0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » İlk Müslümanlar ve Mâruz Kaldıkları İşkenceler

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Ônder23 su an offline Ônder23  
İlk Müslümanlar ve Mâruz Kaldıkları İşkenceler
569 Mesaj -
Ýlk Müslüman: Hz. Hatice

Kâinatýn Efendisi Hazret-i Muhammed (a.s.m.), Hira’daki ulvî mazhariyetle Ýlâhî memuriyetini idrak etmiþ ve kudsî risalet vazifesini yüklenmiþti. Ancak bu aðýr ve büyük vazifenin icablarý vardý, onlarý yerine getirmek lazým geliyordu. Bunun ise, içinde bulunduðu cemiyette pek kolay olmayacaðý kendisince muhakkak bilinen bir husustu.

O anda, Efendimiz tek baþýna bir tarafta, bütün dünya bir tarafta yer alýyordu. Ve o, umum dünyaya Allah’tan aldýðý emirleri teblið edecekti. Elbette bu, basit bir hâdise olarak görülemezdi.

Allah Resûlü, dünyalar durdukça insanlýða nûr ve þeref olan vazifesine nereden ve nasýl baþlamasý gerektiðini de çok iyi hesaplýyordu.

Durumu evvela en yakýný bulunan hanýmý Hazret-i Hatice’ye anlattý. Hazreti-i Hatice, ona tereddütsüz sadakat elini uzattý ve ilk Müslüman olma þerefine kavuþtu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bundan sonra, Hazret-i Hatice’ye, Cebrâil’den (a.s.) öðrendiði þekilde abdest aldýrdý ve yine Cebrâil’den öðrendiði sûrette imam olarak þerefli zevcisine iki rek’at namaz kýldýrdý.

Efendimizin kýldýrdýðý bu iki rek’at namaz,1 imam olarak kýldýðý ilk namazdýr ve bir pazartesi gününün sonuna doðru kýlýnmýþtýr.




Hz. Ali'nin Müslüman Oluþu

Hazret-i Hatice’nin terddütsüz îmân edip Müslüman olmasý, Resûl-i Ekrem Efendimizi son derece memnun ettiði gibi, þevkini de arttýrdý. Artýk yeryüzünde davasýný tasdik ve kabul eden biri vardý.

Peygamber Efendimizin, Ýslâma dâvet ettiði ikinci insan, yine en yakýnlarýndan biri olan Hazret-i Ali idi. O, dört beþ yaþýndan beri Efendimizin terbiyesi altýnda bulunuyordu ve o, eþsiz terbiyenin eseri olarak, akranlarýna göre feraset ve ahlâk bakýmýndan üstün bir seviyedeydi.

Birgün Resûl-i Ekrem Efendimizi Hazret-i Hatice ile namaz kýlarken gördü. Hayran hayran seyredip namaz bitince, Nedir bu? diye sordu.

Resûl-i Ekrem, Ey Ali, bu Allah’ýn seçtiði, beðendiði dindir. Ben seni bir olan Allah’a îmân etmeye davet eder, insana ne faydasý, ne de zararý dokunmayan Lât ve Uzza’ya tapmaktan sakýndýrýrým” dedi.

Hz. Ali, bu teklif karþýsýnda tatlý çocuk bakýþlarýný yere dikerek bir an durakladý. Sonra þöyle dedi

“Benim þimdiye kadar görmediðim, iþitmediðim birþey bu. Babam Ebû Talib’e danýþmadan birþey diyemem.

Fakat, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, henüz da’vasýný açýkça ilân etme emrini almýþ deðildi. Bu sebeple Hz. Ali’yi ikaz etti:

“Ey Ali!” dedi. Eðer söylediklerimi yaparsan yap. Yok eðer yapmayacak olursan, gördüðünü ve iþittiðini gizli tut. Kimseye birþey söyleme!

Hazret-i Ali, bu ikaz üzerine sýrrýný muhafaza edeceðine söz verdi. O geceyi düþünerek geçirdi. Þafak aydýnlýðý ile birlikte gönlüne de aydýnlýk doðdu. Resûlullahýn huzuruna giderek, Allah, beni yaratýrken Ebû Talib’e sormadý ki, ben de Ona ibâdet etmek için gidip kendisine danýþayým, dedi ve Müslüman oldu.

Müslüman olan ilk çocuk þerefini kazanan Hazret-i Ali, o sýrada on yaþýnda bulunuyordu.

Tedbir, her zaman güzel bir harekettir. Ama bir davanýn yeni yeni yayýlmaya baþladýðý sýrada çok daha güzeldir. Ýþte Allah Resûlü, Hazret-i Ali’ye gördüklerini ve iþittiklerini þimdilik kimseye anlatmama ve duyurmama ikazýnda bulunmakla kâinatta da câri olan tedbir, tedric ve hikmet kanununa riâyet ederek, bizler için de bir ölçü veriyordu. Gerçekten tedbire baþvurma, zaman ve mekânýn þartlarýný gözönünde bulundurarak dâvasýný yayma Allah Resûlünün teblið hayatýnda mühim bir yer iþgal eder.

Îmân safýnda yer almada, Hazret-i Hatice ve Hazret-i Ali’yi, Resûl-i Ekremin evlatlýk edindiði Zeyd bin Hârise (r.a.) takip etti.

Müslüman olduktan sonra, Hazret-i Ali ile Hazret-i Zeyd’in, Nebiyy-i Ekrem Efendimize gönülden baðlýlýklarý yeniden tazelendi ve güç kazandý. Artýk, Efendimizden ayrýlmýyor, namaz ve ibadetlerini onunla birlikte ifâ ediyorlardý.

Hazret-i Ali, zaman zaman Resûl-i Ekremle birlikte Kâbe’ye gider, orada namaz kýlarlardý.

Afif-i Kindî, alýþ veriþ maksadýyla geldiði Mekke’de, henüz îmân etmediði bir zamanda Peygamberimiz, Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi namaz kýlarken görmüþtü. Müslüman olduktan sonra, o hallerinden gýbta ile bahsederek þöyle demiþtir:

Ben, o zaman imân edip de, onlarýn dördüncüsü olmayý ne kadar isterdim.1

Peygamber Efendimiz, davasýný henüz umuma açýklamamýþ olmasýna raðmen, müþrikler onlarýn Kâbe’de namaz kýlmalarýndan, yaptýklarý ibadetten farklý bir ibadet yapýlmasýndan pek hoþlanmýyorlardý. Bu sebeple bir müddet sonra, Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali ile, namazlarýný kýrlarda, vadilerde edâ etmeyi daha uygun buldular.

Annesi ile babasý Hazret-i Ali’nin peþinde

Resûl-i Ekremi bir gölge gibi takip edip, yalnýz býrakmayan Hazret-i Ali’nin bu hali, anne ve babasýnýn endiþe ve telâþýna sebep oldu. Bilhassa anne Fâtýma Hâtun fazlasýyla korkuya kapýldý. Kocasýna, Dikkat et, oðlun Muhammed’le çok dolaþýyormuþ, sakýn ona birþeyler olmasýn dedi.

Ebû Talib anlayýþlý bir insandý. Durumu bizzat Peygamber Efendimizden öðrenmek istedi. Bunun için birgün Resûl-i Ekrem Efendimizle Hz. Ali’nin arkalarýndan gitti. Onlarý Mekke’nin bir vadisinde namaz kýlarken buldu. Fahr-i Kâinat’a, “Ey kardeþimin oðlu! dedi. Bu din, ne dindir?

Peygamber Efendimiz, Ey amca! Doðru yola dâvet edeceklerimin ve bu dâvete koþmasý gerekenlerin baþýnda sen varsýn ve sen buna herkesten daha lâyýksýn! Putlara tapmaktan vazgeç ve bir Allah’a îmân et diye teklifte bulundu.

Bir an düþünceye dalan Ebû Talib, sonunda þöyle dedi:

Ben, eski dinimden ayrýlamam. Fakat, sen üzerinde bulunduðun dinde devam et! Allah’a yemin ederim ki, ben sað kaldýkça, yapmak istediðini tamamlayýncaya kadar kimse sana el uzatamaz, hoþlanmadýðýn birþeyi sana eriþtiremez diye konuþtu.

