0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » Şeyh ŞAMİL

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
metude su an offline metude  
Şeyh ŞAMİL

19 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 10.11.2005
En Son On: 05.08.2006 - 12:27
Cinsiyeti: Erkek 
Kartallar Yüksek Uçar
Şeyh Şamil


Buylank kasabasına bahar göstere göstere gelir, güneş griden sarıya döner, ıslak zemin buharlanmaya başlar. Mor dağların etekleri ılınır, karlar gevşer, ırmaklar yatağını zorlar. Göğün maviden mavi, çayırların yeşilden yeşil kesildiği, hani çıta bacaklı tayların, kartopunu andıran kuzuların, pembe burunlu kedilerin zıplamaya başladığı sevimli bir bahar günü Dengau Muhammed'in de bir oğlu olur. Ali göz kamaştıracak kadar güzel bir bebektir, belki de bu yüzden nazara uğrar. Garibim nasıl hastalanır sormayın, al al yanar, baygın baygın bakar. Anası Gülçiçek Hatun öyle yanık dualar eder ki, Cenab-ı Hakk yavrusunu ona bağışlar. Ali hastalıklarla geçen yıllardan sonra ayağa kalkar. Bir kalkar ama pir kalkar. En huysuz aygırlara biner, en sarp dağlara tırmanır, akıntıya karşı kulaç atar. On yaşlarında birden durulur, içinde ilme karşı dayanılmaz bir heves başlar. Onu yöre âlimlerinden Said Harekani'nin dizi dibine oturturlar.

Kutlu Kaynaktan


O yıllarda Kafkaslar huzura hasrettir, işgalci Ruslar akıl almaz zulümler yaparlar. Bir zamanlar gönüllü olarak Osmanlı ordusunda hizmet eden Dengau Muhammed, oğlunu cihad aşkıyla yoğurur, Türkmen uruğlarından Pîr Budak Bey'in kızı olan Gülçiçek Hatun destan kahramanlarını anlatır, Selahaddin Eyyubi'den, Battal Gazi'den söz açar. Ali (ki onu sonraları Şamil adıyla tanırlar) kitaplarına da, silahlarına da sarılır. İlimde ilerlediği ölçüde muharip olmaya bakar.
Şamil, zâhirî ilimlerden icazet aldıktan sonra ledün ilmine merak salar, mânâ âlemini duvak duvak aralayacak bir gönül ehli arar. Gider Nakşibendi Şeyhi Seyyid Cemaleddin Gazi Kumuki'nin (bu veli Karacaahmed kabristanında medfundur) kapısını çalar. Büyük veli ona ilim ve edeb öğretmekle kalmaz, biricik kızı hayâ timsali Seyyide Zahide'yi de verip kendine damat yapar. Şamil hocasını dinler, taaa Bağdat'a kadar gidip zamanın müceddidi Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin sohbetlerine koşar, işte o günden sonra ilmi, ihlası, ibadeti, metaneti, feraseti, hitabeti çok artar. Bu olgunluk mücadeleye çok şey katar.
Şeyh Şamil'in iki metreyi aşan devasa bir vücudu vardır ama onun heybetini okkayla arşınla ölçenler çok aldanırlar. Öyle ya geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçirenler kantara gelmeseler de vakarlı olurlar.
Şeyh Şamil bıkıp usanmadan cihadı anlatır ama öncelikle oğullarını (Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Şafii, Muhammed Kamil) ve kızlarını (Fatimat, Nafisat, Necabat, Bahu-Mesedu ve Safiyat) mücahid ve mücahide olarak yetiştirmeye bakar.

Namazım Geçti Mi ?


