlendirir. Ama biz yenilmeyeceğiz ve inşaallah zafere ulaşacağız...
Bush, İslam'a ve Müslümanlara karşı ilk savaşı açtığı zaman, "Bu bir Haçlı Seferidir" demişti. Bugün de bunun İslam'a karşı bir savaş olduğunu ilan ediyor. Ama 'Terör ve terör doğuran ideolojileri adı altında yürütüyor bu savaşı... Bush'un şunu anlaması lazım, inanç sahipleri tehditlerden korkmazlar. Hele İslam, Bush'un düzeninden de, devletinden de çok güçlüdür. Zafer İslamm'dır. Gelecekte de zafer İslam'ın olacaktır...
Siyonist düşman geçmişte kendisinin Önerdiği ateşkes süreci boyunca saldırılarına devam etti. Yıkım faaliyetlerine ara vermedi. Katliamlarını birbiri ardınca gerçekleştirdi. Bir an dahi durmadı...
Ateşkes isteyen, önce düşmanın saldırılarını, katliamlarını; evleri yıkmalarını, tutuklama kampanyalarım, yeni yerleşim birimleri kurmalarını, ırkçı duvarlar örmelerini durdursun. Bu saydıklarımın tümü her gün Filistin topraklarında gerçekleşiyor. Bunları durdurun; o zaman gelin saldırıları durdurmaktan, ateşkes ilan etmekten söz edelim.Burada bütün içtenliğimle bir kez daha halkımızın birliğinin gerekliliğini vurguluyorum. Bütün iç problemleri, iç
çatışmaları bir kenara bırakmamız bir zorunluluktur.
Filistin halkı olarak bizim hedefimiz hükümetler değildir. Hedefimiz Filistin topraklarım ve Filistin insanını özgürleştirmektir. Bizi bu hedeflere ulaştıracak araçları araştırmamız gerekir. Şayet hükümet Filistin topraklarını ve Filistin insanlarım özgürleştirmeye bir araç olacaksa hoş geldi, sefalar getirdi. Yok, eğer bizi teslim olmaya zorlayacak-sa, bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Siyonist düşmana karşı teslim bayrağını çekmeyi reddediyoruz. O zaman böyle bir hükümetin anlamı olmaz. Bu yüzden biz herhangi bir hükümette yer almıyoruz...
(Özerk Yönetimin) Başbakan ve Meclis Başkanı, Ramal-lah'tan Nablus'a, Gazze'den Batı Yakasına gitmek istediği zaman bunu Siyonist düşmana bildirmek zorundadır. Bu hükümet; iradesine, özgürleştirme ve bağımsızlığına sahip değilse, kendine ait bir gücü yoksa bu hükümet Filistin halkı için ne yapabilir? Bu yüzden biz bu hükümete ortak olmayız...
Biz çok açık bir şey söyledik. Halkımız; canını, ümmetini, vatanını savunmak için silah taşıyor. Topraklarımız özgürleşmeden, kutsal değerlerimiz kurtarılmadan hiç kimse silahı bizden alamaz... Bize dayatılan yol, sonumuz demektir. Halkımız buna teslim olmayacaktır.
Biz ateşkesten söz eden herkesten öncelikle Siyonist re-
jirnin saldırılarını, cinayetlerini durdurmalarını, Siyonist rejimin bu sözlere bağlı kalacağına söz verdiğini ilan etmelerini bekliyoruz. O zaman bu yeni koşullar muvacehesinde durumu değerlendiririz...
Hizbullah, Filistinli ve Arap tutsaklardan mümkün olan en fazla sayıyı kurtarmak hususunda bizimle yardımlaşmaya, hazırdır…
Gazze, Siyonist rejimin elini kolunu sallayarak, girebileceği serbest bölge değildir. Siyonist devlet, Gazze'ye girecek olursa, ağır bir bedel ödeyecektir. Gazze'de uzun süre kalıp, istikrar göremeyeceği gibi, kendi içinde de istikrar bulamaz. Gazze'yi tüm Filistin halkı, tüm Filistinli gruplar hatta Filistin polis gücü savunacaktır. Çünkü Gazze herkesindir. HAMAS'm ya da başka bir grubun değil. Gazze inşaatları Filistin halkının mülküdür...