Sonra da oðlu Ali’ye döndü ve Oðulcaðýzým! Senin üzerinde bulunduðun bu din nedir? diye sordu.

Hz. Ali, Babacýðým, dedi, ben, Allah’a ve Onun Resûlüne îmân, onun Allah’tan getirdiklerini de tasdik ettim. Ona uydum ve onunla birlikte namaz kýldým.

Bunun üzerine Ebû Talib, “Ey oðlum! Amcan oðlunun dinine sana da isteyerek girmek yaraþýr. O, seni ancak hayra dâvet eder. Ona itaat et!”1 diyerek hem Resûl-i Ekrem Efendimizi, hem de Hz. Ali’yi sevindirdi. Sonra da oradan uzaklaþtý.

Eve dönen Ebû Talib’e, hanýmý Fâtýma Hâtun telaþ ve þiddetle, Nerede oðlun? Hizmetçim, Ciyad mevkiinde onu Muhammed’le birlikte namaz kýlarken görmüþ. Oðlunun dinini deðiþtirmesini uygun görüyor musun? diye sordu.

Ebû Talib, Sus! Vallahi, amcasý oðluna arka çýkmak ve yardýmcý olmak, elbette herkesten çok ona düþer” diyerek telaþ ve endiþeye mahal olmadýðýný ifâde etti. Sonra da, Eðer nefsim, Abdülmüttalib’in dinini býrakmak hususunda bana itâat etmiþ olsaydý, ben de Muhammed’e tabi olurdum. Çünkü, o halîmdir, emîndir, tâhirdir dedi.



Hz. Ebû Bekir Müslümanlarýn Safýnda

Hazret-i Ebû Bekir, eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizin en yakýn dostlarýndan biri idi. Samimi görüþür ve konuþurlardý.

Onda da göze çarpan en mühim vasýf; Cahiliyye Devrinin çirkin âdetleri, kötü ahlâk ve yaþayýþlarýyla fýtratýný bozmamýþ olmasý, ruh, kalb ve aklýný þirk inancý ile kirletmemiþ bulunmasýydý. Tanýnmýþ bir tüccardý. Kavminin ileri gelenleri her zaman fikrinden istifade ederlerdi. Kureyþ’in kan davalarýný halleden de oydu. Bir diðer mühim vasfý da; Kureyþ âilelerinin soy soplarýný, nesep þecerelerini, iyilik ve kötülüklerini gayet iyi bilmesi idi.

Resûlullah Efendimiz, henüz açýktan dâvete baþlamamýþtý. Fakat yine de dâvâsý kulaktan kulaða yayýlmýþ ve Kureyþ ileri gelenleri tarafýndan duyulmuþtu.

Hz. Ebû Bekir, Yemen tarafýna yaptýðý bir seyahetten henüz dönmüþtü. Baþta Ebû Cehil, Ukbe bin Ebi Muayt ve bazý Kureyþ ileri gelenleri kendisine Hoþ geldin” demek için evine vardýlar.

Hz. Ebû Bekir, Ben Mekke’de yokken neler olup bitti? Önemli bir haber var mý? diye sordu.

Ey Ebû Bekir dediler. Büyük iþ var! Ebû Talib’in yetimi Muhammed, peygamberlik iddiasýna kalkýþtý. Biz de senin Yemen’den dönüþüne kadar beklemeyi uygun bulduk. Artýk, sen o dostuna git, ne edeceksen et.

Hz. Ebû Bekir, derhal Fahr-i Kâinatýn evine vardý:

Yâ Ebe’l-Kasým! Peygamberlik iddiasýnda bulunduðun, kavminden ayrýldýðýn ve atalarýnýn dinini kötüleyip, inkâr ettiðin doðru mu? diye sordu.

Resûl-i Ziþan Efendimiz, küçük yaþlarýndan beri beraber olduklarý Hz. Ebû Bekir’in bu sözlerine önce tebessüm buyurdu. Sonra da, Yâ Ebâ Bekir! Ben sana ve bütün insanlara gönderilmiþ Allah’ýn Resûlüyüm. Ýnsanlarý bir tek olan Allah’a dâvet ediyorum. Sen de þehâdet getir dedi.

Hz. Ebû Bekir’in akýl ve gönül âleminde bir anda þimþekler çaktý. Bu sözleri, küçük yaþýndan beri çok iyi tanýdýðý, zâtýný candan seven ve sayan ve o âna kadar mübârek dudaklarýndan hilâf-ý hakikat tek bir söz iþitmeyen Muhammedü’l Emînden (a.s.m) duyuyordu. Hiçbir tereddüt emâresi göstermeden derhal kelime-i þehadet getirerek Müslüman oldu.1

Ýslâma davet karþýsýnda en ufak bir tereddüt göstermeyiþini Resûlullah Efendimiz onun için bir fazilet sayarak þöyle buyurmuþtur:

Ebû Bekir’den baþka imâna davet ettiðim herkes bir duraklama, bir tereddüt, bir þaþkýnlýk geçirdi. Fakat o, kendisine Ýslâmý anlattýðým zaman ne durakladý ve ne de tereddüt etti.

Resûl-i Ekrem Efendimizi, bu itibarlý dostunun Müslüman olmasý fazlasýyla sevindirdi. Hz. Âiþe Validemizden gelen bu husustaki rivâyet þöyle:

Nebiyy-i Ekremi iki dað aralýðýnda, Hz. Ebû Bekir’in Müslüman olmasýndan daha çok sevindiren bir baþka hâdise olmamýþtýr.

Ýslâmla þereflenen Hz. Ebû Bekir’in daha evvel gördüðü bir rü’yâsý da böylece gerçekleþmiþ oldu: Rüyasýnda bir ayýn Mekke’ye indiðini, sonra bölünerek þehrin evlerine daðýldýðýný, sonra da toplanýp kendi evine girdiðini görmüþtü.

Bu rüyâsýný o zaman ehl-i kitaptan bazý âlimlere anlatmýþtý. Onlar, gelmesi beklenen paygamberin pek yakýnda Mekke’den çýkacaðýný, kendisinin de ona uyup bahtiyarlar arasýnda yer alacaðýný söylemiþlerdi.

Hazret-i Ebû Bekir, Müslümanlýðýný izhâr etmekten de çekinmedi.

Müslüman olmasý Kureyþ arasýnda büyük bir yanký uyandýrdý. Çünkü o, Kureyþ içinde itibarlý, saðlam, güvenilir, sözünde sâdýk biri idi. Sevimliliði ve yumuþak huyluluðu da onu kavmine sevdirmiþti.

Hazret-i Ebû Bekir, Müslüman olan hür erkeklerin ilk halkasýný temsil ediyordu. Onun Müslüman olmasýyla, îmân halkasý biraz daha geniþledi, yollar biraz daha açýldý ve müstakîm caddede yürüyen bahtiyarlar daha da arttý. Onun vasýtasýyla Müslüman olan Hz. Bilâl-i Habeþî ile, îmân ve Ýslâm nîmetine eriþen ve her biri âdetâ bir sýnýfýn temsilcisi durumunda bulunan ilk Müslümanlar þunlar oldu: Kadýnlardan, Hazret-i Hatice, çocuklardan Hazret-i Ali, hür erkeklerden Hazret-i Ebû Bekir, azadlý kölelerden Hazret-i Zeyd bin Hârise, kölelerden Hazret-i Bilâl-i Habeþî (Radýyallahü Anhüm).



Gizli Davetin Hýz Kazanmasý

Hazret-i Ebû Bekir’in de Müslüman olmasýyla îmân ve Ýslâma gizli davet daha da hýz kazandý. Ýslâma girme bahtiyarlýðýna erenler, yakýnlarý ve akrabalarýyla da bu bahtiyarlýðý paylaþmak istiyorlardý. Onlarý þirkin ýztýrabýndan, cahiliyyetin çirkin ahlâkýndan kurtarmak için çýrpýnýyorlardý.

Bu konuda da Hazret-i Ebû Bekir’in önde olduðunu görüyoruz. Onun vasýtasýyla gizli davet devresinde Ýslâmla þareflenenlerden bir kaçý þunlardýr: Osman bin Affan, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas, Talh bin Ubeydillah (r. anhüm).