Şeyh Şamil, İmamet makamında bulunan Gimrili Muhammed'e (kapı komşu çocukluk arkadaşı olmasına rağmen) er gibi uyar, en ufak arzusunu emir sayar. Lûgatından "niye ve niçin" kelimelerini çıkartır, yıkayıcısının elindeki mevta gibi olmaya bakar.
O günlerde Rus baskısı çok artmıştır. Nitekim bir kış günü sisi, pusu fırsat bilip Gimri'ye dalar, mücahidlerin bulunduğu evi kuşatırlar. (17 Ekim 1832)
Bu baskında hürriyet mücadelesinin unutulmaz önderi Gimrili Muhammed şehid olur, Şeyh Şamil kılıcıyla kendine kanlı bir yol açar. Bu arada kürek kemiği kırılır ve göğsünden giren bir süngü sırtından çıkar.
Evden kurtulabilen ikinci kişi (müezzin Mehmed Ali) onu koltuklar. Şamil "bırak beni kaç" dese de arkadaşından ayrılmaz, birlikte kayalıklardan atlar, çalılıklara sapar, izlerini kaybettirir ve bir mağarada soluklanırlar.
Şamil telaşla güneşe bakar, abdestini karla alıp cübbesini yayar. İlk iki rek'ati huşu ile kılar, ancak tahiyyatta ağzından gürül gürül kan boşanır, vücudunu bir hafiflik basar. Mehmed Ali, onu bir köşeye uzatıp Cerrah Abdülaziz'in (Şeyh Şamil'in ilk hanımı Fatıma'nın babasıdır) yanına koşar. Aynı noktaya ancak ertesi gün ulaşırlar, şuurunu kaybeden Şamil'i Unsakul köyüne taşır, tedaviye alırlar. Dağıstan'ın ünlü hekimi ustalığını konuşturur, yaraları mahir elleriyle yıkar, paklar, vücudunu hususi merhemlerle ovup muşambaya sarar. Şamil tam 25 gün sonra gözünü aralar ve başını bekleyen annesine suçlu suçlu bakar.'Ben ikindimi kılamadım ana'der, 'vakit çıkmadı ya'

İyi Düşündünüz Mü?


Gazi Muhammed&'in şehadetinden sonra İmamlığa getirilen Hamzat, içte birliği sağlamaya çalışır. Ruslarla boğuştuğu kadar hainlerle ve döneklerle de uğraşır, hak ile batıl arasında 'bîtaraf' olanları 'bertaraf' etmeye kalkar. Kendisi bir Avar Hanıdır ve bütün Avarların bu mücadelede yer almalarını çok arzular. Lâkin işler istediği gibi gitmez, hasımları onu bir Cuma namazında sırtından vururlar (19 Eylül 1834)
Şimdi lider kim olmalıdır? Gohlok'ta toplanan ûlema ağız birliği etmişçesine 'Şeyh Şamil' der, başka bir ismi ağızlarına almazlar. Şeyh Şamil bu işe kendinden daha lâyık gördüğü liderleri tek tek sıralar, bırakın ben er olayım diye yalvarmaya başlar. Ama Kafkasyalılar geri adım atmaz, İmamet makamını ısrarla önüne koyarlar. (2 Ekim 1834).
Başbuğluk! Evet bu çok şerefli bir vazifedir ama mesuliyet köz olup bağrını yakar. Şeyh Şamil'in başı önüne düşer, kısa bir sükunetin ardından kalabalığa döner ve tek tek gözlerinin içine bakar.
'İyi düşünün' der, 'ben tavizsiz biriyim, size rahatlık ferahlık vaad etmiyorum. Bu mücadele yıllarca sürebilir, baskıya, yokluğa, sıkıntıya dayanabilecek misiniz?'
Kafkasyalılar net konuşurlar: 'Önümüze babamızın mezarı da çıksa, son zürriyetimiz tutsak da olsa, ayrılmayacağız ardından!'
Çarların Kâbusu İmam Şamil


Şeyh Şamil, şüphesiz mânâ adamıdır ama sebepler dairesinde yaşadığını bilir ve maddi tedbirleri de aksatmaz. Belki de bu yüzden (1834'ten 1859'a kadar) tam 25 yıl Çar ordularına rahat dayanırlar. Düşman güçlü diye savunmaya çekilmez, saldırıya saldırı ile mukabele eder ve akla ziyan zaferler kazanırlar. Hasılı onun imamlığa 'evet' dediği andan itibaren Çar 1. Nikola'nın lokmaları demir, votkası zehir olur. Kuş tüyü yataklarda yatsa da kâbuslar, hafakanlar basar.

