0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » İBRET TABLOLARI » Habil'den Bize Kalan

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
_SeRKaN_ su an offline _SeRKaN_  
Habil'den Bize Kalan

406 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 15.09.2004
En Son On: 21.11.2007 - 16:41
Cinsiyeti: Erkek 
Habil'den Bize Kalan

“Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."

Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur."
Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.

Derken, Allah, ona yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu. (Maide: 27-31)

“Kıyamete kadar mazlum olarak öldürülen bir insan yoktur ki; onun cinayetinde işlenen her günahtan bir pay da Adem”in büyük oğluna düşmüş olmasın. Çünkü adam öldürmeyi ilk adet eden odur”
Büyükçe bir taşın üstünde başı, kanlı iki eli arasında, gözbebeklerinde uzay boşluğu, düşünüyor; birkaç dakika öncesine kadar olan hayatını kare kare tekrar yaşıyordu… Ellerinden yanaklarına kan bulaşmış da O, bunu değil gelecek olan daha yaşanmamış tarihine bulaştırdığı kanlı izini düşünüyor gibiydi. Düşündü. Düşünüyordu derinden ve inceden… Dalıp gitmişti eskilere.
Bir bahar günü babası, peygamberi Adem ( as) kendisi ve kardeşi Habil’e sürüyü teslim etmiş otlağa yollamıştı. Yolda elindeki sopayla, attığı taşlarla hırpalıyor, canlarını incitiyordu hayvancağızların… Habil “ağabeyciğim” deyip uyarmaya kalktıysa da göğsüne yediği KABİL yumrukla yere serilmişti. Hep böyle olacaktı Kabil ruhlar…! Acımayacak inciteceklerdi hep. Uyarıcı mı gördüler vurup yere sereceklerdi.

Baba duygular, peygamber ferasetiyle birleşince her şey daha bir ayan beyandı Hz. Adem için. Farkındaydı halinden Kabil’inin. Bunun için defalarca konuşmuş nasihatler etmişti oğluna. Zira bilmekteydi yasak meyveyi yiyip tövbeye sarıldığından beri iblis intikam gözetmekte fırsatlar kollamaktaydı. Korkusu gerçekleşiyordu ve iblis, davetçiliğinin hakkı yeryüzüne taşımanın, arzda secdenin izlerini bırakmanın intikamını oğlundan alıyordu. Sonradan kabilleşenler bu metodu tutacak uygulayacaklardı. Kendini Allah’a adayanların evlatlarıyla uğraşacak can evlerinden vurmaya çalışacaklardı onları. Davetçilerin evlatlarını günaha çekmeye çalışmakta hem kabilce bir nükte, hem davet muhataplarına bir mesaj taşıyacaktı bu. Hz. Adem bunu iyi biliyordu ama anlamıyordu Kabil, insanlığın atasına kendi üzerinden nasıl bir pusu kurulduğunu.

Habil’e ise hep abisinin sataşmalarına karşı sabrı, genişliği tavsiye ediyordu. Kabil’i kazanmanın gerekliliğini iyice belletmişti Habil’e. İlk ümmetin fırkalara ayrılmaması adına, fitnenin yeryüzündeki ilk cemaatın içine sızmaması için Kabil’e alabildiğine tahammül ediyorlardı. Çünkü iblis Kabil üzerinden her türlü tefrikayı pazarlıyor, haşa kendisince Allah’ın arzdaki tevhid düzenini hedef alıyordu.

O gece de yaktıkları ateşin etrafında baba ile iki oğlu bağdaş kurmuş oturuyorlardı. Tablodaki bir parça dışında peygamber ile ümmeti, cemaat lideri ile tebaasının bir araya gelişini de ele veriyordu bu... Peygamber baba elinde dal parçası ateşi her bir kurcaladığında uçuşan kıvılcımlar eşliğinde cenneti, cennetin nimetlerini, yasak meyveyi, aldatılışlarını, dünyaya gönderilişlerini, şeytanın düşmanlığını anlatıyor; ahlaki ve itikadi sınırları çiziyordu. Habil her zaman olduğu gibi gözünü bile kırpmadan dinliyor, hissesini alıyordu. Kabil ise içten içe kızıyor geçmişte yapılmış ve affedilmiş uygulamaları karıştırıyor, babasına daha ötede peygamberine söyleniyor, yasak meyveyi yediği bu yüzden de dünyaya gönderilişine isyan ediyordu. Suçluyor kınıyordu . Babası olmasaydı cennette olacaktı oysa. Buralara gelişi hep onun suçu idi… O nefsine aldanan babası yok mu?! İblis sağdan yani hak tarafından hak adına yanaşıyor, okunu Kabil’in kalbine saplayıp gidiyordu.

