0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » Hz.Alinin (ra) evlilikleri, eşleri ve çocukları !

önceki konu   diğer konu
10 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Konu icon    Hz.Alinin (ra) evlilikleri, eşleri ve çocukları !
Moderator


4254 Mesaj -
Hz.Alinin (ra) evlilikleri, eþleri ve çocuklarý
(Hz. Ali 8 eþinden 14 erkek çocuk, 18 kýz çocuk)
Hz Alinin oðlu Muhsin(veya Muhassin) çok küçük yaþta vefat etmiþtir Ayrýca Hz Alinin Hz Hasan ve Hz Hüseyinden baþka bir çok çocuðu vardýr Hz Ali, Haþîmoðullarmdandýr Hz Peygamber'i amcasý Ebû Tâlib'in oðludur Onun hanýmlarý ve bunlardan olan çocuklarýný þöyle tespit etmek mümkündür:
1) Hz Fâtýma: Hz Peygamber'in (s a v ) en küçü kýzýdýr Hz Ali'nin de ilk hanýmýdýr Hz Fâtýma vefat edinceye kadar, Hz Ali bir baþkasýyla evlenmemiþtir 1 Hz Fâtýma'dan olan çocuklarý Hasan Hüseyin ve Muhsin, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm'dür Hz Ömer halifeyken, Hz Peygamber'in vefatýndan Önce dünyaya gelen Ümmü Gülsüm’le evlenmek istemiþ ve evlenmistir Onun Ümmü Gülsüm'le evlenmek istemesi, "bütün neseblerin ve sebeplerin kesildiði Kýyamet'te, ancak Hz Peygamber'in nesebi ve sebebinin kesilme diðini" bilmesindendir Zeyneb de (Zeynebu'l-Kübrâgöz kırpma Abdullah b Cafer'le evlenmiþtir

2) Âmir b Kilâb Kabilesinden Ümmü'l-Benin bint-i Hizam Hz Ali'nin, bu hanýmýndan Abbas, Cafer, Abuddullah ve Osman adlarýnda dört çocuðu olmuþ tur

3) Onun hanýmlarýndan biri de, Temim Kabilesin den Leyla bint-i Mes'ud'dur Bunun iki çocuðu olmuþ tur: Abdullah ve Ebû Bekir

4) Has'amî Kabilesinden Esma bint-i Umeys Bu hanýmýndan, Yahya ve Muhammedul-Asgar (Küçük Muhammed) dünyaya gelmiþtir

5) Cu'þem b Bekir Kabilesinden Sahba bint-i Rabia adlý kadýn da, onun eþlerindendir Bu, Taðlibli bir câriye/köle kadýndý Hz Ali'nin bu cariyeden Ömer ve Rukiyye adlý iki çocuðu olmuþtur (Bir cariyenin sahibi, nikâha gerek kalmadan, câriyesiyle evlilik iliþkisine gi rebilir Buna istifraþ veya odalýk alma denir Milk-i yemin [sahip olmak> milk-i nikâhtan daha kuvvetli olduðu için, cariyesini sahibi istifraþ edebilir, yani yataðýna alabilir Câriye, böyle bir birliktelikten çocuk doðurursa Ümmü Veled=Çocuk Anasý adýný alýr Satýlamaz Çocuk hür statüde olur Ümmü veled de ya sahibinin âzadlamasýyla yahut onun ölümüyle otomatikman hürriyetine kavuþur Ayrýca, Ýslâm'a göre, bir baþkasýnýn câriyesiyle, sahibinin izniyle evlenilebilir 2 Hz Ali'nin, cariyesi ve ondan olan çocuklarý ko nusu kafamýzý karýþtýrmamalýdýr)

6) Hz Peygamber'in damadý Ebû'1-As b Rebi'nin kýzý Ümâme de, Hz Ali'nin hanýmlarýndan birisidir Mu-hammedu'l-Evsat da (Ortanca Muhammed) bu haným dan olmuþtur

7) Havle bint-i Cafer el-Hanefiyye "Ýbn-i Hanefiyye" diye bilinen Muhammed, bu hanýmýndan olmuþtur

8) Urve b Mes'ud es-Sekafi'nin kýzý Ümmü Said Hz Ali'nin bu hanýmýndan ÜmmüT-Hüseyin ve Büyük Remle adlý kýzlarý olmuþtur Bunlardan baþka, Hz Ali'nin edindiði cariyelerden olma kýzlarý ve çocuklarý vardý Hz Ali 14 erkek çocuk, 18 kýz çocuk sahibiydi Fakat nesli, Hz Hasan, Hz Hüseyin, Muhammed (Ýbn-i Hanefiyye), Abbas ve Ömer adýndaki oðullarýndan türemiþtir Oðullarýndan çoðu Hicretin 60 Yýlýnda Kerbela’da þehit edilmiþtir

1- Ehl-i Beyt, Hz Fâtýma'ya ilgili hadislere bkz "Hz Fâtýma benden bir et parçasýdýr Onu üzen þey beni de üzer " Çocuklarý için bkz Târîhû'l-Hamîs II, 283

2- Geniþ bilgi için bkz Osmanlý'da Kölelik Cariyelik ve Harem, s 208 vd Çok evlilik yerine cariyelerin istifraþ edilebilmesi A g e , s 212 vd ; Ubancý, M A Osmanlý'da Modernleþme Sancýsý, tere Cemal Aydýn, istanbul 1988 s 359-365; köleler konusuna bkz Ýslâm Tarihi, Hitti, II, 369-371 (Köleler Taba kasýgöz kırpma; Ahkâm-ý Kur'âniye, s 133, 136; câriye nikahlamak hakkýnda ahkâm-ý Kur'âniye konusu
Kaynak: Hz Ali, Dört Halife Dönemi, Doç Dr Murat Sarýcýk



Mesaj 1 kez düzenlendi. En son Muhtazaf tarafından, 27.03.2010 - 08:44 tarihinde.
Gönderen: 27.03.2010 - 08:18
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Hazreti Hasan!
Moderator


4254 Mesaj -
el-Hasan b. AIi b. Ebî Talib el-Hâþýmî el-Kuraþî, Hz. Peygamber'in en çok sevdiði torunlarýndan ve O'nun "Reyhânesi", Hz. Ali'nin, Hz. Fatýma'dan doðan büyük oðlu. Hulefâ-i Raþidîn'in beþincisi kabul edilir. Ýmamiyye'ye göre ise 12 imamýn ikincisidir.

Üçüncü hicrî yýlý, Ramazan ayýnýn ortalarýnda Medine'de doðdu. Þaban ayýndan; 4. veya 5. hicrî senesinde doðduðuna dair rivâyetler varsa da, en doðru görüþ, 3. hicrî senede doðduðuna dair rivayettir (Ýbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Ýbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarabad 1325, II, 296). Hz. Hasan doðduðunda, Hz. Peygamber bir torununun olduðunu duyunca hemen Hz. Ali'nin evine giderek "oðlumu bana getirin' Adýný ne koydunuz?' diye sordu. "Harb" ismini koyduklarýný duyunca, bu ismi beðenmedi. Çocuða isim olarak, câhiliye döneminde bilinmeyen "Hasan" ismini koydu. Künye olarak da, "Ebû Muhammed" adýný verdi. Arkasýndan da kulaðýna ezan okudu (Ýbnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec, Sýfatü's-Saffe, Haleb (ty), I, 759; Üsdü'l-Ðâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 296). Rasûlullah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka kurbaný kesilmesini ve saçlarýnýn kesilerek, aðýrlýðýnca gümüþ tasadduk edilmesini emretti (ez-Zehebî, Siyer A'lami'n-Nübelâ, Beyrut 1406/1986, III, 246).

Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in terbiyesinde yetiþti. Sahih hadis kitaplarý dahil bir çok Ýslâmî literatürde, Hz. Peygamber'in torunu ile ne kadar ilgilendiðini ve onu ne kadar çok sevdiðini ifade eden rivayetler bu gerçeði göstermektedir. Onunla her an ilgilendiðini, hemen hemen yanýndan hiç ayýrmadýðýný; bilhassa namazlarda bile torununun gelip üzerine çýktýðýndan dolayý, Hz. Peygamber'in sýrf onu incitmemek için secdesini uzattýðýný ifade eden hadisler, ilahî vahye mazhar dede ile, onun "reyhanesi" arasýndaki sevgiyi anlatmaktadýrlar (Ahmed b. Hanbel, III, 493, 494; Nesâî, Talbîk, 82). Hatta Hz. Peygamber rukû'da iken torunu gelir, ayaklarýný açar bir yönden girer, öbür taraftan çýkar (el-Haysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü't-Tenzîb, II, 296) ve Hz. Peygamber ses çýkarmazdý. Bazen secde ederken üzerine bindiðinde, onu yavaþça sýrtýndan indirirdi. Hatta bir defasýnda Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeþi Hz. Hüseyin üzerlerindeki uzun ve kýrmýzý elbiseleri ile düþe kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarým kucaðýna aldýðý ve önüne oturttuðu, daha sonra da " "Allah Teâla" "Mallarýnýz ve evlatlarýnýz sizin için birer imtihan vesilesidir"aglaet-Teðâbün, 64/15) derken doðru söylemiþtir. Þu ikisini bu þekilde görünce sabredemedim" diyerek hutbesine devam ettiði kaynak hadis kitaplarýnda anlatýlmaktadýr (Ahmet b. Hanbel, V, 254; Ebu Davud, Salât, 233; Tirmizî, Menâkýb, 31; Ýbn Mace, Libas, 20; Neseî, Salatu'l-Ýdeyn, 27; Zehebî, a.g.e., III, 256).

Hz. Peygamber zaman zaman her iki torununu da sýrtýna alýp namaza geldiðine (Ahmet b. Hanbel, III, 493). Hz. Hasan'ý omzuna alarak dýþarda gezdirdiðine dair (Tirmizî, Menâkýb, 31) bir çok hadis þunu gösteriyor ki, Hz. Peygamber her iki torunuyla devamlý ilgilenmiþler, her türlü ihtiyaçlarýný gidermeye çalýþmýþlardýr. Kýzý Hz. Fatýma'yý ziyarete gittiklerinde, torunu Hasan uyku arasýnda su istediði zaman bizzat kendileri kalkýp su getirerek, hem ona, hem de kardeþine içirmeleri (Ahmed b. Hanbel, I, 101; Tayalisî, II,129-130) vb. hareketleri dede þefkati ve merhametinin fiili iþaretleridir. Yine Hz. Peygamber'in bu iki torununu çok sevdiði ve "Allah'ým ben bu ikisini seviyorum, sen de sev" diye dua etmeleri (Tirmizî, Menâkýb, 31) bu sevgi ve ilginin dil ile ifadesini göstermiþtir (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedailit's-Sahabe, 56-60).

Öbür taraftan Hz. Peygamber torunlarýný öper (Ahmed b. Hanbel, IV, 93 ; Tabaranî, hadis no: 2658) ve her iki torununun cennet ehli gençlerinin efendileri olduðunu da söylerdi (Tirmizî, Menâkýti, 31; Ahmed b. Hanbel, III, 3; el-Hatîb el-Baðdadî, Târihu Baðdad, Beyrut (ty), I,140), hatta onlarý sevenleri Allah'ýn sevmesini dilediði dualarý da rivayetler arasýnda yer almýþtýr (Ahmet b. Hanbel, II, 249, 331; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 297 vd.).

Hz. Hasan fizik olarak dedesi Hz. Peygamber'e çok benzerdi (Tirmizî, Menâkýb, 31). Öyle ki, bir defasýnda Hz. Ebu Bekr ikindi namazýndan çýktýktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan'ý görürler. Hz. Ebu Bekr onu omuzuna alýr ve "Nebiye benzeyen, Ali'ye benzemeyen, sana babam feda olsun!" diye bir mýsra söyler (Buhârî, Fadâilü'l-Ashâb, 22). Hz. Ali bu hâdise ve sözler karþýsýnda gülümser.

Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtüðü sýralarda sekiz yaþlarýnda idi. Henüz çok küçük olduðu için, Hz. Peygamber'den doðrudan doðruya rivayet ettiði hadislerin sayýsý oldukça azdýr. Bunlardan biri Ebu'l Havrâ'nýn rivayet ettiði þu hadistir:

"Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duyduðun hangi hadisi hatýrlýyorsun? diye sordum. O da þunu anlattý: "Þu hadiseyi hatýrlýyorum: Zekat hurmalarýndan bir hurma alýp, aðzýma atmýþtým. Hz. Peygamber o hurmayý aðzýmdan salya ile çýkardý. Oradakiler "ya Rasûlallah, bu çocuðun aðzýna attýðý tek bir hurmayý, niçin geri çýkardýn?" dediler. O da "biz Âl-i Muhammed'e sadaka (zekat) helâl deðildir" buyurdu. Hatýrladýðým diðer bir hadis de "Seni ilgilendirmeyen þeyleri býrak, ilgilendiren þeylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana þu duayý da öðretmiþti: "Ey Allah'ým! beni hidayete erdirdiðin kimselerden eyle, âfiyet verdiðin kiþilerden eyle, dost edindiðin kullarýnýn arasýna kat! Verdiðin þeyleri benim hakkýmda mübarek kýl ve hüküm verdiðin (takdir ettiðin) þeyleri þerrinden de koru. Senin dost edindiðin bir kiþi asla zelil olmaz" (Ahmed b. Hanbel, I, 200; Ebu Dâvûd, Salat, 340; Tirmizî, Ebvâbu's-Salât, 341 Neseî, Kýyamü'lleyl, 50; Üsdü'l-Ðâbe, II, I1).

Buna mukabil Hz. Hasan'ýn bu hadislerin dýþýnda baþta babasý Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabîden rivayet ettiði hadisleri vardýr.

Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aiþe, kardeþinin oðlu Ali b. Hüseyin, onun iki oðlu Abdullah ve el-Bakýr ile Ýkrime, Ýbn Sirin, Cübeyr b. Nefir, Ebû'l Havrâ, Rebia b. Þeybân, Ebû Miclez, Hübeyre b. Berîm, Þeybân b. el-Leyl, Þa'bî, Þakîk b. Seleme, el-Müsebbib b. Nuhbe, Ýshak b. Beþþâr ve diðer raviler (radiyallahü anhüm) hadis rivayet ettiler (Ýbn Hacer el-Askalânî, el-Ýsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Mýsýr 1358/ 1939, I, 327-330; Ýbnü'l-Esir Üsdü'l-Ðâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 295-296).

Gerek tabakat kitaplarý, gerekse hadis kitaplarý, Hz. Hasan'ýn çocukluðuna dair yukardaki rivayetlere bolca yer verdikleri halde, Hz. Ali'nin þehid edilmesiyle onun halife seçilmesine kadar olan hayatý hakkýnda pek fazla bilgi vermemektedirler. Bilinen bir kaç husustan birisi, Hz. Ömer divan teþkilatýný kurduðu sýrada, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn'i babalarýnýn "farizasýna" katarak, her birine beþ bin dirhem hisse ayýrdýðýna dair haberdir (Zehebî, a.g.e., III, 259). Bir diðer hadise de Hz. Osman'a baþ kaldýranlara karþý, halifeyi savunmak için Hz. Osman'ýn yanýnda ona yardým etmek için kalan þahýslarýn arasýnda Hz. Hasan'ýn isminin de yer aldýðýna dair haberlerdir (Zehebî, a.g.e., III, 260).