Ne Sistem Ama!..

İmam Şamil salahiyeti paylaşmayı sever, elinin ulaşamadığı yerlere naiblerini yollar. Her vilayetin başına dindar gayretli bir kumandan atar. Doğrusu Ahverdil Muhammed, Kabet Muhammed, Nur Muhammed, Şuayıb Molla, Taşof Hacı, Danyal Sultan, Hitinav Musa, Sadullah Ağa, Duba Hacı, Hacı Sadu, Hacı Murat ve Muhammed Gazi işlerini mükemmel yaparlar. Şeyh Şamil yararlık gösterenlerin göğsüne 'Sonunu düşünen cesur olamaz'. 'Kuvvet ve yardım ancak Allahü teâlâdandır' yazan nişanlar takar.
Naibler vergi ve asker toplar, kadılık yaparlar. Yardımcıları avullara dağılır, asayişi sağlarlar. Her naib elinin altında 300 süvari tutar. Bunları yedirir, içirir, barındırır, donatır ve baskınlara çıkar. On evden biri muharip vermek zorundadır, lâkin söz konusu aileyi bütün vergilerden muaf tutar, gözetip kollarlar. Şeyh Şamil bu sistemi sadece birkaç ayda hayata geçirir ve 'ha' deyince 5 bin kişilik bir ordu ile yola çıkar. Zaten Kafkasyalılar mükemmel ata biner ve fevkalade silah kullanırlar. Şeyh herkesin hedef olmasını istemez, koruyamayacağı yerleri (ova köylerini) direnişin dışında tutar.
Şeyh Şamil'in etrafında 600 kişilik bir muhafız alayı vardır ki bunlar fevkalade cengaverdirler, her silahı kullanırlar. Yola sadece rızayı İlahi için çıkar, büyük bir hasretle şehadeti arzularlar. Kuzu postundan kalpaklar takar üstlerine yeşil bir sarık sararlar. Murtazalar (süvariler) sarı çerkeskalar giyer, subaylar siyah yamçı kuşanırlar. Bekârları evlenmez, evliler çoluk çocuğu unuturlar. Sabırda, tahammülde, İslama uymakta insanlara örnek olurlar. Ruslar bunlarla çok uğraşır ama içlerinden birini bile ayartamazlar.

Kara Kalpak Ak Sarık

İmam Şamil de kuzu postundan yapılma kara bir kalpak takar, üzerine kar gibi beyaz bir sarık dolar. Koca Başbuğun tek farkı sarığının rengidir, yoksa bir çoban ya da ırgattan ayrılamaz.
Kendi hanımlarının dokuyup diktiği elbiseleri giyer, güzelliği sadelikte arar. Şamil, silah ve mühimmat meselesini ciddiye alır, her ne kadar kaçakçılar ona Anadolu ve İran'dan mal getiriyorlarsa da 'Kubaçi' isimli bir dağ köyünü imalathane haline getirir, cephaneleri çok az insanın bildiği mağaralarda saklar. Zırhgeran havalisi ise eskiden beri kumaş inceliğinde zırhlar dokur, ben buradayım diyen miğferler, nefis kılıçlar, dengeli mızraklar yaparlar. Hatta Sasani İmparatoru Nuşirevan ile Timur'u bile onlar donatırlar. Zırhgeran'da kimsenin bağı bostanı yoktur, kadını erkeği altın gümüş işler, tuncun kitabını yazar, çeliği satır satır okurlar.