Ertesi gün güneş beyazdan tüllerini yeni yeni seriyorken uyandılar ümmetçe. Habil başını kaldırıp göklere tebessüm ederken, Kabil karnını kaşıyarak esnemelerle nankör bir edayla güne başladı. İkisi arasındaki nezaket farkı peygamber tavsiyelerine kulak vermekten dava olgunluğundan kaynaklanıyordu. Dolayısıyla Habil’in nezafeti, inceliği ile Kabil’in hışmı, kabalığı, zorbalığı hemen fark ediliyordu…

……..

Kabil her sabah olduğu gibi uzun sopasını almış sürüye yönelmişti ki peygamber babası seslendi arkasından; “Kabil oğlum”
Kabil dönüp baktı. “Efendim baba!” deme gereği hissetmeden bakışlarıyla “ne var, ne oldu yine” demek istediğini anlattı. Zaten ondan icabet beklemeyen Hz. Adem “Artık sürüyü otlağa sen çıkarmayacaksın. Kardeşin Habil sürüyle ilgilenecek. Sen de toprak ekimiyle ilgileneceksin” dedi. Beyninden vurulan Kabil “ Nee!” diye inledi “Niye ki” çıkışı isyan kokuyordu peygamber buyruğuna. Hz. Adem “Ben böylesini uygun görüyorum “ deyip daha fazla izah getirmeyi uygun görmedi. Çünkü ters etki yapacağını “Oğlum bu işe liyakatın yok, kaba ve sertsin, nefsinde kötü hastalıklar var” dese şeytana daha bir malzeme olacağını biliyordu.
Kabil edepsizce elindeki sopayı fırlatıp çıktı peygamber huzurundan... Giderken de Habil’i iri cüssesiyle kenara itip “çekil yolumdan” dedi. O an bir şeyi düşünüyordu. Bunu (Habil’i) ebediyen yolundan çekip atmak..

O gün , gün boyu Kabil kabalığını, hışmını toprağa dökmüştü. Artık yetenek, ahlak ve mizacı gereği, olması gerektiği yerdeydi. O gün can yakamamış, incitememişti kimseyi, hiçbir şeyi… Çünkü toprak acı hissetmiyordu…

Aradan zaman geçti. Hz. Âdem’in yüreği ‘baba’ endişeleriyle kaynıyor, iblise oğullarını kaptırmamak için canla başla didiniyordu. Bu arada Habil kendini yetiştirmiş, babasından aldıklarını özümsemiş, akidede yakine, ahlakta kemale doğru her gün bir önceki güne göre daha bir yol kat ediyordu. Babasının maslahatını kavramış, o maslahat içinde kendini ve yaşantısını şekillendirmişti. Kabil ise kendi akıl terazisini kurmuş, her şeyi kendi dar ve şehevi ölçülerine vurmakta, cemaatinin lideri babasına ve kardeşine hep ön yargılı, içten pazarlıklı oluşluğu ile Hz. Adem’i içten içe tedirgin ediyordu.