Hz. Hasan'ýn tarihî bir þahsiyet olarak ortaya çýkmasý, babasý Hz. Ali'nin þehid edilmesini müteâkiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek halife seçmeleriyle baþlar (h. 40/660).

Hz. Hasan halife seçilirken ilk beyat edenin Kays b. Sa'd olduðu söylenir. Bu kiþiyi Hz. Ali Azarbaycan'a gönderilen ve Iraklýlardan toplanarak hazýrlanan ordunun komutaný olarak atamýþtý. Bu zat, sýrf Araplardan oluþturulan kýrk bin kiþilik diðer bir ordunun da komutanýydý. Bu ordu Hz. Ali'yi ölünceye kadar müdafaa etmek üzere and içmiþti. Ýþte babasýnýn da en çok güvendiði komutanlardan olan Kays, beyat esnasýnda, Hz. Hasan'dan elini uzatmasýný isteyerek, Allah (c.c)'nun Kitab'ý, Rasûlü'nün sünneti ve âsîlerle savaþmak üzere beyat edeceðini söyledi. Hz. Hasan bu söze karþý çýktý. Sadece Allah'ýn Kitabý ve Rasûlü'nün sünneti üzere beyat edilebileceðini, bunun içine saydýðý ve saymadýðý diðer þartlarýn girdiðini söyledi. Kays bunun üzerine bir þey söylemeden beyat etti. Arkasýndan da diðer Iraklýlar beyat ettiler (Taberî, Târihu'r-Rusül ve'l-Mulûk, Dâru'l-Meârif 1963, IV, 158).

Hz. Hâsan beyattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çýkýp, uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasýnýn katili Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti. Ýfadesini aldýktan sonra ölümle cezalandýrdý (Ya'kubî, Ahmed b. Ebî Ya'kub, Tarihu Ya'kubî, Beyrut, ty. II, 214).

Iraklýlar derhal, babasýnýn öldürülmesini, seçtikleri halifeye hatýrlatarak, Þam'da hüküm süren Muaviye b. Ebî Süfyan ile savaþmasý için, onu Þam üzerine yürümeye teþvik ettiler. Hz. Hasan da onlarýn sözlerine kanarak bir ordu hazýrladý ve savaþmak üzere yola çýktý (Ziriklî, a.g.e., II, 214); Ayrý bir görüþ için bkz. Ýbn Hýbbân, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut 1407/ 1987, s. 554). Hz. Hasan bu sýralarda 37 yaþlarýnda idi. O topladýðý on iki bin kiþilik ordusuyla Medâin'e kadar geldi. Ordu komutaný olarak kendisine ilk bey'at eden Kays b. Sa'd'ý atadý. Diðer bir rivayete göre Ubeydullah b. Abbas'ý komutan yapýp, Kays'ý da ona yardýmcý atayarak, Kays'a komutanýn her türlü emrine itaat etmesini emretti (Ya'kubî, II, 214).

Araplarýn dört "dâhîsi"nden biri olan Hz. Muaviye, Hz. Hasan'ýn kendisi ile savaþmak üzere yola çýktýðýnýn haberini alýnca, o da derhal Þam'dan hareket ederek el-Enbar'ýn kazalarýndan biri olan Mesiken'e gelerek konakladý (Taberî, V,159). Hz. Ali'nin þehid edilmesi üzerinden henüz on sekiz gün geçmiþti, iki tarafýn ordusu sýrf siyasî kaygýlarla karþý karþýya geldiler (Ya'kubî, II, 214).

Muaviye derhal durumun kritiðini yaparak, akýbetin lehine olmasý için çeþitli çarelere baþ vurmaya baþladý. Elindeki en büyük koz, hasmýnýn tecrübesizliði ve þiddetten hoþlanmayan, fitneden adeta korkan ve müslümanlara karþý derin sevgi besleyen, onlardan birinin bile kanýnýn dökülmesine razý olamayacak kadar yumuþak bir kalbe sahip þahsiyette olmasýdýr. Onun için ilk iþi, Hz. Hasan'ýn, Kays b. Sa'd komutasýndaki ordusu arasýnda bir kargaþa yaratmak oldu (Tehzîbü't-tehzîb, II, 299). Hz. Hasan'ýn ordusu içinde bir kaç kiþi þöyle baðýrmaya baþladý: "Haberiniz olsun, Kays b. Sa'd öldürüldü!" Diðer bir kaynaða göre ise, bu münâdîler Kays'ýn Muaviye ile sulh yaptýðýný ve onun tarafýna geçtiðini, hatta Hz. Hasan'ýn bile Muaviye'ye sulh yapma teklifinde bulunduðunu ve Hz. Muaviye'nin bu teklifi kabul ettiðini söylüyorlardý. Böylece ordu içinde dedi kodu çýkarýyorlardý (Ya'kubî, s. 214-215). Hz. Hasan'ýn ordusu içinde kargaþa baþladý, büyük bir panik çýktý. Derken bu panik yaðmalamaya dönüþtü. Askerler her þeyi yaðmalamaya baþladý. Hatta Hz. Hasan'ýn ordugah çadýrýný, altýndaki sergisine varýncaya kadar yaðmaladýlar. Bu yaðmalama her tarafa yayýldý. Sözü edilen bu yaðmalamadan sonra da ordu daðýlýp gitti (el-Ýsabe, I. 327-328; Taberî, V.158-159).

Bu kargaþadan istifade etmek isteyen el-Cerrâh b. Sinan el-Esedî isimli þahýs, þehirden geceleyin ayrýlmak isteyen Hz. Hasan'a saldýrdý. Elindeki hançerle onu baldýrýndan yaraladý. Fakat Hz. Hasan kendini savunup, o katilin hakkýndan gelmeyi baþardý (Ya'kubî, II, 228 ; el-Ýsâbe, I, 327-328). Bu durumda çaresiz kalan Hz. Hasan Medâin'deki "el-Maksuratü'l-Beydâ"ya dönmek zorunda kaldý. O sýrada Medâin'in valisi Sa'd b. Mes'ud idi. Henüz çocuk denilebilecek yaþta olan bu genç valiyi atayan el-Muhtar b. Ebî Ubeyd ona bir teklifte bulundu. Hz. Hasan'ý baðlayýp Hz. Muaviye'ye götürme karþýlýðýnda kendisinin çok zengin ve þerefli birisi yapacaðýný söyledi. Genç vali bu teklifi þiddetle reddederek "Allah'ýn laneti üzerine olsun! Ben Allah'ýn Rasûlünün kýzýnýn oðlunun üzerine atlayacaðým ve onu baðlayacaðým ha! Sen ne iðrenç herifsin" dedi (Taberî, V, 159-160).

Hz. Hasan içinde bulunduðu durumu gözden geçirdi. Güvenemeyeceði bir ordu ve güçlü bir düþmanla karþý karþýya olduðunu anladý. Ayrýca mizaç olarak fitne ve kan dökmekten de nefret eden birisi olduðu için, gerek kendi þahsý, gerekse Ýslâm ümmetinin selameti için hilafeti Hz. Muaviye'ye býrakarak, bu iþten feragat etmekten baþka bir çare bulamadý. Anlaþma yollarýný araþtýrmaya ve her iki tarafýn da razý olacaðý çözümler aramaya baþladý. Amr b. Seleme el-Erhâbî'yi çaðýrarak, anlaþma teklifini içeren bir mektupla Muaviye'ye gönderdi (el-Ýsâbe, I, 327-330). Muaviye aldýðý ve beklediði bu teklifi derhal kabul etti. Hz. Hasan'a elçi olarak Abdullah b. Âmir el-Küreyz ve Abdurrahman b. Semure'yi gönderdi. Bu iki elçi Medâin'e geldiler ve Hz. Hasan'a, ne isterse hepsinin kendisine verileceðini bildirmekle kalmayýp, kendilerini kefil göstererek, bu anlaþmayý teahhüt edeceklerini de ona söylediler (Ýbn Hacer, Fethu'l-Bârî fi Þerhý Sahîhý'l-Buhârî, Mýsýr,1959, VI. 235, Buharî rivayeti).

Bu sýrada Hz. Hüseyn durumdan haberdar oldu ve anlaþma teklifine karþý çýktý. Muaviye'nin haklýlýðýný tasdik, Hz. Ali'nin davasýný yalanlamýþ olacaðý gerekçesi ile aðabeysi Hz. Hasan'a, bu anlaþmayý yapmamasý gerektiðini söyledi. Hz. Hasan onu susturarak, yönetim iþini kendisinin ondan daha iyi bildiðini iddia ederek, anlaþma yapmakta ýsrar etti (Taberî, V. 160).

Bu sýrada Hz. Hasan'ýn hilâfeti Hz. Muaviye'ye býrakacaðýný anlayan ordu komutanlarýndan Ubeydullah b. Abbas, Muaviye'ye bir mektup göndererek kendisi için eman istedi. Karþýlýk olarak elindeki mallarýna dokunulmamasýný ve can güvenliðini þart koþtu. Muaviye bu teklifi kabul etti. Ubeydullah bunun üzerine ordusunu býrakarak karþý tarafa geçti. Hz. Hasan'ýn ordusu bu durum karþýsýnda, Kays b. Sa'd'a, Hz. Ali ve taraftarlarýnýn kanlarýný ve mallarýný korumak ve sonuna kadar Muaviye ile savaþmak üzere beyat yaptýlar. Bir görüþe göre, zaten komutan olduðu için, bu beyat'ý yenilemek olarak anlamak da mümkündür (Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarîh, Beyrut 1385/1965, III, 408).

Nihayet Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan ile anlaþtýlar. Anlaþmaya göre, þayet, Muaviye, Hz. Hasan'dan önce ölürse, Hz. Hasan halife olmak þartý ile, hilafeti Muaviye'ye býrakýyordu. Ayrýca Kûfe hazinesindeki beþ milyon dirhem Hz. Hasan'ýn olacaktý. Muaviye Hz. Ali ve taraftarlarýna hutbede sövme adetine son verecekti (Tâberî, V, 158-159). Karþý taraf bu teklifleri kabul etti. Anlaþmayý yapan Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan'ýn yanýndan çýktýklarýnda "Rasûlullah'ýn oðlu sayesinde kan dökülmesi önlendi, fitne sona erdi, sulh yapýldý" diyorlardý (Ya'kubî, II, 214-215). O sýrada yaralarý da aðýrlaþan Hz. Hasan kalkýp, Iraklýlara uzunca bir hutbe irat etti. Onlara dedesi Hz. Peygamber vasýtasýyla Yüce Allah'ýn insanlarý hidayete erdirdiðini hatýrlattý. Kendisi vasýtasýyla da kan dökülmesini önlediðini söyleyerek, Muaviye ile anlaþma yaptýðýný haber verdi. Muaviye'ye beyat etmelerini de istedi (Ya'kubî, II, 215). Kendilerini babasýný öldürmeleri, kendisine saldýrýp mallarýn yaðmalamalarý sebebiyle terkettiðini de ilan etti (Taberî, V. 158).

Yapýlan anlaþma üzerine Hz. Muaviye Medâin'e geldi. Hz. Hasan'ý yanýna alarak Kufe'ye girdi. Hz. Hasan kendi eli ile hicrî 41 yýlýnýn Rabîu'l-Evvel ayý sonlarýnda Kufe'yi Muaviye'ye teslim etti. Böylece Hz. Peygamber'in þu hadisi tecellî etmiþ oldu:

"Hiç þüphe yok ki, bu oðlum bir þeyittir. Umulur ki, Allah onun sayesinde iki büyük mü'min grubunu barýþtýracak" (Buhârî, Fiten,, 20, Sulh, 9; Ebu Davud, Sünne, 12...). Hz. Hasan, Muaviye'nin huzuruna çýktýðýnda, Muaviye ona "seni senden önce hiç kimseyi mükafatlandýrmadýðým ve senden sonra da kimseyi mükafatlandýrmayacaðým bir mükafatla mükafatlandýracaðým" dedi ve ona 400.000 (dirhem) verdi (el-Ýsâbe, I, 327-328). Ayrýca her sene bir milyon dirhem maaþ baðladý. Ama bunlarýn çoðunu sonradan kýsýtladý ve ona çok az bir þey verdi.

Hz. Hasan ile Hz. Muaviye arasýndaki bu anlaþmaya þahit olan Ýmam Þa'bi hadiseyi þöyle anlatýr: "Muaviye dedi ki, Kalk da, hilafeti bana býraktýðýný ve teslim ettiðini insanlara haber ver". Hasan kalktý ve Allah'a hamd ve senâ'dan sonra söyledi: Akýllýlarýn en akýllýsý, muttaki olandýr; ahmaklarýn en ahmaðý da fâcir olandýr. Muaviye ile benim aramda anlaþmazlýk konusu olan bu iþ, ya benden daha layýk birisinin hakký idi; ya da benim hakkýmdý. Ben ümmetin sulh içinde olmasý, birliðinin bozulmamasý ve kan dökülmesine mani olunmasý için hilafeti ona býraktým". Arkasýndan "bilmem belki de o, sizi denemek ve bir süreye kadar yaþatmak (metâgöz kırpma içindir" (el-Enbiya, 21 / I 11) âyetini okuyarak hutbesini bitirdi (Hýlye, 11, 37).

Hz. Hasan'ýn hilâfette ne kadar kaldýðý kaynaklarda farklý farklý olmakla birlikte, 6 ay 5 gün olduðu konusundaki görüþ en kuvvetlisidir (Ziriklî, II, 214-215).

Bu devir-teslim töreninden sonra ordusunun komutaný Kays b. Sa'd'a bir mektup göndererek Muâviye'nin emrine girmesini istedi. Kays da bu konuda ordusu ile istiþare yaptý. Onlara dalâlet içindeki bir imama mý itaat etmek istediklerini; yoksa imamsýz savaþmak mý istediklerini sordu. Onlardan dalâlet içinde de olsa imama itaati tercih ettiklerine dair cevabý alýnca, o da Muaviye'ye beyat edip emrine girdi (Taberî, V,160). Ya'kubi'ye göre Muaviye anlaþmadan önce, Kays b. Sa'd'a bir milyon dirhem ile bazý mallar göndererek, davasýndan vaz geçip, kendisine katýlmasýný istedi. Sa'd ona cevaben "benim dinimle ilgili bir konuda beni aldatmaya çalýþýyorsun (satýn almaya çalýþýyorsun)" diyerek bu tuzaða düþmedi (Ya'kubî, II, 215). Diðer bir kaynaða göre ise, Hz. Hasan Muaviye ile anlaþýnca, Muaviye Kays'a bir mektup yazarak, itaat etmeye çaðýrdý. Mektupla birlikte imzalý ve mühürlü boþ bir kaðýt daha göndererek, üzerine dilediðini yazabileceðini, yazdýðý her þeyin kendisinin olacaðýný bildirdi. Kays çaresizlik içinde, sadece can ve mal güvenliði karþýlýðýnda Muaviye'nin emri altýna girdi (Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 408. Diðer bir görüþ için bkz. Taberî, V, 158-159).

Hz. Hasan hilâfeti Muaviye'ye býraktýktan sonra, geri kalan on yýllýk ömrünü Medine'de geçirmek üzere yola çýktý. Kufeliler onun þehirden ayrýlýþý sýrasýnda aðlaþýyorlardý. Fakat o kendilerine hiç güvenilemeyeceðini söylemekten çekinmedi. Babasý Hz. Ali'ye de yaptýklarýný kendilerine hatýrlatarak, akýbetlerinin hiç iç açýcý olmadýðýný belirterek hallerine acýdýðýný söyledi.