Sözlerimi bir kez daha yineliyorum. Tehditler, sadece bizim gücümüzü arttırıyor. Biz, şehid olmak için mücadele veriyoruz. Üzerinde bomba taşıyan, kendini patlatan kimse şehadet istemektedir. Biz şehadetin talipleriyiz. Yaşamın peşinde değiliz. Dünya için de mücadele etmiyoruz. Biz ahiret için savaşıyoruz. Bu yüzden tehditler bize zarar vermez. Bizim sadece gücümüzü arttırır, bizi zayıflatmaz. Biz şehid olmayı istiyoruz. Alçakça sürdürülen bir hayatı istemiyoruz. "
Gecenin ilerleyen saatleriydi. Halime Hatun usulca yatağından doğruldu. Kapıyı aralayıp kocasının çalışma odasına baktı. Kapının altından süzülen ışık huzmesi Şeyh Ya-sin'in hâlâ yatmadığını gösteriyordu.
Son zamanlarda Şeyh Yasin'in Rabbiyle rabıtası daha fazlalaşmıştı. Özellikle gecelerini ihya etmesi daha bir artmıştı. Çok az yatıyor, çok az yiyordu. Üç aylar boyunca süregelen halet- i ruhiyesi Ramazan'm şu son günlerinde daha farklı bir hâle bürünmüştü.Yarın, Cumaydı. Ramazan'm son Cuma'sı... Yani Kudüs günü! Dinmeyen yaraydı Kudüs. Bir sevda, bir aşk, bir yürek yarası... Yüreği kaynıyordu. Kudüs için, yüreği atıyordu. Kudüs'ü düşünüyordu. Esir ve boynu bükük Aksa'yi.
İçinden bütün Arap âlemine, İslam ümmetine seslenmek geliyordu: "Kudüs, Müslümanların ilk kıblesidir. Kudüs ve Aksa'yı kurtarıncaya kadar Filistin halkının yanında yer almamız gerektiğini size hatırlatıyorum. Çağrımızı tekrar tekrar her müslümana, her lidere, her öndere ve her krala yöneltiyoruz. Her erkeğe, her kadına... Kudüs elden gidiyor. Kudüs tehlikededir. Kudüs'ü geri almak, kurtarmak için bütün güçlerimizi birleştirmemiz kaçınılmazdır. Ümmetin geleceği ve onuru için Filistin halkının yanında yer almak, her Müslüman erkek ve kadına farzdır. Kudüs îsra ve Mirac'm gerçekleştiği yerdir. Müslümanların ilk kıblesidir."Sabah namazı sonrası adeti üzere biraz Kufan okudu ve istirahat için odasına çekildi. Sabah ilk işi torunlarını sevmek oldu. Onları, annelerini sorup gönüllerini aldı. Abdulgani'yle evden ayrıldı. Beraberinde gönüllü korumaları da vardı.Masanın üzerindeki haber özetlerine bakmadan Önce saate baktı. Açılmasını istediği el- Ceel televizyonunu sanki bir şey beklermiş gibi seyre daldı. Az sonraki haberde spikerin sesi Şeyh Yasin'i dikkatle dinlemeye yöneltti.
