0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » Karanlığın içinde aydınlığı bulmak

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Karanlığın içinde aydınlığı bulmak

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Karanlığın içinde aydınlığı bulmak
Mustafa Ulusoy
Postmodern karanlık: iman ederek yaşamak zor artık
HASTA bir zamandayız. Narsisizm ve arzu çağı, zaten zor olan hayatı daha da zor kılıyor bize. Hakikat ile yalanın arasındaki sınırların içe doğru çöküşü, iman edenlerin imanını yaşamasını zorlaştırıyor. İnsanlara Yaratıcıyı hatırlatacak uyaranlar alabildiğine zayıflatılmaya, azaltılmaya çalışılıyor. İnsanların Yaratıcının isteğine göre yaşamlarını biçimlendirmeye çalışmaları yadırganıyor. “Bu çağda Yaratıcı ne imiş ki ?” deniyor. Yaratıcısız bir yaşam dayatılıyor ısrarla. Bu şekilde yaşayanlarla alay ediliyor, istihza ile karşılaşılanıyor. Sadece namaz kılmanın kendisi bile “yobazlık” etiketi konmasına yetiyor.

“Hayat” denilince sonsuz bir yolculuğun ilk durağını yaşadığımız; hayatın, koyulduğumuz yolculuğun sadece bir bölümü olduğu ihmal ediliyor. Yolculuğun ölümle kesileceği vurgusu ile insan ruhu, kaldıramayacağı bir dar mekana sıkıştırılmaya çalışılıyor. Ahiret alemlerinden bize haberler getirenlerin sesi onca karmaşa içinde zar zor duyuluyor.

Baudrillard’ın deyimiyle tam bir içe dönük infilaklar yaşıyoruz. Postmodern dünyada imaj ya da simülasyon ve gerçeklik arasındaki sınırın infilak edip çökmesiyle birlikte “hakikat”in zemini epey zorlaşıyor. İmaj içerikten daha önemli hale geliyor. Hayatı yaşamak yerine yaşar görünmek, varolmak yerine varolmuş gibi yaşamak, önemli olmak yerine önemliymiş gibi olmak yaşama biçimi haline geliyor. İnsanlar hayatı yaşamıyor, yaşar gibi yapıyorlar; “miş” gibi ya da “sanki” yaşamak, varoluşumuzu hiçliğin derelerine atıyor.

Dayanmaya çalışıyoruz. Israrla Yaratıcı adına yaşamaya çalışıyoruz. Verdiğimiz kararları bozsak ta, kendimize olan saygımızı azaltma pahasına her sabah yeniden kararlar alıyoruz. Israrla ahiretimizi kaybetmek istemiyoruz. Ama bizim ısrarımız kadar narsistik ve arzu çağı da bir o kadar bize bu dünyayı yaşamamızı diretiyor. Biz yine de direniyoruz.

Diyelim hayatınızda bir karar vereceksiniz. Çeşitli şekillerden birini seçerek belli şekilde davranacak, harekete geçeceksiniz. İstiyorsunuz ki yaptığım iş, hareket, davranış Yaratıcımın istekleri doğrultusunda olsun. Çevrenizde ailenizden başlayarak, devlete kadar uzanan kalabalık bir topluluk bulabiliyorsunuz. “Bu zamanda da bu olur mu?”, “bu zamanda böyle yaşanır mı?” demeye başlayabiliyorlar size. Önünüze aşılması gereken sayısız engel çıkıyor. Zorlukların biri bitiyor, diğeri başlıyor. Bir günün bitmesinin ardından, ertesi günün başlaması gibi. Karşınızda bulduğunuz direnç ilk elden yakınlarınız, aileniz, tanıdıklarınız dahi olabiliyor. İnsanlar yaşamınıza pervasızca müdahele edebiliyorlar. Hem de sizi sizden çok düşündüklerini, sizin yanlışlar yapmanızı istemediklerini de belirterek. İsteğiniz masum bir istek halbuki. Ne devletle ne rejimle bir ilginiz yoktur. Ama duygularınızla çok ilgilisinizdir. Duygularınız ise Yaratıcısız yapamaz.

