0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » osmanli devleti ve medeniyyeti her yönü ile yazi dizisi

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 4 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
osmanli devleti ve medeniyyeti her yönü ile yazi dizisi

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
Mütevazi bir toprak parçası üzerinde, oldukça basit bir hayat yaşayan bir avuç insanın, hayallere sığmayan bir müthiş patlamayla, denizlerin dev dalgaları gibi birdenbire belirip ortaya çıkmaları, hangi sebeplerle izah edilirse edilsin, katiyen inandırıcı olamayacaktır.

Acaba, yağmur yüklü bulutlar gibi ellerinde ışıktan kamçılarla, kıyametler kopararak dört bir yanı tutan bu heyecanlı sîneler, akıllara durgunluk veren bu hareket ve bu hızı nereden alıyorlardı? En sağlam manevralarla kitlelere hükmedip, onları arkalarından sürükleyerek, cihan çapında meydana getirmeyi başardıkları bir büyük diriliş ve bir büyük inkılâpla, hadiselerin akışını, tarihin çehresini değiştiren onlardaki bu müthiş güç nereden kaynaklanıyordu? Dostların vefa bilmediği, düşmanların cefadan yılmadığı handikapların handikapları takip ettiği çalkantılı bir devrede, her türlü imkânsızlığı aşarak kemmiyetin bütün müesseselerine galebe çalmaları, yâni bir sineğin bir kartalı sallayıp yere vurması nasıl mümkün olmuştu? Rica ederim, olup biten bunca şeye (ganimet) tutkusu, şöhret hissi, kavga hırsı, cihanı istilâ etme arzusu dememiz mümkün müdür?

Hayır hayır! Bu âteşîn ruhları harekete geçiren, bu çelik iradeleri dünyanın hâkimi kılan sır, ne bunlarda ne de bunlar gibi şeylerde katiyen aranmamalıdır. Bence bu sır onların sağlam inançlarında, tarih şuurlarında ve mukaddes ideâllerinde aranmalıdır.

Uzun yıllar, sağda-solda bitkin, yorgun ve tutarsız bir hayat yaşadıktan sonra, onu, yepyeni bir güç, taptaze bir kuvvet ve apaydın bir millet olarak cihanın karşısına çıkaran bu inanç ve bu ideâl, onun için âdetâ ölümsüzlük kevseri olmuştu.

Baharda, erimeye başlayan karın-buzun zayıf noktalarını kollayıp da, oralara diriliş mesajları sunan toprağın, kendini bir mübarek çimlenmeye terk etmesi gibi.. birkaç yüz çadırdan ibaret bu kutlu aşiret de, ona baştan başa bağrını açan yeryüzü meşcereliğinde tıpkı kar çiçekleri gibi her yanı sardı ve dünyanın üç kıtasında cihangirâne bir devlet kurmaya muvaffak oldu.

Artık söz onun devran onundu; atını en karanlık noktalarına kadar sürecek; her uğradığı yere gönlünün ilhamlarını boşaltacak; mazlum ve mağdurların âhını dindirerek, sivri süngüsü ve keskin kılıcıyla bütün zalim ve müstebitleri zapt ü rapt altına alacak ve dünya devletleri seviyesinde cihan sulh ve muvâzenesinin en gür sesi haline gelecekti.. ve geldi de... Tarihin tespit ettiği en utandırıcı zulümlerden en iğrenç tecâvüzlere, en kanlı ihtilâllerden en ümit kırıcı çalkantılara kadar, binbir gâilenin kol gezdiği, hezeyan ve çılgınlıklara alkış tutulduğu, yangınların şehrâyin sayılıp vahşetlere yahşî çekildiği alabildiğine karanlık bir çağı, ense kökünden yakalayıp derdest ederek zamanın bağrından söküp attı.
Ekleme Tarihi: 13.08.2006 - 19:40
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Hadimül Islam su an offline Hadimül Islam  

618 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 24.12.2005
En Son On: 04.08.2007 - 12:15
Cinsiyeti: Erkek 
kardesim gercekten cok güzel bir yazi.

Seninde yazdigin gibi bunlar yalnizca "bir avuc " insanin Iman gücüyle hareket etmesinden meydana gelmistir. O bir avuc insanki simdi onlarin bu bilincine, adaletine hasretiz.
O insanlar sayesinde bugün tarihiyle övünebilenlerdeniz. Bu her millete nasip olmaz. Bununda temelinde Iman gücü ve Islam kardesligi bilinci yatmakdadir.

