0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » Osmanlı'nın Ahlaki Faziletleri

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
katre16 su an offline katre16  
Osmanlı'nın Ahlaki Faziletleri
43 Mesaj -

Geçmiþe körü körüne baðlanmamak gerekir diyor kimi kalem sahipleri. Doðru söylüyorlar, haklýlar. Sözlerine bir þeyi ilave etmeyi unutuyorlar, körü körüne baðlýlýk olmamalý ama cahilce hasýmlýk hiç olmamalý. Bu sebeple bir tarafýn sevdiðini diðeri yererken dikkatli sözcükler kullanmalý ve geçmiþ geçmiþ olduðu için karalanmamalý. Sözler saðlam delilleri barýndýrmalý. Öyleyse geçmiþ þahit olanlarýn sözlerinden nakledilmeli. “Temizlik îmândandýr!” “Temizlik îmânýn yarýsýdýr!” hadîs-i þerîflerini nefis hüsn-i hatlarla yazarak evlerinin ve ibâdethânelerin duvarlarýna asan Osmanlýlar, bunlarý daha ziyâde gönüllerine yerleþtirerek kendilerine þiâr ve düstur edinmiþlerdir. Bu temizlik, hem maddî hem de mânevî olarak gerçekleþtirilmiþtir. Çünkü temizlik, dînî vazîfelerle iç içedir. Günde beþ vakit namaz için abdest alýnmak suretiyle yüzler, eller, ayaklar ve aðýzlar mütemâdiyen temizlenmiþ olurdu. Ayrýca her yemekten evvel ve sonra mutlakâ eller yýkanýrdý. Temizlik husûsunun kusursuz olmasý için köylere varana kadar her tarafta hamamlar yapýlmýþtýr. Türk evleri, son derece temizdir. Ayakkabýlarla aslâ içeri girilmez. Her yer, namaz kýlýnabilecek derecede pýrýl pýrýldýr. Evlerde hayvan beslemek diye bir þey yoktur. Hattâ kuþ bile sokulmaz. Bu güzel hasletlerin tabiî bir neticesidir ki Osmanlýlar, umûmiyetle gürbüz yapýlý, kuvvetli kimseler olarak tebârüz etmiþtir. Batýlýlarýn kendi ifâdeleriyle o dönemdeki temizlik mahrûmu obur Avrupa’nýn tek bir þehrinde bile bütün Osmanlý mülkünden daha çok sakat ve biçimsiz insanlar vardý. Meþhur Louvre (Luur) sarayýnda helânýn unutulmuþ olmasý, o zamanki Avrupa’nýn temizlik husûsundaki hâlini ortaya koymak için kâfîdir. Nitekim bir zamanlar Fransa’da þemsiyenin, sokaða atýlan kirli sulardan korunmak için kullanýlmýþ olduðu da rivâyetler arasýndadýr. Thevenot: “Türkler sýhhatli yaþarlar ve az hasta olurlar. Bizim memleketlerdeki böbrek hastalýklarý ve daha bir sürü tehlikeli hastalýklarýn hiçbiri onlarda yoktur. Ýsimlerini dahî bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türkler’in bu mükemmel sýhhatlerinin baþlýca sebeplerinden biri de sýk sýk yýkanmalarý ve yiyip içmedeki itidalleridir. Onlar, gâyet az yerler. Yedikleri de, hýristiyanlar gibi karma karýþýk deðildir.” der. “Yemeklerden evvel ve sonra elleri yýkamak, Türkler arasýnda vazgeçilmeyecek derecede umûmî bir âdet hükmünü almýþtýr.” diye ilave eder. Tavernier: “Türkiye’de sofradan kalkýlýr kalkýlmaz mutlakâ ellerle aðýzlar yýkanýr. Önünüze sýcak suyla sabun getirilir. Büyüklerin konaklarýnda ya gül suyu veya güzel kokulu baþka bir su da ikrâm edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ýslatýrsýnýz.” der. Durdent: “Türkler, dînî bir vazîfe olarak günde beþ vakit namaz kýlmak ve birçok defa abdest almakla mükelleftirler. Onlar bu þekilde rûhen de temizleneceklerine inanýrlar.” der. Dr. Brayer de: “Osmanlý, yýkanýp temizlenmeyi hiçbir zaman ihmâl etmez. Tâkatten düþse bile çocuklarý, uþaklarý veya hanýmý vasýtasýyla yýkanýp temizlenir. Öldüðü zaman da cenâzesi bile þeriât ahkâmýna göre yýkanýp temizlenmeden tabutuna konulmaz. Oysa Avrupalýlar, hastalandýklarýnda veya tâkatten düþtüklerinde temizlik kaygýsýný umûmiyetle unutuverirler. Ölünce de evinde bulunabilen en kötü beze sarýlýp dikildikten sonra tabuta konulurlar. Âilesi cesedinin en sathî bir þekilde temizlenmesini aklýndan bile geçirmez.” demektedir. Özellikle Osmanlý Devleti’nin Anadolu ile stanbul havâlisine münhasýr olan kýsýmlarýnda herhangi bir zâbýta vukûâtýna pek rastlanmamýþtýr. Nâdiren meydana gelen zâbýta vukûâtýnýn da, umûmiyetle hýristiyan unsurlar ve bilhassa Rumlar tarafýndan tertip edildiði tesbit olunmuþtur. Bu hakîkat, Osmanlýlar’ýn ahlâkî seviye itibariyle ne kadar ileri bir millet olduðunu göstermeye kâfîdir. Gerçekten Osmanlýlar’da yankesicilik, dolandýrýcýlýk, hýrsýzlýk, ihtikâr ve sahtekârlýk tamamýyla meçhûl þeyler olmuþtur. Öyle ki, evlerin kapýlarý her zaman ardýna kadar açýk býrakýlabilir ve yahut tahta bir mandalla tutturulabilirdi. Dükkânlar da ayný vaziyetteydi. Köyler ve Türkmen aþîretleri arasýnda da bu emniyet vardý. Bunlardan dolayý eski Türk zâbýtasý âdetâ iþsiz bir zâbýta þeklindedir. Avrupa müelliflerini asýrlarca hayretler içinde býrakan bu ulvî ahlâk seviyesinin baþlýca âmili, elbette ki Kur’ân-ý Kerîm’dir. Zîrâ diðer dînlere mensub kimselerde bu seviye görülmemektedir. Nitekim Daily News gazetesinde neþredilen bir mektupta batý hýristiyanlýðýnýn îkâz edilerek ibret almaya ve intibâha dâvet edilmesi de, bundandýr. Du Loir, Devlet-i Aliyye’de müþâhede ettiði emniyet ve asâyiþ hakkýnda þöyle der: “Bu memlekette hemen hiçbir cinâyet hâdisesi olmaz! Eðer bir-iki fevkalâde hâdise zuhûr edecek olursa, onlar da ya ânî bir feverândan yâhut da yol kesen haydutlarýn þekâvetlerinden ibarettir.” Baltacý’nýn Prut seferi esnâsýnda, bir müddet Osmanlý ordugâhýnda da bulunmuþ olan meþhûr seyyah de La Motraye: “Ben Osmanlý mülkünde takriben ondört sene kaldým. Bütün þekâvetler gibi hýrsýzlýðýn da son derece nâdir olduðunu gördüm. Husûsiyle Ýstanbul’da hiçbir hýrsýzlýk hâdisesi olmadýðýna þâhid oldum. Yol kesip haydutluk yapanlarýn cezâsý aðýrdý. Ondört sene içinde bu cezâya altý haydut çarptýrýldý.Bunlar da hep Rum ýrkýndan idi. Türkler’de yankesicinin olduðu mâlum deðildi. Bunun için ceplerin, el çabukluðundan korkusu yoktu...” der. Ýngiltere’nin Ýstanbul sefirliðinde bulunmuþ olan Sir James Porter, bir Türk ve Ýslâm düþmaný olmasýna raðmen þunlarý söyler: “Osmanlý’da yol kesme, ev soyma, dolandýrýcýlýk ve yankesicilik gibi hâdiseler