Yaşadığımız hayatı, Rabbimiz adına yaşamayı zorlaştırak engeller bitmiyor. Beyinlerimizle, düşüncelerimizle, duygularımızla, ruhumuzla oynamaya çalışıyorlar. Bizi çalmaya çalışıyorlar. Bıraksak iğdiş edecekler. Direniyoruz. Yaşamın köşebaşlarından “eğlen, arzularını doyur, daha çok iste, yaşa, istediğini yap, sınır tanıma, sen buna değersin, eğlenceye ihtiyacın var, alışveriş yap, tüket, bak, karşı cinsten arkadaşın yoksa sen nesin ki?” sözleri duyuluyor. Direniyoruz. Direnmeliyiz. Belki de hayat bu. Belkide imtihan denilen şey bundan ibaret. Kendi nefislerimizi unutmak istemiyoruz. Ölümü unutmak istemiyoruz. Fena ve zevali, ayrılıkları, yaşlanmayı, burnumuzun ucunu dahi göremediğimiz gerçeğini unutmak istemiyor, kendi benliğimize değil, Yaratıcıya güvenmek istiyoruz. Bize inat yüksek sesle binlerce kere dünyada arzularımıza köle olmamızı vurgulayan düşüncelerin empoze edildiği koşullar oluşturuluyor. Heva ve heveslerimizle, arzularımızla zaten başımız sıkıntı içindeyken, bir de toplumsal narsisizm başımıza musallat oluyor. Kalp ve ruhumuz yalnızlık çekiyor.

Yaratıcı adına yaşamanın garipsendiği, kendi adına yaşamanın revaç bulduğu zamanların insanıyız. Bir çok insan size bir yemek ikram ederken, bir çay fincanı önünüze koyarken “Yaratıcının verdiği nimetleri size ikram ediyorum. Bunlar Yaratıcıdan gelen nimetlerdir” diye düşünmüyor artık. Dört gözle yemeğin ne harika yapıldığını duyabilmek için gözler size çevriliyor. Siz ise Rabbinize şükretmek istersiniz. Yemeği sizin için yapan insana da bu vesileliği için teşekkür etmek gelir içinizden. İnsanların belki çoğu buna razı olmak istemez. “Allah razı olsun” demenizle birlikte insanların bir kısmı ile aranızdaki ilk gerilim başlar. Hayatın alanına “Allah’ı karıştırma” direnci ile karşılaşırız. Yaratıcının nimetlerine şükretmeniz bile hor görülür bir dehrin insanısınıyızdır artık. Şikayet etmenin, memnun olmamanın revaçta olduğu nihilizm, “razı olmak, memnun olmak” hallerimizi hor görüyor.

Kafamıza önemli konular takılıdır. Örneğin yaşamın geçiciliği, faniliği, kısalığı, ölüm üzerine birileriyle konuşmak isteriz. Böyle konuları konuşmak için çok cesur olmalıyız. Bir toplulukta ölüm gibi bir konuyu, yaşamın kısalığına dair bir vurguyu isterseniz açın. Etiketimiz hazırdır: “Şimdi bunun sırası mı? Böyle konuları kafana takma, felsefeyle mi ilgileniyorsun.” Aslında sezinlersiniz. Bunu söyleyen de dün ölümü düşünmüştür. Öyle bir zamanın insanıyızdır ki en konuşulması gereken konular konuşulmaz olup çıkmıştır. Topluluktan da vazgeçersiniz. Bir hastamın benden yakındığı gibi; “eşimle hayat ve ölüm üzerine konuşmak istiyorum. O ise başını televizyondan ayırmıyor. O benim hayat arkadaşım değil mi? Bu konuları onunla konuşmazsam kiminle konuşabilirim? Ondan istediğim, hayattan ve ölümden korkularıma çözüm bulması değil. Beni dinlemesi yeter.” Psikiyatriyi icad edenler, oluşacak bu durumu biliyorlardı. Evet, kesin biliyorlardı. Herşeyi bozacaklarını biliyorlardı.