Yolda birisi kendisine "Ey müslümanlarýn yüz karasý!" diye hakarette bulundu. Hz. Hasan Hz. Peygamber'den naklettiði bir hadisle Ümeyye oðullarýnýn bu makama gelmesinin mukadder olduðunu hatýrlatmaya çalýþtý (Ýbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 407). Bir baþkasý "Ey mü'minlerin emirinin utancý" diye baðýrýnca, ona da "âr, ateþten daha hayýrlýdýr" dedi (el-Ýsâbe, I, 327-330).

Medine'de on yýl yaþayan Hz. Hasan (Zehebî, a.g.e, III, 264) vefatý yaklaþýnca Hz. Aiþe'ye haber göndererek, Hz. Peygamber'in yanýna defnedilmek istediðini söyledi. Hz. Aiþe de bu isteði kabul etti. Bunun üzerine kardeþine þöyle vasýyyet etti. "Ben ölünce Hz. Aiþe'den, Hz. Peygamber'in yanýna gömülmem için izin iste. Ben ondan bu izni almýþtým. Bana karþý çýkmadý. Belki de benden utandý. Þayet izin verirse, beni onun evine defnet. Ben yine de Ümeyyoðullarýnýn seni bundan mahrum edeceklerini zannediyorum. Bunu yaparlarsa, onlarla uðraþma beni Bakî mezarlýðýna defnet"

Hz. Hasan kýrk gün hasta yattý. 5 Rabîu'l-Evvel 50 (2 Nisan, 670) günü vefat etti (Sýfatü's-Safve, I, 762). (Bazýlarý bu tarihin hicrî 49, 50, 51, hatta, 54. yýlý olduðunu söylemiþlerdir. (el-Ýsâbe, I, 330). Ölüm sebebi olarak zehirlendiði söylenir. Zehirleyenin de kendi hanýmý Ca'de binti el-Eþ'as b. Kays olduðu rivayet edilir. Hasta yatarken kardeþi kendisine kimin zehirlediðini sorduysa da, o buna cevap vermekten kaçýndý. Hatta bu zehirlenmeden önce üç defa daha ayný giriþimde bulunulduðunu, fakat onlarý atlatmayý baþardýðýný söyler. Bu son içtiði zehirin baþka olduðunu ve herhalde öleceðini ona açýklar (Ýbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ðâbe, II, 15).

Vefat edince Hz. Hüseyin, Hz. Aiþe'ye müracaat ederek, durumu anlattý. Hz. Aiþe de Hz. Hasan'ýn vasiyyetine "memnuniyetle kabul ederim, baþ üstüne" dedi. (Ya'kubiye göre Hz. Aiþe bu isteðe þiddetle karþý çýkmýþtýr (Ya'kubî, II. 225). Fakat bu iddiayý Ya'kubî'den baþkasý öne sürmemektedir. Bu durumdan Mervan ve Ümeyyeoðularýnýn haberi olunca "vallahi, asla ve ebedî olarak Hz. Peygamber'in yanýna gömülemez" dediler. Bu keyfiyet Hz. Hüseyin'e ulaþtý. Hemen kendisi ve beraberindekiler silahlandýlar. Hz. Ebu Hüreyre durumun vehâmetini anlayarak, önce, Hz. Hasan'ý buraya defnetmeyi engellemenin mutlak surette zulüm olacaðýný söyledi. Daha sonra da hiç olmazsa Hz. Hüseyin'e laf anlatýrým düþüncesiyle ona geldi. Onu bu ýsrarýndan vaz geçirmeye çalýþtý. Kardeþinin vasiyetini hatýrlatarak onun "þayet herhangi bir fitneden çekinirsen beni müslümanlarýn mezarlýðýna defnet" dediðini hatýrlattý. Hz. Hüseyin de fitneden çekinerek, kardeþini bir çok sahabînin defnedildiði el-Bakî' mezarlýðýna defnetti.

Hz. Hasan'ýn cenazesine Ümeyyeoðullarýndan, Medine valisi olan Saîd b. el-Ass'dan baþka hiç kimse katýlmadý. Hz. Hüseyin, cenaze namazýný kýldýrmayý valiye teklif etti. Vali de teklifi kabul etti ve cenaze namazým kýldýrdý. Cenazesine çok sayýda kiþi katýldý, hatta "iðne atsan yere düþmeyecek" kadar kalabalýk vardý (Ýbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ðâbe, II. 15). Hz. Hasan vefat ettiðinde 47 yaþýnda idi (Tehzîbü't- Tehzîb, II, 301).

Hz. Hasan cömert ve kerîmdi. Fizik ve ahlâk olarak Hz. Peygamber'e çok benzerdi. Çok takva sahibi idi. Medine'den Mekke'ye yürüyerek 15 defa hac yaptýðý meþhurdur.

Hayýr yapmayý çok severdi. Öyle ki, mallarýnýn tamamýný iki defa fakirlere daðýttý; üç defa da Allah (c.c) ile "kasame" yaptý. Yani iki ayakkabýsý varsa, birini tasadduk edip, birini kendisine býrakarak; herhangi bir yiyeceðinin bir avucunu daðýtýp, bir avucunu kendine ayýracak kadar adil davranarak, mallarýný fakirlere daðýttýðý kaynaklarda geçmektedir. Onun güzel ahlâka ve baþkalarýna ikram etmenin faziletine dair bir çok vecizesi vardýr. Meselâ ona "mekârim-i ahlâk"ýn ne olduðu sorulunca, o bunu þöyle özetler: Doðru söz, isteyene vermek, güzel ahlâk, sýlaý rahim, komþu hakkýnda utanmak, arkadaþ hakkýna riayet, misafire ikram, ve nihayet bunlarýn da baþýnda haya'dýr (Hýlye, II, 37-38; Üsdü'l-Ðâbe, II. 13; Ya'kubî, II. 225 vd).

Hz. Hasan çok evlenip, boþanmasýyla de üne sahiptir. Hatta bir ara babasý Hz. Ali, bu yüzden, onun evlendiði kadýnlarýn kabilelerinin kendi ailesine karþý düþman olacaklarýndan korkarak, Kufelilere açýkça oðluna kýz vermemelerini söylemiþ, oradan kalkan bir adam da, yemin ederek, onu evlendirmeye devam edeceklerini bildirmiþ ve arkasýndan þöyle demiþtir:

"Biz evlendiririz, o istediðini tutar, istediðini boþar" (Zehebî, a.g.e., III, 267).

Onun sekiz veya on iki oðlu vardý: 1- Hasen b Hasen (annesi Havli binti Manzûr el-Fezâriyye), 2- Zeyd (annesi Ümmü Beþîr binti Ebî Mes'ud el-Ensarî el-Hazrecîgöz kırpma, 3- Ömer, 4- Kasým, 5- Ebu Bekr, 6- Abdurrahman (bunlarýn da anneleri ümmü veled olup, hepsinin anneleri ayrýdýr): 7-Talha, 8- Ubeydullah. (Ya'kubî, II, 228). Bir tane de kýzý olduðuna dair rivayetler vardýr (Zirikli, II, 215).

Hz. Peygamber'in soyu torunlarý Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in çocuklarý vasýtasýyle devam etmiþtir. Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere halk arasýnda "seyyid" Hz. Hasan'ýn soyundan gelenlere de "þerîf" veya "emir" adý verilir.



Mesaj 1 kez düzenlendi. En son Muhtazaf tarafından, 27.03.2010 - 08:24 tarihinde.
Gönderen: 27.03.2010 - 08:23
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
Hz. HÜSEYÝN (r.a.)



Hz. Peygamber (s.a.s)'in Hz. Fatýma (r.anha)'dan torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatýma'nýn ikinci oðlu. Hicretin dördüncü yýlý Þaban ayýnýn beþinde dünyaya geldi.

Hz. Hüseyin'in ismini Peygamber Efendimiz koydu. Hz. Hüseyin doðduðu zaman, Cebrail (a.s) gelip "Ya Muhammed! Rabbin sana selâm söylüyor. Oðluna, þu Harun'un oðlunun ismini koy diyor" dedi.

Peygamber Efendimiz "Ey Cebrail: Harun'un oðlunun ismi nedir?" diye sordu.

Cebrail (a.s) "Þebir" dedi.

Peygamberimiz "Benim dilim, Arapça:" buyurdu.

Cebrail (a.s) "Öyle ise, bunun Arapça karþýlýðý olan Hüseyin ismini koy" dedi (Diyar bekrî, el-Hamîs, 1,471).

Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber (s.a.s)'e çok benziyordu. Hz. Ali (r.a) "Hasan, Rasûlüllah'a göðsünden baþýna kadar olan kýsmýnda, Hüseyin de bundan aþaðý olan kýsmýnda çok benzerdi" (Ahmed b. Hanbel Müsned, 1, 108) demiþlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a)'a son derece düþkün olup onlarý çok severdi. Onlarýn hakkýnda,

"Allah'ým: Ben, bunlarý seviyorum. Sen de sev bunlarý" (Tirmîzî Sünen V, 661).

"Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladýðým iki reyhanimdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288);

"Hasan ve Hüseyin'i seven, beni sevmiþ, onlara kin tutan da bana kin tutmuþtur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288);

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in gönüllerince oynayýp eðlenmeleri için onlara eþlik eder, bir çocuk gibi onlarla oynardý. Hz. Hüseyin, Rasûlüllah (s.a.s)'dan deve olmalarýný istediklerinde hemen yere eðilir ve onlarý mübarek sýrtýna alýrdý. Arkasýndan da "Bundan güzel deve olabilir mi?" buyururlardý.

Peygamber Efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduðu yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreþmeye baþladýlar. Peygamber Efendimiz gülerek "Ha gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin'i!" diyerek Hz. Hasan'ý kayýrýnca, Hz. Ali: "Yâ Rasûlüllah: Sen Hüseyin'i kayýrmalý deðil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi. Peygamberimiz "Baksana Cebrail'de, Hüseyin'e: (Ha gayret Hüseyin göreyim seni) diyor." buyurdu (Zehebî, Siyer Alâmü'n-Nübelâ, 111, s. 190-191).

Hz. Peygamber (s.a.s) torunlarýndan olan Hz. Hüseyin'in çocukluk yýllarý Peygamberimizin otaðýndan geçmiþtir. Rasûlüllah'ýn eðitiminden yetiþip imaný yudumlaya yudumlaya büyüyen Hz. Hüseyin'in sonu da þehadet ikliminde gerçekleþmiþtir. Ýnsanýn hayatýnda Allah ve Rasûlü'nün hükmünden baþka hiç bir hükmün geçerli olamayacaðýný derinden kavramýþ olan Hz. Hüseyin, bu gerçeðe gölge düþürenlere zerre kadar meyletmemiþ; bilakis destansý bir tavýrla onlarýn önlerine dikilmiþtir.

Muâviye, hicretin altmýþýncý yýlýnda Recep ayýnýn ortalarýnda Þam'da vefat etti. Muâviye'nin vefatýndan sonra Þamlýlar Muâviye b. Ebi Sûfyan'ýn oðlu Yezid'e bey'at ettiler.

Yezid'in iktidara geçmesi saltanat seklinde gerçekleþti. Yezid, kendisinin bu þekilde idareyi ele alýþýna baþta Hz. Hüseyin olmak üzere pek çok Sahabe'nin rýza göstermeyeceðini, hatta þiddetli tepkilerle karþýlayacaðýný biliyordu. Ýktidarý elden kaçýrmamak için çok süratli davranýyordu. Hemen Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebi Sufyan'a bir mektup gönderdi.

Mektubunda þöyle yazýyordu: "Mektubum sana geldiði zaman, Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zübeyr'i buldur, onlarýn bana bey'atlarýný al! Eðer, bey'attan kaçýnýrlarsa, boyunlarýný vur, baþlarýný bana gönder: Halkýn da bey'atlarýný al, Bey'attan kaçýnanlar hakkýnda, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkýnda olduðu üzere, hükmü yerine getir, Vesselam "

Yezidin; Medine valisine yazmýþ olduðu mektubunda Hz. Hüseyin'den ve ileri gelen sahabilerden bey'atlarýný almasýný, bu konuda gevþek davranmamasýný istediði de kaynaklarda kaydedilir .

Yezid'in iktidarý ele almasýndan sonra Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a)'e mektuplar göndererek, onu dâvet edip, yanlarýna geldiði takdirde kendisini Emirü'l-mü'minin ilan edeceklerini üst üste yazdýklarý mektuplarda belirtmiþlerdi. Ayrýca þu anda emirleri olmadýðýndan cuma namazýna çýkmadýklarýný bildirmiþlerdi.

Hz. Hüseyin, Medine'den Mekke'ye gidip buradan Küfelilerle haberleþmeye baþlamýþtý. Kûfelilerin durumunu kesin olarak anlamak için de amcasýnýn oðlu Müslim b. Akil'i Kûfe'ye göndermiþti. Müslim Kûfe'de durumun iyi olduðunu, insanlarýn bey'at için hazýr bulunduklarýný bildiren bir mektup gönderdi. Hz. Hüseyin bu haberden sonra kesin karar verip Kûfe'ye gitme hazýrlýklarýna baþladý.

Hz. Hüseyin Kûfe yolculuðuna hazýrlanýrken, Abdullah Ýbn Abbâs, bu yolculuktan vazgeçmesini ýsrarla istemiþti. Ayný þekilde Abdullah ibn Ömer ve tabiunun ileri gelen âlimlerinden Ýmam Þa'bî de Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye gitmemesini istemiþler, özellikle Iraklýlara güvenilmeyeceðini vurgulamýþlardý. Ama Hz. Hüseyin Kûfe'ye gitme konusunda kesin kararlýydý .

Yezid, Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye doðru yol aldýðýný haber alýnca, Kûfe valisini deðiþtirmiþ, Basra valisi olan Ubeydullah ibn Ziyad'a ek bir görev olarak, Kûfe valiliðini de vermiþti.

Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe valiliðini de üstlenince ilk iþ olarak Müslim b. Akil'i çok feci bir þekilde þehid etti.

Yezid, Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad'a Hz. Hüseyin hakkýnda þu emri veriyordu:

"Þimdi sen, benim istediðim gibi olmakta devam ediyorsun. Yaptýðýný akýllý ve beceriklilere yaraþýr bir biçimde yaptýn. Sebatlý, azimli bir kahraman saldýrýþýyla saldýrdýn. Baþkalarýna ihtiyaç býrakmayýp bu iþin üstünden geldin. Bana eriþen habere göre: Hüseyin b. Ali, Mekke'den ayrýlmýþ, senin tarafýna doðru gelmekte imiþ. O'na hemen casuslarý kavuþtur. Yollara gözcüler dik. Olanca duruþla bunun üzerinde dur. Seninle çarpýþmadýkça sakýn kimse ile çarpýþma. Her gün, olan bitenlerin haberini bana yaz."

Hz. Hüseyin'in Kûfe yolculuðu sürerken, gelen haberler hiç de iyi deðildi. Müslim b. Akil'in þehid edildiði haberi bile kendisine ulaþtýðýnda artýk geri dönmek mümkün deðildi. Yol esnasýnda pek çok kiþi Kûfe'ye gitmemesini, mutlaka geri dönmesi gerektiðini söylemiþlerdi.