âdetâ meçhûl gibidir. Harp hâlinde olsun, sulh hâlinde olsun, yollar da evler kadar emîndir. Bilhassa anayollarý takip ederek bütün Osmanlý mülkünü en mutlak bir emniyet içinde baþtanbaþa dolaþabilmek her zaman mümkündür. Dâimî bir seyr u seferle yolcu adedinin çokluðuna raðmen vukuâtýn fevkalâde azlýðýna hayret etmemek kâbil deðildir. Nice yýllar içinde ancak nâdir hâdiselere tesâdüf edilebilir.” Fransýz generallerinden Comte de Bonneval: “Haksýzlýk, tefecilik, tekelcilik ve hýrsýzlýk gibi suçlara Türkler arasýnda rastlamak mümkün deðildir. Gerek vicdânî bir akîdeden, gerekse cezâ korkusundan dolayý olsun, Türkler o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan ister istemez onlarýn doðruluklarýna hayran kalýr.” der. Ubucini de þâhid olduklarýný þöyle ifâde eder: “Bu muazzam payitahtta dükkân sahipleri, herkesçe mâlum vakitlerde dükkânýný açýk býrakýp namaza gider. Geceleri evlerin kapýlarý alelâde bir mandalla kapatýlýr. Buna raðmen senede yalnýz üç-dört hýrsýzlýkvak’asý bile olmaz. Ancak ahâlîsi sýrf hýristiyanlardan ibaret olan Galata ile Beyoðlu’nda ise hýrsýzlýk ve cinâyet vak’alarýnýn yaþanmadýðý birgün bile geçmez. Taþralarda da iffet ve istikâmet ayný derecededir. Son zamanlarda Daily News gazetesinde neþredilen mektubunda bir Ýngiliz seyyahýnýn anlattýðý þu menkýbeyi lütfen okuyun: Bugün kendi eþyâmla arkadaþým olan eski bir Macar zâbitinin eþyâsýný nakletmek üzre bir köylünün yük arabasýný kiraladým. Sandýklar, port-mantolar, denkler, paltolar, kürkler, atkýlar hep açýktaydý. Buralarda yataðýn hayâli bile mevcût olmadýðý için, ben, gece üstüne uzanmak üzere biraz kuru ot satýn almak isteyince son derece nâzik bir Türk bana refâkat teklîfinde bulundu. Sonra da öküzlerini koþumdan çýkarýp bizim bütün eþyâmýzla beraber sokaðýn ortasýnda býraktý.Ben onun uzaklaþtýðýný görünce arkasýndan seslendim: “– Burada birisi kalmalý!” dedim. Yanýmdaki Türk hayretle sordu: “– Niçin?” Ben de: “– Eþyâlarýmýzý beklemek için.” dedim. Müslüman Türk þu cevabý verdi: “– Ne lüzumu var? Merak etmeyin; eþyâlarýnýz bir hafta gece-gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz.” Ben de bu söz üzerine ýsrar etmeyip oradan öylece ayrýldým. Döndüðümde hayretler içerisinde her þeyi yerli yerinde buldum. Hem de o sýralarda o yoldan Osmanlý askerleri mütemâdiyen gelip geçiyordu. Bu göz kamaþtýrýcý gerçek, Londra kiliselerinin kürsülerinden bütün hýristiyanlara îlân edilmelidir... Ýçlerinden bazýlarý belki rü’yâ gördüklerini zannedeceklerdir; ama artýk uykularýndan uyansýnlar!..” Osmanlýlar’daki dînî yaþayýþ, îmâný güçlendirdiðinden ve ictimâî dengeyi saðladýðýndan hýrsýzlýk ve gasba giden yollar vakýf müesseseleri ile kapanmýþ oluyordu. Maddî ve mânevî zaferlerin temelindeki müessir, helâl kazanç idi. Yavuz Sultan Selîm Han’ýn: “Þâyet askerlerimin torbasýnda yabancý baðlardan koparýlmýþ meyve görseydim, Mýsýr seferinden