İnsan ilişkilerinden başlayıp devlete kadar, hayatın bir çok alanında tahakküm, iktidar inşası isteği kendini gösterir. Yine Baudrillard’a başvurursak, kitlelerin sürekli olarak mesaj bombardımanına tutulmaktan ve sürekli olarak satın almaya, tüketmeye, çalışmaya, oy kullanmaya, toplumsal hayata katılmaya kışkırtılmaktan bezdiğini ve bir hınç beslediğini de söyleyebiliriz. Böylece kayıtsız kitleler tüm anlamın, mesajların ve kışkırtmaların bir kara delik tarafından yutulmuşcasına infilak edip içe çöktüğü kasvetli bir sessiz yığın haline geliyor.

Karanlığın geçip gitmesini bekleyemeyiz. Biz, bizzat karanlıklar içindeki aydınlığı bulmak zorundayız. “Aynı zulumat içinde nuru gördüm” diyen Nursi bize önemli bir ipucu vermiyor mu ? Karanlıkları yok etmek, aynı karanlığın içindeki aydınlıkları bulmaktan geçer. Çünkü, karanlık belki de hiç bir zaman tam olarak yok olmayacak. Belki de insanlık tarihinde hem karanlık, hem aydınlık hep vardı.


postmodern karanlıktaki aydınlık:

iman etmemek imkansız artık

Artık yaşadığımız zaman anlamdan, hikmetten yoksun hale gelmiştir. Teorilerin herhangi güvenli limana demirlemeksizin boşlukta aktığı bir nihilizm evreni vardır çevremizde. Herşey donmuş bir halde. Ama hiçbir insan yüreği bu donmuşluğun soğuğuna tahammül edemeyecektir. Hiçliğin ve hiççiliğin soğuk evreninin bizzat kendisi bu donuk yapıyı eritecektir. Soğuğun ateşi soğuğu eritecektir.

İnsan aklı hiç bu kadar aç kalmamıştır. Bu kadar yaşamı sorgulamamıştır. İnsan için yaşam hiç bu kadar sorun olmamıştır. Bu dünyanın bir çok yerinde böyledir. Çünkü dünyanın bir yerinin sorunu dünyanın başka yerlerinin sorunu oluvermiştir. Artık dünyanın her yerinde en temel sorun hayatın kendisidir.

Akıl soruların altında kıvranmaktadır. Kendi bulabildiği cevapları da yoktur. Kendi yaratılışına karar veremeyen akıl nasıl olur da yaşamla ilgili şeyler söyleyebilir?

Akıl, yaşama tutunulan amaçların hiçliğini anlar durur. Önünde binlerce örnek bulur. Televizyon, internet, dergiler dünyanın uçsuz bucaksız köşelerinden haber taşırlar. Dünyanın en zengin insanı Bill Gates emekliye hazırlanmaktadır. Emeklilik ölüme yakınlaşmaya en yakın zamandır. Kaybediş zamanı gelmiştir. Devlet adamları ölmektedir. Ünlü yönetmenlerden birinin öldüğünü haber alırız bir gün. Onun öleceği hiç aklımıza gelmemiştir. Halbuki filmlerini de ne çok sevmişizdir. Çevremizde huzurlu insan sayısı parmak sayılarına inmiştir. Fanilik, ölümlülük insan ruhuna kendisini hiç bu kadar derin hissettirmemiştir.

Yaşama tutunulan gerekçeler bir bir insan elinden çıkıp gider. Çünkü zaten bunlar yalancı ve güçsüz tutunmalardır. Ölümlü bir dünyada bu kadar çaba neden diye sormadan edemez hale gelmiştir insanlık artık. Ruhlar ne kadar da üzgün.