Bu beþ Sahabî de, sonradan Cennetle müjdelenen on Sahabî arasýnda yer alacaklardýr.

Müslüman erkekler listesine yeni yeni isimler eklenirken, kadýnlar arasýnda da Ýslâmýn nûru günden güne yayýlýyordu. Ýlk Müslüman kadýn Hazret-i Hatice’den sonra, henüz o sýrada Ýslâm dâiresine girmemiþ buluan Resûlullahýn amcasý, Hz. Abbas’ýn hanýmý Ümmü Fazl’ýn, Hazret-i Ebû Bekir’in kýzý Esmâ’nýn ve yine o sýrada hidâyete kavuþmamýþ bulunan Hazret-i Ömer’in kýzkardeþi Fâtýma’nýn, ilk Müslüman kadýnlar arasýnda yer aldýklarýný görüyoruz.

Artýk, Ýslâma davet iki kanaldan yürütülmektedir. Erkekler erkekler arasýnda, kadýnlar ise hemcinseleri içinde îmân ve Ýslâm nûrunu yaymaya aþk ve þevk içinde devam etmektedirler. Ancak þunu da belirtelim ki, kadýnlarýn îmân cazibesine kendilerini daha çabuk kaptýrdýklarý da dikkatleri çekiyordu. Bunu, onlarýn çabuk duygulanan ve derhal tesir altýnda kalan yaratýlýþlarý icabý saymak mümkündür.

Bu arada müþrikler de boþ durmuyorlardý. Hidâyet güneþiyle gönüllerini aydýnlatanlara hor bakmaya, onlara iftira ve sözlü hakaretlerde bulunmaya baþlamýþlardý. Ama bunlarýn hiç biri kâinatta en büyük kuvvet olan Allah’a îmân hakikatýný kalblerine nakþetmiþ bulunan bu Saâdet Asrýnýn mes’ud insanlarýný korkutamýyor, davâsýndan geri çeviremiyor, hatta en ufak bir tereddüde düþüremiyordu. Ýnsanlarýn tehdit ve korkutmalarý; Allah’a olan îmân ve Ondan korkmanýn yanýnda, rüzgârýn önünde bir toz, sel önünde bir çöp gibi zâif ve dayanýksýz kalýyordu.


Hz. Bilâl-i Habeþî'nin Ýþkenceye Uðramasý

Gizli davet devresinde Ýslâm ile þereflenen ve bundan dolayý müþriklerin þiddetli iþkencelerine maruz kalan ilklerden biri de Bilâl-i Habeþî diye bilinen, Bilâl bin Rebah Hazretleridir.

Hazret-i Bilâl, Müslümanlarýn amansýz düþmaný Ümeyye b. Halef’in kölesi iken, Hazret-i Ebû Bekir vasýtasýyla Ýslâmla þereflenmiþtir.

Bir anda gönlünü çepeçevre saran imân nûru, Hazret-i Bilâl için hadsiz bir cesaret kaynaðý oluvermiþti. Öyle ki, bir köle iken, efendisini ve müþriklerin her türlü baský, iþkence ve eziyetlerini hiçe sayarak Müslümanlýðýný açýkça ilân etmekten çekinmedi.

Ýmanýn girmediði kalb taþtan daha katý, Allah korkusunun bulunmadýðý vicdan, kayalardan daha hissizdir. Böyle bir kalb ve vicdana sahip bir insanda acýma, þefkat ve merhamet aramak abestir. O insan, artýk bu hâliyle mânen canavarlaþmýþtýr. Hatta tahribatý cihetiyle canavarlarý bile geride býrakmýþtýr.

Ýþte Ýslâmýn diðer bütün amansýz düþmanlarý gibi Ümeyye bin Halef de böyle bir kalb ve vicdanýn sahibiydi. Ve Hazret-i Bilâl, merhamet ve þefkat yoksunu bu kalb sahibinin kölesi idi.

Bu merhamet yoksunu adamýn nazarýnda, Hz. Bilâl’in kendisini yaratan tek Allah’a îmân etmesi ve Onun gönderdiði Peygamberi Hazret-i Muhammed’e sadâkat elini uzatmasý büyük suçtu!

Bunun için de o, en amansýz iþkencelere tâbi tutuluyordu. Bazen yirmi dört saat aç, susuz býrakýlýyor, bazen boynuna ip takýlarak, Mekke’nin ücretle tutulan çocuklarý tarafýndan sokak sokak dolaþtýrýlýyordu.

Ümeyye bin Halef’in bütün bu gayretleri boþunaydý. Hazret-i Bilâl bir kere îmân etmiþti ve Allah’a teslim olmuþtu. Gönlü Resûlullahýn muhabbetiyle gülþen olmuþtu. Onun için, bu eziyet ve iþkenceler altýnda inim inim inlerken bile davasýný müþriklerin yüzlerine yüzlerine haykýrmaktan geri durmuyordu:

Ehad Ehad! Allah birdir! Allah birdir!

Ýnandýðý Ýslâm davasýndan her türlü eziyete raðmen zerre kadar taviz vermeyen Hazret-i Bilâl’i, bu sefer efendisi Ümeyye bin Halef, kavurucu sýcaklar altýnda, sýrtýný, güneþin sýcaklýðýndan ateþ parçasý haline gelmiþ kýzgýn taþ ve kumlara sürttürüp yaktýrýr, aðzýna güneþte kurumuþ bir lokma et verdikten sonra, göðsüne kocaman bir kaya parçasý koydurur ve þöyle derdi

“Andolsun ki; sen ölmedikçe, yahud Muhammed’i ve Onun dinini inkâr ve reddederek Lât’a Uzzâ’ya tapmadýkça bu azabý üzerinden eksik etmeyeceðim!”

Fakat, vücudunun bütün zerreleriyle âdeta bir îmân abidesi kesilmiþ olan Hazret-i Bilâl, ölümü göze alarak þöyle haykýrýrdý:

Ben, Lât ve Uzzâ’yý kabul etmem. Allah birdir! Allah birdir!

Bu sözleri duyan Ümeyye bin Hâlef bütün bütün çileden çýkar, Hazret-i Bilâl’in iþkencesini bayýlýp kendinden geçinceye kadar arttýrýrdý. Sonra da çekip giderdi. Hazret-i Bilâl nice sonra kendine gelirdi.

Hazret-i Bilâl’in, bütün bu dayanýlmaz eziyetlere, bu çekilmez iþkenceye karþý tek dayanak noktasý, o haþmetli ve azametli îmânýydý. Ýman, evet, kâinatý kabza-i tararrufunda tutan Cenâb-ý Hakka îmân, Onun sonsuz kudretine i’timad, insan için sarsýlmaz, yýkýlmaz bir istinad noktasýdýr. O, bu kahramanca tavrýyla âdeta, Îmân hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki îmâný elde eden adam kâinata meydan okuyabilir hakikatýný bütün dünyaya ilân ediyordu.

Yine bir gün, Ümeyye bin Halef’in onu iþkenceden iþkenceye uðrattýðý bir sýrada, oradan geçen Hz. Ebû Bekir bu durumu gördü. Ümeyye’ye, Sen hiç Allah’tan korkmaz mýsýn? Bu zavallýya daha ne zamana kadar iþkence edeceksin” dedi.

Onun itikadýný sen bozdun, diye cevap verdi Ümeyye. “Kurtulmasýný istiyorsan, onu satýn al da kurtar.

Hz. Ebû Bekir, Ey Ümeyye, dedi, benim, senin dininden siyah bir kölem var. Bundan daha güçlü, daha kuvvetlidir. Onu Bilâl’e karþýlýk sana vereyim, kabul eder misin? dedi.

Ümeyye, Kabul ettim, dedi. Sonra da gülerek, Vallahi, kölenin karýsýný da vermedikçe olmaz” diye konuþtu.

Hz. Ebû Bekir, Olur, dedi.

Ümeyye yine sinsi sinsi güldü ve Vallahi, bana kölenin karýsý ile birlikte kýzýný da vermedikçe olmaz” dedi.

