0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » BİLGİSAYAR / İNTERNET » ARADIKLARINIZ & DİĞERLERİ » BİRİNCİ BÂB (HZ EBU BEKİR) PÜR DİKKAT

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
asanyakan su an offline asanyakan  
Konu icon    BİRİNCİ BÂB (HZ EBU BEKİR) PÜR DİKKAT
401 Mesaj -
BÝRÝNCÝ BÂB

Birinci halîfe emîr-ül mü'minîn hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîkýn 'radýyallahü teâlâ anh' menâkýbý hakkýndadýr.

Ýslâm dîninin birinci göz bebeðidir. Muhammed Mustafânýn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' refîkidir [arkadaþýdýr]. Bu ikisinden, ikincisidir. Hazret-i Ebû Bekrin 'radýyallahü teâlâ anh' ism-i þerîfleri Abdüllahdýr. Künyesi Ebû Bekrdir. Babasýnýn adý, Osmândýr. Babasýnýn künyesi, Ebû Kuhâfedir. Arablar arasýnda künye ma'rûf ve meþhûr olduðundan, künye ile meþhûr olup, nesebi, Ebû Bekr Abdüllah bin Ebî Kuhâfe ibni Âmir bin Amr ibni Ka'b bin Sa'd bin Temîm bin Mürredir. Mürre, Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem' hazretlerinin yedinci babasýdýr. Þübhesiz o temîz neseb, yedinci atada cem' olur (birleþir).
Ebû Bekrin 'radýyallahü anh' ism-i þerîfleri, önceden Abdülka'be idi. Fahr-i âlem efendimiz 'sallallahü aleyhi ve sellem' Abdüllah koydular. Peygamberimizin 'sallallahü aleyhi ve sellem' ilk deðiþdirdiði ism, Ebû Bekrin 'radýyallahü anh' ismidir.

Birinci Menâkýb:
Lakab-ý þerîflerinden biri, (Atîk)dir. Bunun sebebi þu idi. Hazret-i Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' mubârek yüzlerine nazar edip,
(Bu, Cehennem ateþinden atîkdir) buyurdular.
Ya'nî, Allahü teâlânýn nârýndan [ateþinden] azadlý kuludur, demek olur. Bundan sonra, bu lakab ile þöhret buldu. Bir lakab-ý þerîfleri de (Sýddîk)dýr. Ziyâde [çok fazla] inançlý demekdir. Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerini tasdîk etdiði için, bu ism verilmiþdir.

Ýkinci Menâkýb:
Sýddîk kelimesi, lügatda üç ma'nâya gelir.
Birinci ma'nâsý, gâyet doðru söyleyici demekdir. Bu ma'nâ, (Tâcül-islâm)da açýklanmýþdýr. Sûre-i Yûsüfde Sýddîk lafzý, bu ma'nâ ile tefsîr edilmiþdir.
Ýkinci ma'nâsý, kendi kavlini ameli ile [ya'nî yapdýðý iþi, sözü ile] doðrulamak demekdir.
Üçüncü ma'nâsý, dâimî tasdîk demekdir. Bu iki ma'nâ (Sahîh-i Cevherîye) kitâbýnda açýklanmýþdýr. Emîr-ül-mü'minîn Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh' hazretlerine Sýddîk söylenmesinde, birinci ma'nâ düþünülse, o cihetle adlandýrýlýr ki, gâyet doðru söyliyen idi. Demiþlerdir ki, hazret-i emîr-ül-mü'minîn Alî 'kerremallahü vecheh' hadîs rivâyetini kimseden yemîn etmeksizin kabûl etmezdi. Ancak hazret-i Ebû Bekrden 'radýyallahü teâlâ anh' kabûl ederdi. Eðer ikinci ma'nâ ile düþünülse, yine o cihetle adlandýrýlýr ki, açýkdýr. Eðer üçüncü ma'nâ düþünülse, o þeklde adlandýrýlýr ki, O sultâný tasdîki devâmlý olup, yok olmasý, þübheye düþme ihtimâli yok idi.
Nitekim, bildirilmiþdir ki,
Fahr-i âlem 'sallallahü aleyhi ve sellem' hazretlerine mi'râc müyesser oldu. O gecenin sabâhýnda, mi'râc kýssasýný anlatýp, buyurdu ki,
(Bu gece, Mekkeden Beyt-i Mukaddese gitdim. Orada, Enbiyânýn rûhlarýna imâm olup, iki rek'at nemâz kýldým. Oradan Arþýn üzerine yükseldim. Allahü teâlâ ile konuþdum. Allahü teâlâ, ümmetime, bir gün bir gecede elli vakt nemâz farz etdi. Geri döndüm. Âsûmânda, hazret-i Mûsâ 'aleyhisselâtü vesselâm' ile karþýlaþdým. Beni geri gönderdi ki, elli vakt nemâza ümmetin tâkat getiremez. Allahü teâlâya teveccüh etdim. On vakt nemâz baðýþladý. Geri Mûsâ aleyhisselâmýn yanýna geldim. Henüz çokdur, diye beni geri döndürdü. Tekrâr Allahü teâlâya teveccüh etdim. On vakt dahâ baðýþladý. Velhâsýl, beþ nöbetde, kýrkbeþ vakt nemâz baðýþladý. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm yine dön, dedikde, dedim ki, Rabbimden hayâ ederim. Ben bu beþ vaktden râzýyým, dedim. Allahü teâlâdan nidâ geldi ki, bu beþ vakt, elli vakte bedeldir. Sonra, Beyt-ül-mukaddese gelip, gece içinde, Mekkeye geri döndüm.) Hâl budur ki, bu gidip-gelmek, gâyet kýsa zemânda oldu.
Rivâyet edilir ki, geldikde, mubârek yataklarý henüz sýcak idi.
Kâfirler bu kýssayý iþitince, inkâr edip, akla uygun deðildir, dediler. Ýnkâr eden o gurub, þimdi bununla Ebû Bekri susdurmak iyi olur, diyerek, yanýna geldiler. Dediler;
- Yâ Ebâ Bekr! Efendinin, nasýl bir konuyu da'vâ edindiðini iþitdin mi? Efendin der ki, bu gece arþa gitdim, geldim.
Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' o durumda, duraklama ve tereddüd etmeksizin, tasdîk ve kabûl edip,
- Böyle söyledi ise, gerçek söyler. Ondan yalan sâdýr olmaz, buyurdular.

Ondan dolayý Ona, (Sýddîk) denildi. Hazret-i imâm-ý Alî 'kerremallahü vecheh', Ebû Bekr-i Sýddîk adý gökden inmiþdir, diye yemîn etmiþlerdir. Gâliba sebebi; meâl-i þerîfi (Doðru haberde gelen ve Onu tasdîk eden...) olan âyet-i kerîmede, tefsîr erbâbý, doðru haberde gelenin Resûlullah 'sallallahü aleyhi ve sellem', Onu tasdîk edenin de Ebû Bekr-i Sýddîk olduðunu söylemiþ olmalarýdýr. Ýbrâhîm bin Hasen el-cevherî el Hirevî rivâyet eder ki,
hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem' buyurdular ki;
(Ebû Bekr, anasýndan dünyâya geldi. Hak sübhânehü ve teâlâ, Cennete dedi ki, izzim celâlim hakký için, sana yalnýz Ebû Bekri sevenleri koyacaðým!)

Üçüncü Menâkýb:
Rivâyet edilir ki, hazret-i Ebû Bekrin 'radýyallahü teâlâ anh' annesi Ümmül hayr hâtunun doðan her oðlu, vefât ederdi. Ebû Bekr hazretlerini doðurdu. Kucaðýna alýp, Beyt-i þerîfe getirdi. Orada dedi ki, 'Ey, Beyt-i harâmýn Rabbi! Ey makâmý Mültezemin sâhibi. Senden ricâ ederim ki, yeni doðmuþ bu çocuðu bana baðýþlayasýn. Ma'mûr edesin. Birdenbire makâmdan [Beyt-i þerîfden] bir beyâz el çýkýp, Ebû Bekrin eline yapýþdý. Bir ses iþitildi ki, (Ey Allahýn kulu olan kadýn. Kucaðýndaki çocuk kurtulacak. Allahü teâlânýn Resûlünün dostu olacak. Resûlullahdan 'sallallahü aleyhi ve sellem' sonra halîfesi olacakdýr) diyordu. Ümmül hayr, bunu iþitip, þükr secdesi yapdý.

Dördüncü Menâkýb:
(Meâliyil ferþ-ilâ avâliyil arþgöz kırpma ismli kitâbda anlatýlýr. Kâdî Ebül Hasen, Ebû Hüreyreden 'radýyallahü teâlâ anh' rivâyet eder. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri bir gün Eshâb-ý güzîn 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' ile oturmuþlardý. Konuþma esnâsýnda, hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Senin hakkýn için ki, ömrümde hiç saneme [puta] secde etmiþ deðilim.
Hazret-i Ömer 'radýyallahü teâlâ anh',
- Niçin Resûlullah hakkýna yemîn edersin. Bu kadar câhiliyye zemânýmýz geçdi, dedi.
Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü anh' dedi ki,
- Babam Ebû Kuhâfe, bir gün beni alýp, puthâneye götürdü. Bunlar senin ilâhýndýr, bunlara secde eyle, dedi. Beni oraya koyup, gitdi. Ben ileri vardým. Saneme [puta], karným açdýr, bana yiyecek ver, dedim. Cevâb vermedi. Su istedim. Cevâb vermedi. Elbisem yok, bana elbise ver, dedim. Cevâb vermedi. Elime bir taþ alýp, bu taþý senin üzerine atarým, eðer ilâh isen mâni' ol, dedim. Cevâb vermedi. Taþý atýp, saneme [puta] vurdum. Yüzü üzeri düþdü. Babam gelip, gördü. Bana dedi:
- Ey oðul. Niçin böyle edersin. Elimden tutup, eve götürdü. Anneme durumu anlatdý. Annem dedi ki,
- Bunu kendi hâline koyalým. Bunun hakkýnda, Allahü teâlâ tarafýndan bana hitâb gelmiþdir. Eseri zuhûr edecekdir. Sonra ben anneme sordum.
- Benim için sana gelen hitâb ne idi. Annem dedi ki:
- Seni doðurmam yakýn olduðu gece, aðrý tutup, ýzdýrâba düþdüm. Hâtýfdan bir ses geldi ki, Ey hâtun! Müjdeler olsun sana ki, senden bir vücûd zuhûra gelecekdir. Yerde adý (Atîk) ve semâda (Sýddîk) ve hazret-i Muhammede 'sallallahü aleyhi ve sellem' yâr ve refîk olacakdýr, dedi.
Ebû Hüreyre 'radýyallahü teâlâ anh' der ki,
- Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' sözünü temâmladý. Cebrâîl aleyhisselâm nâzil olup, hazret-i Resûlullaha 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' sâdýk Ebû Bekr, dedi. Ya'nî Ebû Bekr gerçek söyler, diye üç kerre tekrâr etdi.