Eline saglik kardesim.
Ekleme Tarihi: 13.08.2006 - 21:08
Bu mesajı bildir   Hadimül Islam üyenin diğer mesajları Hadimül Islam`in Profili Hadimül Islam Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
DOSTLARIN VEFASIZ CIKTI

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
Yüksek inanç sistemi, rûhundaki fazilet aşkı, herkesi hayran bırakan güzel seciyye, üstün ahlâk, disiplin rûhu, itaat şuuru ve hayatı hakir görme gibi eşsiz meziyetleri sayesinde, dünyanın üç kıtasında yaşayan insanların hemen ekserisinin gönüllerini fethederek arkasına almasını bildi. Böylece, bir kutsinin uğurlu elleriyle temelleri atılan bu yüksek mefkûrevî devlet, arkadan gelen hayırlı mîrasçılarla da devam ettirilince, bir cihan hâdisesi haline geldi. Sonra da parlaklık ve ihtişamından hiç bir şey kaybetmeyerek bir ölçüde bu günlere kadar gelip ulaştı.

O, Sezar'ların, Napolyon'ların saltanatlarından daha parlak, daha şaşaalı ve daha uzun ömürlü olmuştu olmalıydı da.. zira bir yanda altın-gümüş, şan-şeref üzerine kurulmuş bir saltanat, diğer yanda, ahlâk, fazilet, inanç üzerine kurulmuş ve insanî ağırlıklı bir hükümrânlık..! Şöhret ve servet, hiç bir zaman inanç ve yüksek ideâllere bağlılık kadar insanlık üzerinde tesirli olamamıştır ve olamazdı da. Geçmişteki Fransa, İngiltere Cumhuriyet ve hükümetleri gibi, bugünkü süper güçler de dış yüzlerindeki ihtişâma rağmen, hiçbir zaman gerçek nizam ve âhengi idrâk edememiş, çürük sistemlere dayalı istikbâl vaad etmeyen kuvvetlerdir. İskender ve Napolyon'un kandan seylâplarla kurup çevirdikleri imparatorluk değirmenleri, arkada bir sürü inilti, bir sürü lânet bırakarak kurucularıyla beraber yıkılıp gitmesine karşılık, söğüt çevresindeki saf tohumlar üzerinde kanatlanan papatyalar, hâlâ salınıp durmaktadır.



Bir gökkuşağı gibi daima onların düşünce ufkunu tutan ve bir bayrak gibi hep başlarının üzerinde dalgalanıp duran bu yüksek inanç ve ;devlet-i ebed müddet idealinin, onlar üzerinde tesiri o kadar büyük olmuştu ki, daha o ilk kıpırdanış dönemlerinde, altı-yedi yüz senelik muhteşem bir milletin düşünce hareketinin, teşkilât ve idaresinin plân ve programlarının mevcut olduğu hemen sezilebilir. Bir de bu yüksek ideal; sağlam bir dînî duygu, dupduru bir heyecan, her işte sıkı bir disiplin, fevkalâde yiğitlik ve civanmertlik; herkesi memnun edecek ölçüde bir idare, iyi işleyen bir adliye, cesaret ve hak ölçüsüyle gürül gürül bir askeri teşkilâtla da bütünleşince çarçabuk dünyanın efendisi oluvermişlerdi.

Aslında bu, tarih felsefesine göre tabii bir netice idi. Zira, bir tarafta; kin, nefret ve türlü türlü ihtiraslarla, durmadan bir cadı kazanı gibi kaynayan, çevrede çapulculuk yaparak zayıfları ezen millet şeklindeki yığınlar, beri tarafta, insanlık ve mürüvvet adına mazlumların imdâdına koşan, dünyayı yeni baştan hak ölçüsüne göre plânlayan, câmileri, çeşmeleri, sebilleri, hastahaneleri, vakıf ve imâretleriyle yüzlerce insânî müesseseyi gergef gibi işleyen incelerden ince ayrı bir dünya... Bu dünya, insanlık çapında, hayata yeni bir mânâ, yeni bir tefsîr getirme düşüncesiyle ortaya çıktı ve yeryüzünü saran bütün şirretliklere rağmen, kendine has bu yüksek hayat felsefesini insanlığa kabul ettirmesini bildi.

Dostların vefasızlığına, düşmanların ardı arkası kesilmeyen istilâ ve ifsatlarına uğramasaydı, kim bilir daha neler yapacaktı?!