- Sayın seyirciler! Son zamanlarda kutsal mabedimiz Mescid- i Aksa'ya yönelik planlı yıkım ve saldırılar karşısında İslami Direniş Hareketi HAMAS'ın işgalci rejime karşı yaptığı açıklamayı yayınlıyoruz: "İşgal devletinin kazıları sonucu Mescid- i Aksa'mızm bazı duvarlarının yıkılması, onu ortadan kaldırmaya yönelik ciddi tehlike çanlarının çaldığına işarettir. Biz Siyonistlerin bu cinayetlerini şiddetle kınarken, Filistin direnişinin kendilerine bunun cevabının gayet sert olacağını da hatırlatırız. Bu vesileyle tüm dünya Müslümanlar mı Mescid- i Aksa'ya sahip çıkmaya ve Siyonistlerin haince oyunlarına karşı dikkatli ve duyarlı olmaya çağırıyoruz. Zira Mescid- i Aksa'yı yıkmayı hedef alan girişimler sadece biz Filistinliler açısından değil, tüm dünya Müslümanları açısından da büyük bir önem arz etmektedir. Siyonistlerin İslami bir mabedi ortadan kaldırmayı, Müslümanların ortak değerlerini yok etmeyi planladıkları aşikârdır. Bu menfur çaba karşısında tüm Müslümanların gereken duyarlılığı göstermeleri gerekmektedir. "Şeyh Yasin haber bittikten sonra memnun memnun önündeki haber özetlerine göz atmaya başladı.
* "Ahmet Kureya, Arafat tarafından Acil Kabine Başkanı ilan edildi. "
Anlaşılan Mahmud Abbas'tan sonra Ahmed Kureya, Özerk Yönetimin müstakbel başkanıydı. "Hayırlısı" dedi içinden. "Inşaallah basiretle davranır."
* İşgal ordusunun Refah saldırısı: "50 tank, dozer ve helikopterlerin kullanıldığı bu baskında işgal ordusu; arkasında biri kafasından vurulmuş iki çocuk dahil sekiz ölü, 42 yaralı ve yıkılmış 120 ev ile hasar verilmiş 100 hane bırakarak çekildi."Şeyh Yasin, yüreğinde bir kere daha bir sızı hissetti. Siyonist düşman kundaktaki bebeklere kadar bu masum halkı katliama tabi tutuyordu. Gözü dönmüş, cani Şaron, kana doymak bilmiyordu. Gözlerini kapadı: Küçük çocuğun cansız bedeni tüm masumiyetiyle yürek sızlatıyordu. Küçük çocuklar bu diyarda küçük kurşunlarla vurulmuyordu. Zira büyük adamlar füzelerle, tonlarca bombalarla vurulurken bu coğrafyada bebekler dahi kundakta büyük mermilerle ta­ranıyordu. En ucuz şey ölümdü. Ama en şereflisi de...
Düşüncelerinden sıyrılıp gözlerini açtı. Güzel yüzlü, güzel sözlü bir adamın adını gördü önündeki raporda:
* Halid Meş'al: "Amerika ve İsrail yeni ateşkes istemiyor." "Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS'ın Siyasi Birim Başkanı Halid Meş'al, Siyonist düşmanın ve Amerika'nın yeni bir ateşkes istemediğini ifade etti. Halid Meş'al el- Arabiye televizyonuna yaptığı açıklamada, ateşkes konusunda gündeme getirilen hususların gerçekçi olmadığını, Amerika'nın Irak'ta düştüğü bataklıkla ve gerçekleştirilmesi beklenen seçimlerle ilgilendiğini dile getirdi. "
"Halid doğru söylüyor" dedi içinden. Önceki ateşkesi
de bozan taraf Siyonist işgal gücüydü. Uluslararası baskı yeni bir ateşkes için yoğundu. Ama samimiyet yoktu. "Saldırganlık durmadan ateşkes olmaz."
Bu haberin ardındaki haber adeıa beklediği haberdi: * HAMAS: "Siviller hedef olmasın" Filistin îslami Direniş Hareketi HAMAS'm Gazze'deki ileri gelenlerinden Prof. Dr. Abdulaziz Rantisi, Özerk Yönetimin Başbakanı Ahmet Kuraya ile görüşmesinden önce yaptığı açıklamada, işgal devleti saldırılarını sürdürdükçe kendilerinin de direnişe devam edeceklerini, ancak sivillerin hedef alınmaması önerisinde bulunacaklarını söyledi. Rantisi: "Eğer düşman bu Önerimizi kabul ederse, sivillerin hedef alınmaması prensibine hassasiyetle uyarız. Aksi takdirde direniş kapsamlı bir şekilde devam eder." dedi.