Beþinci Menâkýb:
Ehl-i sünnet vel-cemâ'at müttefiklerdir ki, Resûlullahýn 'sallallahü aleyhi ve sellem' eshâbýnýn en üstünü Ebû Bekr 'radýyallahü anh', ondan sonra hazret-i Ömerdir 'radýyallahü anh'. Ammâ, hazret-i Osmân ile hazret-i Alînin efdaliyyetlerinde ihtilâf etmiþlerdir. Ehl-i sünnet vel-cemâ'atden bir tâife, hazret-i Alînin üstün olduðunu söylediler. (Buhârîgöz kırpma 'rahmetullahi aleyh' nakl edip, Abdüllah bin Ömerden 'radýyallahü teâlâ anhümâ' rivâyet eder ki, hazret-i Resûlullahýn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' zemân-ý þerîflerinde eshâb birbirinden tercîh olunurlardý. Evvelâ Ebû Bekri, sonra Ömeri, ondan sonra Osmâný, sonra Alîyi üstün tutarlardý 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în'. Ýbni Münzir rivâyet eder ki, hazret-i Alî 'radýyallahü teâlâ anh' buyurdu ki, (Bu ümmetin Nebîsinden sonra hayrlýsý, Ebû Bekr, sonra Ömer, ondan sonra Osmândýr.)

Altýncý Menâkýb:
Hazret-i Alîden 'radýyallahü teâlâ anh' rivâyet edilir. Evvelâ islâma gelen, Ebû Bekrdir 'radýyallahü anh'. Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem' ile ilk önce kýbleye durup, nemâz kýlan Ebû Bekrdir. Ebû Bekrin 'radýyallahü teâlâ anh' islâma geliþ sebebi þöyle idi:
Hazret-i Ebû Bekr önceleri tüccâr idi. Sefer ve ticâret yapardý. Ekserî Þâma giderdi. Seferde iken, bir gece rü'yâ gördü ki, gökden ay inip, kucaðýna girdi. Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladý ve sînesine basdý. Uyandý. Yemlîhâ adýnda meþhûr bir râhib var idi. Ona varýp, rü'yâsýný ta'bîr etdirdi. Râhib dedi ki,
- Sen nerelisin?
Ebû Bekr dedi;
- Arz-ý Hicâzdaným.
Tekrâr sordu:
- Ne iþ yaparsýn.
Ebû Bekr,
- Tüccârým, dedi.
Râhib dedi ki,
- Yâ Arabistanlý kiþi. Bu rü'yâda, sana büyük müjdeler vardýr. Ta'bîrini ister isen, ücretini ver, dedi.
Ebû Bekr 'radýyallahü anh' oniki dînâr çýkarýp, verdi.
Râhib dedi ki:
- O ay ki, gökden sana indi. Âhýr zemân Peygamberidir. Yakýnlarda zuhûr edecekdir. Sen Onun hayâtýnda iken vezîri olursun. Sonra halîfesi olursun. Yâ Arabistanlý kiþi. Eðer ben sað iken, Ona yetiþir isen, bana haber ver. Ona varýp, buluþayým. Eðer ben dünyâdan gitmiþ isem, selâmýmý ona ulaþdýrýrsýn. Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum. Beni âhýretde þefâ'atinden unutmasýn.
Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh',
- Bana bir mektûb ver, dedi.
Râhib, oniki satýr bir mektûb yazýp, Ebû Bekre 'radýyallahü anh' verdi. O mektûbun mevzû'u þu idi.
(Esselâmü aleyke yâ Muhammed bin Abdüllah el Mekkî el Medenî el tehamî, salevâtullahi teâlâ aleyke ve selleme. Hakîkaten sen âhýr zemân Peygamberisin! Ve Rabbilâlemînin Resûlisin. Bu mektûbu Ebû Bekr bin Ebû Kuhâfe ile sana gönderdim. Ma'lûm ola ki, ben sana îmân getirdim ve sana ümmet oldum. Ebû Bekr bana gelip, rü'yâsýný ta'bîr etdirdi. O rü'yâ delâlet eder ki, Ebû Bekr senin vezîrin olur, sonra halîfen olur. Eðer ben sað olup, hazretine yetiþirsem, gelip önünde gâzâ ve cihâd ederim. Eðer yetiþmezsem, âhýretde beni þefâ'atinden unutmayasýn) diye mektûbu temâm etmiþdir.
Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü anh'; ey rü'yâyý ta'bîr eden kiþiye:
- Eðer ta'bîr etdiðin gibi olursa, yüz altýn dahi bende senin emânetin olsun, dedi.
Þâm seferini bitirip, Mekkeye geldi. Bu hâdiseden oniki sene geçdi. Hak sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Muhammede 'sallallahü aleyhi ve sellem' vahy eyledi. Bir gece o büyük Peygamber, Ebû Kubeys daðýna çýkýp, gece yarýsýnda dedi ki: Allahü teâlâya da'vet edenin da'vetini kabûl ediniz. Lâ ilâhe illallah, deyiniz. Ebû Bekr, serîr üstünde yatýyordu. Söylenilenleri iþitdi. Eþhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eþhedü enne Muhammeden Resûlullah. Birkaç gün sonra, Mekke sokaklarýnda, hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ile buluþdu.
Hazret-i Fahr-i âlem ona dedi ki:
- Ne olaydý, islâma geleydin.
Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' dedi ki:
- Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Peygamber isen mu'cize gösteresin.
Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem', Ebû Bekrin göðsüne mubârek ellerini dayayýp, þöyle dývâra yaslayýp, dedi ki,
- Sana o mu'cize yetmez mi ki, o rü'yâyý gördün. Yemlîhâ râhibe ta'bîr etdirdin. O zemândan on iki yýl geçdi. Ta'bîr edene on iki dînâr verdin ve yüz dînâr dahâ va'd etdin. Rü'yâyý ta'bîr eden, on iki satýr bir mektûb yazýp, sana emânet verdi. Bunlarý bir-bir görüp, muttalî olup, mektûbda yazýlan þudur, þudur deyip, takrîr buyurdular.
Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' iþitip, parmak kaldýrýp,
- (Eþhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eþhedü enne Muhammeden Resûlullah). Ya'nî sen, o Peygambersin ki, Yemlîhâ râhib senden haber verdi, dedi.

Yedinci Menâkýb:
Huzeyfe ibni Yemân 'radýyallahü anh' rivâyet eder.
Bir gün hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' sabâh nemâzýný kýlýp, dönüp, Ebû Bekr-i Sýddîký 'radýyallahü anh' süâl etdi. Kimse cevâb vermedi. Hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ayaða kalkýp,
- Ebû Bekr nerede, buyurdu.
Ebû Bekr arka safdan,
- Lebbeyk (buradayým) yâ Resûlallah, dedi.
Resûlullah emr buyurdu. Ebû Bekre yol açdýlar. Yanýna gelip, hazret-i Fahr-i kâinât buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr nerede idin. Birinci rek'atde bana yetiþdin mi.
Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Birinci safda sizinle tekbîr alýp, Fâtiha sûresini okumaða baþlamýþdým. Sonra, abdestimde vesvese oldu. Abdest için dönüp, mescid kapýsýna geldim. Birdenbire bir ses iþitdim. Ardýma bakdým, gördüm ki, altundan bir kab asýlmýþ ve içi dolu su idi. O su, kardan beyâz ve baldan tatlý idi. Üstünde bir mendil örtülmüþdü. Üzerinde, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah Ebû Bekr-i Sýddîk) diye yazýlmýþ idi. Mendili alýp, önüme koydum. Abdest alýp, mendili geri kabýn üzerine koydum. Sonra gördüm, kaybolmuþ. Sonra gelip, evvel rek'atde size yetiþdim, dedi.
Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdu ki:
- Müjdeler olsun sana yâ Ebâ Bekr 'radýyallahü anh'. Ben nemâzda kýrâ'eti temâmladým ki, rükû'a gideyim. Dizlerim tutuldu. Sen gelmeyince, rükû edemedim. Sana abdest suyu veren Cebrâîl idi. Mendili tutan Mikâîl idi. Benim dizlerimi tutan Ýsrâfîl idi 'aleyhissalâtü vesselâm'.

Sekizinci Menâkýb:
Hazret-i Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' Allahü teâlânýn emri ile Mekke-i mükerremeden hicret etmek dilediði zemân,
-Benim ile bu yolda kim hemrâh [yol arkadaþý] olur. Cânýna ve baþýna kim kýyar, dediði zemân, herkesden önce hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü anh' ileri atýlýp,
- Anam ve babam, mal ve câným, cümlesi yoluna fedâ olsun; yâ Resûlallah. Bu þerefli hizmete ben kulunu kabûl eyle diye ilticâ ve tazarru' edince, hazret-i Fahr-i Enbiyâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' kabûl buyurdu. Gece ile berâber, mah [ay] ve keyvan [zuhâl yýldýzý] gibi yola çýkdýlar. Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh' o Resûl-i Rabbil âlemîn hazretlerini sakýnýp, kâh ardýna, kâh önüne, kâh saðýna ve kâh soluna geçer ve kâh, mubârek ayaðý parmaklarý üzerine basardý. Düþmânlar izlemesin diye.
Bu esnâda Habîb-i Hudâ hazret-i Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr, ne ýzdýrâb çekersin. Kendi nefsin için mi korkarsýn.
Cevâb buyurdular ki,
- Hâþâ, sümme hâþâ ki, Ebû Bekr bu yolda kendi cânýný sakýnýp, kayýrsýn.Ve lâkin, yâ Resûlallah! Mubârek cesedinin bir kýlýna halel gelir diye, korkarým ki, benim gibi binlerce kimsenin baþý düþse yeridir. Sen din serâyýnýn mi'mârýsýn.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem',
- Üzülme, Allahü teâlâ bizimledir!' buyurdu.
Maðaraya geldiler. Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Bir mikdâr sabr edin. O maðaraya ben kulun gireyim. Yýlan, akreb cinsinden nesne var ise, zararý Ebû Bekre olsun!
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' izin verdi. Maðara içine girince, ne kadar mahlûkat var ise, târûmâr olup, herbiri deliðine girdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' sýrtýndan mübârek gömleðini çýkarýp, parça-parça edip, parçalar ile, o deliklerin temâmýný týkadý. O deliklerden biri açýk kaldý. Ona parça yetiþmedi. O deliðe de, ayaðýnýn tabanýný iyice týkadý. O büyük sultâna, þimdi se'âdet ile, içeri buyurun diye hitâb eyledi. Ýki cihân serveri de, Besmele söyliyerek, maðara içine girdi. Sabâha kadar orada kaldýlar. Sabâh oldu. Hazret-i Ebû Bekrin 'radýyallahü teâlâ anh' gömleðini arkasýnda göremeyince, sebebini sordular. Hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh',
- Yâ Resûlallah! Yolunda, gömleðimi yýrtýp, akrep ve yýlan deliklerini týkayýp, þerlerini def' eyledim; dedikde,
Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem',
- Allahým! Ebû Bekri, kýyâmet günü, benim derecemde, benimle berâber bulundur!, buyurdu.