Hz. Ebû Bekir, bu teklife de, Olur diye cevap verdi. Fakat, azýlý müþrik Ümeyye, âdeta iþi yokuþa sürmek istiyormuþcasýna davranýyordu. Bu sefer hâince gülüþler arasýnda þu istekte bulundu:

“Vallahi, bana onlarla birlikte 200 dinar da üste vermedikçe olmaz!

Onun bu durumuna sinirlenen Hz. Ebû Bekir hiddetle, Sen, dedi, ne utanmaz adamsýn. Boyuna yalan söyleyip duruyorsun.

Ümeyye bu sefer, Hayýr, dedi, Lât’a, Uzzâ’ya and olsun ki, artýk bunlarý bana verirsen, dediðimi yapacaðým.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Onlarýn hepsi senin olsun dedi ve Hazret-i Bilâl’i bu zâlim adamýn elinden kurtardý.

Hazret-i Bilâl’i alan Ebû Bekir’e (r.a.) Peygamber Efendimiz, Yâ Ebâ Bekir,”dedi, onun üzerinde bir hakkýn olacak mý?

Hz. Ebû Bekir, Hayýr, yâ Resûlallah, dedi. Onu azâd ettim.

Hazret-i Bilâl’i Ümeyye bin Hâlef gibi azýlý bir müþrikin elinden kurtarýp hürriyetine kavuþturan Hz. Ebû Bekir, bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme’yi de satýn alýp âzad etti.

Hazret-i Bilâl-i Habeþî, Resûlullah Efendimizin has müezzini idi. Bir an olsun Onun yanýndan ayrýlmak istemezdi. Fahr-i Kâinat’ýn dâr-ý bekâya irtihâlleri üzerine, Zatýna ve yüksek ahlâkýna olan muhabbetinden dolayý Medine-i Münevveri’de kalmaya tahammül edemedi ve oradan ayrýlmaya mecbur kaldý. Bu esnada Halife olan Hz. Ebû Bekir, yanýnda kalmasý için ýsrar edince, Yâ Ebâ Bekir, dedi. Beni, kendin için satýn aldýnsa yanýnda tut! Yok eðer Allah rýzasý için satýn aldýnsa, serbest býrak da, Allah yolunda cihada katýlayým.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, kendisine müsâade etti. O da Þâm’a gitti. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sýrasýnda orada vukû bulan gazâlara iþtirâk etti.



Hz. Osman Müslümanlarýn Safýnda

Resûl-i Ekrem Efendimiz, henüz açýktan halka peygamberliðini ilân etmemiþti. Bu devrede de, Hz. Ebû Bekir, son derece büyük bir cehd ve gayretle samimi dostlarýna Ýslâmiyeti anlatýyordu.

Birgün Hz. Osman’a da Müslümanlýktan bahis açtý ve onu alarak Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna getirdi.

Hazret-i Resûlullah, dâima tebessüm eden parlak bir simâya sahip Hz. Osman’a, Allah’ýn ihsaný olan Cennete raðbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim!” dedi. Resûlullahýn bu sâde, bu samimi ve bu i’câzkâr sözleri karþýsýnda Hz. Osman âdeta kendinden geçer gibi oldu ve þehâdet kelimesi kendi kendine mübârek dudaklarýndan döküldü:

Eþhedü en lâ Ýlâhe illallah ve eþhedü enne Muhammeden Resûlullah!

Sonra da daha önce Þam’dan dönerken gördüðü bir rü’yâsýný Kâinatýn Efendisine anlattý:

Yâ Resûlallah, dedi. Biz Muân ile Zerkâ arasýnda bulunduðumuz ve uyuduðumuz sýrada bir münâdi: ’Ey uyuyanlar! Uyanýn! Ahmet (a.s.m.) Mekke’de zuhur etti!’ diye seslenmiþti. Mekke’ye gelince sizi iþittik! 2

Yumuþak huylu, edeb ve hâyâ sahibi ve cömert bir zât olan Hz. Osnan’ýn da Müslümanlar safýna katýlmasý müþrikleri fazlasýyla tedirgin etti. Kabilesi ferdleri ona ezâ ve cefâya yeltendiler. Fakat o, her türlü ezâ ve cefâya göðüs gerdi ve hak bildiði yoldan zerre kadar inhirâf göstermedi.

Amcasý Hakem bin Ebû’l-Âs, kendisini bir urganla bir direðe baðlar ve döverek þöyle derdi:

Sen, atalarýnýn dinini býrakýr da sonradan çýkma bir dine özenirsin öyle mi? And olsun ki, tuttuðun bu dini býrakýp, tekrar atalarýnýn dinine dönmedikçe seni salývermeyeceðim.”

Metanet âbidesi Hz. Osman’ýn cevabý þu olurdu:

“Vallahi, ben hak ve hakikat dinini asla býrakmam!

O, günlerce bu cefâ ve eziyetle karþý karþýya býrakýldý. Fakat zerre kadar îmânýndan taviz vermedi. Onun bu metaneti ve büyüklüðü karþýsýnda sonunda amcasý küçüldü ve onu salývermekten baþka çare bulamadý.

Orta boylu, esmer tenli, güzel yüzlü, sýk sakallý, gür saçlý ve iri yapýlý olan Hz. Osman, fýtraten temiz ve nezih bir insandý. Ýçki içmeyi Cahiliyye Devrinde kendisine haram kýlmýþtý. Servetini Allah yolunda ve din uðrunda sarfetmekten zevk alan bahtiyarlardandý. Hafýz-ý Kur’ân’dý. Geceleri, namazýnda bütün Kur’ân’ý hatmederdi.

Cennetle müjdelenen on Sahabîden biri olan Hz. Osman, ayný zamanda Resûl-i Ekrem Efendimizin damadýdýr. Önce Peygamberimizin kerimesi Rukiyye’yi aldý. O, vefât edince, Resûlullah onu bu sefer kýzý Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Bu sebeple de Zinnûreyn lâkabýný aldý.


Talha bin Ubeydullah'ýn Müslüman Oluþu

Hz. Osman’ýn Ýslâmýn saâdet dolu sinesine konuþunu Hz. Talha bin Ubeydullah takip etti.

Ticâret maksadýyla bir seyahâta çýkmýþtý. Busra Panayýrýnda bulunduðu bir sýrada, oradaki manastýrda yaþayan bir Rahib, “Bu pazar halký içinde, Mekke’den kimse var mý?diye seslendi.

Hazret-i Talha, Evet, ben Mekkeliyim dedi.

Rahib, Ahmed zuhur etti mi? diye sordu.

Hazret-i Talha, Ahmed kim? dedi.

Rahib, Abdullah bin Abdülmuttalib’in oðludur. Mekke, onun zuhûr edeceði þehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi, Harem-i Þerif’ten çýkarýlacak, hurmalýk, taþlýk ve çorak bir yere hicrete mecbur býrakýlacaktýr cevabýný verdi.

Rahibin bu sözleri Talhâ’nýn dikkatini çekmiþ ve Mekke’ye gelir gelmez halka, Yeni bir haber var mý?” diye sordu.

Evet, dediler. Abdullah’ýn oðlu Muhammedü’l-Emîn, peygamber olduðunu iddiâ etti. Ebû Kuhâfe’nin oðlu Ebû Bekir de, ona tabi oldu!

Bunun üzerine derhal Hz. Ebû Bekir’in yanýna vardý ve, Sen, Muhammed’e tâbi oldun mu? diye sordu.

Hazret-i Ebû Bekir, Evet, dedi. Ben ona tâbi oldum. Sen de git, ona tabi ol! Zira o, insanlarý hak ve gerçek olana dâvet ediyor.

Hz. Talha da Rahibden duyduklarýný Hz. Ebû Bekir’e anlattýktan sonra, beraberce Allah Resûlünün huzuruna geldiler. Derhal Müslüman olan Hazret-i Talha, Rahibin söylediklerini anlatýnca da Peygamber Efendimiz gülümsedi.

Müþrikler, Hazret-i Talha gibi faziletli bir insanýn Müslüman olmasýna tahammül edemediler. Kureyþ’in azýlý pehlivanlarýndan Nevfel bin Adviye onu bir ipe baðlayýp iþkenceye uðrattý.