Devlet Gibi Devlet

Şeyh Şamil onların önüne tabancalar, tüfekler koyar 'benzerini yapamaz mısınız' diye sorar. Zırhgeranlılar kısa bir süre sonra taklit ettikleri silahları aşar, marka olurlar.
Şamil dağ başında top döktürür. İlk top tecrübe safhasında parçalansa da yılmazlar, Ruslardan esir ettiği teknisyenleri kullanır ve kusursuz gövdeler dökmeyi başarırlar. O kadar çok esir alırlar ki tanesini on kuruşa verseniz alan olmaz. Bunları gönlünü kazanmak istedikleri köylülere dağıtır, kölelik yaptırırlar.
Devletin en büyük gelir kalemini toprak mahsullerinden alınan öşür ile Ruslardan alınan ganimetler teşkil eder. Parayı yerinde harcar, tıkır tıkır çalışan bir sistem kurar. Şeyh Şamil ilme sevdalıdır, aynı aşkı gençlere de aşılar. Kafkas çocukları bir yandan Çar orduları ile boğuşurken bir yandan da medreselere koşarlar. Şamil müridlerine Eshâb-ı kirâm'ı, Ehl-i Beyti, veliyullahı anlatır, gençlerin Allah dostlarına muhabbeti artar.
Şeyh Şamil'in ilk işi İmam Hamza'nın katillerini bulup hesaplaşmak olur, ardından Gimrili Muhammed'in naaşını Ruslar’ın elinden kurtarmaya bakar. Büyük bir hızla Hunzah'ı ele geçirir. Şamhal, Sehl ve Dargo kaleleri ona katılırlar. Gazi Muhammed'in mezarını vasiyeti üzerine Gimri'ye taşır, nurlu cesedin 'ilk günkü gibi durduğuna' şahit olurlar.
Şeyh Şamil benzeri az bulunan bir cengaverdir. Halk arasında kılıcıyla doğradığı tüfekler ve bir vuruşta ikiye böldüğü süvariler anlatılagelir. Dar patikalarda at koşturabilir ve atılan paraları havada vurabilir.
Allahü teâlâ Şamil'in vaazlarına tesir verir, müridlerin sayısı bir anda 60 bini aşar. Ancak bunların hepsini kavgaya sokmaz, nerede ve ne zaman ortaya çıkacağı bilinmeyen 600 süvarisi ile baskınlar yapar. Şeyh Şamil savaş öncesi dayanılmaz bir sinir harbi başlatır, dağınık Rus güçlerini 'toplan' boruları ile pusulara çeker. Gece yarıları kışla yanlarında 'kalk' borusu çaldırır ve çadırından fırlayanı kırar. Kafkasyada kuş uçsa müridlerin haberi olur, bu çocuklar saraya sızacak, hatta Prenses Annet ve Prenses Orbelyana'yı kaçıracak kadar cüretkârdırlar.

Tavizsiz Lider İmam Şamil


İmam Şamil 'hubb-i fillah ve buğd-i fillah'a (Allahü teâlâ'nın dostuna dost, düşmanına düşman olmaya) çok önem verir, mücadelenin hızını kesenlere hiç acımaz. 'Ruslarla anlaşsak' diyenleri oracıkta yargılar, cezasını uygular.
Hal böyleyken Çeçenistan'dan gelen iki savaşzede Şeyh'in annesine çıkar ve Rusların Müslüman köylerinde işledikleri melanetleri anlatıp kadıncağızı yüreğinden yaralarlar. Garibim zulme kendi uğramış gibi üzülür ve eteğini tuttuğu gibi oğlunun yanına koşar. İmam Şamil aynı anda on yerde olacak değildir ya, ellerini çaresizlikle iki yana açar 'ne yapabilirim ki' diye sorar. Olacak bu ya kadıncağızın ağzından'Ruslarla anlaşsan' cümlesi çıkar.
Şamil beyninden vurulmuşa döner, yüzünü elleriyle kapar. Karşısındaki validesi olmasa hemen mahkemeyi kurar ve cezasını kesip dayağa başlar. Ama cenneti ayaklarının altında aradığı bir kadını, Gülçiçek Hatun gibi bir anayı incitmekten korkar.
Kadıncağız bin pişman olur ve büyük bir kararlıkla cezalandırılmayı arzular. Hatta “Bak oğlum” der, “Allahü teâlâ’nın emrinden kıl kadar ayrılırsan sütümü helal etmem sana!”