Kabil, oturduğu taşın üstünde bir an geçmişten sıyrılıp çıktı. Sanki eskiyi düşündükçe pişmanlık sarıyordu benliğini. Nasıl kana bulamıştı elini. Ah keşke yapmasaydı. Öldürmeseydi kardeşini... Gidip özür dileyecek yasak meyveden kalan kelimeleri isteyecekti... Ama iyilikler, güzellikler anlıktı Kabil’de. Şeytan üfledi kulağına… Mazide kalan uğradığı haksızlıklara (!) götürdü Kabili… Kabil paradoks duygular içinde az önceki nedametinden kurtulup suratındaki üzgünlük çizgilerini bir çırpıda attı. Siması ürkütücü bir şekilde çatkınlık ve hınç ile doldu. Tek suçlu babasıydı. Evet evet cemaatinin lideri idi suçlu olan... Kabahatinin faturasını başkasına kesme psikolojisi de ilk kez böyle ortaya çıkıyordu.

Kabil yine oturduğu taşın üstünde gerilere gitti. Babasının kendisini ve kardeşini karşısına aldığı güne…
‘Bakın evlatlarım…’ diye girmiş söze ve bir babadan öte hükmü icra eden şarih olarak Habil’e, Kabil’in batındaşını; Kabil’e de Habil’in batındaşını münasip görüp kararını paylaştı oğullarıyla... Teslimiyet belki de arzda ilk kez Habil’in yüzünde mücessem halini alırken, Kabil yine isyan, itiraz, şikayet, söylenme… ahvalini sergiledi.

Baba peygamber, “Ey Kabil senin içine iblis nüfuz etmiş. Ben sana itiraz edip istediğin şartlarda karar vermiş olsaydım dahi sen şu an reddettiğin hükmü ister yine isyan ederdin,” diyesi geldi. Kabil o andan sonra gelecek tüm cemiyetlere onulmaz bir miras daha bırakıyordu. İtiraz, beğenmeme, çözüm değil sorunun bir parçası olma. Evet tespitinde sağlamdı Hz. Adem. Kabil itiraz etmek, bölmek, ayrılık çıkarmak için hükmü red etmişti. Birazdan anlayacağız Kabil’in asıl gayesini. Çünkü sevdiğini iddia ettiği ve evlenmek istediği kişiyi kazanmak için tarlalarını adaması gerekirken bir parça ot ile adak yarışmasına çıkmıştı. Hz. Adem tüm bunları öngörüyordu. Fakat davetin maslahatı icabı içinde tuttu. Tuttu çünkü Kabil’i kendi safında tutan son birkaç bağı daha koparmak istemiyordu.

“Peki” dedi Hz. Adem “ikiniz de kurban sunun bakalım Allah kimin kurbanını kabul edecek.”

Habil en güzelini, Kabil en kötüsünü kurban etti. Bununla ispat ettiler sadakatlerini sevgilerini…

Habil peygamber maslahatına sadakat ile ilahi dergaha en layık varını feda etti.

Kabil kurbanı kabul edildiği takdirde çok sevdiği, hakkında ikilikler çıkardığı batındaşıyla evleneceğini bildiği halde bir avuç sararmış buğday adadı.

Demek ki çözüm istemiyordu.
Demek ki bahane arıyordu tefrika çıkarmak için.
Çünkü adeta kurbanının kabul edilmemesi için çırpınıyordu.
Ne anımsıyorsunuz buradan…
Müslümanlara dünyayı dar etme için her fırsata atlayanları,
İftiralarına hiçbir makul gerekçe gösterme derdi olmayanları,
Ne yaparsanız yapın razı edip orta ve ortak bir noktada buluşamayacaklarınızı anımsatıyor mu Kabil size?

Bir de anlıyoruz ki, Kabil demek batındaşını kalbi temiz duygularla değil şehevi ve geçici heveslerle seviyormuş. Çünkü mahbub-u hakiki tarlaları yaktırırdı. Çünkü gerçek sevgiye varını ve yoğunu feda etmeli değil miydi?
Demek sorun Kabilin kendisiydi.
Sorun Kabil’in ahlaksızlığı idi.
Sorun Kabil’in zorbalığı, diktatörlüğü idi.
Ve en önemlisi sorun Kabil’in iç dünyasında iblis ile ilk ümmeti bölme, ilk İslam cemaatini dumura uğratma telaşı idi. Ve emin olun sonraki takipçileri Kabil’i hiç aratmayacaktı.?