Genç yaþta Ýslâmiyetle þereflenen Hz. Talha, Cennetle müjdelenen on Sahabîden biridir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onun hakýnda, Yeryüzünde yürüyen bir þehide bakmak isteyen Talha’ya baksýn” buyurmuþlardýr.

Son derece cömert ve cesur bir Sahabî idi. Uhud Harbinde Peygamber Efendimize atýlan oklara elini tutmuþ ve bu yüzden parmaklarý çolak kalmýþtý. Ayný harpte seksene yakýn yara aldýðý halde, Resûlullahýn yanýndan ayrýlmamýþtý.



Halid bin Said'in Ýslâma Giriþi

Ýslâma gizli davet devri henüz devam ediyordu.

Bu býrada Müslümanlar safýna Kureyþ’in mümtaz bir þahsiyeti daha katýldý: Halid bin Said. Hz. Halid, Kureyþ’in ileri gelen ve zengin bir âilesine mensuptu.

Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Halid, bir gece rüyâsýnda; babasýnýn kendisini tutup Cehenneme atmak istediðini, fakat Resûlullahýn yetiþip kendisini Cehenneme düþmekten kurtardýðýný gördü. Feryad ederek uyandý. Böylesine berrak bir rüyânýn mânâsýz olamayacaðýný idrak eden Hz. Halid kendi kendine, Vallahi, bu rüyâ gerçektir dedi ve vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir’e koþtu. Rüyâsýný anlattý.

Sýddýk-ý Ekber, Hakkýnda hayýrlý olmasýný dilerim, dedi. Seni, o Resûlullah kurtaracaktýr. Hemen git, ona tabi ol! Sen, ona tâbi olacak, Ýslâm dinine girecek, onunla birlikte bulunacaksýn. O da seni, rüyâda gördüðün gibi Cehenneme düþmekten kurtaracaktýr.

Hz. Halid hemen Resûlullahýn yanýna vardý ve Yâ Muhammed! Sen, insanlarý neye dâvet ediyorsun? diye sordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ben, dedi, halký, tek olan ve þeriki bulunmayan Allah’a, Muhammed’in de Onun kulu ve Resûlü olduðuna îmân etmeye; iþitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapýnanlarý da tapýnmayanlarý da bilmez birtakým taþ parçalarýna tapmaktan vazgeçmeye dâvet ediyorum.

Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Halid derhal þehâdet getirdi:

Ben, þehâdet ederim ki, sen, Allah’ýn Resûlüsün!

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu zâtýn Ýslâm dairesine girmesine fazlasýyla sevindi.

Hz. Halid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da Ýslâmiyetten bahsetmeye baþladý. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslümanlar safýnda yer aldý.

Oðlunun Müslüman olduðu haberini alan Kureyþ’in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, fazlasýyla hiddetlendi.

Hz. Halid’in birgün, Mekke’nin tenha bir yerinde namaz kýlmakta olduðunu duydu. Diðer oðullarýný gönderip onu yanýna getirtti. Hiddetli hiddetli, Sen, dedi, Muhammed’in, kavmine muhalefet ettiðini, getirdiði itikatlarla kavminin ilâhlarýný ve geçmiþ atalarýný kötülediðini görüp durduðun halde ona tâbi oldun, öyle mi?

Sonra, Ýslâmiyetten vazgeçmesi için bir sürü lâf etti. Ancak gönlünü îmân nuruyla aydýnlatan Hz. Halid’in zerre kadar tereddüdü yoktu ve asla piþmanlýk duymuyordu. Çatýk kaþlarla bakan babasýna þu cevabý verdi:

Vallahi, Muhammed (a.s.m.) hak söylüyor. Ona tâbi oldum. Ölümü göze alýrým da onun dinini asla býrakmam.

Bu sözlere fena halde kýzan Ebû Uhayha, elindeki deðnekle, kýrýlýncaya kadar onu dövdü.

Fakat nafile! Sebât ve metanetin menbâý olan îmân, artýk Hz. Halid’in kalbinde yer etmiþti ve o bu îmân nûru ile mutmain olmuþtu. Ezâ, cefâ bu îmân karþýsýnda zerre kadar menfi tesir icrâ edemiyordu.

Dayaðýn kâr etmediðini gören zalim baba, bu sefer, Git, dedi. Senin iaþeni, rýzkýný keseceðim. Ýstediðin yere git.

Rýzkýný verenin Allah olduðunu bilen Hz. Halid yine aldýrmadý ve Ey babacýðým, dedi, sen benim rýzkýmý kesersen, elbette Allah, bana geçineceðim þeyi verir.

Baba Uhayha, bu sefer onu alýp hapsettirdi. Ev halkýna tehdidi ise þu oldu:

Eðer biriniz onunla konuþacak olursa, onu periþan ederim.

Hz. Halid, günlerce aç ve susuz býrakýldý.

Ýnancý uðrunda kendisine böylesine ezâ ve cefâyý revâ gören babanýn yanýnda kalmak artýk mânâsýzdý. Bir fýrsatýný bulup, babasýnýn elinden kurtuldu. Ýkinci Habeþistan hicretine kadar babasýna görünmedi.

Habeþistan’a giden ikinci hicret kafilesine zevcesiyle katýlarak Mekke’den ayrýldý.

Hz. Halid, Cahiliyye Devrinde mükemmel yazý yazan birkaç þahsiyetten biri idi. Rivâyete göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin Yemen hükümdarýna verdiði Emannâme’nin metnini ve diðer bir çok anlaþma metinlerini de Hz. Halid kaleme almýþtýr.



Sa'd bin Ebî Vakkas'ýn Ýslâmiyetle Þereflenmesi

Sa’d bin Ebî Vakkas, henüz on yedi yaþlarýnda hareket ve heyecan dolu bir gençti. Bu sýrada bir rü’yâ gördü: Zifirî bir karanlýðýn içinde iken, birden bire parlak bir ay doðuyor ve o, ayýn aydýnlattýðý yolu takib ediyor. Sonra ayný yolda, Zeyd bin Hârise, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir’in önünden ilerlediðini görüyor. Kendilerine, Siz ne vakit buraya geldiniz? diye soruyor.

Onlar da, Þimdi diye cevap veriyorlar.

Bu rü’yâsýndan üç gün sonra, Ýslâma gizli davet devresinde fevkalâde büyük bir cehd ve gayret gösteren Hz. Ebûbekir, kendisine Ýslâmiyetten bahsetti. Sonra da alýp Resûl-i Ziþan Efendimizin huzuruna götürdü. Ýslâmiyet hakkýnda Resûl-i Ekrem Efendimizden malûmat alan Hz. Sa’d hemen orada Müslüman oldu.

Nesebi, hem baba tarafýndan, hem de anne tarafýndan Peygamber Efendimizle birleþir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de, Hz. Sa’d da annesi tarafýndan Zühreoðullarýna mensub bulunduðundan Hz. Sa’d annesi tarafýndan Peygamberimizin dayýsý olurdu. Bu sebeple Resûlullah Efendimiz, “Ýþte dayým Sa’d. Böyle bir dayýsý olan varsa bana göstersin diyerek kendisine iltifâtta bulunurdu.

Hz. Sa’d ve Annesi

Hz. Sa’d’ýn Müslüman olmasý annesi Hamne’nin hoþuna gitmedi. Oðlu atalarýnýn dinini býrakýp, yeni dine onun rýzasý olmadan nasýl tâbi olabilirdi? Oðlunun kendisine karþý saygýsýný ve baðlýlýðýný bilen Hamne, onu Ýslâmiyetten vazgeçirip tekrar putperestliðe döndürmek için kararlýydý. Bir gün kendisine þöyle dedi:

Allah’ýn, sana hýsým ve akraba ile ilgilenmeyi, anne babaya dâimâ iyilik etmeyi emrettiðini söyleyen sen deðil misin?

Hz. Sa’d, Evet, dedi.

Bunun üzerine asýl maksadýný þu cümlelerle ifâde etti:

Yâ Sa’d, dedi. Vallahi, sen Muhammed’in getirdiklerini inkâr etmedikçe, ben açlýk ve susuzluktan helâk oluncaya kadar aðzýma hiç bir þey almayacaðým. Sen de bu yüzden anne katili olarak insanlarca ayýplanacaksýn.”