Vârisi Değil miyim?


Şamil boşa koyar dolduramaz, doluya koyar aldıramaz. Ortalığı yapış yapış bir sükunet sarar. Fesatçılar meydanı boş bulur, dişlerinin arasından “görelim bakalım” diye mırıldanırlar, “şimdi Şamil n’apacak?”
Şamil kimsenin aklına gelmeyen bir şey yapar. Naiplerini toplayıp meydana çıkar ve “küffar ile anlaşalım demenin cezası 100 değnektir” der, “anam merhameti yüzünden oyuna geldi. Ancak işlediği suçun manevi bedelini çok ağır ödedi. Şimdi sıra maddi cezasına geldi ki, bunu onun vârisi olan oğlu çekmeli.”
Milletin şaşkın bakışları arasında sırtından cübbesini çıkarır, yüzüne tereddütle bakan infazcıya “vur” der, “haydi durma!”
Yüz değnek bu, dile kolay... Sırtı parmak parmak kabarır, yer yer kan çıkar. Son darbeyi de yiyince büyük bir sürur ile şükür secdesine kapanır ve krize “Şamilce” bir nokta koyar.
Kafkaslarda hüzün ve neşe yan yanadır, ölüm ve düğün kol kola. İnananlar şehadete koşarlar güle oynaya. Müminlerin gönlünde bir renk cümbüşüne dönen tarikat hayata hakim olmaya başlar. Kafkasyalılar karıncayı bile incitmez ama işgalcilere acımazlar.
Şeyh Şâmil işe Avaristan’dan başlar, müridler işgalcileri kovar, 2 binden ziyâde esir alırlar. Ardından Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi, Tsanah, Hassat, Gergebil, Burunduk, Hunzah, Nizovaye ve Ziran’daki Rus müstahkem mevkilerine el koyarlar. Rus ekonomisi alt üst olur, inanın Napolyon’a direnirken bile böylesine zorlanmaz, bu kadar masraf yapmazlar.
O yıllarda Osmanlılar İngiltere ve Fransa ile birlikte Rusya’ya karşı savaş açar, birlikte Kırım’a dayanırlar. Şamil’e göre, Rusya’ya öldürücü darbe Kırım’dan değil, Kafkasya’dan vurulabilir ama Reşit Paşa Hükümeti bu inceliği kavrayamaz.

Osmanlı Nerede?


Mahdut imkânlarıyla Rusları dağıtan İmam Şamil nihai zafer için naibi Muhammed Emin Beyi, Abdülmecid Han’a yollar (1853) Halife-i müslimin, Şamil’in temsilcisini sultanlar gibi karşılar. Kafkasya’nın başbuğuna “Hanlar Hanı” diye iltifat eder, Muhammed Emin Beye Paşalık payesi bağışlar. Padişah, misafirini dikkatle dinler ve ne arzuladıysa emrine sunar. Kayserili Ahmed Paşa komutasındaki donanmayı ağzına kadar silah ve cephane ile doldurur yola çıkarırlar. Hasan Paşa’nın emrindeki Mısır filosunu da yanına katarlar. Bunlar Sohum sahillerine çıkarma yapacak, müstahkem mevkileri, sahil istihkâmlarını zaptettikten sonra Abhazya mıntıkasını işgal edip Batum’a varacaklardır ki aralarında Çerkes reislerinden Safer ve Nâmık Paşalar da bulunurlar. Yanlarına, yedi bin tüfek, iki bin kılıç, beş yüz fıçı barut, beş yüz sandık hartuç, yüz bin tüfek kurşunu, on bin okka kurşun, on beş bin okka tuz, çakmak ve bol miktarda erzak alırlar.