Ekleme Tarihi: 14.08.2006 - 10:52
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  
Ortaçağ Kime Karanlık?

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
B. Mümtaz AYDIN
kesintili alinmistir


"İnsanlık tarihinde değer ölçüsü olan husus siyasî olaylar değil, milletlerin akıl ve maharetleriyle meydana getirdikleri medeniyetleridir. Batılı tarihçiler de zaman şeridindeki çağların başlama ve bitiş noktalarını medeniyetlerin yükseliş ve çöküşlerine göre isimlendirmişlerdir. Ama kendi medeniyetlerini esas alarak.

Şeridin ilk bölümü olan "Tarih Öncesi Dönem" bilinmeyen bir dönem olarak nitelenmiş, insanları da kıyafet ve eşyalarıyla ilkel ve vahşi olarak gösterilmiştir. Batılı egoizm ve gururu burada da kendini bariz bir şekilde göstererek kendinden önceki Mısır, Mezopotomya, Hind ve Çin gibi medeniyetleri âdeta görmezden gelmiştir.

Bir hukuk medeniyeti tesis edilen Roma'da insanlar sosyal sınıflara ayrılmıştır. Toplumun bir kesimi üstün kabul edilirken, köleler kısıtlı imkânlarla yaşamaya mahkûm edilmişlerdir.

380 yılında Hristiyanlık Roma İmparatorluğu'nun resmî dini olmuştu. Ancak 395 yılında bu devletin ikiye ayrılması, bir müddet sonra da Batı Roma'nın yıkılması ile İlkçağ da sona ermiştir. Artık yaklaşık bin yıl sürecek Ortaçağ yaşanmaktadır. İlkçağ'da meydana getirilmiş olan fikir ve sanat eserleri yok edilmeye, düşünce yasaklanmaya başlamıştır. 529'da Kilise Atina'daki Platon Akademisi'ni kapatıp manastır teşkilatını kurdu. Böylece Hristiyanlık Yunan felsefesinin üzerine örtü çekmiş oldu. Bu tarihten itibaren eğitim, düşünce ve meditasyon manastırların tekeline geçmiştir. Sadece Kilise mensuplarına, ruhbanlara söz hakkı tanıyan bir sistemin yürürlükte olduğu Ortaçağ'ın diğer bir adı da bu nedenle "karanlık çağ" olmuştur. Batı'da bilim, kültür, sanat, edebiyat ve düşünce artık karanlıklar içerisindedir.

İnsanlara huzur, saadet ve güven sağlaması gereken din; ruhban sınıfınca ilâhî şeklinden uzaklaştırılarak tahrif edilmiştir. Böylece beşerileşen din, insanlara eziyet, işkence ve baskı aracı hâline gelmiştir. Bilim, düşünce ve sanatı yasaklayarak fikir dünyasını karartan bu sistem Kilise vergisi, Engizisyon, vb uygulamalarıyla dünyalarını da zindana çevirmiştir.

Eşitlik, adalet, sevgi, saygı gibi değerlerin artık "eski"de kaldığı bu dönemde insanlar çeşitli sosyal gruplara ayrılmışlardı. Hiç üretmeyen, sadece alan ama herşeyi yöneten ruhban sınıfı; çalışmayıp çalıştıran, toprakların sahibi ve sömürücüsü asiller; hep çalışan, fakat sadece karnını doyurabilen köylüler ve en alt bile sayılmayan zavallı köleler.

Nihayet Avrupa'da ortaya çıkan Rönesans hareketleriyle Ortaçağ sona ermiştir. XIV. yy sonlarında Kuzey İtalya'da başlayıp XV. ve XVI. yy'da kuzeye yayılan kültürel patlama "Rönesans", "yeniden doğuş" anlamına gelir. Yeniden doğan; Antikçağ'ın düşünce, sanat ve kültürüydü. Adına "Yeniçağ" denen bu dönemin insanı kendisini feodaliteden ve Kilise'den kurtardı. Antik ve Rönesans aydınlanma çağlarının ortasında kalan karanlık çağ tamamen tarihe gömüldü. Bu hâdiseler; İspanya'da Müslümanlarla ve Doğu'da Bizans kültürüyle daha yakın bir ilişkiye girilmesi sonucu Yunan medeniyetinin yeniden keşfedilmesiyle aynı zamana rastladı.