O güne kadar, Hz. Sa’d, annesinin her isteðine boyun eðmiþti. Bir dediðini iki etmemiþti. Fakat, artýk o, Allah’a îmân etmiþ ve Resûlüne kalbinin bütün samimiyetiyle teslim olmuþtu. Elbette, herþeyini bu îmân ölçüsü içinde deðerlendirecekti.

Annesinin yememekte ve içmemekte inad ettiðini görünce yanýna vardý ve Ey anne, dedi. “Senin yüz canýn olsa ve her birini Ýslâmiyeti býrakmam için versen, ben yine dinimde sabit kalýrým. Artýk ister ye, ister yeme.”1

Bu cevap üzerine anne Hamne’nin inadý, Hz. Sa’d’ýn hakta sebâtý karþýsýnda eridi hem yemeðe, hem de içmeye baþladý. Böylece bir kere daha küfür îmânýn, þirk Tevhid’in azameti karþýsýnda ezildi ve maðlubiyetini ilân etti.

Hz. Sa’d ile annesi arasýnda geçen bu hâdise üzerine Cenâb-ý Hak, Ankebut Sûresinin 8. âyetini göndererek, mü’minlere ebedî bir ölçü verdi:

“Biz insana, anne ve babasýna güzel davranmasýný emrettik. Eðer onlar, ilâh olduðuna dâir hiçbir delil bulunmayan birþeyi Bana ortak koþman için seni zorlayacak olurlarsa, onlara itaat etme. Dönüþünüz Banadýr; yaptýklarýnýzý o zaman Ben size haber vereceðim. 1

Hamne, oðlunu Ýslâmdan vazgeçirmek için bu sefer baþka bir yol denedi. Bir gün Hz. Sa’d, evde namaz kýlarken, konu komþusunu da çaðýrdý ve hep beraber kapýyý kapatarak onu evde hapsettiler. Ciðerpâresine eziyet edecek kadar þirkin kalbini katýlaþtýrdýðý Hamne, o sýrada þöyle baðýrýyordu:

“Ya o burada girdiði yeni dini terkeder veya ölür gider!

Þirk ve dalâletin kalbleri nasýl karartýp merhamet ve þefkatten mahrum hale getirdiðini, bir annenin öz evlâdýna eziyet etmekten çekinmemesinden anlamamýz mümkündür!

Hâdiseler, hep Hamne’nin aleyhinde cereyan ediyordu. Çünkü, Ýslâmiyetten vazgeçirmek için çýrpýnýp durduðu Hz. Sa’d’ýn peþini oðlu Amir de takib etmiþ ve Müslüman olmuþtu...

Büs bütün hýrçýnlaþan Hamne, bu sefer Amir’in yakasýna yapýþtý:

“Tuttuðun dini býrakmadýkça, þu hurma aðacýnýn altýnda gölgelenmeyecek ve yiyip içmeyeceðim!” dedi.

Allah’a îmânýn ve Resûlüne tâbi olmanýn hadsiz zevkini tadan ve Ýslâmýn emirlerini ihlâs ve samimiyetle yaþayan Hz. Sa’d, annesinin bu yeminini duyar duymaz yanýna vardý:

“Ey anne,” dedi. “Cehennem ateþi duraðýn oluncaya kadar sakýn gölgeleneyim, yiyip içeyim” deme.”2

Bu hârika îmân, sarsýlmaz azim ve irade karþýsýnda anne Hamne’nin elinden susmaktan baþka bir þey gelmedi.

Hz. Sa’d’ýn Cesareti

Müslümanlarýn, müþrikler tarafýndan iþkence ve eziyet cenderesine alýndýklarý en çetin bir sýrada idi.

Hz. Sa’d, ilk Müslümanlardan bir kaçý ile Mekke’nin Ebû Dübb Vadisinde namaz kýlmakta idiler. Müþriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan bir kaç müþrikle yanlarýna geldi. Yaptýklarý ibâdetin asýlsýz bir þey olduðunu iddiâya kalkýþýnca, yaka paça birbirlerine girdiler. Hz. Sa’d, eline geçirdiði bir deve çenesi kemiði ile müþriklerden birinin baþýný yardý. Bunu gören diðer müþrikler cesaretlerini kaybettiler ve kaçmaya baþladýlar. Müslümanlar da onlarý vadiden çýkýncaya kadar kovaladýlar.

Böylece Hz. Sa’d, Allah yolunda ilk kan döken Sahabî ünvânýný almýþ oldu. Ýslâm tarihinde dökülen ilk kan budur.

Ayný zamanda son derece cömert olan Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas, Cennetle müjdelenen on Sahabîden biridir. Allah Resûlü zamanýnda bütün gazâlara katýldý. Uhud Harbinde Fahr-i Kâinata vücudunu siper etti ve müþriklere öylesine ok attý ki, Allah Resûlünün, hiçbir fâniye nasib olmayan þu hitabýna mazhar oldu:

Anam babam, sana fedâ olsun yâ Sa’d, durma at!

Hz. Ali der ki:

Resûlullah (a.s.m.), Fedâke ebî ve ümmi 2 (Anam babam sana fedâ olsun) cümlesini sadece Uhud günü Hz. Sa’d için söyledi.

Ayný muharebede, Hz. Sa’d, her ok attýkça, Allah Resûlü, Ýlâhi bu senin okundur, diyor, ve onun için þöyle duâ ediyordu:

Allah’ým! Sana, duâ ettiðinde, Sa’d’ýn duâsýný kabul et. Atýþýný da doðrult.

Allah Resûlünün, Allah’ým, onun duasýný kabul et buyurmasý sebebiyledir ki, kahramanlýðý, cesareti ve ok atmadaki mahareti yanýnda duâsýnýn kabûlüyle de þöhret bulmuþtur. Ýslâm düþmanlarý onun kýlýç ve okundan korktuklarý gibi, Müslümanlar da bu sebeple onun duâ oklarýndan korkarlardý. Onu üzmekten son derece çekinirlerdi.

Ýslâma davetin henüz gizli devresinde, ömrünün baharýnda Müslüman olan Hz. Sa’d, o genç yaþýndan itibaren bütün ömrünü Ýslâma hizmette geçirdi. Hz. Ömer devrinde Ýran’a gönderilen ordunun kumandanlýðýna tayin edildi ve Kadisiyye Zaferinin kumandanlýðýný yürüterek Kisra Ülkesini fethedip Ýslâm topraklarýna kattý. Bu sebeple ona Ýran Fatihi ünvâný verildi.



Ebû Zer-i Gýfarî'nin Ýslâmla Þereflenmesi

Ýslâmýn ebedî nûru, gizliden gizliye ruhlarý sarmaya ve gönülleri fethetmeye devam ediyordu. Ýlk Müslümanlar bütün samimiyetleriyle Hazret-i Resûlullahýn muallimliðinde Ýlâhî davayý öðrenme ve yaþamaya çalýþýyorlardý.

Peygamber Efendimiz, henüz davasýný aþikâre ilân etmemiþti, ama buna raðmen, Mekke’nin dýþýnda da bir çok yerden, beklenen Son Peygamberin zuhur ettiðine dâir haber duyanlar vardý. Bunlardan biri de, Gýfar Kabilesine mensup Ebû Zerr idi.

Ebû Zerr, Cahiliyye Devrinde de putlara tapmaktan nefret eden ve senelerden beri hak ve hakikatý arayan, Arabýn güzîde þâirlerinden biri idi. Duyduðu haber üzerine önce, aradýðý rehber zâtýn Mekke ufuklarýnda parlayan zât olup olmadýðýný anlamak maksadýyla kendisinden de üstün bir þâir olan kardeþi Üneys’e, Haydi, Mekke’de zuhur ettiði söylenen zâta git. Kendisiyle bir görüþ ve onun hakkýnda bana haber getir” diyerek onu Mekke’ye gönderdi.

Üneys, kardeþinin bu ta’limatý üzerine Mekke’ye geldi ve Peygamber Efendimizle görüþüp konuþtuktan sonra geri döndü.