vazgeçerdim. Haramla zafer elde edilmez!” sözü meþhurdur. Osmanlýlar, doðruluk husûsunda eþsiz, nâmus konusunda da da son derece hassas bir gönül yapýsýna sahiptirler. Bu halleri, pek yüksek ve müstesnâ bir fazîlet arzeder ki, bu da, Kur’ân-ý Kerîm ile sünnet ahkâmýndan kaynaklanýr. Diðer taraftan Osmanlý’da doðruluk ve nâmus anlayýþý, yalnýz kendilerine deðil, ýrk ve mezhep ayýrýmý yapýlmaksýzýn bütün milletlere karþý tatbik edilen umûmî bir þuûr hâlindedir. Bu gerçeði birçok misâllerde görebilmek mümkündür. Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde Osmanlý mülkünü tedkîk eden papazlarýn, kýzlarýný bir medreseye gönderip de sabahleyin onlardan aldýklarý Türkler’in nâmuslarý hakkýndaki mâlumat ve benzeri gerçekler, kendilerini Ýslâm ile þereflendirecek kadar tesirli olmuþtur. Gerek sultanlarýn tâlimatlarý, gerekse ahâlî ve askerlerin tavýr ve davranýþlarýnda pek bâriz bir þekilde görülen bu hassâsiyet, düþmanlarýmýz tarafýndan bile itiraf ve ikrâr edilmiþtir. Bu yüksek fazîletin yaþandýðý Osmanlý’da tabiî bir netice olarak birçok ticarî ve iktisâdî antlaþmalar senetsiz yapýlmýþtýr. Tek bir kiþinin yýllarca daðlardan altýnlar naklettiði halde hiçbir tecâvüze uðramamasý da, Osmanlý’daki eþsiz doðruluk ve nâmus mefhûmunun baþka yerlerde misli görülmemiþ bir tezâhürüdür. Memlekette görülen birtakým hîlekârlýk, sahtekârlýk ve eðrilik gibi menfîliklerin, müslüman ahâlîden ziyâde gayr-i müslimlere münhasýr olduðu yabancýlar tarafýndan da açýkça ifâde ve itiraf edilmiþtir. A. de la Motraye þöyle der: “Türkler’in namuskârlýðýný ifâde etmek husûsunda bir an bile tereddüt edemem. Ben dalgýn bir kimseyim. Muhtelif dükkânlardan öteberi satýn alýrken bazen kesemi, bazen vakti anlamak için baktýðým saatimi eþyâ yýðýnlarý arasýnda unuttuðum çok olmuþtur. Bazen de vereceðim paranýn iki mislini býraktýktan sonra, dükkâncýnýn fazla verdiðim parayý görmesine vakit kalmadan çekip gittiðim olur. Fakat þunu ifâde edeyim ki, benim bütün bu hâllerime raðmen Türk dükkânlarýnda hiçbir þeyim ve bir tek meteliðim bile kaybolmamýþtýr. Zîrâ dükkâncýlar, vaziyeti anlar anlamaz peþimden hemen adam koþtururlar. Eðer dalgýnlýðýmýn neticesini anladýktan sonra dükkâna dönememiþsem, o zaman da unuttuðum þeyi iâde için ikâmetgâhýmýn bulunduðu Beyoðlu’na kadar adam gönderirler. Bu hâl bir kez deðil, defalarca tahakkuk etmiþtir.” Ýsveç’in stanbul sefirliðini yapan ve bu esnâdaki tedkîkleri ile Osmanlý müesseseleri ve teþkilatý hakkýnda yedi ciltlik bir eser yazan d’Ohsson: “Osmanlý Türkleri, diðer fazîletleri kadar nâmuskârlýk, dürüstlük ve doðruluk gibi Kur’ân’ýn en kýymetli ahkâmýna dayanan meziyetleri itibariyle de þayân-ý takdîrdirler. Onlarýn medh ü senâ edilecek meziyetlerinden biri de, verdikleri söze sâdýk olmalarýdýr. Onlar, baþkalarýný aldatmaktan ve emniyeti suistimal ile birkýsým insanlarýn saflýðýndan istifâdeye kalkýþmak ve