Narsistleşmiş ve arzu bağımlısı haline gelmiş benlik, kendini yücelttiği yerde kendini alaşağı etmiştir. Hurafe ve yutturmacadan başka bir şey olmamakla suçladığı dinleri her tür özden ve iç tutarlılıktan yoksun bıraktığı için narsistleşmiş benlikler kördür şimdi. Ne kendisini görebilmiş, ne de başkasının hakikatini anlayabilmiştir. Kendi arzularını gerçeğin kendisi sandığı için kendini ve arzularını tanrılaştırmıştır. Kendisinin tanrı değil de sadece bir hiç olduğunu anladığında aklını başından atacaktır, çünkü hiçbir benlik, kendisinin tanrılaştırılmasına dayanamaz.

Yaşadığımız postmodern zaman içgüdülerin, arzuların ve dürtülerin zincirlerinden boşaldığı bir zamandır. Bu ise hiçliğin kenarına getirmiştir insanı. Artık herşey en uç noktasına vardı. Herşey olup bitti. Olanakların, arzuların en uç noktasına varıldı. Herşey Yaratıcıdan bağıntısını kestiği anda zaten kendi kendisini imha etti. Bütün bir evren yapıbozumuna uğradı. Geriye yalnız kırıntılar kaldı. Artık inanmamanın son sınırında dolaşırken, u dönüşü yapmaktan başka bir çare olmadığının derin sarsıntısı ile zihinler ne yapacağının şaşkınlığı içindeler. İnsanların içi hiçlikle boşaltıldı. Boşluk duygusunu çekilen acılar bile dolduramadı.

İnsan düşüncesinin, arzusunun yaslanabileceği temeller kalmadı. Evren artık sorundur. İnsan artık sorundur. Yaşam artık sorundur. Bilim artık sorundur. Güçsüzlüğü farkına vardıran herşey insanların güçsüzlüğünü daha da artırdı. Mutlak bir laikleştirme arayışı, laikleştirilen nesnede mutlak tanrılaştırma arama yoluna itti. Tüm tanrılaştırılan nesneler ise artık infilak edip içe çöktü. Herşeyin temeli olan Yaratıcının terkedilmesiyle özerkleşen her alan temelini kendisinde aramış, orada bulduğunu sanmış ama bu da herşeyin altını oymuş, temelsizlendirmiştir. Her ilah oturmuş kendi başında kendine ağlıyor artık.

Postmodern hiçlik son duraktır. İlerisi yoktur. Gidilecek başka bir yer yoktur. Boşluğun ötesinde boşluk olamaz. Geriye doğru, insanlık tam da Yaratıcılarını bıraktıkları, terkettikleri yere doğru dönüş yapacaklardır.

Ben, bir psikiyatrist olarak yön bulamamanın getirdiği bu derin acıya çok güveniyorum. İnsanın ruhuna ve vicdanına güveniyorum. Karanlık hiç bu kadar hissedilmemişti. Hissedilen karanlığa güveniyorum. Mutluluğa erişme vaadlerinin çökmesi bizleri acıların derinliği ile yüz yüze getirdi. Yalnızlıktan, yönünü bulamamaktan, anlaşılamamaktan, ölüm korkusundan, anlamsızlıktan kaynaklanan acılara güveniyorum.

Endişeye mahal yok. Narsistleşmiş benlikler, kendilerinden beklentilerinin mutlak hiçliğini anlamanın ve çaresizliğin bilinci ile şaşkındır. İmanın içini oyan şüphe, kaygıya ve umutsuzluğa götürdü. Bunun yol açtığı buhran da imana geri dönmeyi davet ediyor artık. İnanmaktan başka bir çaresi yoktur insanlığın. Mutlak Kudreti olan bir Yaratıcı ile arasında bir bağ geliştirmekten başka bir çaresi yok. Her dünyevi oyalama denendi. Tüm testlerden başarısızlıkla çıktı dünyevileşme. İnsanlık herşeyi deneyip hiç bir şey bulamananın şaşkınlığı içinde. İnsanın yaşadığı travmada (örselenme) ilk oluşan duygu şaşkınlıktır. Yaşanılanların gerçek olup olmadığını sorgular önce travma yaşayan kişi. İnsanlık şeylerin faydasızlığını yaşayarak gördü. Şimdi şaşkınlığı ile boğuşuyor. Şaşkınlığının gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Kendine gelmesi çok fazla vakit almayacak. Hayatı insanlara veren Yaratıcıya iman etmek ve Onun isteğine göre yaşamak dışında tüm alternatifleri tüketildi. Hayatımızı bize veren Yaratıcıya göre yaşamak dışında tüm alternatiflerin tükendiğininin çok ama çok yoğun hissedildiği bir zamanın insanıyız aynı zamanda.