Bu kronolojik bilgiden de anlaşılacağı üzere; Antikçağ'da başlayan medeniyet süreci Ortaçağ'da uzun bir kesintiye uğramış, takibeden Yeniçağ'da Rönesans'la yeniden canlanıp zirveye çıkmıştır. Batı için Antik ve Yeniçağ arasındaki medeniyetsizlik çağı "Karanlık Çağ"dır. Ancak bu gerçek, bazılarınca bilerek veya bilmeyerek çarpıtılmakta ve bu bin yıllık zaman diliminde yeryüzünde meydana gelen bütün gelişmeler "karanlık çağ olayı veya fikri" olarak nitelendirilmektedir.

Halbuki Ortaçağ'da Batı'da bu olumsuzluklar yaşanırken, Doğu'da hem din hem de medeniyet olarak yeni bir oluşum ortaya çıkmaktaydı. 610 yılında Mekke'de başlayıp Medine'de gelişen İslâmiyet, çağın karanlığının tersine, insanları aydınlatmakla meşguldü.

Kendisinden önceki Yahudilik ve Hristiyanlığın da hak olduklarını kabul eden en son din ve onun peygamberi, ilk önce tek Allah inancını yeniden tesis etti. "Dinde zorlama yoktur" düsturuyla dinin zorla, baskıyla değil; kalp ve aklın müştereken iknasıyla kabul edilip edilmemesi toleransını göstererek, din ve vicdan hürriyetini getirdi. Orijinalitesini hep koruyacak olan Kitab-ı Kur'ân; insanlaştırılmamış meleklerden, iyi ve kötü her hareketin karşılığının görüleceği ahiret hayatından haber verdi. İnsanlara, Hristiyanlıktaki gibi başkalarının günahıyla doğmadıklarını müjdeledi.

İnsanların can, mal ve ırz emniyeti, temel insan hakları olarak kabul edilip garanti altına alındı. Zengin-fakir, kadın-erkek, köylü-kentli herkes mülkiyet hakkına sahip oldu. Başkalarının hakkı; "haram ve helal" sihirli kelimeleriyle bekçisiz olarak korumaya alındı. Zekât ve sadakanın sağladığı sosyal yardımlaşma, toplum içerisinde sınıflar oluşmasını ve sınıf çatışmalarını önledi.

"Ey insanlar..." hitabıyla onların eşit olduklarını ilân eden Kur'ân-ı Kerîm, Ortaçağ Avrupası'nın sınıf ayırımını reddetmiştir. İnsanlar arasındaki üstünlük ölçüsü; ahlâklı ve yararlı olmaktadır.

İslâm öncesi dönemde bir eşya gibi görülen kadınlar ve dünyaya gelmelerinden utanılan kız çocukları, artık "hanım" ve "evlât" olmuşlardır. Kadınlara "ana" olarak erkeklerden üstünlük, mülkiyet edinmede eşitlik, diğer hususlarda ise adalet sağlanmıştır.

Miladî VII. asra kadar her coğrafyada yaygın olan kölelik uygulaması İslâmiyet tarafından da kaldırılmamıştır. Fakat getirdiği yaptırımlar neticesinde, bu müessesenin kendiliğinden kalkması kaçınılmaz bir sondur. Batı dünyasında insan bile sayılmayan kölelerin "yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz" emriyle herşeyden önce insan oldukları hatırlatılmıştır. Ayrıca Allah, bazı dinî suçların tazminatı olarak köle azat edilmesini emrederek, kendi hakkından köleler lehinde feragat etmiştir.

Kanun önünde herkesin eşit olduğu esası ile, Batı'daki sınıf ayırımının yanlışlığı ortaya konmuştur. "Beraet-i zimmet", yani aksi ispatlanıncaya kadar herkesin aslen suçsuz olduğu esası getirilmiştir.

Bu sayılanların hepsi İslâm dininin orijinalinde ilk günden beri var olan hususlardır. Zaman zaman mensuplarının yanlış uygulamaları bile onları değiştirememiştir. Dinin sahibinin müjdesine göre sonsuza kadar da değişmeyecektir.