Dokuzuncu Menâkýb:
Nakl edilmiþdir ki, bu esnâda Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîkýn 'radýyallahü anh' mubârek yüzlerinde deðiþiklik görüp, süâl etdikde, meydâna gelen hâdiseyi anlatdý.
- Maðarada olan delikleri birbir týkayýp, lâkin, cübbe parçasý bir deliðe yetmedi. O delik de açýk kalmasýn diye tabanýmý dayamýþdým. Bir yýlan, birkaç def'a tabanýmý sokdu. Ayaðýmý delikden çekmeðe korkdum ki, o yýlan delikden dýþarý çýkýp, zât-ý þerîfine bir elem verip, ýzdýrâb eder, diye cevâb verdi.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'
- Onunla benim aramý aç, býrak çýksýn buyurdu.
O an Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü anh' mubârek ayaðýný delikden çekdi. Ýçeriden görünüþü hüzn ve gam veren zehirli bir yýlan çýkdý. Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem':
- Ey utanmaz yýlan! Benim maðara arkadaþýmý ve esrârýma vâkýf olaný, Allahü teâlâdan korkup, benden hayâ etmedin mi, ayaðýný sokarak eziyyet etdin, diyerek hitâb edip, azarlayýnca,
Yýlan cevâba kâdir olup, dedi ki,
- Yâ Habîbi rahmân! Ey insanlarýn ve cinnin Peygamberi! Senin âþýkýn sâdece insanlar deðildir. Belki hayvân zümresinden kuþlar, yýlanlar, karýncalar, cemâline âþýkdýr. Hattâ ben kulun, birçok yaþlý, gözü nemli, kendi cinsimiz olan büyüklerimizden yüksek vasflarýnýzý dinleyip, ýþýk saçan yüzünüzü görmeðe müþtak ve hayrân ve kendinden geçmiþ, þaþkýn þeklde aðlýyarak, mâl ve mülkünü terk edip, âþýk divânen olmuþdum. Bu maðarayý þereflendireceðini öðrenmiþdim. Onun için nice zemândan berî, bu sýkýntýlý maðarada gece-gündüz demeyip, yolunuzu bekliyordum. Böylece, sizin buraya teþrîfiniz ile, ayrýlýk acýsýna ve içimdeki derde merhem edeyim. Çünki, en mes'ûd bir zemânda, bu karanlýk maðarada, arkadaþýn [maðaraya girince], sabâh güneþi gibi zâhir olup, devlet güneþim doðdu. Ammâ ne var ki, arkadaþýn yine perde oldu. Bu sebeble, korku ve hayâ ben kulundan kalkýp, zarûrî olarak, bu küstahlýk benden vâký' oldu; diye özr dileyince,
Seyyid-üs-sekaleyn, dünyâ ve âhýretde bulunanlarýn þefâ'atcisi, yýlanýn küstâhâne özrünü kabûl etdi. Hazret-i Ebû Bekrin yarasýna, mübârek aðýzlarýnýn suyundan sürdü. O ânda acýsý þifâ buldu.

Onuncu Menâkýb:
O maðarada bir müddet kaldýlar. Orada Ebû Bekr 'radýyallahü anh' hazretleri aþýrý derecede susadý. Harâreti had safhâya gelince, Sultân-ý Enbiyâya arz etdi. Buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr! Dýþarýya çýk. Maðaranýn önünden akan nehrden murâdýnca [doyasýya] iç.
Yüksek emrleri üzerine dýþarý çýkýp, gördü ki, bir ýrmak akar. Kardan soðuk ve hem beyâz. Baldan tatlý ve kokusu miskden güzel. Arzû etdiði kadar içip, geri geldikde, dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu ne hayât suyudur ki, bu daðýn baþýnda hâsýl olmuþ ve yaratýlanlardan bir fert görmüþ deðildir.
Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem' buyurdu:
- Allahü teâlâ hazretleri Cennet ýrmaðý ile vazîfeli olan meleðe, tâ Cennet-i firdevsden; akarsuyu getirip, bu maðara önünde akýtsýn ve Ebû Bekr-i Sýddîk kulu, ondan murâdýnca içsin diye emr etdi.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh' bu sözleri iþitdiði zemân çok neþelenip, dedi ki,
- Babam ve anam sana fedâ olsun. Ebû Bekrin Hak sübhânehü ve teâlâ katýnda bu kadar mertebesi var mýdýr ki, onun için, Mekke daðýnda, Cennetden ýrmak akýtýr.
Hazret-i þefî'ül müznibîn Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'
- Evet, yâ Ebâ Bekr, Allahü teâlâ hazretleri katýnda dahâ ziyâde kadrin vardýr. Beni hak Peygamber gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sana buðz eden kimseler Cennete giremezler. Onlarýn yetmiþ yýl kadar ameli olsa da! buyurdular.

Onbirinci Menâkýb:
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ile Ebû Bekr 'radýyallahü anh' o maðarada üç gün üç gece kaldýlar. Ebû Bekr 'radýyallahü anh' o maðaranýn tavanýnda bir kuþ gördü ki, yerinden hareket etmeyip, birþey yimez ve su içmez.
Ebû Bekr 'radýyallahü anh' dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Bu kuþa ben hayrâným. Zîrâ, biz bu maðaraya geleliden beri, bu kuþ yerinden hareket etmedi. Bir nesne yimedi. Allahü teâlâ, kelâm-ý kadîminde [Kur'ân-ý kerîminde], (Allahü teâlânýn rýzk vermediði, yeryüzünde bir mahlûk yokdur.) buyurmuþdur. Ebû Bekr-i Sýddîk, böyle düþünürken, o hâlde hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm nâzil olup, havâda muallak durup, dedi ki,
- Yâ Muhammed! Hak sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Ve buyurur ki, Ebû Bekrin hâtýrýna geleni bilirim. O kuþa emr eyledim ki, Ebû Bekr ile konuþsun. Ebû Bekre söyle ki, o kuþ ile söyleþsin; dedi.
Resûl-i ekrem hazretleri, Ebû Bekre, hazret-i Cebrâîlin sözünü açýkladýkda, Ebû Bekr 'radýyallahü anh' sevinip, ileri vardý. Dedi ki,
- Ey mubârek kuþ! Allahü teâlâ hazretlerinin izni þerîfiyle, bana söyle ki, yiyeceðin ve içeceðin nedir.
O kuþ aðlayýp, bir zemân kendinden geçip, yere düþdü. Sonra ayýlýp, kalkdý. Tebessüm ederek dedi ki,
- Yâ Ebâ Bekr! Bana bundan süâl etme! Bu bir sýrdýr. Hak sübhânehü ve teâlâ ile benim aramda olan sýrrýmý kimsenin bilmesini istemem.
Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' dedi:
- Ey mubârek kuþ! Eðer bana söylemeðe me'mûr oldun ise, söyle.
Kuþ dedi.
- Ma'lûmun olsun ki, hazret-i Âdem aleyhisselâm yaratýlmazdan iki bin yýl evvel, Hak sübhânehü ve teâlâ beni halk etdi [yaratdý]. Yiyeceðimi ve içeceðimi iki kelime eyledi. Aç olduðum zemân birisini söylerim; tok olurum. Susuz olduðum zemân birini söylerim; kanarým.
Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' dedi ki:
- O kelime nedir. Kuþ dedi, o kelimenin biri budur ki, aç olduðum zemân sana buðz edene la'net ederim; tok olurum. Susuz olduðum zemân, sana muhabbet edene, istigfâr ederim, kanarým.
Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', bunu iþitip, aðladý. Ümmetinden ba'zýlarý þakâvet edip, hazret-i Ebû Bekre buðz edeceklerine mahzûn oldu.

Onikinci Menâkýb:
Rivâyet olunur ki, hazret-i Resûl-i ekremin amcasý Ebû Tâlib hakkýnda bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
(Þübhesiz ki sen istediðin kimseyi hidâyete kavuþduramazsýn. Ve lâkin, Allahü teâlâ dilediðini hidâyete kavuþdurur.)
Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü anh' o mahalde hâzýr idi. Cebrâîlden o da iþitip, o bir zemân, kendinden geçdi. Sâlibî þöyle demiþdir: Hazret-i Cebrâîlden vahyi, Ebû Bekr-i Sýddîkdan 'radýyallahü anh' gayri kimse iþitmemiþdir.

Onüçüncü Menâkýb:
Fahr-i âlem 'sallallahü aleyhi ve sellem' buyurmuþlardýr ki,
- Mi'râc gecesi, kardeþim Cebrâîle süâl etdim ki, kýyâmet gününde, ümmetimin cümlesine süâl olunur mu.
Cevâb verdi ki,
Yâ Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Ümmetinin cümlesine hesâb vardýr. Lâkin, Ebû Bekre yokdur. Ona kýyâmet gününde yürü sen hesâbsýz Cennete var; denilir. O ise, dünyâda beni sevenler, benimle berâber Cennete girmeyince, ben Cennete girmem, der.

Ondördüncü Menâkýb:
Ýmâm-ý Fahreddîn-i Râzî 'rahmetullahi aleyh' yazmýþdýr.
Birgün sultân-ý kevneyn ve Resûl-i sekaleyn ve habîb-i Rabbilâlemîn Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine bir gümüþ yüzük hediyye getirdiler. Hazret-i Ebû Bekre verdi.
- Yâ Atîk. Var, bunu bir kuyumcuya götür. Üzerine (Lâ ilâhe illallah), kazýsýn [ya'nî yazsýn], buyurdu.
Hazret-i Ebû Bekr yüzüðü alýp, kuyumcuya götürdü. Dedi ki,
- Bu yüzüðün üzerine (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah) nakþ eyle. Bunu Sultân-ý Enbiyâ emr etmemiþdi. Lâkin, hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh', Allahü teâlânýn ism-i þerîfinden, hazret-i Habîbi ekremin ism-i þerîfi ayrý olmasýný lâyýk görmedi. Onun için, kuyumcuya böyle ýsmarladý. Kuyumcu da, emr-i þerîfleri mûcibince yüzüðün kaþý üzerine kazýyýp, tekrâr, Ebû Bekre teslîm eyledi. Onlar da mubârek yüzüðü eline alýp, Fahr-i kâinâta getirirken, Allahü teâlâ hazretleri, azamet ve kibriyâsý ile, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâma emr eyledi ki,
- Yâ Cebrâîl! Acele yetiþ. Habîbimin yüzüðüne Ebû Bekrin adýný yaz. Çünki, Ebû Bekr, benim ism-i þerîfimden Habîbimin isminin ayrý olmasýný lâyýk görmedi. Ben de lâyýk görmedim ki, Habîbimin isminden, Ebû Bekrin ismi ayrý olsun.
Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm derhâl yetiþip, mubârek yüzük Ebû Bekrin elinde iken ve haberi yok iken, yüzüðün üzerine, hazret-i Ebû Bekrin ism-i þerîfini kazýdý. Sonra Ebû Bekr hazretleri o mubârek yüzüðü, sultân-ý Enbiyâya teslîm eyledi. Fahr-i kâinât hazretleri, yüzüðün kaþýna nazar edip [bakýp], gördü ki, (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah, Ebû Bekr-i Sýddîk) kazýlmýþ. Fahr-i kâinât, bunun hikmeti nedir, diye tefekküre vardý. Ondan sonra Ebû Bekre süâl etdi ki, yâ Sýddîk.
- Bu yüzüðün kaþýna yalnýz Lâ ilâhe illallah kazdýr, diye sipâriþ olunmuþ idi. Sen ziyâde kazdýrmýþsýn. Sebebi nedir.
Hazret-i Sýddîk hicâbýndan [utancýndan] mubârek baþýndan ayaðýna varýncaya kadar terledi. Dahâ cevâb vermeden hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm gelip, dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri sana selâm eder. Ve buyurur ki, Ebû Bekrin kendi adýnýn yüzüðün kaþýnda yazýldýðýndan haberi yokdur. Ben kazdýrdým. Habîbim bundan dolayý huzûrsuz olmasýn. Zîrâ Ebû Bekrin eline yüzüðü verdiðin vakt, yalnýz Lâ ilâhe illallah kazdýr, demiþdin. Ebû Bekr benim ism-i þerîfimden, Habîbimin ismi ayrý olmaðý lâyýk görmeyip, kendisi kuyumcuya kazdýrdý. Ya'nî, Ebû Bekr senin adýný, benim adýmdan ayýrmadý. Ben de senin adýndan Ebû Bekrin adýnýn ayrý olmasýný revâ görmedim. Onun için, Cebrâîle emr edip, gönderdim. Senin adýnýn yanýna Ebû Bekrin adýný yazdý. Þimdi, eðer âkýl-u dânâ (akllý ve ilm sâhibi) isen, hazret-i Ebû Bekrin, dergâh-ý izzetde ne denli mertebesi olduðunu bundan fehm eyle. Ayrýca, hakkýnda bu kadar âyet-i kerîme nâzil olmuþ ve hadîs-i þerîfler rivâyet olunmuþdur.