Ebû Zerr, Ne haber getirdin? Halk onun hakkýnda ne söylüyor? diye sordu.

Üneys, Gördüðüm zât, halka iyilikte bulunmayý, kötülükten sakýnmayý tavsiye ediyor ve güzel ahlâký duyuruyor” dedikten sonra, sözlerine þöyle devam etti:

Halk, ‘Þâirdir, kâhindir, sâhirdir’ diyor. Ama ben, kâhinlerin sözlerini iþittim. Onun söyledikleri katiyyen kâhinlerin sözlerinden deðildir. Söylediklerini, þâirlerin de her türlü þiirleriyle kýyas ettim. Aralarýnda hiç bir benzerlik görmedim. Onun söyledikleri þiirden baþka, ap ayrý birþey. Bundan sonra ona þâir demek kimsenin aðzýna yakýþmaz.

Hülâsa, yeminle derim ki, Muhammed (a.s.m.) sâdýktýr. Ona çeþitli ithamlara yeltenenler ise kâziptir, yalancýlarýn tâ kendileridir.

Ebû Zerr, kardeþine, Sen, dedi, beni rahatlatýcý fazla bir mâlumat getirmedin. Ama yine de gidip onu bizzat, görmeliyim.

Üneys, onu ikaz etti:

Gitmesine git, ama kendini Mekke halkýndan kolla. Çünkü, onlar Muhammed’e karþý düþman cephesi kurmuþlardýr.”

Bundan sonra Ebû Zerr, eline asâsýný, sýrtýna bir su kýrbasý ile bir azýk daðarcýðý alarak yola düþtü. Çölleri aþa aþa gelip Mekke’ye kavuþtu ve doðruca Kâbe’ye gitti. Resûl-i Ekremi aradý, fakat tanýmadýðý için bulamadý. Kimseye sormaya da cesaret edemedi, hem de uygun bulmadý. Çünkü, kardeþinin de söylediði gibi Mekke’de Müslümanlarla müþrikler arasýnda þiddetli bir mücadele vardý ve Müslümanlar çok nazik bir devreyi yaþýyorlardý.

Mescid-i Haramda kalmaktan baþka bir çaresi yoktu. Öyle yaptý. Açlýðýný ise Zemzem suyu içerek gideriyordu.

Bir aralýk Hz. Ali, onu Mescid-i Haramýn bir köþesinde büzülmüþ halde gördü. Yanýndan geçerken, kendi kendine: Zannýmca bu adam uzak bir yoldan gelmiþtir diye konuþunca, Ebû Zerr, Evet, dedi, uzak bir yoldan gelmiþim.

Hz. Ali, Gel, evimize gidelim dedi ve onu alýp evinde misafir etti. Ýkisi de ihtiyatlý ve tedbirli davrandýklarýndan o geceyi birbirlerine açýlmadan geçirdiler.

Sabah olunca, Ebû Zerr, yine Resûlullah Efendimizi sorup bulmak için Mescid-i Harama gitti. Fakat, ayný þekilde hiç kimseden Efendimiz hakkýnda bir mâlumat alamadý.

Yine ayný köþede ümitsiz bir vaziyette beklerken yanýna Hz. Ali uðradý tekrar kendi kendine: Bu adamcaðýzýn hâlâ nereye gideceðini öðrenmek zamaný gelmedi mi? dedi. Bunu duyan Ebû Zerr; Hayýr dedi.

Bunun üzerine Hz. Ali, ayný þekilde, Haydi, öyle ise bize gidelim dedi ve alýp evine misafir götürdü.

Bu sefer birbirlerine açýldýlar. Önce Hz. Ali, Nereden ve niçin geliyorsun? diye sordu.

Ebû Zerr, Eðer, gizli tutacaðýna söz verirsen, sana anlatýrým dedi.

Hz. Ali, Emin olabilirsin karþýlýðýný verince, Ebû Zerr asýl maksadýný açýkladý:

Ben Gýfar Kabilesindenim. Buradan peygamberlik ilân eden bir zâtýn zuhur ettiði haberini duydum. Bizzat onu görüp konuþayým diye geldim.

Samimî maksadýný anlayan Hz. Ali, Sen bu hareketinle akýllýlýk ettin, doðruyu buldun diye konuþtuktan sonra, Ben þimdi Resûlullahýn yanýna gidiyorum. Sen de peþimden gel. Benim girdiðim yere sen de gir. Eðer ben, yolda sana zarar vereceðinden korktuðum birisini görürsem, papucumu düzeltir gibi bir duvara yönelir dururum. O zaman sen beni beklemezsin, yürür gidersin.”

Evden çýktýlar. Hz. Ali önde, Ebû Zerr ise onu arkadan takib ediyordu. Hiçbir anormal durumla karþýlaþmadan Hazret-i Resûlullahýn huzuruna vardýlar.

Ebû Zerr, Selâm sana olsun, ey Allah’ýn Resûlü dedi. Bu türlü selâmý Ýslâmda ilk veren zât, Ebû Zerr Hazretleridir.

Resûl-i Ekrem, Allah’ýn rahmeti senin üzerine de olsun dedikten sonra, Sen kimsin? diye sordu.

Ebû Zerr, Ben, Gýfar Kabilesindenim diye cevap verdi.

Ne zamandan beri buradasýn?”

Üç gün, üç geceden beri buradayým.

Seni kim doyuruyor?

Tek yiyeceðim Zemzem suyu idi. Þiþmanladým bile. Hiç açlýk ve susuzluk duymadým.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Zemzem, mübârek, doyurucu bir yiyecektir buyurdu.

Sonra Ebû Zerr, “Yâ Resûlallah, bana Ýslâmý anlat dedi.

Resûlullah Efendimiz, Ýslâmiyeti kendilerine anlatýnca, derhal þehâdet getirerek Müslüman oldu.1

Müslümanlýðýný ilân etti

Þehâdet getirerek, Ýslâmla þerefyâb olan Hz. Ebû Zerr’e, ihtiyat ve tedbiri asla elden býrakmayan Resûlullahýn tavsiyesi þu oldu:

Yâ Ebâ Zerr, sen, þimdilik bu iþi gizli tut! Ve memleketine dön, git! Ýþi açýða vurduðumuzu haber aldýðýn zaman gel!”

Vecd ve heyecan mâdeni haline gelen Hz. Ebû Zerr, Yâ Resûlallah, dedi, seni hak peygamber olarak gönderen Allahü Teâlaya yemin olsun ki, ben bunu müþriklerin arasýnda açýkça ilân edeceðim.

Sonra da kalkýp doðruca Kâbe’ye koþtu ve müþriklere karþý pervasýzca, Ey Kureyþ topluluðu! Ben þehâdet ederim ki, Allah’tan baþka ilâh yok ve Muhammed Onun resûlüdür!” diye haykýrdý.

Bu kahramanca haykýrýþ, müþrikleri hiddetlendirdi. Hep birden üzerine çullandýlar ve onu bayýltýncaya kadar dövdüler. Eðer, henüz o sýrada Ýslâmiyete girmemiþ olan Hz. Abbas yetiþip, Gýfar Kabilesine mensup olduðunu ve bu kabilenin de Þâm ticâret yoluna hâkim bulunduðunu söylemeseydi, onu öldüreceklerdi!

Fakat, îmânýn verdiði cesaret ve heyecana sahip Hz. Ebû Zerr’i, bu darbeler de yýldýrmadý. Ýkinci gün ayný þekilde ve ayný yerde, yine müþriklere karþý Allah’ýn varlýk ve birliðini, Hz. Resûlullahýn da Onun hak peygamberi olduðunu pervasýzca haykýrdý. Tekrar müþriklerin aðýr darbelerine maruz kaldý. Yine araya Hz. Abbas girdi ve “Yazýklar olsun size! Siz, Gýfar Kabilesinden birini mi öldürmek istiyorsunuz? Onlarýn sizin ticâret yeriniz ve yolunuz üzerinde bulunduðunu bilmiyor musunuz?” diyerek onu müþriklerin merhametsizce savurduklarý darbelerden kurtardý.1

Bu hâdiseden sonra, Hz. Ebû Zerr, kavim ve kabilesini hak dine davet etmek üzere yurdunun yolunu tuttu. Hicretin altýncý yýlýna kadar da orada kaldý. Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek gazâlarýnda bulunamadý. Fakat bunlardan sonraki gazâlarda Resûl-i Ekrem Efendimizin yanýndan ayrýlmadý.