istismar etmekten büyük bir vicdan azâbý duyarlar. Kendi aralarýndaki bütün muâmelelerine yerleþmiþ bulunan bu kemâli, hangi dîn ve mezhebe mensub olursa olsun, bütün yabancýlara karþý da ayný þekilde gösterirler. Bu noktada müslimle gayr-i müslim arasýnda hiçbir fark gözetmezler. Çünkü onlar, her türlü gayr-ý meþrû kazançlarý Ýslâmiyet bakýmýndan haram sayarlar ve meþrû olarak kazanýlmamýþ bir servetin ne bu dünyâda, ne de âhýrette hiçbir hayrý olamayacaðýna kat’î surette îmân ederler.” demektedir. A. L. Castellan’ýn Osmanlý’daki eþsiz namusa dâir anlattýðý þu hâdise, çok ibretlidir: “Dostlarýmdan biri anlattý: Ýçinde bin kuruþ bulunan bir torba ile Ýstanbul’dan Beyoðlu’na dönüyordum. Tophane iskelesi’ne çýkarken torbam yýrtýldý. Ýçindeki bütün paralar da dökülüp rýhtýmýn üstüne daðýldý, bazýlarý da denize yuvarlandý. Ben «eyvah» bile diyemeden hemen oradaki halk, paralarýn üstüne üþüþtü. Herkes bulabildiði kadar topluyordu. Ben þaþkýnlýktan donmuþ bir vaziyette ne yapacaðýmý bilemiyor, sadece bu hareketleri büyük bir endiþe içinde takip ediyordum. Ne göreyim! Herkes, topladýðý paralarý deniz kenarýnda kalan torbama koyuyordu. Bunun üzerine içim biraz ferahladý. Hattâ kayýkçýlar da, suya dalýp, denizin dibine gitmiþ olan kuruþlarý çýkarmýþlardý. Bütün bunlara karþý cömertlik göstermek istedimse de vazîfelerini yapmýþ olduklarýndan bahsederek her biri bir tarafa çekildi. Zaten o kadar kalabalýktýlar ki, hepsine bahþiþ yetiþmezdi. Toplanan bütün paralar torbaya konduktan sonra bir hamal da onu yüklenip doðru evime kadar götürdü. Eve girdikten sonra büyük bir merak içinde paramý hemen saymaya baþladým. Birçok ziyâna uðramýþ olduðumu zannediyordum ki, bin kuruþumun da tam olarak torbada olduðunu görünce hayretler içinde kaldým. Gözlerime inanamadým; bir daha saydým. Evet tek bir kuruþum bile eksik deðildi.” Charles Mac-Farlane, bir Türk düþmanýdýr. Buna raðmen þu itirafý yapmaktan kendini alamaz: “Dostum M.W’nin yemiþ mevsiminde Çeþme ile Ýzmir arasýnda ekseriyetle ulak olarak kullandýðý Bucalý Mustafa isminde fakir bir köylü vardý. Bu adamcaðýz altýn torbalarýný yüklenerek Ýzmir’den umûmiyetle akþamlarý hareket eder, bütün gece yol yürür ve sarp daðlar aþmak suretiyle otuz fersah gittikten sonra ertesi sabah kýymetli yüküyle Çeþme’ye varýrdý. Bazen yolun bir kýsmýný katýr üstünde katettiði olurdu. Fakat daðlara yaklaþýnca daha çabuk gitmek için hayvanýndan inerdi. Sisamlýlar’dan baþka korktuðu yoktu. Fakat Mustafa onlara hiç rast gelmediði için, hiçbir zaman karþýlaþmayacaðýna hükmediyordu. Ýþin asýl þaþýlacak tarafý, yol boyunca herkesin onu tanýmasý ve taþýdýðý yüklerin ne olduðunu bilmeyen kalmamasýydý. Buna raðmen Ýzmir tâcirleri içinde parasýný o kadar tehlikeli bir yoldan göndermekte tereddüt eden yoktu...” Fransýz þâiri Lamartine de, seyahatnâmesinde Ýstanbul’dan ayrýlýrken Eyüb Sultan’da bir kahvenin önünden hareket