Onbeþinci Menâkýb:
Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurur ki, arasat meydânýnda, Hak sübhânehü ve teâlâ emr eyler ki, Cennetden mahþer yerine sarý yâkutdan bir taht getirirler. Eni ve uzunluðu yirmi mil mikdârý olur. Ondan sonra, o tahtýn sað tarafýna bir taht dahâ koyarlar. Eni ve uzunluðu bunun misâli olur. Ondan sonra sol tarafýna ak gümüþden bir taht dahâ koyarlar. Eni ve uzunluðu bunlar gibidir. Ondan sonra, sarý yâkutdan taht üzerine Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh' oturur. Sað tarafýnda olan altýndan taht üzerine bir güzel melek oturur. Sol tarafýnda olan gümüþ taht üzerine de bir melek oturur.

Sonra, sað tarafýnda oturan melek, ayak üzere durup, yüksek ses ile seslenir ki, yâ mahþer meydânýndaki müslimânlar. Agâh olun ki, Cennet hazînedârý Rýdvân benim. Allahü teâlâ bana emr eyler ki,
- Yâ Rýdvân! Cennet kapýlarýnýn anahtârlarýný al. Habîbim Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine götür ve benim selâmýmý söyle. Habîbim kimden râzý ise, hesâbsýz ve azâbsýz Cennete alýp git.
Ben de Cennetin anahtârlarýný alýp, Habîbi Ekreme 'sallallahü aleyhi ve sellem' götürürüm. Allahü teâlânýn emr-i þerîfi mûcibince ahvâli arz ederim. Server-i Enbiyâ buyurdu ki;
- Yâ Rýdvân! Anahtârlarý Ebû Bekre götür. Zîrâ, ben ümmetimin günâhkârlarýnýn þefâ'atiyle vazîfeliyim. Bu hizmeti Ebû Bekr görsün.
- Bilmiþ olunuz ki, hazret-i Ebû Bekre Cennetin anahtârlarýný teslîm ederim ve de emrine mutî' olurum. Her kimden ki, Ebû Bekr râzýdýr, Cennete alýp, giderim. Kimden hoþnûd deðildir, Cennete koymam; der.

Ondan sonra sol tarafda gümüþ taht üzerine oturan Melek ayak üzerine durup, seslenir ki,
- Cehennem hazînedârý Mâlik benim. Allahü teâlâ hazretleri bana hitâb eyler ki, yâ Mâlik! Cehennem kapýlarýnýn anahtârlarýný habîbim Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine götür ve benden selâm söyle. Her kimden ki, Habîbim hoþnûd deðildir; Cehenneme alýp, götüresin.
Ben de Cehennem kapýlarýnýn anahtârlarýný alýp, Sultân-ý Enbiyâya götürürüm. Allahü teâlâ hazretlerinin emr-i þerîfi üzere ahvâli açýklarým.
Hazret-i Fahr-i kevneyn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurur ki,
-Yâ Mâlik! Âsî ümmetin ahvâli ile meþgûlüm. Hemen anahtârlarý Ebû Bekre teslîm eyle. Bu hizmeti onlar görsünler.
Þimdi uyanýk olun ki, Cehennemin anahtârlarýný hazret-i Ebû Bekre teslîm ederim. Ben de emr-i þerîflerine mutî' olurum. Her kimden ki Ebû Bekr-i Sýddîk memnûn ve râzý deðildir. Süâlsiz ve hesâbsýz, Allahü teâlânýn emri ile Cehenneme alýp-götürürüm.

Onaltýncý Menâkýb:
Birgün hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü anh', hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' huzûr-ý þerîflerinde, se'âdetle otururlarken; bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatýp, yakýþýksýz sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birþey söylemez, ba'zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliði haddi aþýnca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se'âdetle ve devletle yerinden kalkýp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' Sultân-ý Enbiyânýn ardýna düþüp, yetiþdi ve dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsýz, edebsizlik edip, gönül incitirken, sükût buyurup [susup], birþey söylemediniz. Þimdi, ben ona söyleyince, kalkýp, gitdiniz; sebebi nedir.
Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdu ki:
- Yâ Sýddîk! O hayâsýz ve bedbaht sana dil uzatmaða baþladýðý zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karþýlayýp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeðe baþladýn. O melek gidip, yerine iblîs geldi. Ýblîs-i la'înin olduðu yerde, ben durmam.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü anh' ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek aðzýna bir taþ koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzým gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceði zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düþünür, tefekkürden sonra, mubârek aðzýndan o taþ parçasýný çýkarýp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taþ parçasýný mubârek aðzýna alýp, tesbîh ve tehlîl ile meþgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve þerden dünyâ kelâmý söylemez, eðer kat'î lâzým ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meþgûl idi.

Onyedinci Menâkýb:
Birgün Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn, habîb-i Rabbilâlemîn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', hazret-i Âiþe-i Sýddîkanýn 'radýyallahü teâlâ anhâ' evlerine teþrîf buyurdu. Buyurdu ki,
- Yâ Âiþe-i Sýddîka. Hiç yiyecekden bir nesnen var mýdýr.
Hazret-i Âiþe latîfe ile dedi ki,
- Sultâným, bu gece yatdýðýnýz yerde, niçin tedârik etmediniz. [Oradan almadýnýz.]
Fahr-i kâinâtýn mubârek gönüllerine bu hoþ gelmedi. Huzûrsuz olup, odadan çýkdýlar. Hazret-i Âiþe, koþdu. Mubârek eteðine yapýþdý; alakoyup, yapdýðý latîfeden afv dilemek istedi. Sultân-ý Enbiyâ mubârek eteðini çekip, dýþarý çýkdý. Hazret-i Âiþe anladý ki, Fahr-i âlem hazretleri incindi. Hemen baþýný secdeye koyup, Allahü teâlâ hazretlerine yalvarmaða baþladý. Dedi ki:
- Yâ Rabbî! Benim þefî'im [hâlime acýyýp afv edecek] sensin. Senden baþka benim hâlime acýyýp, yardým edecek yokdur. Allahü teâlâ hazretlerine hem yalvarýr ve hem mubârek gözlerinin yaþý ýrmak gibi akar idi.
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri kemâl-i lütfundan, nihâyetsiz ihsânýndan, hazret-i Âiþenin düâsýný kabûl edip, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmý, Habîb-i Mükerrem hazretlerine gönderdi. Sultân-ý Enbiyâ bir ayaðýný mescidin içine koyup ve diðer ayaðýný da koymadan, hazret-i Cebrâîl yetiþip, dedi ki,
- Yâ Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'! Mescide girme ki, izn yokdur.
Fahr-i kâinât hazretleri dedi ki,
- Yâ kardeþim Cebrâîl! Sebebi nedir.
Hazret-i Cebrâîl dedi:
- Hazret-i Âiþenin gözü ýrmak gibi akar. Hak Sübhânehü ve teâlâ der ki, varýp, Âiþenin hâtýrýný tesellî edesin.
Sultân-ý kevneyn, se'âdetle, hazret-i Âiþenin evine geldi. Hazret-i Âiþe karþýlayýp, Sultân-ý kâinâtýn mubârek ayaðýnýn tozuna yüzünü sürüp, afv diledi. Resûlullah 'sallallahü aleyhi ve sellem' afv buyurdu.
Allahü tebâreke ve teâlâ, hazret-i Cebrâîle emr etdi ki,
"Habîbim ile Âiþeyi ben araya girip, barýþdýrdým. Ýkrâm da bizden olsun. Var Cennet ni'metlerinin çeþidlerinden getirip, hazret-i Fahr-i âlem ile, hazret-i Âiþenin önlerine koy."
Sonra, Cebrâîl aleyhisselâm Cennetden ni'met getirip, önlerine koydu. Hazret-i Âiþe, bir lokma hazret-i Sultân-ý Enbiyânýn mubârek aðzýna koyardý ve bir lokma kendi yir idi. Ýki lokma kalýnca, Fahr-i âlem buyurdu ki,
- Yâ Âiþe! Bu iki lokmayý baban Ebû Bekr için alýkoy.
Zîrâ Sultân-ý kâinâtýn Ebû Bekre o mertebe muhabbeti vardý ki, bir lokmayý onsuz yimezdi. Bir an dahî onsuz olmazdý. Ebû Bekr-i Sýddîkýn bu ni'metlerden hisse almamýþ olmasýný revâ görmedi. Onun için hazret-i Âiþeye buyurdu ki, iki lokmayý alakoysun. Bu esnâda kapý çalýndý.
Server-i Enbiyâ dedi ki,
- Yâ Âiþe! kapýya gelen Ebû Bekrdir. Ýçeri gelsin.
Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' Habîb-i mükerrem hazretlerinin, huzûr-ý âlîlerine yüz sürdükde, buyurdular ki,
- Yâ Sýddîk! Bu iki lokma Cennet ta'âmlarýndandýr. Size hisse ayýrdýk.
Hazret-i Ebû Bekr bu iki lokmayý eline alýp, birini Fahr-i kâinâta ve birini hazret-i Âiþeye verdi. Sultân-ý kevnevn buyurdular ki,
- Yâ Ebâ Bekr! Niçin bu iki lokmayý kendin yimedin, bize verdin.
Cevâb buyurdular ki,
- Yâ Habîballah! O Allahü teâlâ hakký için ki, ondan gayri Allah yokdur. Sizin yidiðiniz bana kendim yimemden bin kat dahâ hayrlý gelir.
Hazret-i Ebû Bekrin Fahr-i âlem hazretlerine bu kadar kuvvetli muhabbeti vardý. Fahr-i âlem hazretleri de ne mertebe riâyet edip, severlerdi ki, Cennet ni'metini Ebû Bekr-i Sýddîka hisse alýkoymayýnca yalnýz yimedi. Fahr-i âlem hazretleri bir ân Ebû Bekrsiz olmazdý ve her ne vakt Sultân-ý kâinât hazretlerine buluþmak murâd-ý þerîfleri olsa, mülâkat ederler idi [görüþürlerdi]. Server-i Enbiyâ, her ne müþâvere etmek isteseler, hazret-i Ebû Bekr ile ederdi. Hiçbir zemân Ebû Bekrden huzûrsuz olup, incinmedi. O dâimâ Sultân-ý kâinâtýn emrine mutî' ve itâ'at ederdi. Aksine bir þey olmamýþdýr. Belki, mubârek hâtýrlarýna bile gelmemiþdir.