Habbab bin Eret'in Müslüman Olmasý

Habbab bin Eret, Ümmü Anmar adýnda Ýslâm düþmaný bir kadýnýn azadlý kölesi idi. Demirci idi, kýlýç yapardý. Peygamber Efendimizle öteden beri görüþür ve konuþurdu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz Dârü’l-Erkam’a yerleþmediði bir sýrada gelip Müslüman oldu.

O günlerde Müslüman olmak ve hele Müslümanlýðýný ilân etmek demek, malýndan ve canýndan olmayý göze almak demekti. Buna raðmen, Hazret-i Habbab, zerre kadar korku eseri göstermeden Ýslâmla þereflendiðini kahramanca ilân ve izhar etti.

Kureyþli müþrikler, Müslüman olduðunu duyunca onu da eziyet ve iþkencelere tabi tuttular. Ümmü Anmar hiddetinden çýldýracak gibiydi. Onu baðlattý, ateþte kýzdýrttýðý demirle baþýný daðlattý. Hazret-i Habbab, geçim vasýtasý olan mesleðiyle þimdi iþkenceye uðruyordu! Ama nafileydi! Onun gönlü îmân ateþiyle çoktan tutuþmuþtu.

Bir gün çýkýp Resûlullahýn huzuruna geldi. Ümmü Anmar’dan ve baþýnýn ýzdýrabýndan þikâyet etti. Peygamber Efendimiz:

Ya Rab! Habbab’a yardým et! diye duâ etti.

Bu duânýn hemen akabinde Ümmü Anmar þiddetli bir baþ aðrýsýna mübtelâ oldu. Aðrýnýn ýzdýrabýndan inler dururdu. Sonunda kendisine, baþýný ateþle daðlamasý tavsiye edildi. Hz. Habbab da bir müddet onun baþýný daðladý.

Hz. Habbab ateþ alevi içinde

Merhametten mahrum müþrikler, bir gün Hz. Habbab’ýn gözleri önünde kocaman bir ateþ yaktýlar. Onu ateþin üzerine yatýrýp, ayaklarýyla göðsüne bastýlar. Bir müddet öyle býraktýlar.1

Seneler sonraydý… Hz. Ömer, Ýslâmýn halifesi idi. Yanýnda Hz. Habbab bulunduðu bir sýrada, Ýslâm uðruna çektikleri ezâ ve cefâyý kastederek:

Yeryüzünde þu meclise bundan daha layýk ve müstehak olan, sadece bir tek adam vardýr, diye konuþtu. Hz. Habbab merak edip, Yâ Emire’l-Mü’minîn! Kimdir o? diye sordu.

Hz. Ömer, Bilâl’dir diye cevap verdi.

Hz. Habbab, “Yâ Emîre’l-Mü’minîn! O benim kadar iþkence çekmemiþti. Çünkü, müþriklerin eziyetlerinden Bilâl’i koruyan vardý. Benim ise, koruyucu hiçbir kimsem yoktu ve olmadý da” dedikten sonra müþrikler tarafýndan ateþ içine yatýrýlmasýný þöyle anlatmýþtý:

Birgün müþrikler beni tuttular. Ateþ yaktýlar. Ateþin içine beni sýrt üstü yatýrdýlar. Sonra adamýn biri göðsümün üzerine bastý. Yer soðuyuncaya kadar da beni býrakmadý!”

Bu sözlerinden sonra da Hz. Habbab, sýrtýný açtý. Ateþ yanýklarýndan sýrtý alaca olmuþtu.

Peygamberimize baþvurmasý

Her türlü eziyet ve iþkenceye raðmen Hz. Habbab, îmân ve Ýslâmiyetinden zerre kadar ta’viz vermiyor, Allah ve Resûlüne sonsuz muhabbetini izhar etmekten çekinmiyordu.

O, bir köle idi. Müþriklerle baþa çýkacak durumda deðildi. Maruz kaldýðý ezâ ve cefâlardan dolayý Resûlullaha baþvurmaktan baþka elinden hiç bir þey gelmiyordu. Bir gün öyle yaptý. Efendimizin huzuruna çýkarak, Ya Resûlallah! Çektiðimiz þu iþkencelerden kurtulmamýz için Allah’a duâ etmez misin? dedi.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, hem ibret, hem de müjde dolu þu cevabý verdi:

Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardý ki, demir tarakla bütün derileri, etleri soyulup, kazýnýrdý da bu iþkence yine onu dininden döndüremezdi. Testere ile tepesinden ikiye bölünürlerdi de, yine bu iþkenceler onlarý dinlerinden geri çeviremezdi.

Allah, elbette bu iþi (Ýslâmiyeti) tamamlayacaktýr ve bütün dinlerden üstün kýlacaktýr. Öyle ki, hayvanýna binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek baþýna giden bir kimse, Allah’tan baþkasýndan korkmayacak, koyunlarý hakkýnda da kurt saldýrmasýndan baþka hiç bir endiþe duymayacaktýr. Fakat siz acele ediyorsunuz.

As bin Vail’e verdiði cevap

Hz. Habbab’ýn azýlý müþriklerden As b. Vâil’den mühimce bir alacaðý vardý. Birgün gidip alacaðýný istedi. Bu azýlý müþrik, Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana olan borcumu ödemeyeceðim” dedi.

Hz. Habbab, Ben herþeyimden vazgeçerim, yine de ölünceye kadar ve öldükten sonra dirilinceye kadar onu red ve inkâr etmem” diye cevap verdi.

Bunun üzerine As bin Vâil, Ben, öldükten sonra dirilecek miyim?

Eðer böyle birþey olacaksa, sabret. Diriltilip, malýma ve evlâdýma tekrar kavuþtuðum o gün sana olan borcumu öderim 2 diye küstahça konuþtu.

As bin Vâil’in bu sözleri üzerine Cenâb-ý Hak, indirdiði âyet-i kerimelerde þöyle buyurdu:

Þimdi þu âyetlerimizi ve ‘Elbette bana mal ve evlad verilecektir!’ diyen adamý gördün mü?

O, gayba muttali mi olmuþ? Yoksa Rahmânýn huzurunda bir söz mü almýþ?

Hayýr, öyle deðil, biz onun dediðini yazacaðýz ve azabýný da çoðalttýkça çoðaltacaðýz.

Ve o söylediði þeyleri hep elinden alacaðýz da, o bize tek baþýna gelecektir.”1

Hz. Habbab, her türlü tehlikeyi göze alarak Müslümanlýðýný ilân ettiði gibi, çekinmeden yeni Müslümanlara Kur’ân-ý Kerimi okutmak ve öðretmekle de meþgul olurdu.

Hz. Ömer, elinde yalýn kýlýç, eniþtesi ve kýzkardeþinin evine hýþýmla girdiði zaman da yine bu fedakâr Sahabî onlara yeni inen âyetleri okuyor ve öðretiyordu.
Gönderen: 15.09.2007 - 01:51
Bu Mesaji Bildir   Ônder23 üyenin diger mesajlarini ara Ônder23 üyenin Profiline bak Ônder23 üyeye özel mesaj gönder Ônder23 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1708 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 12:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
nafizalpay (37), baki67 (59), karadaban (58), Afra_Nur (34), Burak_1977 (47), berigelgokmen (41), ogrtahmet (51), sinantekin (53), NisYaN_ (42), Herbalist (56), breakbeat (41), missnevsehir50 (36), HASAN AYDIN (43), cemyakar (43), ruyadostu (43), mehmetgazi (37), ademaydn (51), Haticee (36), hakkipekoksuz (44), süleyman gürkan (48), gökdemir (56), RAVDAadam (51), islam_ (), mercan82 (42), deniz86 (38), avural (61), babam1985 (39), Ruveyda__ (39), monsuar (39), hilalugruna (38)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.69448 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.