Bütün bu olumsuzluklara raðmen, Hz. Hüseyin büyük bir kararlýlýkla Kûfe'ye doðru yol almaya devam ediyordu. Bu arada kendisi için tuzaklar kuruldu. Geliþen olumsuz olaylar nedeniyle, Hz. Hüseyin beraberindekilere "dileyen dönebilir, ben sizi yanýmda zorla götürmek istemem" demiþti. Ama hiç bir kimse ondan ayrýlmadý (Zehebî- A'lâmü'n-Nübelâ, 111, 201-202).

Hz. Hüseyin, Hurr b. Yezid et-Temimî'nin kumandasý altýndaki bin kiþilik Kûfe süvârî birliði ile karþýlaþtý. Hurr b. Yezid, Ubeydullah b. Ziyâd'ýn emrine uygun olarak hareket ediyordu. Hurr, Ubeydullah'ýn emri gereðince Hz. Hüseyin'i Kerbelâ'ya doðru sürükledi.

Ubeydullah b. Ziyad olayýn ciddiyetini fevkalade kavramýþtý. O sýrada Merv valiliðine tayin edilmiþ bulunan Ömer b. Sa'd Kûfe'de hazýrlýklarýný yapýyordu. Ancak Ubeydullah; Ömer b. Sa'd'ý Hz. Hüseyin'e karþý kullanmak istedi ve hemen ona emir vererek ordusuyla beraber Kerbelâ'ya gelmesini istedi. Ömer b. Sa'd, Hz. Hüseyin'in karþýsýna çýkmak istemiyordu. Bu durumu anlayan Ýbn Ziyad: "eðer, onunla çarpýþmaya gitmeyecek olursan, seni Merv valiliðinden azleder, evini yýkar, boynunu vururum" (Zehebî ayný yer) diyordu.

Durum giderek vahimleþiyordu. Hz. Hüseyin bu durumun önüne geçmek ve kanlarýn akýtýlmasýna meydan vermemek amacýyla Ömer b. Sa'd'a þu teklifleri yapmýþtý: "Ey Ömer! Þu üç teklifimden birini kabul ediniz;

Býrakýnýz da ben, cihad etmek üzere, hudut boylarýna gideyim. Yahut Yezid'in yanýna varýp kendisiyle görüþeyim. Yahut dönüp Medine'ye gideyim" (Zehebî, A'lâmü'n-Nübela, 111, 208-209). Ama Ýbn Ziyâd bu teklifleri asla kabul etmiyor ve Hz. Hüseyin'i artýk býrakmak istemiyordu.

Ömer b. Sa'd ise Hz. Hüseyin'e karþý her hangi bir saldýrýda bulunmuyor ve günler böyle geçip gidiyordu. Ubeydullah b. Ziyâd, son emrini verdi. Ömer b. Sa'd'a yazdýðý son emrinde þöyle diyordu:

"Ben seni, Hüseyin'le günler geçiresin, onun selâmet ve bekâsýný dileyesin ve benim katýmda onun þefâatçýsý, kayýrýcýsý olasýn diye göndermedim. Ona ve adamlarýna hemen teklif et; hükmüme boyun eðsinler. Eðer, sana teslim olurlarsa, onu ve etrafýndakileri bana gönder. Þayet kabule yanaþmazlarsa üzerlerine yürü. Çünkü, o asi ve þakidir."

Bu emirden sonra Hz. Hüseyin'e saldýrýlar baþladý. Hz. Hüseyin'in yanýndaki bir avuç mücahid ve Ehl-i beytten haným ve çocuklar binlerce askerden oluþan orduya karþý büyük bir direnç gösteriyor ve bir bir þehadet þerbetini içiyorlardý. En son Hz. Hüseyin kahramanca savaþtý ve almýþ olduðu otuzüç mýzrak ve otuzdört kýlýç yarasýyla bedeni topraða yýðýlýrken, ruhu þehidlerin ruhlarýna karýþýyordu.

Kerbelâ'da Hz. Hüseyin'in akrabalarýndan yetmiþiki kiþi þehid düþtü. Adeta Ehl-i beyt, tümden imha edilmek istenmiþti. Kufelilerden de seksensekiz kiþi ölmüþtü.

Hz. Hüseyin, Hicrî altmýþbirinci yýlýn on Muharreminde þehid olmuþtu. Þehid düþtüðünde elliyedi yaþýnda idi.

Hz. Hüseyin'in þehadeti Ömer b. Sa'd'ý ve Yezid'i derin bir þekilde etkilemiþ ve üzülmelerine yol açmýþtý. Ancak bu üzülmelerin ne anlamý olabilirdi. Hz. Hüseyin'in þehadetine yol, açan öncelikle Yezid olmuþtu.

Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in torununu ve büyük Ýslâm kahramanýný canevinden vuranlara müslümanlarýn iyi nazarla bakmasý ise asla mümkün deðildir .

Merhum Mevdûdî Kerbelâ olayýný ele aldýðý "Hz. Hüseyin'in Þehadeti Üzerine" adlý yazýsýnda Ýslâmî yönetimin temel ilkeleri açýsýndan Hz. Hüseyin'in karþý çýktýðý, reddettiði yönetimin durumunu þöyle belirler: "Yezid'in, babasý Muâviye'ye halef tayin edilmesi, kiþilerden Allah'ýn hakimiyetine dille inanmalarýnýn istendiði monarþi türünün baþlangýcýnýn iþaretidir. Uygulamada bütün önceki monarklar gibi müslüman yöneticiler de hâkimiyetin tek kaynaðý imiþcesine davranmýþlardýr, yani hakimiyet monarkýn ve kanunî haleflerinindir. Monarkýn hayat, mülkiyet, þeref ve tebaanýn her þeyinin tartýþmasýz sahibi olduðu sanýlmýþtýr. Ýslâm devletinin en önemli amacý Allah'ýn sevmediði kötülükleri önlemek ve yok etmek olduðu gibi, râzý olduðu iyilik ve faziletleri de yerleþtirmek ve emretmek iken; otokratik yönetimlerin amacý arazi gasbetmek, mal-mülk sahibi olmak, haraç-vergi toplamak ve hayvanî arzularý doyurmaktan öte geçmiyordu. Bu dönemde müslüman yöneticiler ve hükümet Sezar'ýn ihtiþam ve debdebesini adaletin yerine ise zulmü ve otoriteyi benimsediler. Lüks ve israf aldý yürüdü. Yöneticiler meþrû olanla gayri meþrû olaný birbirinden ayýrmadýlar. Politika artýk ahlâktan yoksun hale gelmiþti. Memurlar halkýn içinde Allah korkusunu yerleþtirmek yerine, onlarý kontrol altýnda tuttular, bilinçlerini artýrma yerine, tahrik ve rüþvetle onlarý kazanmaya çalýþtýlar. Yezid'in kendisine halef olarak atanmasýyla Ýslâmî yönetim sistemi temellerinden sarsýlmýþ ve yerini babadan oðulla geçen bir monarþizme býrakmýþtý. O andan itibaren halifenin seçimini belirleyen ilke askýya alýnýp zeki ve zengin olanlar ümmetin serbest oylarýyla seçilme yerine, yönetimi birer birer ele geçirmiþlerdir. Krallýðýn egemen olmasýyla birlikte þûrâ sistemi de köklü bir deðiþime uðradý. Monarþik yönetim kiþisel ve despotik yöntemlere dayanýyordu. Artýk þûrâ heyetinin üyeleri, prensler, dalkavuklar, saraylýlar, eyalet valileri ve askerî komutanlar olmuþtu. Krallarýn egemen olmasýyla birlikte vicdanlarýn sesi boðuldu ve söz hürriyeti tümden inkâr edildi. Bu dönemde aðzýný açan ancak hükümdarýn ve hükümetin lehine konuþabiliyordu. Aksi durumda ise susmasý gerekiyordu. Vicdanlarýn üzerindeki baský öylesine aðýrdý ki, gerçeði söylemekten kendisini alamayan olursa, ya özgürlüðünü yitirip zindana týkýlýyor, ya da hayatýndan oluyordu. Ýmparatorluk rejimi sorumlu yönetim kavramýndan tümüyle yoksundu. Onun için Allah önünde sorumluluk sözde kalan bir þeydi ve pek az olarak uygulamada kendini gösterebiliyordu. Halk önünde sorumluluk duygusuna gelince; kimsenin imparatorlardan bir açýklamada bulunmalarýný istemek cesareti yoktu. Hilâfet otokratik yönetime dönüþünce kamu hazinesi ilâhî veya kamu malý olacaðý yerde tümüyle kýralýn özel mülkü haline geldi. Hem meþru, hem meþru olmayan yollarla para alýndý ve meþru olsun olmasýn rasgele harcandý. Kimsede en ufak bir hesap sorma cesareti kalmamýþtý. Devletin gelirlerinin tümü, sýradan bir postacýdan devlet yöneticisine kadar herkesin harcayabildiði ölçüde bir zevk ve eðlence aracý haline geldi. Yöneticilik yetkisinin kamu malýný rasgele harcamak için bir belge olmadýðý gerçeði kimsenin umurunda bile deðildi. Kamu hazinesini diledikleri biçimde tüketebileceklerine ve kimsenin kendilerinden hesap sormaya cesaret edemeyeceðine iyiden iyiye inanmýþlardý.

Yalnýzca krallar, prensler, soylular, memurlar ve kumandanlar deðil, sarayla uzaktan yakýndan ilgisi olan erkek ve kadýn hizmetçiler bile hukukun üstünde sayýlýyorlardý. Halk gerek bedenen, gerekse ahlâken devlet görevlilerinin merhametine kalmýþtý. Halkýn kaderini çizen iki zýt ölçü vardý: Biri güçlüler, diðeri ise zayýflar için. Mahkemede yargýçlara baský yapýlýyor, kararlarýnda adaletli olmaya çalýþanlar, karþýlýðýnda aðýr fiyat ödemek zorunda kalýyorlardý. Allah'tan korkan kadýlar ilahi cezaya çarpýlmamak için iþkence ve zindanlarý zulmün ve þýmarýklýðýn elinde oyuncak olmaya tercih ediyorlardý" (Hz. Hüseyin-Bir Uyar /Bir Sembol, Ýst. 1985).

Emevilerle birlikte bunu hýzla diðer alandaki çözülme ve sapmalar izlemiþtir. Hz. Hüseyin'in biat ederek bu çözülüþ ve zulmü onaylamasý elbette ki düþünülebilecek bir þey deðildir. "Hüseyin'in bu arzu edilmez geliþmeye kayýtsýz kalmamasýnýn nedeni iþte budur. O, en kötü sonuçlarý bile karþýlamayý göze alarak yerleþmiþ bir yönetime karþý ayaklanmakla yükselen þer güçler dalgasýnýn önüne set çekmeye karar verdi. Bu yiðitçe karþý duruþun sonuçlarýný herkes bilmiyordu. Hüseyin'in kendisini aðýr bir tehlikeye atýp sonuçlarýna da kahramanca katlanarak vurgulamak istediði gerçek, Ýslâm devletinin temel ilkelerinin vazgeçilmez deðerde birer servet olduðudur. Bir mü'minin bu serveti korumak için hayatýný feda etmesi ve aile üyelerinin de katledilmelerine neden olmasý hiç bir zaman kötü bir pazarlýk deðildir"

Böylesine önemli zamanlarda hesap peþinde koþanlar ancak uzlaþmacý ve kolaya kaçýcý kimseler olabilir. "Kendini takva ve hakka adamýþ kiþi hiç bir zaman sonuçlarý önemsemez. Mücadelenin sonucu her zaman adaletin ve hakkýn yanýnda olan gücün elindedir. Zulüm, sayý ve kaynak bakýmýndan, aþýrý üstünlüðüne raðmen, neticede yok olur gider. Böyle durumlarda þartlarý göz önünde bulundurup tedbir hesaplarý yapmak, sonucun çok miktarda kan verilmesine deðip deðmeyeceði tartýþmalarýnda bulunmak Hakk'ýn koruyucularýnýn zihinlerinde kuþkular doðuran lanetli þeytanýn iþidir"

Hz. Hüseyin, hiç bir hesap peþinde koþmadan kendisini Hakk'a adayan gerçek ve örnek müslüman tipini simgeler. Bir konuþmasýnda, "Olup bitenleri görüyorsunuz. Dünyanýn rengi deðiþti; tümüyle faziletten yoksun hale geldi. Yalnýzca her iyiliðin tortusu kaldý. Dikkat! Görmüyor musunuz? Hak ve doðru, yerin altýna gönderildi. Bilerek batýl iþler peþindeler. Kötü gidiþi önleyecek kimse kalmadý. Zaman, her mü'minin Allah uðrunda hakký savunma zamanýdýr. Þehid olmak istiyorum. Zalimlerle bir arada yaþamak zulmün ta kendisidir." diyen Hüseyin'in eyleminden, þehadetinden alýnmasý gereken dersi Mevlâna Ebu'l Kelâm þöyle dile getirir: "Hüseyin Allah'ýn iradesini kendi kiþisel seçimine; Hakk'a baðlýlýðý, hayat ve hayatýn lükslerine duyulan sevgiye tercih etti. Yalnýz, Hakk'ýn aþýðý olmakta yarar görerek hayatýný ortaya koydu. Bu vakur olaydan çýkarýlabilecek en deðerli ders, Cihad ve Hak yolundan sabýrlý, kararlý ve metin olmak gerektiðidir."