"Aferin" dedi içinden Rantisi'ye. Tam da görüştükleri gibi konuşmuş, tavır takınmıştı. Halbuki şehadet eylemlerini "terör" olarak nitelendirenler Siyonist işgal ordusunun çocukları dahi kurşuna dizmesi karşısında suspus oluyor, bahane sıralıyorlardı. Bu caydırıcı yönteme mecburdu direniş. Siyonist yönetim Filistinlilere/halkımıza saldırırken kadın, yaşlı, çocuk ayrımı yapıyor mu ki şehadet eylemleri bundan dolayı kınansın. "O sivil insanların hepsi askere gidiyor ve işgalin devamı için vergi ödüyor. Sivillerin hedef alınmaması teklifimizi buna rağmen Siyonist yönetim reddediyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!İsmail Haniyye: "Kahire görüşmelerinin amacı ateş-
kes değildir": Filistinli gruplar, ateşkes konusunu görüşmek üzere Mısır'ın başkenti Kahire'de toplandı. İsmail Ha-niyye kahire görüşmeleriyle ilgili açıklamasında bu görüşmelerin tek amacının İsrail ile ateşkese varılması olmadığını, görüşmelerin gündeminde ateşkes konusunun da bulunduğunu ancak amacının bu konuyu ele almak olmadığını, daha geniş kapsamlı konular ve amaçlar için toplantı düzenlendiğini dile getirdi. Haniyye ayrıca işgal güçlerinin kabul etmesi durumunda sivilleri çatışma çemberinin ve hedeflerinin dışında tutmak istediklerini, bu konuda bir sonuca ulaşılmasının işgal güçlerinin tutumuna bağlı olduğunu dile getirdi. "* İsrail sivillere saldırmama teklifini kabul etmedi. "İsrail, Filistin'deki direniş gruplarının sivillerin çatışma alanının ve saldırı hedeflerinin dışında tutulması teklifini yine reddetti. Daha önce de İslami Direniş Hareketi bu yönde birçok kez teklif iletmiş ancak İsrail'in savunmasız sivil insanlara saldırı konusunda ısrarlı tutumu sebebiyle uygulamaya konulmamıştı."Ya Rabbi! dedi Şeyh Yasin. "Bu azgın kavmin helakim yakın eyle. "* İsrailli pilotların isyanı: "İsrailli vicdani retçi 27 pilot geçen hafta Filistin'in sivil yerleşim alanlarına yönelik saldırılara katılmayacaklarını, işgalin devam etmesinin İsrail'in güvenliğini tehdit ettiğini ve ahlaki değerlere aykırı olduğunu açıklamışlardı. 200 öğretim görevlisi de pilotlara destek veren bir beyanata imza attı. 27 İsrail pilotundan bir sözcü: 'Bir tonluk bir bombanın büyük bir yıkıma neden olacağını bilmek için dahi olmaya gerek yok. Birileri bu bombaları kullanma kararını, onların birçok binayı yıkacağını bilmesine rağmen alıyor. Birileri masum insanları öldürmeye karar veriyor. Bu, bizi terörist haline getiriyor/ dedi."
"Yahudi de olsa" diye düşündü Şeyh Yasin. "Bu kuralsız savaşta vicdanının sesine kulak verenler, bu zulmü anlayabiliyor. Allah hidayet versin." ' Aksa intifadasmdan sonra hava saldırıları sonucu birçok cinayet işlenmiş, birçok sivil katledilmişti. Anlaşılan o saldırılarda kullanılan helikopter ve uçakların pilotları dahi bu vahşete isyan etmişlerdi.
Aslında uzun süredir işgalci rejimin askerlerinin operasyonlarda cesaret verici haplar adı altında uyuşturucu haplar aldıklarını duymuştu. Firari askerlerin sayısının da son dönemlerde arttığı basına yansımıştı. Her an öldürülme korkusu yaşayan işgalci askerler psikolojik sorunlar yaşıyor, korku travmalarına giriyordu.