Onsekizinci Menâkýb:
Hazret-i Fahr-i Enbiyâ Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurur ki,
- Allahü teâlâ, yerleri ve gökleri, ve arþ-ý azîm ile kürsîyi ve levh ve kalemi ve Cennet ve Cehennemi ve insanlarý ve cinleri halk etmezden evvel, benim rûhum ile Ebû Bekrin rûhunu güvercin sûretinde halk edip, aþk meydânýnda uçun diye emr eyledi. Ýleri uçup gideniniz Muhammed olsun, geride kalanýnýz Ebû Bekr olsun, buyurdu. Böylece ikimiz uçduk. Ben Ebû Bekrden, þehâdet parmak ile yanýnda olan orta parmak arasýndaki fark kadar ileri geçdim. Hazret-i Ebû Bekr, bu izzet ve bu þerefi, hep Habîbullah hurmetine bulmuþdur. Zîrâ hâlis ve muhlis dostu ve yâr-i gârý idi. [Maðara arkadaþý idi.]

Ondokuzuncu Menâkýb:
(Ýrþâd-üs-sýddîk) kitâbýnýn sâhibi zikr etmiþdir. Bir gün Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdu ki,
(Ebû Bekrin îmâný diðer mü'minlerin îmâný ile ölçülse, Ebû Bekrin îmâný aðýr gelir.) Bir rivâyetde buyurmuþdur ki, (Rü'yâmda gördüm ki, kýyâmet kopmuþ. Mahþerde terâzî kurulmuþ. Bütün mü'minlerin îmâný tartýldý. Ebû Bekrin îmâný cümle ümmetin îmânýndan aðýr geldi.)

Yirminci Menâkýb:
Yine ayný kitâbda, ya'nî (Ýrþâd-üs-sýddîk) kitâbýnda bildirilmiþdir.
Enes bin Mâlik 'radýyallahü teâlâ anh' rivâyet eder:
Birgün gördüm ki Server-i Enbiyâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü anh' ile müsâfehâ edip, buyurdu ki,
- Müjdeler olsun sana yâ Ebâ Bekr. Hak Sübhânehü ve teâlâ, bütün mahlûklara, umûmî olarak, tecellî eder. Ammâ, sana husûsî olarak tecellî eder.

Nakl edilmiþdir ki, hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' rivâyet etmiþdir:
Câhiliyye zemânýnda bir gün, bir büyük aðacýn altýnda otururken, bir dal baþýma eðildi. Bir ses geldi ki,
- Yakýn zemânda, Kâ'be-i þerîfede, Benî Hâþîmden, Abdülmuttalib oðullarýndan Muhammed adlý bir Peygamber zuhûr etse gerek. Böyle büyük ve þanlý Peygamber dahâ gelmemiþdir ve de gelmiyecekdir. Hâtem-ül-enbiyâdýr. Sen herkesden evvel Onun dînine gireceksin. Ona senden yakýn kimse olmýyacakdýr.
Ben de aðaca dedim ki,
- O Peygamber meydâna çýkdýðý vakt bana haber ver.
O aðaç ile anlaþdýk. Ne zemân ki Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine Peygamber olduðu bildirildi, o aðaçdan ses geldi ki,
- Ey Ebû Kuhâfe oðlu. Müjdeler olsun sana, o Peygamber zuhûr etdi. O vakt, hâzýr ol, gayret eyle ki, onunla karþýlaþýp dînine giresin ki, senden evvel onun dînine kimse girmez. Sabâhleyin sevinç ile kalkýp, Fahr-i âlem hazretlerinin basdýðý topraða yüz sürmek niyyeti ile giderken, Sultân-ý Enbiyâya rastgeldim.
Bundan sonrasý anlatýlmýþ idi.

Yirmibirinci Menâkýb:
Birgün Server-i Enbiyâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' mescidde oturmuþ idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ý Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleþirdi. Eshâb-ý kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtý meþgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleþir. Sükût edip, oturdular. O sýrada hazret-i Alî 'radýyallahü teâlâ anh' içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân 'radýyallahü teâlâ anh' gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdý. Sultân-ý Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdý. Eshâb-ý kirâm, Server-i kâinâtý ayak üzere kalkdýðýný görüp, hepsi ayaða kalkýp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ý güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamýþdýr. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular. Buyurdular ki:
- Ebû Bekr-i Sýddîk mescide girip, selâm verdiði zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sýddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdý. Ben de ayak üzerine kalkdým. Sonra, yâ kardeþim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum.
Dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdýr. Ben sordum,
- Neden dolayý hocandýr.
Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
- Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmý yaratdýðý zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtýrýma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçýkdan yaratýlmýþdýr, dedim. Bunun üzerine olmaða niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arþ altýnda nûrdan bir kubbe [köþk] içinde idi. Köþkün kapýsý açýldý, Ebû Bekrin rûhu çýkdý.
Bana dedi ki,
- Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakýn muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladý. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sýrada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuþdum. Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ebû Bekr bu þeklde bana hoca olmuþdur, dedi.

Yirmiikinci Menâkýb:
Birgün, hazret-i Fahr-i kâinâtýn huzûr-u þerîflerinde, Cebrâîl aleyhisselâm bir tarafda oturur idi. Hazret-i Sultân-ý Enbiyâya, Cebrâîl aleyhisselâm geldiði zemân eshâb-ý güzînin hepsi 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' ayak üzere dururlar idi. Fekat, hazret-i Ebû Bekr oturur idi. Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' istigrakda iken [ma'nevî dalmýþ hâlde iken] hazret-i Cebrâîl ile, hazret-i Ebû Bekr iþâretleþip, birbirlerine bakýþýp, tebessüm etdiler. Fahr-i âlem hazretleri, hazret-i Cebrâîlin hazret-i Ebû Bekr ile iþâretleþdiðini görüp, hazret-i Cebrâîle dedi ki:
- Yâ kardeþim Cebrâîl. Ebû Bekr ile olan mu'âmelenize sebeb nedir. Hazret-i Cebrâîl dedi ki: yâ Resûlallah! Birþey yokdur. Fahr-i âlem hazretleri tekrâr sordular. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, Hak Sübhânehü ve teâlâ, yeri ve göðü, arþý, kürsî, Cennet ve Cehennemi yaratmazdan evvel, Cebrâîl nâmýnda yetmiþbin melek yaratmýþ idi. Allahü teâlâ bunlara süâl ederdi ki, siz kimsiniz? Ben kimim? Bunlar cevâb vermemekle cümlesini helâk etdi. Sonra beni yaratýp, bana da süâl edince, ben de cevâb vermeyip, ben kulunu helâk etmek üzere iken, hazret-i Ebû Bekrin rûhu yanýma gelip, sen Hâlýksýn, ben senin bir za'îf mahlûkunum, diye cevâb vermem için bana ta'lîm eyledi. Yâ Resûlallah! O Allah hakký için ki, Ondan gayri Allah yokdur. Ben hazret-i Ebû Bekrin azâdlýsýyým, dedi.

Yirmiüçüncü Menâkýb:
Hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' islâma geldiði vaktde, Hak Sübhânehü ve teâlâ aþkýna ve Habîbullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' aþkýna, seksenbin altýn fakîrlere sadaka eyledi. Kýrkbin altýn gizli, kýrkbin altýn açýkdan vermiþdi. O hâle geldi ki, giyecek elbisesi kalmamýþ idi. Sonra eski bir mutâf [keçi kýlýndan dokunmuþ elbise] eline geçdi. Mubârek arkasýna aldý. Sonra nemâz vakti gelince, o mutâfý arkasýna alýp, nemâz kýlardý. Nemâz vakti hâricinde mubârek göðsüne kadar tennûr [tandýr] içine girer. Arkasýna mutâfý alýrdý. Bu hâl üzere üçgün se'âdethânesinde [evinde] oturup, Habîbullah hazretlerinin huzûr-u se'âdetlerine gidemedi. Dördüncü gün oldukda, hazret-i Fahr-i Enbiyâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', sabâh nemâzýný kýldýkdan sonra, mubârek arkasýný mihrâba verip, sahâbe-i kirâm hazretlerine teveccüh edip, buyurdular ki:
- Üç gündür, Ebû Bekr-i Sýddîk mescide gelmedi. Acabâ mubârek hâtýr-ý þerîfi nasýldýr. Varalým, mubârek hâtýrýný soralým; diye söylerken, mubârek arkasýna bir siyâh mutâf giymiþ olarak Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Hazret-i Resûlullah, Cebrâîl aleyhisselâmý bu hâlde görünce, mubârek þekli deðiþdi.
- Yâ kardeþim Cebrâîl; bu ne hâldir, diye sordu. Hazret-i Cebrâîl, dedi ki, yâ Resûlallah! Ma'lûmunuz olsun ki, yedi kat gökde, arþ ve kürsîde olan bütün melekler, bütün Kerûbîyûn böyle mutâf giydiler. Hazret-i Resûl-i ekrem, bu iþin aslý nedir, yâ kardeþim, bana açýkla, dedi.
Hazret-i Cebrâîl dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Hazret-i Ebû Bekr, Allahü teâlânýn aþkýna ve senin dînin uðruna seksenbin altýn sadaka verdi. Kýrk bini gizli ve kýrkbini açýkdan. Þimdi giyecek elbisesi kalmadýðý için, üç günden beri mescide onun için gelemedi. Nemâzý evinde kýldý. Yâ Resûlallah! Hak Sübhânehü ve teâlâ sana selâm edip ve buyurdu ki, hazret-i Ebû Bekre esvâb [elbise] göndersin.
Hazret-i Fahr-i Enbiyâ, Eshâb-ý güzîne bakýp, dedi ki,
- Her kimin, bir fazla kaftaný varsa, Ebû Bekre versin ki, ben sevineyim. Hak Sübhânehü ve teâlâ karþýlýðýnda nice nice sevâblar ve dereceler versin. Benimle firdevs-i a'lâda komþu olsun.
Eshâb-ý kirâmýn hepsi, aradýlar. Hiçbirisinde bulunmadý. Bulunamayýnca; bir sahâbî varýp, bir baþka kimsede bir hýrka buldu. Hazret-i Ebû Bekre gönderdi. Hazret-i Ebû Bekr o sahâbîye düâlar edip, o kaftaný giydi. Hazret-i Resûlullahýn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' mubârek ayaklarýnýn tozuna yüz sürmeden, ya'nî yanýna gelmeden hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm yetiþdi.
Dedi ki:
- Yâ Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'! Allahü teâlâ sana selâm eder. Buyurdu ki, "bütün sahâbîler ile Ebû Bekri ta'zîm ve tekrîm ile karþýlayasýn."
Ondan sonra, server-i Enbiyâ, hazret-i Ebû Bekre karþý çýkýp, müsâfehâ etdi. Cenâb-ý Hakka müteveccih olup, düâlar etdi. Sonra bütün sahâbîler Ebû Bekr ile müsâfehâ etdiler. Gönülden Ebû Bekre düâlar eylediler 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în'.