Gönderen: 27.03.2010 - 08:31
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
HZ. ÝMAM MUHAMMED’ÜL BAKIR’IN HAYATI
Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr, Hicret’in 57. yýlýnda, Safer ayýnýn 3. günü Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmiþlerdir. Babalarý Hz.Ýmâm Zeynel Âbidin Ali’dir, anneleri Hz.Ýmâm Hasan’ýn kýzlarý Fâtýma’dýr. Böylece hem baba, hem ana tarafýndan soylarý Hz.Ali’ye ulaþmaktadýr. Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’ýn künyeleri “Ebû Cafer”dir. Lâkaplarý “Bâkýr”dýr. Bâkýr; “Yaran, açan” anlamlarýna gelmektedir. Ýlmi, hikmeti yarýp açtýklarý, bilgi de kendilerine bir engel, bir sýnýr tasavvur edilemediði, ilmi tamamýyla kavradýklarý cihetle bu lâkapla anýlmýþlardýr. Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr’ýn 4 erkek, 3 kýz olmak üzere 7 evlâtlarý olmuþtur. Soylarý, Hz.Ýmâm Cafer’üs Sâdýk’tan yürümüþtür. Babasý Hz.Ýmâm Zeynel Âbidin’in Hak’ka kavuþmasýndan sonra imâmeti devr alan Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr, babasýnýn yolundan hiçbir zaman ve hiçbir þekilde ayrýlmamýþtýr. Hz.Ýmâm kendisine baþvuran ihtiyaç sahiplerini her zaman dikkatle dinlerdi ve onlarý hoþnut edebilmek için elinden gelen gayreti sarfederdi. Onlar da Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’dan râzý olurlardý. Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr, gayet doðru sözlü, halûk, iyilik sever bir zattý. Onunla bir defa konuþan hemen tesirinde kalýrdý. Ayný zamanda ihsân bakýmýndan, dünyanýn eli en açýk kimsesiydi. Vaktini ya ibâdetle, ya ilim tahsil etmekle, ya bildiði þeyleri baþkalarýna öðretmekle, ya kendisine baþvuranlara doðru yolu göstermekle, ya da muhtaçlara ihsânda bulunmakla geçirirlerdi. Hayatý da hep bu çalýþmalar içinde geçmiþtir.
Zamanýnda yaþamýþ olduðu bütün âlimler, Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’ýn ilim bakýmýndan yüksekliðini kabul etmekte ittifak etmiþlerdir.
Bir seferinde Kur’ân-ý Kerîm’de geçen; «Bilmiyorsanýz, bilmediklerinizi zikir ehline sorunuz» þeklindeki âyetin manâsý kendisine sorulmuþ, Hz.Ýmâm da þu cevâbý vermiþtir: “Zikîr ehl-i biziz.” Bu söze yanýndaki âlimlerden hiçbiri itiraz etmemiþtir. En tanýnmýþ din âlimleri, zaman zaman halledemedikleri meselelerle karþýlaþtýklarý zaman, mutlaka gelir, Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’a baþvururlardý. Hz.Ýmâm da hiçbirini yanýndan tatmin edilmemiþ olarak göndermezdi. Hepsinin de takýldýklarý noktalarý aydýnlatmanýn yolunu bulurdu ve onlarý kelimenin tam manâsýyla tatmin ederdi.
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr son derece güzel konuþurdu. Hemen hemen her sözünde derin hikmetler mevcuttu. Hz.Ýmâm’ý dinleyen, huzûrundan ayrýldýktan sonra da uzun müddet kendisini bu sözlerin tesirinden kurtaramazdý.
Mekkeli bilgin Abdullah bin Atâ;
“Bilginlerin, Muhammed Bâkýr’ýn huzûrunda küçüldükleri gibi, hiçbir kimsenin huzûrunda küçüldüklerini görmedim Hatem bin Uteybe’nin, toplumu içinde o kadar büyük, kadri o kadar yüceyken, onun huzûrunda, mualliminin huzûrundaki küçük çocuða döndüðünü gördüm” demiþtir.
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’ýn ilmi, sadece din iþlerine inhisar etmiþ deðildi. Hz.Ýmâm, ilmin, bilginin her cephesiyle meþgul olurdu. Kendisine hangi konudan bir þey sorulacak olursa, cevâbýný mutlaka doðru olarak verirdi.
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr, kendisinden yardým isteyen her fakire mutlaka yardýmda bulunurdu. Açlarý doyurur, çýplaklarý giydirirdi. Kendisini ziyaret eden dost ve ahbaplarýnýn bu ziyaretlerini, mutlaka iade ederdi. Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’ýn meclisleri, bir çeþit ilim meclisleri olurdu. Burada bulunmak ve kendisinden feyiz almak, her kula nasip olmaz saadetlerdendi. Irak’ta olsun, Hicaz’da olsun, baþka yerlerde olsun, yetiþen din bilginlerinin çoðu kendisinden feyiz almýþlardýr.
Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr, babalarýnýn kurduðu gerçek ve ilâhi medreseyi devam ettirmiþlerdir. Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr, kendisi senet göstermeden, yani rivâyet edicisinin adýný zikretmeden bir hadîs-i þerifi okuduðu zaman, bunun sahih bir hadîs olduðundan kimse þüpheye düþmezdi. Çünkü þöyle söylerdi; “Ben bir hadîs okudum, rivâyet edenini anmadým mý bilin ki onu mutlaka babamdan duymuþumdur. Babam da babasýndan, babasý da ceddim Resûlullah’tan duymuþtur.”
Bu þekilde rivâyet ettiði hadîs-i þeriflerden bir tanesi þudur:
“Ýþlerin zoru üçtür; Kardeþlerle mal hususunda iyi geçinmek, menfaat söz konusu olunca insanlara karþý insafla muamelede bulunmak, her durumda Allah’ý anmak.”
Tasavvuf inancýný benimseyen ve kendini ibâdete vermiþ olan Muhammed bin Münkedir; “Muhammed bin Ali’yi görünceye dek Ali bin Hüseyin’in, fazîlet yönünden kendi gibi bir halef býraktýðýný ummazdým; ben ona öðüt vermek isterken o bana öðüt verdi” der ve þu olayý anlatýr:
“Hararetim bastýðý bir saatte Medine dolaylarýnda gezerken, Muhammed bin Ali’ye rastladým. Pek yorulmuþtu, yanýndaki iki kiþiye dayanarak yürüyebiliyordu; adam akýllýda terlemiþti. Ona, «Hâþimi ulularýndan olan senin gibi bir kiþinin, bu saatte dünya için bu derece yorulmasýný, hiç de doðru bulmuyorum» dedim. Hz.Ýmâm bu söz üzerine dayandýðý kiþileri itti, doðruldu da bana dedi ki:
«Vallâhi bu halde ölüm gelip çatsa, beni Allah’a edilen ibâdetlerden biriyle meþgul olarak bulur; çünkü bu halimle ben, kendimi senden de, bütün halktan da çekmiþim, ehlimin-ayâlimin rýzký için çalýþmaktayým; Ben, Allah’a karþý irtikâb edilen bir suçu iþlerken, ölümün gelip çatmasýndan korkarým» Bu sözü duyunca; «Allah sana rahmet etsin» dedim; «Sana öðüt vermeyi isterken, sen bana öðüt verdin.»”
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’ýn zamanlarý, Ümeyye oðullarýndan Mervan oðlu Abdülmelik ile oðullarý Velid ve Süleyman’ýn, Abdülaziz oðlu Ömer’in ve yine Abdülmelik’in oðullarýndan Yezîd’le, Hiþâm’ýn saltanatlarýna rastlar. Abdülmelik öyle bir kiþiydi ki, kendisine saltanat müjdelendiði zaman, okumakta olduðu Kur’ân’ý Kerîm’i;“Bu seninle son görüþmemiz” deyip elinden býrakmýþtý. Abdülmelik saltanata oturunca, amcasýnýn oðlunu saltanatta kendisine rakip gördüðü için sarayýna konuk çaðýrmýþ ve onu kendi eliyle öldürmüþ sonra da Þam mescidinde minbere çýkýp; “Bundan böyle, kim benim yaptýðým iþe dâir bir soru sorar veya îtirâz ederse cevâbýný ancak kýlýçla alýr” demiþti.
Þimdi bu devirde bir de Þam’da olup bitenlere bakalým. Muâviye’nin kurduðu saltanat ne âlemde idi? Onun halefleri ne ile meþgul idiler? Ne yapýyorlardý?
Bütün bunlarý bilmek, akýl ve izân sahipleri için pek güzel bir mukayese imkâný hazýrlar. Biz Hz.Ali’nin torunlarýnýn nasýl yaþadýklarýný birer birer anlatýrken, Þam’da yaþanýlan olaylarý anlatmamak ve unutmak insafsýzlýk olurdu.
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr’ýn imâmlýk makamýna oturduðu zamanda, Þam saraylarýnda fesat ve ahlâksýzlýk son haddini bulmuþtu. Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr çekilmiþ olduðu ilim ve fâzilet dolu köþesinden bu manzarayý hayret ve hatta dehþet içinde seyrediyordu. Muâviye’nin soyundan, Mervan’ýn soyuna geçen bu sahte Emîr’ül-mü’minlik, halka zorla kabul ettirilmek isteniyordu. Bunlar; Þam saraylarýnda hükümdarlar gibi yaþýyorlardý ve her çeþit sefâhat hayatýnýn içine adetâ gömülmüþler, boðulmuþlardý.
Bunlar; emirlerini ancak kýlýç kuvveti ile gördürebildikleri için sadece buna tapýyorlar, bütün varlýklarý ile sadece bunu benimsiyorlardý. Bunlarda; fâzilet, doðruluk, adâlet gibi kelimeler çoktan unutulmuþ, iþ düpedüz bir rezâlet, ahlâksýzlýk ve zulme dökülmüþtü. Þam saraylarýnda, Ümeyye oðullarý rezâlet ve sefâhat içinde hayat sürerlerken, Hz.Ali’nin torunlarý ise Medine’de büyük bir fâzilet içinde hayatlarýný devam ettiriyorlardý.
Bu halîfelerin içinde yalnýz Mervan oðlu Abdülaziz’in oðlu Ömer, bir istisna teþkil ediyordu. Bu zât Hicret’in 99. yýlýnda saltanata gelir gelmez ilk iþ olarak; Muâviye’nin koyduðu pis ve kötü bid’atý, Cuma günleri hutbelerde Hz.Ali’ye hâþâ, zem edilmesini kaldýrdý ve yerine; Kur’ân-ý Kerîm’deki þu âyetin okunmasýný emretti:
“Gerçekten de Allah adâlet ve ihsânla muameleyi buyurur ve yakýnlarý görüp gözetmeyi emreder; kötü olan, yapýlmamasý buyrulan þeylerden ve azgýnlýktan isyândan nehyeyler; düþünüp anlamanýz içinde size öðüt verir.” (Nahl 90. âyet)
Abdülaziz’in oðlu Ömer, daha sonra Hz.Muhammed’in Hak’ka kavuþmalarýndan sonra Hz.Fâtýma’nýn elinden alýnan Fedek hurmalýðýný, Hz.Fâtýma’nýn soyuna geri verdi. Sonra Ümeyye oðullarýnýn gasbettikleri þeyleri tekrar onlardan aldý, Beyt’ül-mâl’e (Devlet Hazinesi) iâde etti ve hak sahiplerine de devlet hazinesinden verilen payda, eþitliðe riâyeti þart koþtu.
Ümeyye oðullarý, Abdülaziz oðlu Ömer’in yapmýþ olduðu bu hareketlerini hoþ görmediler ve onu zehirlettiler. Abdülaziz oðlu Ömer, bu zehirlenme sonucunda Hicret’in 101. yýlýnda vefât etmiþtir.
Arap milliyetçiliði, Arap olmayan Müslümanlarýn aþaðý görülmesi, gayr-i Arap olanlarý büsbütün incitmedeydi. Halifelerin sorumsuzluðu, yahût adâlet sâhibi olsun, olmasýn, onlara itâatin lüzumu hakkýndaki rivâyetler, artýk söyleyenlerin dillerinde ve yazýlmýþ sahifelerde kalýyordu.
Hz.Ýmâm Hüseyin’in, mazlûm olarak din, îman adýna, ümmetin selâmeti ve Ýslâm’ýn, insanlýðýn özgürlüðü uðruna þehâdeti unutulmuyor, yer yer ayaklanmalarla, intikam almaya kalkýþmalarla yeniden yeniye canlanýyordu.
Hicret’in 120.yýlýnda, Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr’ýn tasvib etmemesine raðmen, Hz.Ýmâm Zeynel Âbidin’in oðlu Zeyd, zamanýn yönetimine karþý ayaklanmýþ; fakat onu þehit etmiþlerdir. Hicret’in 125.yýlýnda da Zeyd’in oðlu Yahyâ ayaklanmýþ; fakat o da þehit edilmiþtir.
Bütün bu olaylar halka bir ibret olmuyordu. Kerbelâ fâciasýný, Resûlullah’ýn oðlunun þehâdetini, “Ehl-i Beyt’in” esaretini, Muhammed evlâdýna revâ görülen zulümleri unutmayanlar için bir hatýrlatma oluyordu. Kendilerine, Resûlullah’ýn halîfesi ve mü’minler emîri lâkaplarýný takanlarýn sefâhatlarý, zulümleri, bu hatýrlatmayý, en azýndan hoþnutsuzluk hâline getiriyordu. Ümeyye oðullarýnýn kendi aralarýnda da hoþnutsuzluklar, hattâ ayaklanmalar baþlamýþtý; zulüm temelinin üstüne kurulan bu saltanat, artýk çöküyordu.
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr, Ümeyye oðullarý saltanatýnýn son zamanlarýnda yaþamýþlardýr. Hz.Ýmâm; hükümetin bir yandan dýþtaki, bir yandan içteki muhaliflerle uðraþmasýndan faydalanmýþlar ve Ýslâm’ýn gerçek esaslarýný, ilmi, hikmeti yaymýþlardýr. Sahâbeden olup Hz.Ýmâm’ýn zamanýna ulaþanlardan ve tâbiinden birçok kiþi, kendilerinden faydalanmýþlar, rivâyetlerde bulunmuþlardýr. Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr’ýn bir de tefsirleri vardýr.
Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr, Hicret’in 114. yýlý (Milâdi 733) Zilhicce ayýnýn 7. günü Hak’ka kavuþmuþtur. Hz.Ýmâm Muhammed’ül Bâkýr, Ümeyye oðullarý tarafýndan zehirlettirilerek þehâdet makamýna ermiþlerdir. Ömürleri 57 yýl, 5 ay, 7 gün’dür.
Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr vasiyyetleri mucibince, Hz.Ýmâm Cafer’üs Sâdýk tarafýndan yýkanýp techîz ve tekfîn edilmiþler, namazlarý da Hz.Ýmâm Cafer’üs Sâdýk tarafýndan kýlýnmýþtýr. Hz.Ýmâm Muhammed Bâkýr, Medine-i Münevvere’deki Baki mezarlýðýnda, babalarý Hz.Ýmâm Zeynel Âbidin’in yanýna defnedilmiþlerdir.
Kendilerinden sonra imâmet, oðlu Hz.Ýmâm Cafer’üs Sâdýk’a intikal etmiþtir.
En doðrusunu Allah bilir.
Vecîzelerinin Bir Kýsmý
Allah o mümine rahmet etsin ki; dilini tutar da kötü söz söylemez. Çünkü bu, Cenâb-ý Hak’kýn kendisine verdiði sadakadýr. Dilini tutmadýkça hiç kimse, günahlardan kurtulamaz.
Amel ancak bilgi ile beraber olursa makbuldür. Bilgi de amelle olur. Bilgi sahibine bu bilgisi, ameline kýlavuzluk eder. Bilgisiz kiþinin ameli ise beyhudedir.
Aþaðýlýk ruhtaki bir kimsenin silâhý; kötü sözdür, iftiradýr.
Bilgisinden faydalanýlan bir bilgin, ibâdetle meþgul olan bin kiþiden daha yararlýdýr. Bir bilginin ölümü, þeytaný yetmiþ ibâdet edicinin ölümünden daha çok sevindirir.
Bu dünyada bir büyük belâya çatmýþ bulunuyoruz. Zira bu halk, bizim göstereceðimiz yoldan baþka Hak’ka giden bir yol bulamaz. Buna karþýlýk ne yazýk ki; bunlar çok defa bizim sözümüzü dinlemezler.
Cenâb-ý Hak’ký her zaman aklýnýzda bulundurun; tâ ki sizleri görünmez kaza ve belâlardan korusun!
Doðru ve güzel sözü kim söylerse söylesin; bunu kabul ediniz. Varsýn isterse bu sözü söyleyen sözünü tutmasýn. Çünkü Cenâb-ý Hak, Kur’ân-ý Kerîm’de; “Onlar ki doðru sözü dinlerler ve sözün güzeline uyarlar; Allah’ýn doðru yola götürdükleri kiþiler kendileridir.” buyurmuþtur.
Doðruluk ve hidâyet kapýsýný bilene, onunla amel edenin ecri kadar ecir verilir. Onunla amel edenle, ecirlerinden de bir þey eksilmez. Buna karþýlýk sapýklýk yoluna giden, bir sapýklýk icat eden kimseye de, o sapýklýkla amel edenlerin iþledikleri günah kadar günah yazýlýr. O sapýk yolda gidenlerin günahlarýndan da bir þey eksilmez.
Eline fýrsat geçer geçmez bundan âzâmi istifadeye sakýn kalkýþma! Fýrsatçýlýk meydaný öyle bir meydandýr ki, bu meydana düþenleri sonunda mahrumiyete götürür.
Gönül zenginliði gibi zenginlik yoktur. Gönül fukaralýðý kadar da, fukaralýk yoktur ve olamaz. En yüksek irfân, kendi kendini tanýmaktýr. Ýyi sýhhat kadar büyük bir nimet bulunamaz. Baþarý kazanmak kadar âfiyet yoktur. Gayreti ve azmi uzattýkça uzatmak gibi yücelik olamaz. Dünya mallarýna karþý isteði azaltmak kadar zahitlik yoktur. Ýnsaf kadar adâlet olamaz. Hevâ ve hevese uymak kadar günah iþlenemez. Allah’ýn farzlarýný yerine getirmek gibi itâat yoktur. Akýlsýzlýk kadar musîbet düþünülemez. Ýþlenen bir suçu küçümsemek kadar fena þey olamaz. Haksýzlýða ve kötülere karþý savaþmak gibi üstünlük yoktur. Gönül isteði ile savaþmak kadar da savaþ olamaz. Öfkeyi yenmek kadar kuvvet yoktur. Tamah etmek derecesinde alçalýþ da olamaz.
Gönülleri aydýn olanlar, ka’tiyyen dünya iþleri peþlerinde koþmazlar. Her zaman öteki dünyayý düþünürler. Onlarýn kulaklarý, gökten gelen seslere açýk, gözleri ilâhi nur ile doludur. Gökten gelen sesleri gönül kulaðý ile dinlerler ve bunlarý sanki öz kulaklarý ile dinliyormuþ gibi olurlar. Onlarýn gönül gözleri ile gördüklerini, bayaðý gözlerle görmek mümkün deðildir. Ve neticede en temiz olanlarýn makamlarýna eriþirler. Bunlar pak ve olgun dostlardýr. Seni her zaman saâdet yoluna yolcu ederler. Sana her zaman fazîlet ve kemâl yolunu gösterirler.
Güler yüz ile tatlý söz; insana sevgi ve saygý kazandýrýr. Asýk surat ile kötü söz ise, ancak nefret uyandýrýr. Böyleleri, insanlarý Allah’tan uzaklaþtýrýr.
Günah iþlemekten, sapýk yollara düþmekten çekinin! Ýbâdette kusur etmeyin! Yalandan sakýnýp ancak doðru söyleyin! Emanete ihânet etmeyin! Ýyi kimse olsun, kötü kimse olsun; size biri bir þey emanet etti mi, onu istediði vakit bunu kendisine geri verin! Bana Ali bin Ebû Tâlib’i öldüren bile bir þey emanet etseydi, bunu kendisine geri verirdim.
Her iþinde doðru ol! Boþ ve beyhude iþlerle uðraþmaktan sakýn! Düþmanýndan her zaman çekin ve dostunu da çekindir!
Her üstün ve iyi þeyden daha üstünü ve daha iyisi; adâlet ve ihsândýr. Onun için Cenâb-ý Hak; adâlet ve ihsâný emreder.
Ýnsanýn ilmi ile beraber hilmi de olmasý ne kadar güzel olur. Sabýrlý ve bilgili olmak, fazîletlerin en üstünüdür.
Ýnsanýn yüreðine az olsun, çok olsun bir defa kibir girecek olursa, bu kibir ne miktar girerse, aklý da o miktar da azalýr.
Ýnsanoðlu için þu noksanlýk yeter ki; Baþkalarýnýn kabahatlerini sayýp döktüðü halde, kendi kabahatini ve ayýbýný görmez. Baþkalarýný kötü yola gitmekten men eder de, kendisi o kötü yolun yolcusudur. Ve hiçbir menfaati olmadýðý halde, halka zulüm ve eziyet edilmesinden sevinç duyar.
Kardeþinde bile bulunsa, onda gördüðün fakat Allah’ýn örttüðü bir kusuru söylemen fena bir þeydir. Onda olmayan kusuru söylemen ise iftiradýr.
Kibirli ve gururlu olanlar ahmak bir cemâattir. Onlarýn ahmaklýklarýnýn ölçüsü, kibirleri ile mütenâsibtir. Yani ne kadar kibirli olursa o kadar ahmaktýrlar.
Kullar, Cenâb-ý Hak’kýn dergâhýnda duâ ettikleri zaman, bunu içten gelen huzûr ile yapmalýdýrlar. Makbul olaný budur. Ýlâhi kaza ve belâyý, içten gelen duâdan baþka hiçbir þey geri çeviremez.