Ziya Çevik (İnzar Dergisi)
Ekleme Tarihi: 12.07.2007 - 18:43
Bu mesajı bildir   _SeRKaN_ üyenin diğer mesajları _SeRKaN_`in Profili _SeRKaN_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
_SeRKaN_ su an offline _SeRKaN_  
Habil'den Bize Kalan 2...

406 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 15.09.2004
En Son On: 21.11.2007 - 16:41
Cinsiyeti: Erkek 
Kara haber tez duyulurdu… Kabil Habil’i şehid etmişti... Ateş düştüğü yeri yakmayacaktı artık. Kıyamete kadar tüm anneler, babalar, genç kızlar, eşler…. şehidine ağlamayı Hz. Adem’den, Havva’dan, Habil’in düğün hazırlığı yaptığı nişanlısından miras alacaktı.

Ailecek koştular. Kabil kayanın üstüne kurulmuş, önünde Habilin cesedi kanlı ellerine bakıyordu. Tüm aile manzara karşısında donmuş kalmış, gözbebeklerine kayanın üstünde bir cani, önünde de yeryüzünün ilk şehidinin dondurulmuş resmi yerleştirilmiş gibi kalakaldılar. Kabil ile Habil’e değil hemen arkasındaki bir başka resme bakıyordu Hz. Adem… İblis sinsi sinsi sırıtıyor, Adem’in gözlerinin içine bakıyordu. İnat verircesine uşağı yaptığı Kabil’in başını okşuyor, salyalarını ensesine döküyordu. İblis Adem’e mesajını verdikten sonra göklere baktı “Bak” dedi. “Topraktan yarattığın kuluna bak. Kan döktü, fesat çıkardı... Bak bana tercih ettiğin manzaraya bak.” Yalın alevinden necis isyan kokuları duman duman vahyin yatağına varırken beyaz sarığını takmış Cibril kılıcını alıp müsaade istedi; “Ya Rab! Arzda sana isyan çıktı” dedi. Müsaade etmedi Allah.

Titreyen arşa emretti. Kaynayan okyanusa, dağa, taşa, toprağa “Hayır” dedi Allah “Siz bilmezsiniz, BEN bilirim.” Bu isyan ağır geldi Kabil ve İblis hariç herkese. Havvanın çığlık feryatları tüm sessizliği bozmuştu. Kabil sesin geldiği tarafa bakınca panikledi. Babası, annesi, kardeşleri, artık bir parçası olmadığı/hiçbir zaman olamadığı bir ümmet koşup geliyordu. Kayadan bir çırpıda atlayıp kaçmaya başladı. Bu da bir mirasıydı Kabil’in. Bundan böyle sinsice gelen, hileyle çöken, her ahlaksızlığı mubah görecek olan batıl, görünce Hakkı, eteğini toplayıp kaçacaktı.

Kabil birkaç adım atmıştı ki; Şeytan uzamış tırnaklarının arası kirden pas tutmuş elleriyle kabilin saçlarını okşadı. Kulağına sokuldu, damaklarından sarkan sapsarı dişleri, çatlaklarında irin toplamış dudakları kalleşçe fısıldadı “Cesedi de al.. Cesedi de al” Kanına sinmeyedursun iblis insanın. Fısıldar ve kişi de sorgulamaz. Niye- niçin muhasebesi yapmaz. Allah’a ve nebisine akıl yürüten, ilahi ve nebevi buyrukların getirisini-götürüsünü inceden inceye eleyen, Hz. Adem’e mantık abidesi kesilen Kabil hiç düşünmeden geri döndü. Habil’i omzuna atıp kaçmaya başladı. Böyleydi Kabil ve böyle olacaktı bundan gayri ümmetleri /cemaatleri içinde Kabil olacak olanlar… Kabil omzunda bir şehid, arkasında bir ümmet kaçtı günler geceler boyunca. Gençti, güçlüydü. Gözden kaybolmuştu.