Yirmidördüncü Menâkýb:
Bundan sonra, yukarýdakilere ilâve olarak, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki,
- Yâ Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Buyurur ki, "Ebû Bekr kuluma benden selâm söyle! Bu fakîr hâliyle benden râzýmýdýr; sor? "
Hazret-i Enbiyâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', Ebû Bekr hazretlerine haber gönderip, beyân buyurduklarýnda; hazret-i Ebû Bekr, inleyip, baðýrarak, feryâd ederek, dedi ki:
-Ebû Bekr kimdir ki, kim oluyor ki, Rabbimden râzý olmýyayým. Ben herþeyi yaratan Rabbimden râzýyým, râzýyým.

Yirmibeþinci Menâkýb:
(Misbâh) kitâbýnda anlatýlmakdadýr.
Hazret-i Ömer 'radýyallahü teâlâ anh' der ki;
- Bir gün Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' bize, askeri donatmak için, sadaka getirin diye, emr etdiler. Benim malýmýn çok olduðu bir zemân idi. Gönlümden geçdi ki, her zemânda, kardeþim Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' sadaka husûsunda hepimizden fazla sadaka verirdi. Ammâ bu def'a ben ondan fazla vereyim diye, malýmýn yarýsýný götürdüm.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki,
- Yâ Ömer! Ehl-i beytine [ev halkýna] ne alýkoydun.
Dedim ki,
- Yâ Resûlallah! Bu kadarýný [ya'nî yarýsýný] alýkoydum. Bu sýrada Ebû Bekr 'radýyallahü anh' cümle malýný getirip, koydu. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ buyurdu ki,
- Yâ Ebâ Bekr! Ehl-i beytine [ev halkýna] ne alýkoydun?
Ebû Bekr,
- Yâ Resûlallah! Ehlime Allahü teâlâyý ve Resûlünü alýkoydum, deyince,
- Ýkinizin arasýndaki fark, cevâbýnýz arasýnda olan fark gibidir, buyurdular.
Ondan sonra, Ebû Bekr-i Sýddîkýn her bir iþde, önüne geçme ümmidimi kesdim.

Rivâyet edilir ki, o zemân, hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' sadaka getirin diye emr edince, hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü teâlâ anh' cümle malýný ve giyeceklerini, sadaka verip, bir hýrka giydi. O zemân Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Server-i Enbiyâ 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' gördü ki, Cebrâîl aleyhisselâm hýrka giymiþ. Ba'zý rivâyetde gelmiþdir ki, bir gün hazret-i Ebû Bekrin 'radýyallahü teâlâ anh' huzûr-ý þerîflerine bir dilenci gelip, Allah için birþey verin dedikde, vermeye birþeyi bulunmayýp, sýrtýndaki gömleði, kapý arkasýndan dilenciye verdi. Kendisi bir eski þal örtündü. Ýbâdetle meþgûl oldu. Allahü teâlânýn emri ile Cebrâîl aleyhisselâm üzerine bir þal bürünüp, hazret-i Habîbullahýn huzûruna geldi. Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem' dedi ki,
- Yâ kardeþim Cebrâîl! Bu ne hâldir. Seni bu hâl üzere hiç görmemiþdim.
- Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Benim bu þekle girdiðimi acâib karþýlama, ki Hak Sübhânehü ve teâlâ bütün gök meleklerine bu sûrete girmeðe emr eylemiþdir. Çünki, Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü anh' þimdi bu þekldedir.

Yirmialtýncý Menâkýb:
Hazret-i Ebû Bekr ile Ebüdderdâ 'radýyallahü teâlâ anhümâ', ikisi berâber giderken, bir dar yola geldiler. Ebüdderdâ önde, Ebû Bekr arkada, o darlýkda yürürken, o sýrada, Sultân-ý Enbiyâ 'sallallahü aleyhi ve sellem' karþýdan, parlak bir ay gibi, göründü. Hazret-i Ebüdderdâ, hazret-i Ebû Bekrin önüne geçmiþ görünce hazret-i Fahr-i kâinât huzûrsuz olup, Ebüdderdâya hitâb eylediler ki,
- Yâ Ebüdderdâ! Niçin Ebû Bekrin önünce yürürsün. Bilmez misin ki, Ebû Bekr senden evveldir. Senden büyük olan kimsenin önünde gitmek edebi terk deðil midir.
Hazret-i Ebüdderdâ hatâsýný anlayýp, tevbe ve istigfâr eyledi.
Þimdi ey mü'minler! Hazret-i Ebüdderdâ gibi bir zât, bir ân hazret-i Ebû Bekrin önüne geçince, hazret-i Resûl-i ekrem huzûrsuz oldu. Fikr edin, ya'nî düþünün. Ayrý i'tikâd üzere olanlardan Allahü teâlâ korusun!

Yirmiyedinci Menâkýb:
Birgün sahâbe-i güzînden 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' ba'zýlarý Fahr-i kâinâtýn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' yüksek huzûrlarýna varýp, hazret-i Ebû Bekrden 'radýyallahü anh' þikâyet eylediler. Dediler ki,
- Yâ Resûlallah! Hazret-i Ebû Bekr bir oda içine girip, ciðer kebabýný yalnýz yir. Kokusunu duyarýz. Lâkin bizi da'vet eylemez. Sultân-ý Enbiyâ 'sallallahü aleyhi ve sellem' buyurdu ki,
- Bir dahâ böyle yapdýðý vakt, bana haber veriniz; evine varalým.
Birgün yine hazret-i Ebû Bekr, bir odaya girdiðinde, ciðer kebabýnýn kokusunu duyan Sahâbîler, ciðer kebabý yir diyerek, varýp, haber verdiklerinde, Server-i Enbiyâ hazretleri, derhâl kalkýp, hazret-i Ebû Bekrin olduðu odaya gitdi. Ýçeri girdikde, gördü ki, ne ateþ var; ne kebab. Sonra süâl etdi ki, yâ Ebâ Bekr!
- Ciðer kebabýný yalnýz yir imiþsin; revâ mýdýr.
Ebû Bekr dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Hâþâ ki ben ciðer kebabýný yalnýz yiyeyim. Piþen kendi ciðerimdir.
Hayr-ül-beþer 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', sebebini sordular. Ebû Bekr 'radýyallahü anh' cevâb verdi ki,
- Yâ Habîballah! Dâimâ hâtýrýma gelir ki, Hak Sübhânehü ve teâlâ bana islâm dînini müyesser eyledi. Ve Habîbinin dostlarýndan eyledi. Husûsî olarak bütün sahâbe-i kirâm içinde bu þeklde þöhret buldum. Kýyâmet gününde; acabâ ahvâlim ne olur. Allahü teâlânýn huzûrunda bu iltifâtý ve bu riâyeti [bu ni'metlerin þükrünü yerine getirir miyim] tekmîl eder miyim diye korkudan ciðerim kebab gibi piþdiðinin sebebi budur.
Hemen o sâat Cebrâîl aleyhisselâm gelip; hazret-i Ebû Bekrin hakkýnda nice müjdeler getirdi. Ondan sonra Eshâb-ý güzînin 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' hazret-i Ebû Bekre 'radýyallahü teâlâ anh' muhabbetleri bir iken bin kat fazla oldu.

Yirmisekizinci Menâkýb:
Hazret-i Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' bir gün mescid-i þerîfinde, Eshâb-ý güzîn arasýnda, oturuyordu. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ý Enbiyâ hazretlerine buyurdular ki,
- Ebû Bekrin bir sâat ibâdeti yetmiþ yýllýk ibâdet yerini tutar.
Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' bunlara cevâb vermeyip, hazret-i Bilâle emr etdi ki:
- Var, Ebû Bekri da'vet eyle.
Hazret-i Bilâl, emri tâat kabûl edip, Ebû Bekrin kapýsýný çaldý. Dedi ki, Ebû Bekr hazretlerini Sultân-ý kevneyn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' çaðýrýr. Hemen o sâat hazret-i Ebû Bekr 'radýyallahü anh' yerinden kalkýp, Server-i kâinâtýn bulunduðu yere gitdi. Sultân-ý kâinât karþýlayýp, Ebû Bekr hazretlerini yanýna aldý. Sonra süâl eyledi ki,
- Yâ Sýddîk, hâlâ ne amel üzerinde idin. Cevâb verdiler ki, yâ Habîballah! Hâtýrýma þöyle geldi ki, Hak Sübhânehü ve teâlâ iki ev halk etdi. Birinin adý Cennet ve birinin adý Cehennem. Elbette takdîr yerini bulup, ikisini de dolduracakdýr. Birini yaramaz kullarý ile, birini sâlih kullarý ile. Yâ Resûlallah! Dedim ki, yâ Rabbî! Bu za'îf kulunun bedenini büyültüp, Cehenneme koy ki, benim bedenim ile Cehennem dolsun. Senin emrin yerini bulsun. Bütün âlem, Cehennem korkusundan halâs olsun. Ondan sonra Eshâb-ý güzîn hazret-i Ebû Bekrin böyle düâsýna ve yüksek himmetlerine hayrân olup, cümlesi hayr düâ etdiler 'rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în'.