Gönderen: 27.03.2010 - 08:33
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
Ehli Beytin Gülü Ýmam-ý Cafer-i Sadýk



Yeryüzüne gelmiþ en güzel nesildir Efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa’nýn nesli. Yüce Rabbimizin Kur’an-ý Kerim’de de andýðý gibi bütün kainat O’nun için yaratýlmýþtýr. Ýþte böyle yüce bir Peygamberin ümmetiyiz biz. Hazreti Efendimizin bu yüceliði elbetteki kendi yüce soyuna, ailesine yani Ehli Beyt’ine de geçmiþtir. Kendisinden sonra gelen amcasý, amcaoðlu ve damadý Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Ali’nin oðullarý Hazreti Hasan ve Hüseyin efendilerimiz ve bunlarý çocuklarý da en büyük hürmeti görmüþlerdir ve insan neslinden. Sadece bütün Ýslam alemi için kara bir leke olan KERBELA OLAYINI saymazsak eðer, Ehli Beyt hakký olan saygýyý ve itibarý yaþadýklarý sürece görmüþlerdir. Tabiki bu Ehli Beyt’in de insanlara örnek olan yaþamýndan da kaynaklanmaktadýr. Ehli Beyte ait bütün fertler, her zaman sýrtlarýna yüklenen sorumluluðun farkýnda olup, ona göre yaþamýþlardýr. Bu yüce þahsiyetlerin baþýnda da Ýmamý Caferi Sadýk elbetteki! Bu yazýmýzda da Ýmam-ý Cafer’in herkese örnek olmasý gereken yaþamýndan, yaptýklarýndan ve sözlerinden bir kýsmýna yer vermek istedik;
Güvenilir Ýmam
Ýmam Ca‘fer-i Sâdýk (r.a) hem âlemlerin sultaný Efendimiz’in (s.a.v) neslinden gelen bir velî, hem de Hz. Ebû Bekir Efendimiz’in (r.a) sahip olduðu “sýddîkýyet makamý”nýn vârisi bir Allah dostu…
Onun dünyaya geliþiyle, ilim ve irfan nurlarý yeniden parlamaya baþladý. Dedesi kâinatýn efendisi sevgililer sevgilisi Muhammed Mustafa’nýn (a.s) torunu Hz. Hüseyin Efendimiz’di (r.a). Annesi ise Hz. Ebû Bekir’in torunu Ebû Muhammed Kasým’ýn kýzý Ümmü Ferve’ydi. Anneannesi ise Hz. Âiþe validemizin kýz kardeþi Esmâ (r.a) annemizdi.
Ýmam Ca‘fer-i Sâdýk (r.a) devrin gönüller sultanýydý. Kur’an ve Sünnet’i en iyi bilen bir aileden geliyordu. Önce onu dedesi, babasý ve annesi Kur’an ve sünnet ilimleri konusunda yetiþtirdi. O, zamanýn en önemli ilim ehlinden hiç ayrýlmadý. Zamanýn en önemli hadis âlimleri Urve, Atâ, Nâfi ve Ýmam Zührî hazretlerinden hadis rivayet etti, onlarýn hadis derslerine katýldý.
Kendisinden de Süfyân-ý Sevrî, Ýmam Mâlik gibi devrin en büyük ilim sahipleri hadis nakletti. Pek çok hadis imamý onun hadislerini kitaplarýna “hadislerine güvenilir (sika râvi)” diye aldýlar. Zira o, Ebû Hâtim hazretlerinin dediði gibi bir zattý:
“Ýmam Ca‘fer-i Sâdýk hazretleri, her konuda kendisine güvenilen bir âlimdi. Hatta o, kendisine güvenilip güvenilemeyeceði sorusu akla gelmeyecek kadar þahsýna güven duyulan büyük bir ilim sahibiydi.”
Bir gün amcasý Zeyd hakkýnda, Kelb kabilesinden Hakem b. Abbas’ýn hakaret içeren þu sözlerini iþitti:
“Sizin için astýk Zeyd’i hurma dalýna
Rastlamadýk dürüst olup da asýlanýna”
Bu sözler üzerine Ýmam Ca‘fer-i Sâdýk hazretlerinin dilinden þu sözler iþitildi:
“Allahým! Göster þu kuluna köpeklerinden birini.”
Aradan günler geçti…
Bir haber duyuldu; bir aslan Kelb kabilesinden Hakem b. Abbas’ý paramparça etti diye… O, yüce Allah’ýn nazlý kullarýndandý. Hakk’a yönelen biriydi, niyazý kabul görendi.
Leys b. Sa‘d þöyle anlatýyor:
“113 (736) yýlýnda hac görevimi yerine getirmek üzere hacca gitmiþtim. Kâbe-i Muazzama’da bulunduðum bir gün Ebû Kubeys daðýna çýktým. Orada Allah’a dua etmekte olan daha önce hiç görmediðim birine rastladým.
‘Ey rabbim! Ey rabbim!’ diyerek yüce Allah’a yalvarýyordu. Bir ara nefesi kesildi. Tam o anda, ‘Yâ hay! Yâ hay!’ dediðini hissettim.
Derken, yine nefessiz soluksuz kaldý. Bir süre sonra kendine geldi. Bu kez Allah’a þöyle dua etti:
‘Ey rabbim! Taze üzüm yemek istiyorum, bana ikram et. Hýrkam eskidi, yenisini bana nasip eyle.’
Daha o sözlerini tamamlamamýþtý ki, üzüm dolu bir sepet önüne geliverdi. Oysa üzüm mevsimi deðildi. Ardýndan yanýnda iki hýrka gördüm. Ama ben o hýrkalarýn bir benzerini bu dünya üzerinde asla görmedim.
Önüne gelen üzümden ben de yemek istedim. Yanýna gittim. Kendisine, ‘Bu iþte ben de sana ortak oldum biliyor musun?’ dedim. ‘Sen dua ettikçe ben de âmin diye dua ettim’ dedim. Bana þöyle dedi:
‘Tabii ki yiyebilirsin, afiyet olsun’ dedi.
‘Ama ondan bir þeyler alýp saklama, yiyebildiðin kadar ye’ diye tembihledi.
Sözlerini tamamladýktan sonra, gelen iki hýrkadan birini bana verdi:
‘Benim hýrkaya ihtiyacým yok’ dedim.
Birini kendisi giydi. Diðerini de üzerine aldý, büründü.
Ve bu haldeyken Ebû Kubeys daðýndan indi. Ben de peþindeydim. Ýner inmez yanýna biri geldi. Þöyle dedi:
‘Ey Allah Resûlü’nün evlâdý! Onu bana hediye etsene’ dedi. O da iki hýrkayý gelen kiþiye verdi. Ben kendisine, ‘Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) evlâdý kim?’ diye sordum.
Gelen kiþi, ‘Ýþte bu zat. O, Ýmam Ca‘fer-i Sâdýk hazretleridir’ dedi.
O zatýn Ca‘fer-i Sâdýk hazretleri olduðunu öðrenince hemen peþine düþtüm. Belki biraz daha hadis öðrenirim diye umutlandým. Ne yazýk ki onu bir daha göremedim.”
Güzel Sözleri
Bir iyiliðin tamamlanmasý için yapýlanlarý gözde küçük görmek, etrafa yaymayýp gizlemek ve acele davranmak gerekir.
Bir insan, “Yüce Allah bir þeydedir, bir þeyin parçasýdýr veya bir þeyin üstündedir”derse, Allah’a mekân tahsis etmiþ olur ve þirke düþer. Çünkü yüce Allah, bir þeyin üstünde olursa taþýnmýþ olur. Bir þeyin içindedir denilirse, bunun anlamý Allah sýnýrlýdýr demek olur. Bir þeyin parçasýdýr demek ise Allah’ýn sonradan yaratýlmýþ olduðunu söylemek anlamýna gelir.
Ca‘fer-i Sâdýk hazretleri, elbisesinin altýna yünden yapýlma kýsa ama kalýn bir cübbe giyerdi. Dýþ elbise olarak da ipek ve yün karýþýmý astarlý bir elbise kullanýrdý. Neden bu þekilde giyindiðini merak edenlere ise þöyle söylerdi:
“Biz cübbeyi Allah için, ipek ve yünden yapýlma süslü elbiseyi de sizin için giyiyoruz. Biz Allah için olaný gizledik. Sizin için olaný ise açýða çýkardýk.”
Eðer bir günah iþlersen, hemen Allah’tan baðýþlanmaný iste. Zira iþlenen günahlar, henüz yaratýlmadan önce, insanlarýn boyunlarýna asýlan yaftalara benzer. Sakýn günah iþlemekte ýsrar etme ve Allah’tan baðýþlanma isteðini asla terketme.
Yüce Allah dünyaya þöyle vahyetti: “Bana hizmet edene sen de hizmet et. Bana hizmet etmeyeni ise kendine hizmetçi edin, o kiþi dünyalýk iþlerle sana hizmet etsin.”
Yalancýnýn mürüvveti olmaz.
Baþkasýnýn iyiliðini çekemeyen hasetçi rahat yüzü göremez.
Cimrinin dostu olmaz.
Dünyasýndan bezmiþ kiþilerin kardeþliði görülmez.
Huyu kötü olana hürmet edilmez.
Harama el uzatma, Allah’ýn emirlerine sarýl, Allah’ýn âbid kulu olursun.
Allah’ýn sana nasip ettiði kýsmete razý ol, o vakit gerçek müslüman olursun.
Ýnsanlarýn, seninle nasýl arkadaþ olmalarýný arzu ediyorsan, onlarla o þekilde dostluk kur, o zaman güvenilen bir insan olursun.
Kötü kiþiyle arkadaþlýk yapma. Çünkü o, sana kötülüklerini öðretir.
Bir sülâleye mensup olmadan asalet iddia eden ve saltanata kavuþmadan güçlü olmak isteyen kiþinin, günahýn zillete düþürmesinden Allah’a itaat etme izzetine yükselmesi gerekir.
Vefatý
80 (699) yýlýnda doðan Ýmam Ca‘fer-i Sâdýk hazretleri, 148 (765) yýlýnda Medine’de vefat etti. Cennetü’l-bakî Mezarlýðý’nda babasý Muhammed-i Bâkýr ile dedesi Zeynelâbidîn ve dedesinin babasý Hasan b. Ali’nin (Allah hepsinden razý olsun) yanýna defnedildi.
Allahým! O kabir ne güzel!…
Orada yatan ne yüce insan!…
Ne kadar þerefli bir zat!…
Bu zatýn ardýndan, tasavvuf yolunun nice mânevî sýrlarý, ruhaniyet yoluyla Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine geçti. Bu yolun þanlý, þerefli imamý artýk o oldu. Þimdi zamanýn sultaný o idi. Sýra onda…
Allah Teâlâ bizleri kendisinden ayýrmasýn.
Allah Teâlâ makamýný yüceltsin.