Hz. Adem ümmetini alıp tevekkül ile, vakar ile, yeryüzünün ilk şehidine sahip olmanın onuru ile evlerine döndüler. Gencecik nişanlısı içine kan yapıp akıttı yaşlarını. Havva başını alnından bağlamış gözleri boşlukta… Hz. Adem davasını maslahatını çiziyor, bundan böyle iki şeytan tarafından kuşatılmışlığına çözümler düşünüyordu. Öyle Ya! Salt gözyaşı acziyet, mücadele ile beraber zafer idi. Hepsinin ortak düşüncesi acıdan sonra “keşke cesedi alabilseydik” idi…

Hubeybleri, Saitleri, Huseynleri de şehid edecekler ve cesetlerini bile çok göreceklerdi Kabiller. Son bir kez ALLAH’ım son bir kez o pak alnından öpebilseydim, kanlı göğsünden alacağım kan pıhtısını nişan diye alnımın ortasına koysaydım. Günlerce omzunda maktulu ile kaçıp yorulan Kabil izini kaybettirdiğinden emin olunca değersiz bir çuvalmış gibi omzundan yere çaldı Habil’i. Kendisi de yığılıverdi. Derin nefesler alırken “Katil” diye inledi bir şey. İrkildi Kabil... Kimdi bu? Kime diyordu? Katil kim olaydı? Başka bir şey daha seslendi; “Katil!” Etrafına bakındı... Evet, evet şu çam ağacıydı konuşan ve şu kayın. Şu ceviz de, meşe de, ağaçlardaki kuşlar da “ Katil! Katilsin” diye levm ediyorlardı.

Geri geri afallamış bir halde kaçmaya yol ararken bir kayaya tosladı. Kaya da “Katil, Katil” diye lanet etti. Ürkerek beri tarafa kaçtı... Kendinden kaçamayınca hiçbir şeyden kaçamayacaktı o günden sonra insanoğlu. Milyonlarca “Katil” sesi yankı yankı beyninde çınlıyordu. Yerlere düştü, debelenmeye başladı. Parmakları kulaklarına tıkalı “hayır” diye inlerken korkunç bir sessizlikte buldu kendini. “Katil” sesleri durmuştu. Ellerini kulaklarından çekmeden emin olmak istedi. Evet, kimse, hiçbir şey “katilsin” demiyordu artık...

Yavaşça ellerini kaldırdı ama temkinliydi. Emin olunca yerden doğruldu. Kabil Habil’in yanına geldi. Dostu nerdeydi. Niye kendisini bir anda yalnız bırakmıştı. Ne yapacaktı şimdi, ne edecekti? Diye düşünürken arkasından bir eşeleme sesi duydu. Kalb ritmi korkudan yükseldi. Göğsünün sol tarafı zorlanmaya başladı. Kabiller hep korkaktı zira. Korkuyla, ağır ağır sesin geldiği tarafa baktı. Bir karga yeri eşeleyerek çukur açtı. Ölü bir kargayı içine atıp üstünü örttü. “Tabi ya nasıl oldu da düşünemedim. Yazıklar olsun bana bir karga kadar olamadım.” diye hayıflandı.

Önce elleriyle, yorulunca da sivri bir kaya parçasıyla eşelemeye başladı toprağı... Yeter olduğuna kanaat edinceye kadar kazdı. Sonra Habil’i kanlı elbiseleriyle içine attı. Üstünü muttakilerin en sadık, azgınların en çetin düşmanıyla örttü. Acaba Şehidlerin yıkanıp kefenlenmeden kanlı elbiseleriyle toprağa verilmeleri Habilden mi bize kaldı.

Kabil işi bitince etrafına baktı nerdeydi kahrolası dostu. Bulamadı, göremedi. En doğru şey ailesine dönmekti. Günlerce kaçtığı yerden geri döndü. Uzaktan sımsıcak evi göründü. İçi ısındı. Dönse miydi diye tereddüt ederken karşı tepenin başında ki babası, peygamberi gördü onu. Cemaatinin simgesi kollarını açtı “gel” dedi. “Dön bu yoldan. Rabbim affedicidir.” Kabil adımını atmıştı ki, cehennem kokusu sinmiş saçları iğrenç yüzünü örtmüş iblis tam arkasından sokuldu.