Al Rus’u, vur İngiliz’e


Gelgelelim Karadeniz’deki Müttefikler (İngilizler ve Fransızlar), Türklerin yörede kazanacağı nüfuzdan korkarlar. Donanmamızı yolundan çevirip alıkoyar, yükleri Sivastopol’a boşaltmaya zorlarlar. Bizi durdurmakla kalmaz, kendileri Kafkasya’ya çıkarlar. Ancak yörede konuşulan sayısız lehçeden birine bile vâkıf değildirler ve birkaç Ermeninin ağzına bakarlar. Kafkasyalılar Osmanlıyı beklediğinden olacak, İngiliz bahriyelisine sahip çıkmaz, Rus ordusuyla baş başa bırakır, seyrine bakarlar.
Sahilde donanma desteği ile rahat ilerleyen İngilizler dağlarda Rus ordusuyla karşılaşınca tutunacak bir dal arar ama yerli halktan yardım alamazlar. Çok fena dağılır, panik halinde kaçarlar. Dağlılar hem Rusları hem İngilizleri kırar silahlarını yağmalarlar. Hasılı müttefikler arasında süren anlaşmazlıklar yüzünden Kafkasya seferi ölü doğar.
Osmanlılar “93 Harbi”nde de Kafkas ahalisine silah ve mühimmat desteğinde bulunur, muhacirleri bağırlarına basarlar.




Efendimize Komşu Şehit Şamil


Şeyh Şamil tam on yıl 2. Aleksandr’ın esiri olarak yaşar, saçı sakalı ağarır, silah tutacak dermanı kalmaz. Şimdi tek arzusu vardır: “Haremeyn’le kucaklaşmak!”
Osmanlı elçisi aracı olunca Çar bu isteğe mani olmaz, ancak tedbir olarak oğulları Gazi Muhammed ve Muhammed Şafii’yi alıkoyar. Hacc’ı ifa ettikten sonra “derhal” Rusya’ya dönmesini “şart” koşar.
Büyük Mücahid 1870 yılında yola çıkar, haberi alanlar sahile iner Rus vapurunun yolunu gözlemeye başlarlar. Gemi Kabataş açıklarına demir atar, Abdülaziz Han, Şeyh Şamil’i saltanat kayığı ile aldırır, bizzat Dolmabahçe Sarayının kapısında karşılar. “Babam kabrinden kalksa ancak bu kadar sevinebilirdim” der, bağrına basar.
Bugüne kadar onlarca kral, binlerce emir ağırlayan İstanbul’da yer yerinden oynar, halk “Kafkas Kartalı”nı görebilmek için saraya koşar. Şeyh ve naipleri Dersaadette şanlarına lâyık ağırlanırlar. Ancak büyük mücahidin Haremeyn-i şerifeyn hasreti dayanılacak gibi değildir, Sultan’ın kendisine tahsis ettiği bir gemi ile Hicaz’a doğru yelken açarlar.

Lebbeyk!.. Allahümme Lebbeyk!..


Mısır Hıdivi İsmail Paşa onu İskenderiyye’den alır, birlikte Kahire’yi dolaşırlar. Amr İbn-i As, Seyyidet Nefise, İmam-ı Şarani ve İmam-ı Şafii hazretlerinin kabirlerini ziyarette bulunurlar. Burada Cezayir bağımsızlık hareketinin unutulmaz lideri Kadiri büyüğü Emir Abdülkadir ile tanışır, Müslümanların çilesinden, mücadelesinden konuşurlar.
Kızıldeniz üzerinden Cidde limanına ulaşan Şeyh Şamil’i, bizzat Mekke Emiri Şerif Abdullah karşılar. Eşraf pervane olur, kalabalığı meydanlar almaz. Kimseye yapmadıklarını yapar Şürefa (şerifler) dairesini emrine açarlar. O yıl haccı ekberdir, müminler Mükerrem Mekke’ye sığamazlar. Hepsi de Şamil’in elini öpmeyi, duasını almayı arzular. İzdiham önlenemeyecek kadar artınca hükümet makamları İmam Şamil’i Kâbe’nin üstüne çıkarırlar, oradan ümmet-i Muhammedi selamlar.