ediþini þöyle anlatýr: “... Yola çýkýþýmýzý seyretmek için halk etrafýmýza toplanmýþtý; fakat hiçbir hakârete uðramadýðýmýz gibi eþyâmýzdan da hiçbir þey zâyî olmadý. Osmanlý’da doðruluk, sokaklarda dahî bir fazîlet hâlindeydi. Kahvenin önündeki aðaçlarýn altýnda oturanlar ve yoldan gelip geçen çocuklar, at ve arabalarýmýza eþyâlarýmýzý yüklerken bize yardým ettiler. Yere düþen öteberilerimizi ve unuttuðumuz þeyleri toplayýp kendi elleriyle bize getirdiler.” Îmândan bir þûbe olan hayâ ve buna baðlý olarak gönle yerleþen tevâzû, Osmanlý’nýn mümtaz vasýflarý arasýndadýr. Ýffet ve ismet mefhûmunun hayata tatbiki husûsunda Osmanlýlar, son derecede hassas davranmýþlar ve bu sayede cemiyet nizâmýný ayakta tutabilmiþlerdir. Edeb ve hayâ ile tevâzûnun menbaý olan Ýslâm’a pek sýký bir þekilde baðlýlýk göstermiþler, birçok mevzûda olduðu gibi bu hususlarda da aslâ tâviz vermemiþlerdir. Öyle ki, bir kadýnýn saçýna uzanmaya yeltenen kâfir elini, bir harp sebebi saymýþlardýr. Onlar, hayâ esaslarýna riâyetle yükselmiþ ve öz benliðini koruyabilmiþlerdir. Bugünkü tâbirle o yapýnýn halký; “temiz toplum” hâlinde târihte tebârüz eden müstesnâ bir mevkii hâiz olmuþlardýr. A. Brayer þöyle der: “Müslüman Türkler arasýnda hayânýn bir neticesi olarak kibir ve gurur âdetâ yok olmuþtur. Çünkü kibir ve gurur, Ýslâm’ýn pek þiddetli bir þekilde yasakladýðý menfîliklerdendir. Þöyle buyurulur: “Yeryüzünde sakýn azametle yürüme, insanlardan nazarlarýný gururla çevirme!” “Mütekebbir ve maðrûr olandan Allâh nefret eder!” “Harekâtýnda mütevâzî ol, yavaþ sesle konuþ!” “Kibir cehâletten ileri gelir, âlim aslâ maðrûr olmaz.” “Tevâzû insana necâbet verir.” Bundan dolayýdýr ki, Osmanlý’nýn yürüyüþünde vakar ve ihtiþâm olmakla beraber aslâ kibir ve azamet yoktur. O, dâimâ yavaþ sesle konuþur. El ve kol hareketlerinde hiçbir zaman mütehakkimâne bir edâ sezilmez. Hizmetinde tatlýlýk ve kolaylýk vardýr.” Bu sözlerin hemen hemen hepsi, gayr-i müslim kimselere aitti. Kendi içimizdeki gözlerle ecdadý tanýmaya çalýþmak taraflý bir sonuca götürebilir belki ama, kimi zaman Osmanlýnýn hasýmlarý sayýlabialecek seyyahlarýn söylemiþ olduklarý sözler, ne temzi ve pak bir ecdada sahip olduðumuzun isbatý.


Gönderen: 31.01.2008 - 16:44
Bu Mesaji Bildir   katre16 üyenin diger mesajlarini ara katre16 üyenin Profiline bak katre16 üyeye özel mesaj gönder katre16 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1523 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
ilhan29 (55), bozadeniz (43), islamboy84 (40), küçük &t.. (49), teknur (50), hlim (51), veleye (60), Abdullah_78 (46), sefa60 (45), Gaziantepli (34), sivasliunsal (48), mcu (44), asess (45), akif21 (61), mimar_sophie (44), mamusali (49), Bilal_YETER (41), edare (42), terrazi (43), FaTMaNuR (60)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.24849 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.