“Nereye dostum” Kabil kızgındı ona, nice zamandır görünmüyordu. İblis arkasından sokulmaya devam etti. Habil’in ona nasıl da böbürlendiğini!! Adem’in Habil’i hep kayırdığını!! Kendi batındaşı daha güzel diye Habil’e layık gördüğünü!!! Hatırlattı. Bunlar iyice artırsa da tereddütlerini, Kabil babasına, peygamberine, cemaatine doğru adımlamaya devam etti.

Lain iblis önüne geçti bu kez. Babasının Habil’in kısasını alacağını, en azından onu dışlayacağını, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, horlanarak nereye kadar yaşayacağını fısıldadı. Kabil’in adımları hızını kestiyse de durmadı. Sağdan yanaştı bu kez... Babası değil miydi tüm bu olanlara sebep? O, onları cennet yaşamından mahrum etmiş, kardeşinin kanına girmesine zemini o hazırlamamış mıydı? İblis son bir darbe için soluna geçti. “Boş ver peygamber buyruğu altında, hep emir altında yaşamayı. Bak şu dağın ardında sefahat var. Zevkine göre yaşar gidersin. Allah adına yemin içiyorum babanın bir gün öleceğiniz hakkında anlattıkları hep boş masallar. Ahiret yok. Cennet-cehennem masal. Babanın suçundan ötürü hep bu yeryüzünde kalacaksınız.”

Bu son sözler Kabili durdurmaya yetmişti. Uzaktan sadece seyredebilen Hz. Adem “hayır” diye mırıldandı. “Ey oğlum uyma şeytana, hevana. Daha kurt kuzuyu, kedi serçeyi, sırtlan ceylanı öldürmeden o sana kardeşini öldürttü. Cemaatimizin arasına ikilik/ayrılık-gayrilik soktu.” Şeytan Kabilin elini tutmuş arkalarını dönüp gidiyorlardı. Bir tepede Hz. Adem diğer tepede iblis ile Kabil el ele tutuşmuş, güneş batıyor, aydınlık ile karanlık arasındaki net bir çizgi gibi kızıllık, iki tepe arasını bir daha gidiş geliş olmaksızın ayırıyordu. İblis yer yer dönüp Hz. Ademe sinsice sırıtıyor, gülüşlerini hançer yapıp kalbine saplıyordu.

Habil’in pak ruhu, Müslüman nesillere haykırıyor, kravatlı mücahidlerin masa başı meydanlarında korkaklıklarına; canlarını, mallarını, yeri geldi mi evlad-u iyallerini terk edemeyişlerine referans gösterdikleri Habil’in Kabil karşısındaki suskunluğunu red ediyordu.

Evet sessiz kalmıştı. Ama korktuğundan, kendisine bir şey olmasın basitliğinden ötürü değil. Babasının telkinleri, davasını özümsemiş olmanın olgunluğu, arzın ilk cemaatinin arasına fitne girmesin de şahsıma yapılan önemli değil fikrine sahip olmanın ulviliği, fedakarlığı, sadece kan değil, dava kardeşini şeytana kaptırmama endişesi susturmuştu onu. Yoksa; “Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” “Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.? (Maide suresi 28-29) sözleri korkak bir insana ait olabilir mi?

Habilden bize kalan son bir şey ŞEHADET..! Allah u Rabbul Aleminin Habil ile algılamamızı istediği şey dava içinde varını yoğunu eritmek, davanın manevi mesajını alabilecek kıvama gelmek. Bu manevi mesajı alabilmek için sadece akla, bilgiye, kültürel birikime sahip olmak yetmiyor. Kendini veren, sadakat ile teslim olmuş herkes bu mesajı duymaktadır. Ya Rab! Arzında ilk ölümün şehadet ile olmasındaki Habil mesajları alabilecek-duyabilecek dava adamları olmayı nasip eyle bizlere. (AMİN)

Ziya Çevlik (inzar Dergisi)
Ekleme Tarihi: 04.08.2007 - 09:14
Bu mesajı bildir   _SeRKaN_ üyenin diğer mesajları _SeRKaN_`in Profili _SeRKaN_ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1283 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.70165 saniyede açıldı