Arayı Arayı...


Şeyh Şâmil, haccını eda ettikten sonra, bir ömür uğrunda savaştığı Server-i âlemin huzûr-ı şerîflerine gitmek için, Münevver Beldenin yollarına düşer. Nurlu Medine görününce öyle heyecanlanır ki anlatılamaz. İki gözü iki çeşme ağlar, hocasının (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin) şiirini terennüme başlar
“Server-i âlem sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam o güzel cemâlin ararım...”
Şeyh Şâmil şehre girer girmez yıkanır, paklanır, güzel kokular sürünerek Resûlullah’ın huzûr-ı şerîflerine çıkar. Mübârek ayak uçlarında durur ve tarifsiz bir aşkla “Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah!.. Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!.. Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne vel-âhirîn” diye fısıldar, gözyaşlarıyla şefaatlerini arzular. Medineliler çok net bir şekilde Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) selâmına mukâbele ettiğini duyarlar.
Büyük mücahid daha Medine yolunda iken Nakibül eşraf (seyyidlerin şeriflerin reisi) rüyasında Peygamber Efendimizi görür, Fahr-i âlem ona İmam Şamil’den söz açar “hürmette ve hizmette kusur etmeyin” buyururlar.
Ehli beyt kutlu misafiri el üstünde tutar, Seyyid Ahmed er-Rufai’nin evlatlarına tahsis edilen bir dergahta ağırlarlar.

Darısı Başımıza


Abdülaziz Han, Şeyh Şamil’e bir güzellik daha yapar, ahir ömrünü Medine’de geçirebilmesi için Çar’dan izin koparır ve rehin tutulan oğullarından Gazi Muhammed’in kurtulmasını sağlar.
Ancak Gazi Muhammed babasına ulaşamaz. Şeyh Şamil’in son anlarında başında şeyh Ahmed er-Rufai ve henüz 7 yaşında bulunan Muhammed Kamil Efendi bulunurlar. Büyük mücahid okunan ayetlere iştirak eder ve huşu ile gözlerini yumar. Son sözü Kelime-i şehadet olur ve o an ortalığı tarifsiz bir gül kokusu sarar.
Şeyh Ahmed er-Rufai odayı kaplayan rayihayı tayyibeyi işaret edip, “şehitlik âlameti” buyururlar.
Sevenleri Şeyh Şamil’i Cennetu’l-baki kabristanına defneder, âlemlerin Efendisine komşu yaparlar.
Ne yazık ki bu destan gençlerimize lâyık-ı vechile anlatılamaz. Bu mücadeleyi masal gibi dinleyip kemiyet hesabına vuranlar “iyi de, şimdi Şeyh Şamil galip mi geldi, mağlup mu oldu” diye sorarlar.
Türkiye dimdik ayakta olduğuna ve birileri hâlâ sıcak denizlere inemediklerine göre, cevap gün gibi ortada...

Şamil der ki:

[size=12]* Ölüm, Müslümana vuslattır, kâfire azap!
* İnsanların en soylusu Allah’tan en çok sakınandır!
* Arkadaşını affet; affettiğini hatırlama ve hatırlatma!
* Vay gelmiş Allah’ın verdiği nimetleri günah yolunda harcayanın başına.
* Kılıç cennetin anahtarıdır. Sabret ve korkma. Ecel gelmedikçe ölüm olmaz.
* Allahü teâlâ hürriyeti makbul kullarına bahşeder, bu nimetin kıymetini bilmeyeni kölelik bekler.
* Çocuklarınıza tevhid için savaşmayı ve Allah yolunda ölmeyi öğretin. Cihad meydanında kuyruk değil, baş olsunlar.
* Allah vardır birdir, O (Celle Celalüh) güçlülerin beceremediklerini, zayıflara başartmaya kaadirdir.
* Hakk’a giden yollar yıldızlar kadar çoktur ve ben onlardan birine (kendisi Nakşibendidir) talibim.
* Hocanızdan keramet beklemeyin; şeriata bağlı olduğunu bilmeniz yetmez mi?[/size]



agla Müslümanlar büyük bir yiğidini kaybetti. agla


Bu mesaj 3 kez ve en son KaRaGuL tarafından 17.01.2006 - 10:42 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 10.01.2006 - 18:06
Bu mesajı bildir   metude üyenin diğer mesajları metude`in Profili metude Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
metude su an offline metude  
Themenicon   

19 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 10.11.2005
En Son On: 05.08.2006 - 12:27
Cinsiyeti: Erkek 
ŞEYH ŞÂMİL

Emrindeki az sayıda askerle Rus ordusuna karşı 35 sene vatanı savunan Kafkasya milli kahramanı Şeyh Şâmil, Dağıstanlıdır. 1797'de Dağıstan'da doğdu.

İmâm Şâmil, boyu iki metreden uzun, geniş omuzlu, pehlivan vücutlu, engin ve sağlam imanlı, dinî ilimlere ve her türlü muharebe sanatına fevkalâde vâkıf, son derece cesur ve çevik müstesna bir zattı. Bir avuç askeri ile 35 sene Rusların koca ordusuna karşı akıl almaz bir mücadele vermiş, Kafkasya'nın istiklâli için çarpışmıştır.

Bir savaşta, Kafkasya'daki Gimri Muharebesi'nde, bağrına bir Rus süngüsü saplanan Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil, büyük bir soğukkanlılıkla bir ucu sırtından görünen süngüyü çıkarıp attı. Bu durum, Şeyh Şâmil'i yaralı bir aslan hâline getirmişti. Sol elindeki kılıç her vuruşunda birkaç Rus kâfirini yere seriyordu. Ruslar, kaçacak delik arıyorlardı. Karanlık basınca onu bir mağaraya götürdüler. Birkaç gün mağarada şifalı otlardan hazırlanan ilâçlarla tedavi edildi. Sonra Unsokul Köyü'ne getirdiler. Tedaviler aralıksız sürdü. 25 gün sonra komadan çıktı. Gözlerini ilk açtığı an başucunda annesini görüp sordu: -Anacığım! Namazımın vakti geçti mi?

Ömrü, Ruslarla mücadele ile geçti. Sonunda, hile ile oyuna getirdiler. Ruslara esir düştü. 10 sene esir kaldı. Hacca gitmesi için izin verildi. İstanbul'a geldiğinde, halk, kahramanı görmek için yollara döküldü.

İstanbul'da bir müddet kaldıktan sonra, Hicaz'a gitti. Medine'yi uzaktan görünce yere kapanıp, gözyaşı dökerek, sürüne sürüne Resûlullahın huzuruna geldi. Herkes heyecanla kendisini takip ediyordu. Huzura gelince, "Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resûlallah! Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Habîballah! Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Seyyidel evveline vel âhirîn!" dedi. Peygamber efendimiz, selâmına mukabele etti. Orada olanlar da bu selâmı işittiler. Kabr-i şerîfin başında saatlerce gözyaşı dökerek, senelerdir duyduğu hasreti giderdi. Medine-i Münevvereéye yerleşip, 17 Şubat 1871 yılında orada vefât etti.


Bu mesaj 2 kez ve en son metude tarafından 10.01.2006 - 18:14 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 10.01.2006 - 18:10
Bu mesajı bildir   metude üyenin diğer mesajları metude`in Profili metude Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1289 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.32398 saniyede açıldı