* İsrail'in yeni hedefleri direnişçilerin eşleri: "Bütün saldırganlığa rağmen Filistin direnişine geri adım attırama-yan İsrail, direnişçilerin eşlerini hedef seçmeye başladı. Direnişçileri teslim olmaya zorlamak için hanımlarını tutuklu­yor ve onlar vasıtasıyla şantaj yapıyor."
Şeyh Yasin hüznün doruğundaydı. Yıllardır yaşanan bir olguydu bu. Remle hapishanesinde gözleri önünde oğlu Abdi ve ziyaretçilerine yapılanları hatırladı. Derin bir nefes aldı. Karanlığın en koyu olduğu an, sabahın yakınlığına işaret değil miydi?
• Şaron'un barışı: "İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Filistin topraklarındaki bazı yerleşim birimlerinin tek yanlı olarak boşaltılmasını öngören Ortadoğu Vizyonunu açıkladı. Her-zilya'da yapılan güvenlik konferansmdaki konuşmasında Filistinlilerle uzlaşmayı öngören planını Yol Haritasına da­yandırdı. "

Gülümsedi Şeyh Yasin. Planın aslını biliyordu. Gaz-ze'den çekilip yerleşimci Yahudileri başka yere nakletmek ve Batı Şeria'da göstermelik üç- dört yeri de boşaltıp geri kalan Filistin topraklarına el koymak...
Bu şeytanca bir plandı. Yeni bir toprak işgali, yeni bir kurnazlıktı. Ancak Şaron'a yakışırdı. Zaten bu plana hiç kimsenin katkısı ve onayı yoktu. Ne Özerk Yönetimin, ne de direniş gruplarının... Adeta kendi kendine gelin- güvey olmuştu Şaron. "Yine de" dedi kendi kendine. "Siyonist düşmanın Gazze'den çekilmeyi dile getirmesi Filistin Direnişinin zaferine işarettir. "
• İşgalci ordunun muhtelif eylemleri:
• Tulkarim'de iki gencin öldürülmesi.
• Gazze'de 63 yaşındaki bir yaşlının yıkılan bina altında ölmesi.
• Batı Şeria'da 9 yaşındaki bir çocuğun ve üç Filistinlinin öldürülmesi.
• Refah'ta üç, Gazze'de beş ayrı hava saldırısında 14 kişinin şehadeti.
• Son saldırılar yüzünden 2700'ü çocuk ve öğrenci olmak üzere 6000 sakat."
Uzayıp gidiyordu cinayetler çetelesi. Filistin halkı her gün üzerlerine doğan güneşi, nice şehitlerle uğurluyordu.
• Muhtelif eylemlerimiz:
• Refah'ta işgalci bir askerin yaralanması.
• Gazze'de üç CIA elamanının Öldürülmesi.
• Gazze'deki Netzarim Yahudi Yerleşim Yerinde üç Siyonist'in öldürülmesi.
• Gazze'nin doğusunda seyir halindeki işgalci ordunun bir tankının imhası.
• Mısır sınırındaki bir İsrail askeri gözetleme kulesirrn havaya uçurulması.
• Refah'ta seyir halindeki işgalci ordunun başka bir tankının imhası.
Özellikle askeri araçların imhasının işgalci orduya ne kadar ağır geldiğini tahmin ediyordu Şeyh Yasin. Zira o araçlar, milyonlarca dolar demekti. Ekonomisi gittikçe açık veren, sanayi işçileri sokaklarda protesto gösterileri yapan bir gidişat sergiliyordu İsrail. İçten içe kanayan, içten içe patlamaya yönelen bir gidişat...
Amerika senatosu ve uluslararası Yahudi sermayenin dış yardımlarıyla, açılan gedikler daha ne zamana kadar kapatılacaktı; kim bilir?