Gönderen: 27.03.2010 - 08:39
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
Ýmam Caferi Sadýk (r.a.)
Allahu Teâla (c.c.) hidayet etmiþ olduðu kulunun gönlünü açarak nuru ile onu nurlandýrýr, ona feraset bahþeder, ilim hikmet nasip eder, onu marifet yoluna sevk eder. Yani irþada münasip eyler. Âdem (a.s.) gibi halife tayýn eder. Zamanýn halifesi seçer. Nebi (s.a.v.) efendimizden gelen nur, onun anlýnda karar kýlar, anlýnda parlar. Âdem (a.s.) da olduðu gibi zamanýnda irþat olacak olan ruhlar, ona arz edilir. Bu hale vakýf olan arif arz olunan ruhlarý manevi takibe alýr ve onlarýn üzerinde tasavvufunu iþler. Ruhaniyet ile gelen yol olsun, nefis ile gelen yol olsun yani ister Kadiri ister Nakþî olsun dergâhý izzetinde her birini fýtratý gereðince terbiye eder.
Büyük mutasavvýf Hz. Caferi Sadýk on iki imamlarýn altýncýsý Silsileyi Aliye’nin ve Hüseyni tarikatýnýn da dördüncüsüdür. Babasý Muhammet Bakýr dedesi Zeynel Abidin, Hz. Hüseyin ve Hz. Ali (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir. 702 senesinde Medineyi Münevvere’de doðdu. 765 senesine vefat etti. Cennetül Baki’de babasýnýn dedesinin yanýna defnolundu.
Hz. Caferi sadýk’ýn nasihatleri:
Süfyâný Sevrî Hazretleri, bir gün Caferî Sadýk’ýn evine gitti. Caferî Sadýk: "Ey Süfyân! Sen, zaman zaman sultan ile görüþüyorsun. O seni arýyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamanýn hâli bunu icap ettiriyor. Yanýmdan hemen çýk, git!" Süfyâný Sevrî; "Bana bir hâdisi þerif nakletmedikçe buradan ayrýlmayacaðým, Ey Ýmam! Senden nasihat alacak bir þey iþitip gideyim." dedi.
Caferi Sadýk; "Çok sözün sana faydasý yoktur. Ben atalarýmdan rivayetle Resûlullah'tan bildirilen þu üç þeyi sana anlatayým." dedi. Bu üç þey þudur: Allahu Teâlâ’nýn nimetine kavuþan ve bu nimetin devamlý olmasýný isteyen kimse, Allah'a hamd ve þükrünü çoðaltsýn! Zira Allahu Teâlâ Kur'âný Kerim’de Ýbrahim Suresi onuncu ayetinde mealen; "Nimetlerimin kýymetini bilir, emrettiðim gibi kullanýrsanýz, onlarý arttýrýrým. Kýymetini bilmez, bunlarý beðenmezseniz, elinizden alýr, þiddetli azap ederim." buyurdu.
Bir kimse, rýzký azaldýðý zaman çok tövbe ve istiðfar etsin! Zira Allahu Teâlâ Nuh Suresinde tövbe ve istiðfar edenlerin, günahlarýný baðýþlayacaðýný ve rýzklarýný arttýracaðýný vaat ediyor. Bir kimse sultandan veya herhangi þeyden sýkýntý görür ve bir belâya uðrarsa; "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-Aliyyil-Azim." desin!
Bunun üzerine Süfyâný Sevrî, Ýmam Cafer’in elini tuttu ve ona dedi ki: "Hepsi, bu üçü müdür?" Caferî Sadýk; "Bunlarý iyi anla! Allahu Teâlâ’ya yemin ederek söylüyorum ki, bunlarý yaparsan çok ihsanlara, iyiliklere kavuþursun." buyurdu.
Bir gün Caferî Sadýk’a sordular: "Allahu Teâlâ, faizi niçin haram kýlmýþtýr?" Buyurdu ki: "Ýnsanlarýn birbirine iyilik yapmalarý, ihsanda bulunmalarý için, Allahu Teâlâ onu haram etti. Faiz haram olmasaydý, birbirine karþýlýksýz iyilik yapan kalmazdý. Yapýlan her iyiliðin karþýlýðý olarak dünyada menfaat bekleyen çok olurdu."
Yine buyurdular ki: "Beþ kimsenin sohbetinden, yani beþ kimse ile beraber bulunmaktan sakýn: Birincisi, yalan söyleyenden sakýn. Çünkü ona daima aldanýrsýn. Sana iyilik yapayým derken, kötülük yapar. Ýkincisi, cimriden sakýn. Üçüncüsü, ahmaktan yani aklý az olandan sakýn. Çünkü en çok iþine yarayacaðý zaman, seni býrakýr. Dördüncüsü, kötü kalpli kimseden sakýn. Çünkü iþi bozulunca, seni harcar. Beþincisi, fâsýktan yani günah iþlemekten utanmayan kimseden sakýn! Çünkü seni bir lokma ekmeðe satar."
"Bir mümin kardeþine ait hoþ olmayan bir iþ duyarsan, birden yetmiþe kadar özür kapýsýný araþtýr. Bulamazsan belki benim anlamadýðým bir özür kapýsý vardýr de ve kapa."
"Müslüman kardeþinizden manasýný anlamadýðýnýz bir söz duyarsanýz, iyiye yorunuz. Daha iyisi kabil olmayacak kadar iyiye yorumlayýnýz. Anlayamamaktan dolayý kendinizi ayýplayýnýz."
"Bir hata iþlediðiniz zaman istiðfar edin, hatada ýsrar, helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlýðý çekiyorsa istiðfara devam etsin."
"Mihnete þükretmeyen, nimete þükretmez."
"Perþembe günü ikindi vakti olunca, Allahu Teâlâ, meleklerini gökten yere indirir. Meleklerin yanýnda gümüþten sahifeler ve altýndan kalemler vardýr. Ertesi gün güneþ batýncaya kadar Resûlullah'a okunan salâvatý yazarlar."
Allahu Teâlâ, dünyaya emretti ki: "Ey dünya, bana hizmet edene, sen de hizmetçi ol! Senin peþinden koþana da zahmet, sýkýntý ver!"
"Þu dört þeyi, her þerefli kimsenin yapmasý gerekir. Yapmamasý ona yakýþmaz: Bulunduðu meclise babasý gelirse ayaða kalkmak, Misafire hizmet etmek, Yüz tane hizmetçisi olsa, muhtaç olmadýðý zaman bineðine yardým istemeden binmek. Ýlim öðrendiði hocasýna hizmet etmek."
"Bir kimse, sevdiði bir malýnýn elinde devamlý kalmasýný isterse, ona baktýkça, "Mâþâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (yani, Allah'ýn dilediði olur, kuvvet O'nundur) desin!"
"Malý ve evlâdý çok olmasýný isteyen, nebatî, sebze yemek çok yesin!"
"Din âlimleri fakihler, sultanlarýn, devlet adamlarýnýn kapýsýna gidip, onlara yaltaklanmadýkça peygamberlerin vekilleridir."
"Namaz, her takva sahibi için yakýnlýktýr. Hac, her güçsüzün cihadýdýr. Bedenin zekâtý oruçtur. Amel, ibadet, hayýrlý iþ yapmadan karþýlýk bekleyen, yaysýz ok atana benzer."
"Sadaka vererek rýzkýnýzý çoðaltýnýz. Zekât vererek mallarýnýzý koruyunuz. Ýktisat eden, tasarrufa riayet eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaþamak, geçimin yarýsýdýr. Ýnsanlarla iyi geçinmek, aklýn yarýsýdýr."
"Ana-babasýný üzen, onlara isyan etmiþ olur. Musibet zamanýnda dizini döven, sevabýndan mahrum olur. Allahu Teâlâ sabrý, musibet miktarýnca indirir."
"Takvadan, Allahu Teâlâ’dan korkup haramlardan sakýnmaktan daha üstün azýk yoktur. Susmaktan güzel þey yoktur. Bilgisizlikten zararlý düþman yoktur. Yalandan büyük hastalýk yoktur." "Ýyilik üç þeyle tamam olur: O iyiliði yapmakta acele etmek. Yaptýðý iyiliði gözünde büyütmemek, daima küçük görmek… Ýyiliði yaparken, gizlice yapmak…"
"Günahlara tövbe etmeyi geciktirmek, Allahu Teâlâ’ya karþý maðrur olmak, kibirli olmaktýr."
"Uzun emel sahibi olmak ve her þeyi sonraya býrakmak, periþanlýk ve düþüncesizliktir."
"Allahu Teâlâ’nýn yarattýðý iþlere karýþmak, felâketine sebep olur. Meselâ, Allah bana mal verseydi, hacca giderdim. Sýhhat verseydi ibadet ederdim gibi sözler söylemek, kiþinin helâkidir."
"Dört þey vardýr ki, onlarýn azý da çoktur: 1. Ateþ, 2. Düþmanlýk, 3. Fakirlik, 4. Hastalýk."
"Kýz evlâtlar, ana-babasý için hayýr ve hasenattýrlar. Oðlanlar ise, nimettirler. Hasenat sahibi olanlar sevap kazanýr. Nimetlerden ise hesaba çekilir, sual sorulur."
"Bir kimse, kusur, günah iþlediði zaman utanmýyorsa, yaþlandýðý zaman piþmanlýk duyup kötü iþlerinden vazgeçmiyorsa ve tenha bir yerde olduðu zaman Allahu Teâlâ’dan korkmuyorsa, onda hayýr yoktur."
"Üç þey vardýr ki, Müslümanlarý çok aziz, þerefli eder: Kendisine zulüm edeni affetmek. Kendisine bir þey vermeyene iyilikte bulunmak… Kendisini aramayanlarý, arayýp hâllerini sormak..."
Bir gün devrin meþhur âlim ve zahitlerinden Davudî Tâî, Caferî Sadýk’ýn yanýna gelmiþti. Ona dedi ki: "Ey Peygamber efendimizin torunu! Bana bir nasihat ver. Çünkü kalbim karardý. O da buyurdu ki: "Ey Davut! Sen, zamanýmýzýn en zahidi, Allah'tan en çok korkanýsýn. Benim nasihatime ne ihtiyacýn var?"
"Ey Resûlullah'ýn torunu. Sizin bütün yaratýlmýþlara üstünlüðünüz var. O büyük Peygamberin kaný damarlarýnýzda dolaþmaktadýr. Onun için herkese nasihat vermeniz, üzerinize vaciptir, borçtur."
"Ey Davut! Ben kýyamet günü gelince, ceddim Muhammed Aleyhisselamýn elimden yakalayýp; "Niçin bana hakkýyla uymadýn?" demesinden korkuyorum. Bu iþler, nesep, soy iþi deðil, ibadet ve amel iþidir. Davudî Tâî bu sözleri duyunca aðlamaya baþladý ve dedi ki "Ya Rabbi! Onun varlýðý Peygamberlik soyundan meydana gelmiþtir. Sözleri yaþayýþý herkese senettir, delildir. Dedesi Resul Aleyhisselam, annesi Betûl (Hazreti Fâtýma) olduðu halde, böyle düþünürse, Dâvûd da kim oluyor ki, yaptýklarýnýn bir kýymeti olsun!"
Caferî Sadýk Hazretlerinin, Oðlu Musa Kazým’a Nasîhatý
"Ey oðlum, kendi rýzkýna razý ol! Kendi rýzkýna razý olan, kimseye muhtaç olmaz. Gözü baþkasýnýn malýnda olan, fakir olarak ölür. Allahu Teâlâ’nýn taksim ettiði rýzka razý olmayan, O'nu kaza ve kaderinde, dilediðini yaratmakta töhmet altýnda tutmuþtur. Kendi kusurlarýný küçük gören, baþkasýnýnkileri büyütmüþ olur. Her zaman kendi kusurlarýný büyük gör. Baþkasýnýn gizli bir þeyini açýða vuranýn, evindeki gizli þeyler herkesçe bilinir. Kardeþi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düþer. Ahmaklar arasýnda bulunan horlanýr, âlimler arasýnda bulunan hürmet görür.
"Ey oðlum, insanlara kýzmaktan çok sakýn, yoksa sana da kýzarlar. Boþ iþ ve söze karýþmaktan sakýn, sonra aþaðýlanýrsýn."
"Ey oðlum, lehinde veya aleyhinde de olsa, hakký, doðruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istiþare eder danýþýr, fikrini alýr."
"Ey oðlum, arkadaþlýk yaptýðýn, ziyaretine gittiðin kimse, iyi ahlâk sahibi olsun, kötü ahlâký olanlarla arkadaþlýk etme, onlarla görüþme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dallarý yeþermeyen aðaç, ot bitmeyen topraktýrlar." "Ey oðlum, Allahu Teâlâ’nýn kitabýný okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüðü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuþmayanla konuþucu ol! Ýsteyene ver. Gýybetten, koðuculuktan sakýn. Çünkü söz taþýmak, insanlarýn kalbinde düþmanlýðý arttýrýr. Ýnsanlarýn ayýplarýný görme, insanlarýn ayýplarýný gören, onlarýn hedefi olur."
Kendinde kul hakký bulunan kimse þu dört þeyden mahrum olur: Büyüklerin sohbetinden, Küçüklerin hürmetinden, Hakkýn hidayet devletinden, Þefkat ve merhametinden.
Ýmam Caferî Sadýk hazretlerinin, rivayet ettiði hâdisi þeriflerden bazýlarý þunlardýr: Peygamber efendimiz buyurdu ki:
"Allahu Teâlâ’nýn hidayete kavuþturduðunu kimse saptýramaz. Allahu Teâlâ’nýn hidayet vermediðini, kimse hidayete erdiremez. Sözlerin en iyisi, Allahu Teâlâ’nýn kitabýdýr. Yollarýn en iyisi, Muhammed Aleyhisselamýn gösterdiði yoldur. Ýþlerin en kötüsü, bu yolda yapýlan deðiþikliklerdir. Bidatlerin hepsi, dalâlettir, sapýklýktýr."
"Ýlim, hazinedir. Anahtarý, sorup öðrenmektir. Ýlmi isteyiniz ki, Allahu Teâlâ size merhamet etsin. Ýlim öðrenmekte dört kiþiye sevap vardýr. Talebeye, hocaya, dinleyenlere ve onlara icabet edenlere…"
Rivayet ettiði hâdisi kutsî'de: "Lâ ilâhe illallah kal'amdýr. Bunu okuyan, kal'aya girmiþ olur. Kal'ama giren de, azabýmdan kurtulur." buyruldu.
Ýmam Ahmed bin Hanbel hazretleri Müsned'inde buyuruyor ki: Cebrail’in Allahu Teâlâ’dan naklen, Peygamber efendimize; "Lâ ilâhe illallah hýsnî, men kâlehâ, dehale hýsnî ve men dehale hýsnî, emine min azâbî" þeklindeki duayý her kim rivayet edenlerin isimleriyle, inanarak ihlâsla bir deliye veya hastaya okursa þifa bulur.