Savaşların, bombaların, tükenmiş sevgilerin, yalanla, aldatmayla yaşanan aşkların, insan ilişkilerindeki terörün ve iktidar kavgalarının, tahakkümün ve medyatik iletişim araçlarının Yaratıcıdan bahsetmemelerine rağmen Nursi’nin yaşadığı bir tecrübe bize karanlığın içindeki aydınlığı gösterir. Van’da bir dağın tepesinde Birinci Dünya Savaşının kalıntıları, yanmış ve tahrib edilmiş bir şehri seyreyleyen ve ağlayan Said Nursi hayatının en bunalımlı dönemlerinden birini yaşıyordur. Öylesine bunalımdadır ki; “dünyada böyle tahammül edilmez, sabır-şiken, mukavemetsuz, yandırıcı firkatler var” der. Öylesine derin bir bunalımdır ki hissettiği, hayattan bıkıp ölümü ister: “Elbette mevt, hayata racihtir. Hayatın bu ağır vaziyeti çekilir dertlerden değildir.” Ama öte yandan o farkını hemen belli eder: Said Nursi her bunalımdan bir hakikat, her karanlıktan bir aydınlık çıkaran insandır. Hiçbir zaman kendini bırakmaz. Usanmadan direnir. Sonra bir ayeti okur. Onunla kâinata bakar. Sonra dikkatini meyveli ağaçlar çeker. Ağaçların başlarındaki meyvelerinin kendisine tebessüm etiğini görür: “Baktım ki meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bakıyorlar; bize de dikkat et, yalnız harabezara bakıp durma diyorlar” der ve bize ilham verir. Bize çıkış yolları gösterir: Nazarlarınızı harap olanlara, kötü olaylara, çökmüş moderniteye, postmoderniteye çevirmeyin. Postmodern hayatların hiçliğine, yokluğun içinde yok oluşlara bakmayın.

Biz de bu zor zamanda birden umutlanırız. “Bana bak, bana dikkat et, sana Yaratıcımızı anlatalım” diyen gökteki aya, yenilenen bahara, evimizdeki kediye, yıldızlara, herşeye bakabilir ve dikkat edebiliriz. Hiç bir medya teröristi, medya tahakkümcüsü, gökteki ayın konuşmasını, yıldızların parıldayarak her gece Yaratıcını anlatmasını, baharda her şeyin yeniden yeniye tazelenerek yaratılmasını engelleyemez. Yaratıcının cemal ve kemalini bize seslenen kâinattaki her nesne birer şahid olmaya devam eder.

Şu doğru: günlerimiz zor bir yaşama tanıklık ediyor. İman etmek ve imanı yaşamak çok zor artık.

Şu da doğru: Artık iman etmeden yaşayabilmek imkansızdır. Hayat artık iman etmeyenler için bir düş kırıklığıdır. Çünkü ölümle kesilen bir hayat sadece bir düş kırıklığıdır. İnsanlık bu düş kırıklığını kaldıramayacak, umudun peşine düşecektir.

İman etmemenin imkansızlığı iman ederek yaşamanın zorluklarına galip gelecektir. İman ederek yaşamak hiç bu kadar zor olmamıştı belki ama iman etmemek hiç bu kadar imkansız da olmamıştı. İman etmemenin imkansızlığı karanlığın içinde doğan aydınlıktır. Bunu bir de ruhumuza soralım dilerseniz: “Ey ruhum, iman etmeden yaşayabilir misin?”
Ekleme Tarihi: 11.09.2008 - 22:56
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1054 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.66233 saniyede açıldı