Tevhit inancı; din-vicdan-fikir özgürlüğü, mülkiyet hakkı, hukukî eşitlik gibi temel insan hakları; kadın ve kölelerin durumları konularında Batı'da karanlık çağ yaşanırken Doğu'daki İslâm güneşi tüm dünyayı aydınlatmaya başlamıştır. Böylece dünyanın bir yarısında kesintiye uğrayan medeniyet yarışı, diğer yarısının bayrağı devralmasıyla devam etmiştir. Dolayısıyla karanlık çağın kapsamına Müslümanları da dahil etmek; eğer cahiliyetle değilse insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

Diğer taraftan İslâm âleminde 700'lü yıllarda gerçekleşen "tercüme faaliyetleri" medeniyet tarihi açısından apayrı bir öneme sahiptir. Bu faaliyet sayesinde Batı medeniyetinin önderleri olan Aristo, Eflatun, Sokrat felsefî eserleri, Hipokrat, Öklit, Galinos, Batlamyus, Arşimet'in ilmî eserleri Arapça'ya çevrilmiştir. "Beytü'l-Hikme"de oluşturulan heyetler felsefe, riyaziyet, tıp, astronomi, kimya gibi dallara ait pek çok eseri süzerek istifadeye sundular.

Bu tercüme hareketinin Batı dünyası ve Rönesans için çok büyük önemi vardır. Çünkü; Ortaçağ'da Kilise tarafından İlkçağ medeniyetine ait eserler yok edilince, geriye sadece Müslümanların elindeki nüshalar kaldı. Daha sonra bunlar tekrar Arapça'dan tercüme edilecek ve Rönesans'ın doğmasına sebep olacaktır. Yani, Yunan medeniyeti yok olmamayı, Rönesans ise yeniden doğmayı İslâm dünyasına borçludur.

Sonuç olarak, bize öğretilen tarihî "çağ" mefhumu tamamen Batı'ya endeksli bir zaman taksimidir. İlkçağ'daki medeniyet, insanlarca bozulmuş olan Hristiyanlık kisvesi altında tahrip edilerek karanlığa gömülmüştür. Bunun faturası ise dinlere yüklenmiştir. Renan ve diğerleri Engizisyon'un kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlama ve her dini aynı özellikte vehmetme yanlışlığına düşmüşlerdir. Rönesansla yeniden diriltilen Batı medeniyetinin din fukaralığı ise, bugün bile insanlarının arayış içerisinde Budizm, Hinduizm gibi dinlerin yanında, mantık dışı arayışlara yönelmesinde de açıkça görülebilmektedir.

Batı'nın karanlığı yaşadığı çağda İslâmiyet önce Doğu'da, daha sonra da Endülüs Emevi uygarlığı ile Batı'da aydınlığı yaşatmış ve iki medeniyet çağı arasında köprü olmuştur.

Yunan medeniyeti "güzel"i, Roma "hukuk"u tesis etmiştir. Sami medeniyetinin katkısı "din"dir. Çin "faydalı"yı gerçekleştirir. Hindin insanlığa armağanı "hayal" ile "tasavvuf", Avrupa medeniyetinin ise "ilim"dir. Dünya medeniyetleri arasında yerini alan ve düşünce, ilim, sanat, kültür, edebiyat vs alanlarında kendine has bir tarz ortaya koyan İslâm medeniyetini çağlara ayırmak gerekirse, bunu Batı kriterlerine göre değil, kendi tarihine göre yapmak lâzımdır.

İslâm medeniyeti Ortadoğu, İran, Afrika ve İspanya'da ilk altın çağlarını yaşamıştır. Fakat Doğu'daki yükselişi Moğollar, Batı'daki yükselişi ise Avrupalılar tarafından ne yazık ki kanla kesilmiştir.

Batı, kurduğu medeniyeti yine kendi insanları sebebiyle kaybetmiş, daha sonra ise Doğulular sayesinde kavuştuğu eski uygarlığın temelleri üzerinde daha mükemmelini inşa etmişti. Yoksa tarih tekerrür edecek ve İslâm medeniyeti de aynı kaderi paylaşıp kendi medeniyetini Batı'dan mı alacak?

İslâm medeniyetine de bir Rönesans yaşatmak; Batı örneğinde olduğu gibi, müspet ilim, düşünce, sanat, kültür alanlarında çok çalışmak, en iyi olmak ve kendi tarzını ortaya koymakla mümkün olacaktır. Geçmişle kuru kuruya övünmenin hiçbir fayda vermeyeceği bu yarışta, sorumluluk inananlara düşmektedir. Yoksa, tarih tekerrür edecek ve Batı kendi medeniyetini nasıl Doğu'dan aldıysa, İslâm dünyası da kendi medeniyetini Batı'dan mı alacak?
Ekleme Tarihi: 14.08.2006 - 11:25
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1309 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.87462 saniyede açıldı