Yirmidokuzuncu Menâkýb:
Birgün hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer 'radýyallahü anhümâ' bir husûs için, birbiriyle münâzea etdiler [çekiþdiler]. Hattâ, hazret-i Ebû Bekr hazret-i Ömere bir mikdâr sert olarak söyledi. Biraz durdukdan sonra, hazret-i Ebû Bekr piþmân olup, hazret-i Ömerden özrler diledi. Hazret-i Ömer iltifât etmedi. Se'âdethânelerine [evine] gitdi. Hazret-i Ebû Bekr gördü ki, hazret-i Ömer afv etmedi. Bu üzüntü ile, hazret-i Habîbullahýn 'sallallahü aleyhi ve sellem' huzûrlarýna vardý. Habîb-i ekrem gördü ki, hazret-i Ebû Bekrin þekli deðiþmiþ. Mubârek derisinde deðiþiklik var. Süâl buyurdular ki,
- Yâ Sýddîk sana ne oldu ki, böyle üzüntülüsün.
Hazret-i Ebû Bekrin gözlerinden yaþ akýp, dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Bir husûs için hazret-i Ömer ile münâzea edip, bir mikdâr gadab ile, söylemiþdim. Onun için hâtýrý kýrýlmýþ [gücenmiþ]. Sonra hatâmý bilip, afv diledim. Kabûl eylemedi. Yâ Resûlallah, huzûrunuza geldim. Benim hâlim nice olur. Kýyâmet gününde eðer Ömer yakama yapýþýrsa, bana inâyet, hâlime rahm eyle; deyip aðladý.
Hazret-i Fahri âlem üç kerre düâ eyledi ki,
- Yâ Rabbî! Ebû Bekrin bütün günâhlarýný afv eyle; Ömerin bile. [ya'nî hazret-i Ömerin günâhýný da afv eyle!]
Meðer hazret-i Ömer 'radýyallahü teâlâ anh' de hazret-i Ebû Bekrin ricâsýný kabûl etmediðine piþmân olmuþdu. Hazret-i Ebû Bekrin evleri tarafýna gitdi. Kapýnýn önüne gelip, hazret-i Ebû Bekri sordu. Habîb-i ekrem hazretlerine gitdi diye cevâb verdiler. Hazret-i Ömer de varýp, Server-i kâinâtýn huzûr-ý þerîflerine yüz sürdükde, gördü ki, bir tarafda hazret-i Ebû Bekr oturur. Bir tarafýnda hazret-i Ebüdderdâ oturur. Ondan sonra Habîb-i ekrem hazretleri buyurdular ki,
- Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri beni sizlere Peygamber gönderdi. Cümleniz tekzîb etdiniz [inanmadýnýz]. Ammâ Ebû Bekr-i Sýddîk tasdîk eyledi. Cân ve baþ ve bütün mal ve menâl ile, ehliyle ve iyâliyle benim uðrumda kalben kýyâm gösterip, bir ân ayrýlmadý. Neden Ebû Bekrin kýymetini bilmeyip, rencîde edersiniz. Ýnsâf mýdýr. Bilmez misiniz ki, Ebû Bekre olan riâyet ve hurmet bizedir. Onun hâtýrýný gözetmek, bizim hâtýrýmýzý gözetmek gibidir.
Hazret-i Ömer 'radýyallahü anh' bu [azarlama þeklindeki] kelâmý iþitdikden sonra, kalkýp, Ebû Bekr tarafýna gidip, hazret-i Ebû Bekr de karþýlayýp, birbiriyle müsâfeha edip, özr dilediler.

Otuzuncu Menâkýb:
Ebûl Ferec el Cevherî, Hasen Basrîden rivâyet eder. O da îmâm-ý Hasen bin Alîden 'radýyallahü anhümâ' rivâyet eder. Hazret-i Alî 'kerremallahü vecheh' bir gün hutbe okuyup, halký gazâ ve cihâda teþvîk etdi. Bir þahs ayak üzere kalkýp, dedi ki,
- Yâ imâm! Bana fî sebîlillah cihâdýn ve gazâlarýn sevâbýndan haber ver.
Hazret-i Alî buyurdular ki,
- Bir gün Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri ile gazâya gidiyorduk. Senin benden süâl etdiðin gibi, ben de hazret-i Resûl-i ekremden süâl etdim; dedim ki,
- Yâ Resûlallah! Bize gazâ ve cihâdýn sevâbýndan haber ver.
Hazret-i Server-i kâinât buyurdular ki:
- Bir kavm gazâya niyyet eylese, Hak Sübhânehü ve teâlâ onlar için Cehennemden kurtuluþuna berat yazar. Kaç kiþi sefer için hâzýrlansa, Allahü teâlâ onlar ile meleklere öðünüp, buyurur ki, görün, benim kullarýmý, benim yolumda gazâya hâzýrlanýrlar. Ehline ve evlâdýna vedâ' eylerken, evi ve dývârlarý onlar için aðlar. Ve günâhlarýndan temizlenip, anadan doðmuþ gibi olurlar. Yýlanýn, derisinden çýkdýðý gibi olurlar. Hak Sübhânehü ve teâlâ her adýma kýrk bin melek verir. Dört tarafýndan hýfz ederler. Ýþledikleri her hasene ve her sevâb iki kat yazýlýr. Ona bin âbid ibâdeti sevâbý yazýlýr. Öyle âbid ki, bin yýl ibâdet etmiþ olur. Harbe gitmek üzere yola girdiði zemân, Hak Sübhânehü ve teâlâ o kadar sevâb verir ki, dünyâdaki bütün insanlar kâtib olsalar, onun hesâbýnda âciz olurlar. Düþmâna karþý olup da, harbe baþlasalar, melekler onlarý çevirip, üzerlerine durup, nusret ve zafer için, düâ ederler. Arþýn altýndan bir melek, (El-cennetü tahte zýlâl-issuyuf) ya'nî Cennet kýlýçlarýn gölgesi altýndadýr diye, nidâ edip, çaðýrýr. Kýlýnç dokunup, her þehîd olana, sýcak günde soðuk su içmiþ gibi, lezzetli gelir. Her kýlýnç darbesi yiyip, atýndan yere düþmezden evvel, Hak teâlâ hûrî gönderir. Saðýndan ve solundan yetiþip, müjde verirler. Hak Sübhânehü ve teâlânýn onun için, Cennetde hâzýr eylediði kerâmâtý (ikrâmlarýgöz kırpma ve sevâbý haber verirler ve müjdelerler. Ondan sonra yere düþse, bir ses gelip, der ki, 'Merhâbâ ey temiz rûh! Temiz bedeninden çýkdýn. Müjdeler olsun sana ki, Allahü teâlâ senin için Cennetinde o kadar sevâb ve ecrler ve mülk ve ni'metler hâzýrlamýþdýr ki, ne gözler görmüþdür, ne kulaklar iþitmiþdir. Ne de kimsenin hâtýrýna gelmiþdir. Hazret-i Resûl-i Ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem' buyurdu ki,
- Allahü teâlâ o þehîd hakkýnda buyurdu ki, onun ehline ve evlâdýna halîfeyim. Her kim onu râzý eder, beni râzý eder. Her kim onu incitir, beni incitir. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, þehîdlerin rûhlarýný yeþil kuþlarýn kursaðýna koymuþdur. Cennete girip, yemiþlerinden yirler. Þehîde Cennet-ül firdevsde yetmiþ kasr verirler. Her iki kasrýn arasý San'a ile Tehâme arasý mesâfe kadardýr. O kasrlarýn nûru þark ve garb [doðu-batý] arasýný doldurur. Her kasrýn yetmiþ kapýsý vardýr. Altýndandýr. Her kapýda perde asýlmýþdýr. Kapýnýn üstünde bir köþk vardýr. Her bir köþkün içinde yetmiþ çadýr vardýr. Her çadýrda yetmiþ kanepe [serîr] vardýr. Her serîrin ayaklarý inciden ve yâkutdan ve zeberceddendir. Her serîr üzerinde kýrk döþek vardýr. Her döþeðin yüksekliði kýrk arþýndýr. Her döþekde bir hûrî ayn ve her hûrî aynýn kýrk câriyesi vardýr. Baþlarýnda inciden tâclar ve boyunlarýnda mendiller ve ellerinde murassa leðen ve ibrik tutarlar. Hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' yemîn edip, buyurdu ki, kýyâmet gününde, þehîdler yerlerinden kalkýp, mahþer yerine gelirken, yollarýnda Enbiyâ aleyhimüsselâm olur. Onlar geldikde, ayak üzerine kalkarlar. Þehîdler gelip, mücevherlerle süslü kürsîler üzerine otururlar. Her þehîd evlâdýndan ve ehlinden ve akrabâsýndan ve ahvâl ve ahbâbýndan yetmiþbin kiþiye þefâ'at edecekdir. Hazret-i Alî 'radýyallahü teâlâ anh' der ki; hazret-i Server-i Enbiyâ bunu böyle buyurdular.
Nevfel 'radýyallahü anh' derler bir yiðit, iki oðlunu ve hâtununu yanýnda getirip dedi ki,
- Yâ Resûlallah 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ben düâ edeyim, Siz âmîn deyiniz. Böylece düâm kabûl olsun.
Hazret-i Server-i âlem, buyurdular ki,
- Sen söyle, ben âmîn diyeyim.
Nevfel 'radýyallahü anh' el kaldýrýp, dedi ki:
- Yâ Rabbel âlemîn! Nevfel kuluna þehâdet müyesser eyle. Bu iki oðlunu yetîm eyle. Vâlidelerini dul eyle.
Ondan sonra varýp, silâhýný kuþanýp, atýna binip, düþmâna karþý çýkdý. Birçok kimseyi öldürüp, sonunda atýný düþürdüler. Sonra kendini þehîd etdiler.
Zübeyr bin Avvâm 'radýyallahü teâlâ anh' der ki,
- Ben gelip Fahr-i kâinât hazretlerine Nevfelin þehâdetini bildirdim. Dedim ki, Allahü teâlâ gazâný Nevfel ile mubârek etsin. Nevfel þehîd olup, kana bulanýp, yatar. Hazret-i Resûl-i ekrem ve Nebiyyi muhteremin mubârek gözleri yaþ ile doldu. Sonra oradaki Eshâb-ý kirâm ile berâber geldiler. Sa'd bin Ebî Vakkas ok atýp, müþrikleri Nevfelin yanýndan daðýtdý.
Resûlullah hazretleri gelip, baþýný dizi üzerine alýp, buyurdu ki:
- Allahü teâlâ sana rahmet etsin; yâ Nevfel! Þübhe yokdur ki, Hak Sübhânehü ve teâlâ yarýn kýyâmet gününde, nidâ edip, buyurur. Sen Arþýn altýndan çýkarsýn. Baþýn sað elinde olur. Damarlarýndan kan akar. Kokusu miskden güzel kokar. Süâlsiz, hesâbsýz Cennete gidersin.
Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerine buyurdular. Örtü getirdiler. Sarýp, defn etdiler. Sonra Resûlullah hazretleri, kalkýp parmaklarýnýn üzerinde yürür idi. Sonra süâl etdiler. O Resûl-i Hüdâ 'sallallahü aleyhi ve sellem' buyurdular ki;
- Beni Peygamber gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Nevfel üzerine o kadar melek nâzil oldu ki, meleklerin çokluðundan ayaðýmý basacak yer bulamazdým. Bir melek gelip, kanadýný ayaðým altýna döþedi. Ona basdým.
Gazâ temâm olunca; hazret-i Resûl-i müctebâ 'sallallahü aleyhi ve sellem', hergün varýp, Nevfelin kabrini ziyâret ederdi.
Zübeyr bin Avvâm 'radýyallahü teâlâ anh' rivâyet eder ki, sayýsýz ganîmetler ile; gazâdan döndük. Mensûr, muzaffer olarak, Medîne-i münevvereye yöneldik. Medîneye yaklaþdýkda; Medîne halký hazret-i Resûl-i Ekremi karþýlamaya çýkýp, hâtunlar ve kýzlar, def çalar, þi'r okur, hazret-i Serveri medh ve senâ ederler idi. Tebessüm edip;
- Ensârýn hâtunlarý ne iyidir, derler idi.
Ansýzýn Nevfelin hâtunu iki oðlu ile gelip, Server-i kâinât hazretlerine selâm verip, üzengilerine yüz sürüp, gazânýz mubârek olsun, dedikden sonra, dedi ki,
- Yâ Resûlallah, Nevfelin hâli ne oldu.
Hazret-i Fahr-i âlemin mubârek gözlerinden yaþ revân olup, yanýnda olanlar da aðladýlar. Zübeyr bin Avvâm, Server-i kâinâtýn 'sallallahü aleyhi ve sellem' üzengisi yakýnýnda yürürdü. Ona buyurdu ki,
- Yâ Zübeyr! Yürü. Nevfelin haberini hâtununa söylemeye kim dayanabilir ki, ben söyliyeyim. Mubârek eli ile ardýna iþâret edip, geçdi, gitdi. Ondan sonra hazret-i Alî 'radýyallahü teâlâ anh' geldi. Ona da hâtun varýp dedi.
- Yâ Betûlün [hazret-i Fâtýmânýn] zevci. Nevfel ne oldu. Hazret-i Alî 'radýyallahü teâlâ anh' aðlayýp, yanýndakiler de aðladýlar. Ammâr bin Yâser yanýnda yürür idi. Ona dedi ki; Nevfelin haberini hâtununa nasýl söyliyebilirim. Eli ile ardýna iþâret etdi; geçdi.
Ondan sonra hazret-i Osmân 'radýyallahü teâlâ anh' geldi. Hâtun Ona varýp, sordu. Hazret-i Osmân aðlayýp, yanýnda olanlar da aðladýlar. O da eliyle iþâret edip, geçdi, gitdi.
Ondan sonra hazret-i Ömer 'radýyallahü teâlâ anh' geldi. Hâtun ona da varýp sordu. Hazret-i Ömer de cevâb vermeyip, geriye iþâret edip, geçdi, gitdi.
Ondan sonra Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh' geldi. Mû'az bin Cebel 'radýyallahü teâlâ anh' der ki: Ben hazret-i Ebû Bekrin, rikâbýnda [üzengisi karþýsýnda] yürürdüm. Bana bakýp, tebessüm ederdi. Zübeyrden gayri geride kimse de kalmamýþdý. Çünki, hâtun onlara da sordu. O yâr-i gârý Mustafâ [ya'nî Resûlün maðara arkadaþý], yüksek sýrlarýn kaynaðý olan Ebû Bekr-i Sýddîk 'radýyallahü teâlâ anh' mubârek sakalýný avucuna alýp, gönlü perîþân olarak, parmaðýný diþine dokundurup, Hak sübhânehü ve teâlâ dergâhýna teveccüh edip, dedi ki;
- Yâ Rabbî! Bir gönül ki, yýkmakdan Habîbi ekremîn sakýndý. Hazret-i Alî, hazret-i Osmân, hazret-i Ömer kaçýndýlar. Ben müþkil durumda kaldým. Eðer ifþâ edersem, ya'nî Nevfelin þehâdet haberini verirsem, Habîbine muhâlefet etmiþ olurum. Eðer geri kaldý, geliyor desem, yalan söylerim. Doðru söylesem hâtýrý [gönlü] yýkýlýr. Doðru söylemesem din yýkýlýr. Gönülden dedi ki, yâ Rabbî! Bana da bir söz ilhâm eyle; yâ müþkilimi sen çöz ki, miskînenin gönlü tesellî olsun deyip, Hakka baðlanýp, dergâha yüz tutup, (Yâ ALLAH) deyince, o ânda yaydan ok çýkar gibi, kýlýncý elinde Nevfel sür'atle gelip, hazret-i Ebû Bekre selâm verdi. - (Buyur) yâ Sýddîk, beni mi istersin, dedi.
Mubârek elini açýp, Alîye 'radýyallahü anh', sonra Sahâbe-i güzîne yetiþdi ve selâm verdi. Bunlar bu hâli görüp, dehþet içinde kalýp, atlarýndan düþeyazdýlar.
Zübeyr bin Avvâm hazretleri der ki, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin âdet-i þerîfleri idi ki, seferden geldikde, mescide varýp, iki rek'at nemâz kýlardý. Sefere gitmiyenler gelip, selâm verip, tebrîk ederlerdi. Yine mescide vardý. Otururken kapýda kalabalýk oldu. Kalabalýðý gördüler. Nevfel içeri girip, selâm verdi. Resûl-i ekrem hazretleri Nevfeli karþýlayýp, selâmýný alýp, yerine oturtdukdan sonra, kendileri de oturdu. Buyurdu ki,
- Sübhânallah! Bu bir âyetdir ki, Hak teâlâ açýkladý. Acabâ kimin eliyle zâhir oldu; derken, o ânda hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Zübeyr bin Avvâm 'radýyallahü teâlâ anh' der ki:
- Gözüm ile gördüm ve kulaðým ile iþitdim. Baþýnda Cebrâîlin imâmesi vardý.
- Yâ Muhammed! Þükr secdesi eyle ki, ümmetinde Allahü teâlâ, hazret-i Îsâ aleyhissalâtü vesselâm gibi, ölüyü dirilten kimse yaratdý. Allahü teâlâ sana selâm eder. Buyurur ki, benim Habîbim, eðer senin maðara arkadaþýn Ebû Bekr-i Sýddîkýn 'radýyallahü anh' sakalý avucunda iken, bir kerre dahâ (Yâ ALLAH) demiþ olaydý, izzim-celâlim hakký için, bütün þehîdleri, diriltirdim. Yâ Muhammed! Ebû Bekr kuluma söyle ki, ben ondan râzýyým. O da benden râzýmýdýr. Onun sözünü doðru çýkarmak için, Nevfeli diriltdim. Zîrâ o câhiliyye döneminde yalan söylememiþdir.
Bunun üzerine, Server-i Âlem, Ebû Bekrin sakalýný öpüp, Cebrâîl aleyhissalâtü vesselâmýn verdiði müjde haberini söyleyip, buyurdular ki:
- Yâ Ebâ Bekr! Hakdýr ve lâyýkdýr ki, Allahü teâlâ sana ikrâm etmiþdir. Þükrler olsun o Allahü teâlâ hazretlerine ki, ben dünyâdan ayrýlmadan evvel, ümmetimde hazret-i Îsâ aleyhisselâm gibi, Allahü teâlânýn izniyle ölüyü dirilten kimse yaratdý. Ondan sonra Ebû Bekr hazretleri imâmesini çýkarýp, baþýný açýp, dedi ki: Yâ Resûlallah! Hazretinden utanýrým. Yoksa imâmemi [sarýðýmý] Cehennem ateþinin üzerine koyardým. Cehennemin ateþini ümmetinin büyük günâh iþleyenlerinden men' ederdim.