Gönderen: 27.03.2010 - 08:40
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
HZ. CAFERÝ SADIK’IN BAZI KERAMETLERÝ:
Zamanýn hükümdarý bir gece vezirine dedi ki: "Hemen git, Ýmam Cafer’i buraya getir. Onu hemen öldürmek istiyorum."
Vezir: "Evinde oturmuþ, gece-gündüz ibadetle meþgul olan, devlet iþlerine karýþmayan bu kimseyi öldürmekten vazgeç!" dedi. Hükümdarý bundan vazgeçirmek için epey dil döktü. Fakat ikna edemedi. Mecburen çaðýrmaya gitti. Vezir çaðýrmaya gidince, hükümdar cellâtlara emir verdi.
"Ýmam Cafer içeri girince, ben baþýmdan külâhýmý çýkardýðým zaman hemen baþýný vuracaksýnýz!" Bir müddet sonra, Ýmam Cafer Sadýk hazretleri içeri girdi. Hükümdar bunu görünce, derhal ayaða kalktý. Büyük bir tevazu ile onu karþýladý. Koltuðuna oturttu. Kendisi edeple karþýsýna diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler þaþýrýp kaldýlar. Hükümdar, Cafer Sadýk’a:
"Efendim, benden bir emriniz, isteðiniz olursa hemen emredin, yapayým." dedi. Caferî Sadýk hazretleri; "Senden bir ricam yok. Beni bir daha yanýna çaðýrma! Rabbime ibadetten beni alýkoyma, baþka bir þey istemem." buyurup, gitmek üzere ayaða kalktý. Hükümdar, izzet ve ikramla onu uðurladý. Gittikten sonra vücudunda bir titreme oldu, bayýlýp düþtü. Kendine gelince, veziri sordu: "Bu ne hâldir. Hani o zatý öldürtecektiniz?"
Hükümdar; "O içeri girince, yanýnda büyük bir aslan gördüm. Lisaný hâl ile bana; "Onu incitirsen seni parça parça ederim." diyordu. Bunu görünce ne yapacaðýmý þaþýrdým." dedi.

Gönderen: 27.03.2010 - 08:42
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Konu icon    Modern ilmin babası: İmam Cafer Sadık
Moderator


4254 Mesaj -
Modern ilmin babasý: Ýmam Cafer Sadýk
Batý’nýn “Arþebül” diye sahiplendiði Horasanlý Cabir’e “Cebîr ilmi”ni Ýmam Cafer öðretti ama torunlarý ikiyle ikiyi toplayamýyor
“Benden 75 yýl sonra büyük bir ilim yýldýzý gelecek. Dünya nura gark olacak”

Bu yazýnýn konusu büyük âlim, ârif, fakîh, güzel kul, saf kan evlad-ý Rasul, Ýmam Cafer Sadýk HAZRETLERÝagla702-765)'dir.

Peygamberlerin Efendisi’nin irtihalinin üzerinden 70 sene geçmiþtir. Hicretin 80. senesidir. Medine’de, büyükdedesi Hz. Ali'ye r.a. çok benzeyen, keskin nazarlý, nur yüzlü, nur bedenli pembe-beyaz bir çocuk dünyaya gelir. O, ne gözleriyle, ne diliyle hiç yalan söylemeyen bir çocuktur. Bunun için tarih ona “Sâdýk” lakabýný layýk görecektir. Mutlu ve kutlu bir çocuktur. Babasý, el deðmemiþ ilimler sahibi Muhammed Bakýr Hz. Hüseyin'in, annesi Kasým b. Muhammed'in kýzý Ümmü Ferve ise, Hz. Ebu Bekir'in torunuydu. Yolu açýk, yýldýzý parlaktý. O, nesline ve nesebine sadýk bir imam-ý celil olacaktý.

Cafer, “El-Alîm” esmasýnýn sýrrýyla donatýlmýþ farklý bir çocuktu. Büyük ceddinin, “Benden 75 yýl sonra büyük bir ilim yýldýzý gelecek. Dünya nura gark olacak” þeklindeki peygamberî müjdesi ezan-ý Muhammedî ile beraber kulaðýna okunmuþtu. Divan çok önceden kurulmuþ, kalem yazmýþ kurumuþtu! Fakat hayat kumaþýnýn, ibret-i âlem için dünya sahnesinde yeniden dokunmasý gerekiyordu.

Cafer, Efendimiz’e s.a.v. kýyasen beþinci torundu. Bu, mana ilimlerinde çok özel bir hikmete de iþaret ediyordu. Dedesi Ýmam Zeynelabidin’den keskin nazarlarýný tevarüs etmiþti. Ýmam Zeynelabidin Hazretleri yüzüne bakýlmasý çok zor bir insandý. Bir insanýn onunla tesadüfen göz göze gelmesi, iç dünyasýndaki yanlýþlarla beraber doðrularýn da yýkýlmasý anlamýna gelebilirdi. Bu yüzden sürekli peçe ile dolaþýrdý. Evinin damýndan Kabe’yi nazarýna alýp tarif edilmez bir cereyan alýþveriþi içinde sekiz saat nazar ettiði rivayet edilmektedir. Abdullah-ý Dehlevî Hazretlerinde de ayný sýrrý görüyoruz.

Cafer de daha çocukluðundan itibaren ayný nâfiz nazarlara vâris olmakla birlikte peçesiz gezerdi. Nazarlarýnýn özel bir canlandýrma gücü vardý. Ehline malum bu hâl, bir nevi irsad usulü oluyordu. Ýlim talim etmeye baþladýðý yýllarda, baþka bir hocanýn altý ayda anlattýðý dersi o, yarým saatte anlatýrdý. Ondan ders alan talebeler, kendileriyle beraber derse baþlayan bir kimsenin üç senede vardýðý noktaya, rahatlýkla iki saatte ulaþýrdý. Sür’ati müthiþ bir þeydi. Madde ilimleri açýsýndan bu özelliðini büyük dedesi Hz.Ali’den k.v. aldýðýný söylerdi. Ýlmin kapýsý Ýmam Ali’nin bütün ilmi bu istidatlý torununda mücessemleþmiþti.

Bu nazarlarýn bizzat tecelli ettiði iki önemli isimden bahsediliyor. Birisi, Hanefi mezhebinin imamý, Ýmam Azam k.s. diðeri ise Horasanlý alim Cabir bin Hayyan.. Ýmam Azam, her gördüðü yerde hürmetle selam verir fakat Cafer Sadýk Hazretlerinin sohbetlerine katýlmazdý. Vefatýndan bir buçuk iki sene evvel yine böyle bir selamlaþmadan sonra büyük imama nazar etti. Ebu Hanife, koþarak evine gitti. Tahammül edemedi. Bu hadisenin akabinde bütün bir hayatýna bedel olacak tasavvufi yöneliþi gerçekleþmiþ oluyordu. Elbette ki bu ruhi patlama, beþeri sýfatlar içersindeki mezhebini ilgilendiren bir hadise deðildi. Ýslâmiyete hizmetinin neticesinde tecelli eden, zaman ve mekan aþýmýyla elde edilen “Þu iki yýl olmasa Numan helâk olmuþtu” dedirtecek güçte þahþi ruhi bir deðiþimdi.

Horasanlý Cabir’in hikâyesi de insanlýðýn maddi seyrini deðiþtirmek açýsýndan Ebu Hanife Hazretlerinin öyküsünden aþaðý deðildi. Cabir, anne duasý ve birikimiyle fýkýh tahsili için Medine’ye doðru yola çýkmýþ, çok saf çok temiz bir kalp aynasýna sahip gencecik bir delikanlýydý. Köy hocasý olmak ve ailesinin geçimini temin için parça buçuk bir ilim öðrenmeye gelmiþti. Medine’ye iner inmez bu civarýn en iyi hocasýný soruþturmaya baþladý. Alacaðý ilim az da olsa, hocasý çok iyi olmalýydý. Çünkü annesi “En iyi hocada oku!” demiþti.

Bu yörenin en iyi hocasýnýn Cafer Sadýk isminde bir peygamber evladý olduðunu öðrenmiþti. Fakat ondan ders alabilmesi için iki sene beklemesi gerekiyordu. Yüreði yandý. Bu kadar bekleyecek ne parasý ne takati vardý. O anda umulmadýk bir þey oldu. Hz. Cafer oradan geçiyordu. Bu saf delikanlýyý vazgeçirmeye çalýþanlara, “Býrakýn, yarýn derse gelsin, baþlayalým” deyiverdi.

Ýmam Cafer, birkaç gün genç talebesinin samimiyetini, saflýðýný ve iyi niyetini denedi. Tam iþlenecek gibi tertemiz bir cevher bulmuþtu. “Sana þimdiye kadar kimseye öðretmediðim bir ilmi öðreteceðim.” dedi “ve bu ilme de senin ismini koyacaðým”

Öyle de oldu. Ýmam Cafer Horasanlý Cabir’e “Cebîr ilmi”ni öðretti. Doðrusu; bu ilim ondan sonra “cebir” oldu. Ustasý tane tane anlattý. Talebesi ince ince yazdý. Ve ilk cebir kitabý böylece gökten yere inmiþ oldu.

Televizyonun dalga hareketlerinde, arabanýn motorunda hep bu ilmin ýþýltýlarý parlayacaktý, ancak bin yol sonra…

Bir ilim daha vardý Horasanlý’nýn öðrenmesi gereken: “Ýlm-i Cefîr” Bu mânâ ilimlerinin tadýný aldýktan sonra artýk onda dünya raðbeti de kalmamýþtý.

Haluk Nurbaki Hoca’dan dinlemiþtim. Horasanlý Cabir’in El-Cabiriyye kitabýný Fransýz Milli Kütüphanesinde görmüþ. Tek nüsha ve sadece orada, bakan emriyle görülecek kitaplar dairesinde… Paris Üniversitesince asýrlarca ders kitabý olarak okutulmuþ bu kitap…

Þimdi… Ýmam Cafer diyince, adý tasavvuf kitaplarýnda kalmýþ bir arif kiþi deil sadece. O, insan aklýyla izah edilemez formüllerin ve teknolojinin babasý olan ilimlerin kaþifi ayný zamanda. O, müjdelenmiþ “büyük ilim yýldýzý’dýr.Onu böyle anlayabiliriz ancak.

Bugün Batý teknolojisine aðzýmýz açýk hayran hayran bakýyoruz da deðirmenin suyunu hiç merak etmiyoruz nereden geliyor. Hz. Cafer olmasa fizik ilmi olur muydu, diye düþünemiyoruz bile. Çünkü onun hakkýndaki derin ilmimiz ancak birkaç kuru cümle kuracak kadar!

Ona büyük ceddi, büyük alim Ali r.a’dan intikal eden “cefîr ilmi” ise bu yazýnýn sýnýrlarýný aþar. O, ehl-i tarik ebced ulemasýnýn ihtisas alanýna giriyor. Ve bilenlerinin sayýsý sonsuza kadar nadirattan kalacak bir alan bu…

Ýmam Cafer’in tefsir ilmindeki seçkinliðini konuþmalýyýz bugün özellikle. Tasavvufî tefsirlerden sarf-ý nazar edilerek hazýrlanan modern (!) meal-tefsirler diþ aðrýtýyor, baþ aðrýtýyor, göz yaþartýyor. Cafer Sadýk Hazretlerinin mevcudiyeti, kendi devrinde ve sonrasýnda pek çok alîl tefsir kitabýnýn önünü kesmiþtir. Kilitlemiþtir adeta. Ruhü’l-beyân ve Ýbni Acîbe tefsirleriyle tasavvufî hakikatlere ünsiyet kesbedebilirsek, Ýmam Cafer ilimlerinden nasipli hakiki ilim adamlarýmýz dünyanýn ma’kus talihini deðiþtirecek keþiflere imza atabilirler belki…

Caferî olduklarýný söyleyen alimlere de çok iþ düþüyor bu açýdan. Muhabbet ve dirayet noktasýnda…“Kim bir iþ üzerinde beþ defa “Rabbenâ” derse, Allâh onu korktuðundan kurtarýr ve istediðini verir. “Rabbenâ” dedikten sonra, Al-i Ýmran Suresi’nin 190. ayetinden 195. ayetine kadar okumalýdýr.” derdi. Ýmam Cafer’den bunu duyanlar burayý okurlar, rabbenâ rabbenâ derler, kederleri zail olurdu.

Þöye dua ederdi: “Rabbim! Sana itaat edersem, buna karþýlýk hamd Sanadýr. Eðer Sana isyan edersem, bunu haklý gösterecek bir delil yoktur. Sana, Seni görürcesine ibadet etmek, ne benim elimle, ne baþkasýnýn iþleyiþiyledir. Ancak Senin lutfunladýr. Eðer Sana isyan edersek, bunda ne benim gösterebileceðim bir huccet, ne de baþkasýnýn gösterebileceði bir delil vardýr.”

Naklolunduðuna göre birgün Halife Mansur'un yüzüne bir sinek konar. Mansur, her ne kadar sineði kovarsa da bir türlü onu uzaklaþtýrmaya muvaffak olamaz. O sýrada Ca'fer-i Sadýk halifenin yanýna gelir. Mansur sorar:

- "Allah'ýn sineði yaratmasýndaki hikmet nedir?" Ca'fer der ki:

- "Zalimlere ve maðrurlara bir sineðe bile güç yetiremediklerini göstermektir.

Sýrtýndaki ihtiþamlý kaftaný bir peygamber evladýna yakýþtýramayan Maruf-ý Kerhî Hazretlerine ise kaftanýn içindeki yamalý elbisesini göstererek:

"Dýþýmýz halk için içimiz Hak içindir" der...


Cenab-ý Hak bizleri, onlar gibi hakiki "fakîr", hakiki “mazlûmîn ve maðdûrîn” zümresine ilhak etsin, þefaatleri ve himmetleri daim olsun dileriz.

ALÝ RAMAZAN SÖNMEZ / http://www.HABERKULTUR.NET

Gönderen: 27.03.2010 - 08:43
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
on_dokuz_ su an offline on_dokuz_  
71 Mesaj -
SELAMUN ALEYKUM

RABBÝM BU YAZIYI YAZAN ARKADAÞTAN RAZI OL KIYAMET GÜNÜ ONUN YÜZÜNÜ NURLANDIR
Gönderen: 27.03.2010 - 13:02
Bu Mesaji Bildir   on_dokuz_ üyenin diger mesajlarini ara on_dokuz_ üyenin Profiline bak on_dokuz_ üyeye özel mesaj gönder on_dokuz_ üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
Ve Aleykümselam
Cümlemizden Kardesim
Gönderen: 27.03.2010 - 13:25
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1244 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
aliye72 (49), maliyeter (45), Mehmet Ögretmis (66), REHBER2 (60), meltem35 (54), banazli (48), kardelen55 (53), rojda (39), yakobus (48), ibo13 (47), zeyd82 (42), erhan baker (50), seferistan (53), rufat (43), KAMCILI_MIZRAK (52), ejderha (57), Sofican (44), ofluenes61 (39), manly (51), boncell (53), zümer (44), ferdi33 (54), recai (47), Hidayet Demir (67), yelizyagci (48), doxan1 (45), imparator_57 (43), DELÝVELÝOGLU (60), KURTBEY66 (47), Murtaza GÜRSOY (38), yalovalifurkan7.. (34), durak1 (69), sinos (52), isik_67 (38), DaMLaM (47), EnDeRuN (53), Baha_RIP (35), cristor (46), AVLAYANHASAN (51), seyyid_emin (46), beyzanur61 (45), sekkos (42), necla caltekin (72), ekrem1992 (32), MuhammetColak (42)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.68711 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.