2004 yılının ilk aylarıydı. İşgal, tüm hızıyla devam ederken, şanlı direniş de tüm gücüyle buna karşı koyuyordu. İzzetli bir tavır, onurlu bir kıyam ateşi olan intifada; mazlumların ümidi, gönüllerin sevinciydi.
Şeyh Yasin televizyondan haberleri seyrediyordu. Detaylarını kaçırdığı haberi merak ettiyse de son haber dikkat çekiciydi, işgalci rejimin Savunma Bakanı Şaul Mofaz'm yardımcısı ekrandan direniş karşısındaki acziyetlerini itiraf eden tehditler savuruyordu. Şeyh Yasin'in gizlenmesini tavsiye ediyor, ona karşı suikast girişimlerinin süreceğine dair kin kusuyordu.
O anda bürosunun kapısı açıldı. İçeri giren Rantisi selam verdi.
- Aleykumusselam ve rehmetullah, dedi Şeyh Yasin. Hoş geldin.
- Hoş bulduk efendim.
Açık olan televizyonun sesine kulak kabartan Ranti-si'nin yüz hatları değişti. Habere tepkisi yüzünden okunuyordu. Şeyh Yasin'e baktı. Mütebessim bir çehreden başka bir şey yoktu karşısında.
- Efendim! Neler söylüyor bu? diye televizyonu işaret etti.
- İstersen kapat, dedi. Şeyh Yasin. Zaten önemli bir haber kalmadı.
''-Ama efendim...
- Rantisi! Bu tehditler düşmanın acziyetine işarettir. Demektir ki direnişle, zafer yakındır. Biz korkmuyoruz düşmanın tehditlerinden. Bilakis imanımız artıyor bu tehditler karşısında. Onların bizi kendisiyle tehdit ettiği şey, bizim uğruna savaştığımız şehadet değil mi?
Pencerden dışarı bakarak ilahi bir hakikati mırıldandı.
Şeyh Yasin: "Onlar öyle kimselerdir ki. İnsanlar kendilerine gelerek. 'Düşmanlarınız sizin için büyük bir ordu topladı. Artık onlardan korkun!' dediklerinde; bu onların yalnızca imanlarını artırır ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' derler."
"Bu tevekkül, bu teslimiyet! İşte güç kaynağımız" diye düşündü Rantisi. Kitleleri eyleme geçiren bu sözlerin sahibi felçliydi.
Ama halkına kıyam ve direniş ruhu aşılayan yine bu PîR-İ İNTİFADA'ydı. Bir meşale, bir sembol, bir Öncüydü. Gücünü sadece Rabbinden alan, sadece ona dayanan bir ihtiyar...
- Efendim, dedi Rantisi. Müjdeli bir haber için uğradım.
- Hizbullah'm zaferini mi müjdeleyeceksin? Rantisi Önce şaşırdı; durdu ve:
- Doğru ya! Haberleri seyretmiş olmalısınız, dedi gülümseyen simasıyla;
- Evet, dedi Şeyh Yasin. Yine de müjdene karşılık bir hediye vermek istiyorum.
-Ama...
- Hayır hayır! Bilmiş olsam dahi böylesi güzel bir haber için elbet müjde verilir. Köşedeki çekmeceyi açıp içindekini almanı istiyorum.
Rantisi çekmeceyi açtığında özel bir kurucuk gördü. Alıp Şeyh Yasin'e uzatırken;
- Bu mu efendim, dedi.
- Evet! dedi Şeyh Yasin. Açsana!
Meraklı bakışlarla kutucuğu açarken içinde çok güzel ve kaliteli bir dolma kalem gördü.
- Bu! Bu bir dolma kalem, dedi gülen bir yüzle.
- Müjdene karşılık hediyem olsun.
- Allah razı olsun efendim.
- Eh! Artık müjdeli haberinin kaçırdığım detaylarını dinleyebilirim.