Ondan sonra Nevfel nice yýllar ömr sürdü. Evvelki oðullarýndan gayri iki oðlu dahâ oldu. Sonra Yemâme cenginde þehîd oldu.

Ba'zý rivâyetde hanýmý söylenmeyip, fakîr bir annesi olduðu söylenmiþdir. Nevfel, silâhýný kuþanýp, atýna binip, muhârebeye katýlmak üzere geldi. Annesi, aðlýya aðlýya feryâd ederek, Fahr-i kâinâta gelip, dedi ki:
- Yâ Habîballah! Benim gözümün yaþýna merhamet eyle. Hayâtýmda, görür gözüm ve tutan elim budur. Bundan gayri sýðýnacaðým yokdur. Gâyet garîb ve fakîrim. Benim oðlum gençdir. Harb ahvâlinden haberi yokdur. Naz ile büyümüþdür. Soðuða ve sýcaða dayanamaz. Ben zelîl kalýrým. Kimse benim hâlimi bilmez.
Hazret-i Resûl-i ekrem o fakîrin göz yaþýna acýdý. O civâna dedi ki,
- Oðlum ben sana kefîl olayým ki, gazâ sevâbýný kazanasýn. Þehîdlik mertebesine eriþesin. Dertli annenin rýzâsýný gözet. Bunun yaþlýlýðý vaktinde, göz yaþýný akýtdýrma. Bu garîb bize þefâ'ate gelmiþ iken, ayrýlýk ateþiyle yakma.
Ýbâdet meydânýnýn pîri, aðlýyarak;
- Yâ Resûlallah! Beni men' etme. Ýhtiyârým elde deðildir. Hak yoluna gönlüm cân ve baþ oynamak [koymak] diler. Nihâyet anneme bir düâ edin ki, düânýz sâyesinde, önce ona Allahü teâlâ sabr ihsân etsin.
Bunun üzerine Resûl-i ekrem Nevfelin vâlidesine dedi ki, gel bu yiðidi hayrlý yolundan men' etme.
Çileli annesi, Sultân-ý kâinâtýn emrine muhâlefet etmedi. Dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Oðlum, nev resîddir, Sefer ahvâlini bilmez ammâ, sana ýsmarladým. Her hâlini gözetesin.
Fahr-i âlem hazretleri,
- Allahü teâlânýn izni ile olur, buyurdu.

Bir rivâyetde sâlim ve ganîmetlerle dönünce, annesi Resûl-i ekremin huzûruna varýp, o hidâyet þemsi nûr-i nübüvvet ile etrâfý aydýnlatýp, sürûr ile geldiler. Fakîr kadýn rikâb-ý hümâyûna yüz sürüp, iþtiyakla, oðlunu sordu. O þefkat deryâsý, musîbet [kötü] haberi vermekle gönlü kýrýlýr endîþesi ile çekinip, hüsn-i edeble cevâb verip, dedi ki,
- Geride kaldý. Gelenlerden süâl edesin.
O derd sâhibi [Nevfelin annesi] bekledi. Hazret-i Alî 'kerremallahü vecheh' se'âdetle geldikde, süâl etdi. Buyurdular ki,
- Habîbullahdan süâl etmedin mi? Miskîne [fakîr kadýn] dedi ki, süâl etdim. Böyle cevâb buyurdular.
Hazret-i Mürtedâ bildi ki, hazret-i Risâlet penâh, bunun gönlünü kýrmamak için, musîbet haberini vermemiþler. Sultân-ý kevneyne muhâlif söylemeyip, ayný þeklde cevâb verdiler. Sonra da hazret-i Osmân, hazret-i Ömer, böylece hazret-i Ebû Bekre eriþdi 'Rýdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în'.

Otuzbirinci Menâkýb:
Hazret-i Bilâl-i Habeþî 'radýyallahü teâlâ anh' bir kâfirin kölesi idi. Lâkin hazret-i Fahr-i âlemin mubârek ayaðýnýn topraðýna yüz sürüp; kalbden müslimân olmuþdu. Bir büyük kilise vardý. Ýçindeki putlara hizmet için, kâfirler bir köylü ta'yin etmiþlerdi. Birgün hazret-i Bilâl, o kiliseyi tenhâ buldu. Ýçeri girip, putlarýn yüzlerini kirletdi. Acele ile dýþarý çýkarken o hizmetci köylü, hazret-i Bilâl ile karþýlaþýp, içeri gi
Gönderen: 15.12.2003 - 03:15
Bu Mesaji Bildir   asanyakan üyenin diger mesajlarini ara asanyakan üyenin Profiline bak asanyakan üyeye özel mesaj gönder asanyakan üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1308 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.81084 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.