- Aslında fazlaca söyleyecek bir şey yok. Hizbullah elinde üç yıldır esir tuttuğu bir Albayı ve üç İsrail askerini, 435 Filistinli esir ve 59 Hizbullah mücahidinin cesedine karşılık değiştirdi. Tabi ki bu mücadelede Hizbullah'm bizimle de iletişim halinde olmasının birçok faydalan oldu. Bunun sonucunda da birçok Filistinli tutsak, İsrail zindanlarından azat oldu.
- Allah'a hamd olsun. Sen de çok girip çıktın o zindanlara. Oradaki zulmü ve sınırsız işkenceyi yaşayan biri olarak onların azatlığı kadar hiçbir şey beni sevindiremez.Duvardaki saate baktı Şeyh Yasin. Namaz vakti yaklaşmak üzereydi.
- Namaza gitmeden şu söyleyeceklerimin Siyonist düşmanının Savunma Bakanlığına bir cevap olarak basma verilmesini istiyorum, yazar mısın?
Şeyh Yasin fazla uzun olmayan bir açıklamada bulunurken; Rantisi, kendisine hediye edilen yeni dolmakale-miyle not tutuyordu.
Ertesi gün basında İşgalci hükümetin gizlenmesi yoksa öldürüleceği tehdidine karşılık, Şeyh Yasin'in şu demeci yayayımlandi:
"Siyonist işgalin pençesinde Filistin'in kurtarılması için şehid olmaya hazırım. Şahadetim Siyonist düşman ile savaşın sonu değil, başlangıcı olacaktır. Bizler gizlenmeyiz. Ne ölümden korkarız, ne toplardan ne de uçaklardan. Asıl zayıf, cılız ve surların arkasına gizlenmesi gereken onlardır. Arkasına gizlenmek için koruyucu duvar inşa edenler de onlar... Ancak ben, bu duvarın onları kurtarma­yacağım, aksine kabirleri olacağım yineliyorum."
Dipnotlar:
1- Haganah: İsrail yeraltı askeri örgütü. İsrail'in kurulmasıyla dağıtıldı.
2- Falaşa: Siyahı Yahudilere verilen ad.
3- Irgunağlarlrgun Zvai levmi: Milli Askeri Örgüt) İsrail Yeraltı Askeri Örgütü.
4- SternağlarLohamei Herut Yisrael) İsrail Özgürlük Savaşçıları Örgütü.
5- Falanj: Yan askeri siyasi teşkilat.
6- İntifada: Direniş, ayaklanma.
7- Anti semitizm: Yahudi aleyhtarlığı.
8- Ey bu mükemmel çağrının sahibi Allah'ım!
9- Mutaffifin Sûresi: 22- 28
10- Palmach; Terör örgütü Haganah'm seçkin vurucu gücüydü.
11- Nisa Sûresi: 75
12- Yusuf Sûresi: 53
13- Esirleri azat eden
14- Ankebut Sûresi: 69
15- Yusuf Sûresi: 33
16- İsra Sûresi: 1
17- Bakara Sûresi: 216 18 AliİmranSûresi:173 19-Ahzab Sûresi:
ALINTI



Bu mesaj 1 kez ve en son Muhtazaf tarafından 09.01.2009 - 22:12 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 09.01.2009 - 21:41
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1199 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
VuSlaT_ZaMbaK (40), HAMAS (41), cilekesh (34), Umuda_Dogru (35), muhammed yakub (53), -selenay- (38), kiciman (53), -Dushi- (37), melike_ (44), 271277sedat (47), katade_58 (42), samimikul (52), sansarselim (39), omerbicak (47), rajaahmet (48), BETÜL SULTAN (44), Toprakkiz (38), perteviyat (54), azra aksu (51), esiir (47), eminem (44), cihann4 (41), merve987 (38), ceylan (43), byberk (39), mehmetaliakti (45), serkanberber20 (50), FTK (38), p.celik (39), keklik (38), nazan (38), GREY (54), ketcapm (39), faruk1987 (37), semanurnl (54)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.89562 saniyede açıldı