0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » KUR'ANA VE İLİME ADANMIŞ BİR ÖMÜR (SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN)

önceki konu   diğer konu
4 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
mavera02 su an offline mavera02  
Konu icon    KUR'ANA VE İLİME ADANMIŞ BİR ÖMÜR (SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN)
30 Mesaj -
"Dâvâ muvaffak olsun da varsýn bizim yerimiz caminin pabuçluðu olsun"

SON DEVRÝN BÜYÜK DÝN ÂLÝMLERÝNDEN MÜCEDDÝD SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN EFENDÝ HAZRETLERÝNÝN HAYATI HAKKINDA BÝR ÝNCELEME

SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN (1888-1959)
Süleyman Hilmi Tunahan, Silistre’nin Ferhatlar köyünden olup, 1888 (1034 H.) senesinde dünyaya geldi. Babasý devrinin mâruf bir simasý olan dersiâm ve hâfýz, Osman Efendi’dir. Osman Efendi tahsilini Ýstanbul’da tamamlamýþ, sonra Silistre’nin meþhur Satýrlý Medresesi’nde yýllarca müderrislik yapmýþtýr.

Süleyman Hilmi Tunahan’ýn ceddi Ýdris Bey’e dayanmaktadýr. Ýdris bey, Fatih Sultan Mehmed Han tarafýndan “Tuna Hâný” olarak tayin edilmiþ ve kendi kýz kardeþi ile de evlendirilerek Fatih’in eniþtesi olmuþtur.
Süleyman Hilmi Tunahan ilk tahsilini Satýrlý Medresesi’nde ve Silistre Rüþtiyesi’nde yapmýþtýr. Bilâhere tahsilini tamamlamak için Ýstanbul’a gelerek Sahn Medresesi’nde kaydolan, Fatih dersiâmlarýndan ve o devrin meþhur âlimlerinden Bafralý Ahmet Hamdi Efendi (Büyük Hamdi Efendi)’nin ders halkasýna devam eden SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN 1916 senesinde Ahmet Hamdi Efendi’den birincilikle icâzet almýþtýr. (H. 1335 – R. 1332)

Daha sonra o zamanki tâbiri ile dersiâm (yani profesör) olarak yetiþmek üzere Süleymaniye Camii Medreselerinden Medresetü’l mütehassisiyn’den de birincilikle mezun olmuþ, ayný yýllarda Medresetü’l kuzaat’ý da (yani eski Hukuk Fakültesi’ni de) üstün bir derece ile bitirmiþtir. Böylece bir taraftan dersiâm diðer taraftan da kaadilik yani hakimlik rütbelerine ulaþarak, devrinin zâhiri ilimlerini tamamlamýþtýr.

Mezûniyetini müteakip Ýstanbul’da dersiâm olarak vazifeye baþlayan Süleyman Hilmi Tunahan, bir müddet sonra medreselerin kapatýlmasý üzerine vaizliðe tayin edilmiþ, uzun müddet Ýstanbul’un Sultanahmet, Süleymâniye, Yenicâmi, Þehzâdebaþý, Piyâlepaþa gibi büyük camilerinde halka vaaz ederek irþad vazifesinde bulunmuþtur.

Bir taraftan vâiz olarak irþad hizmetlerine devam ederken diðer taraftan da (Ýlk defa 1946-1947 senelerinde bir hükümet kararnâmesi ile açýlmasýna izin verilen) Kur’an kurslarýnda, arzu eden müslüman çocuklarýna daha evvelce evinde kendi yetiþtirdiði talebeleri ile, Kur’an öðretmeye, zarûriyât-ý dîniyye denilen dînî ilmihal bilgileri okutmaða baþlamýþlardýr. Bu kurslardan kýsa zamanda bir çok talebe mezun olmuþ, ve bunlar Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nda müftü, vâiz, imam, müezzin, Kur’an kursu öðretmeni olarak vazife almýþlardýr.

Süleyman Hilmi Tunahan amelde Hanefi, îtikatta Mâtüridî mezhebine mensup olup, meþreben Nakþî idi, ehli sünnet vel cemaate son derece baðlý idi. Kendisinden feyiz alan talebeleri ile, vaaz ve sohbetlerine devam eden kimselere en büyük tavsiyesi “Ehli sünnet vel cemaat” akîdesine ihlas ve samimiyetle sarýlmalarý idi.

Süleyman Hilmi Tunahan’ýn talebelerine ve talebelerinin talebelerine (hocalarýna nisbetle) “Süleymancý” denilmekte ise de, hakikatte bunun tamâmen uydurma bir tâbir olduðu “Süleymancýlýk” diye ne bir din ve ne bir mezheb ve ne de bir tarikatýn mevcut olmadýðý bizzat Süleyman Hilmi Tunahan’ýn yakýnlarý ve talebeleri tarafýndan kat’iyyetle ifâde edilmektedir.
Son devrin en büyük âlimlerinden biri olan SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN, 6 Eylül 1959 tarihinde Ýstanbul’da Kýsýklý’daki evinde vefat etmiþtir. Kabri Karacaahmet kabristanýndadýr.

Bu kýsa biyografiden sonra Süleyman Hilmi Tunahan ve talebeleri hakkýnda yazýlanlarýn doðru ve yanlýþlarýný da kýsaca aþaðýya çýkarmýþ bulunuyoruz:

Süleyman Efendi’nin 72 senelik ömrü boyunca pek çok talebe yetiþtirdiði ve bu talebelerinin bir çok hayýr dernekleri teþkil ederek Türk Milli Eðitimi’ne çok büyük fâideler saðladýklarý bir gerçektir.
Gerek Süleyman Efendi ve gerekse talebeleri lâikliðe aykýrý hareketlerden, Atatürk’e ve Atatürk Ýlkeleri’ne karþý gelmekten, dîni, þahsî çýkarlarýna ve siyasete alet etmekten, Devletin temel esaslarýný dine uydurmaya çalýþmaktan, hiçbir mahkemede mahkum olmamýþlardýr. Merhûmun talebeleri kânunlara tam bir riâyetle daha ziyâde fakir ailelerin çocuklarýna Türk Milli Eðitimi’nde baþarýlý olmalarý, ailelerine ve milletine fâideli birer fert olarak yetiþmeleri için yardým etmeyi ve ellerinden tutmayý, kendilerine âdeta bir vazife edinmiþlerdir.

Ne var ki, bu hayýrlý çalýþmalarýný yaparlarken, pek çok güçlüklerle karþýlaþtýklarý da bir vâkýadýr. Bu hayýr sahibi kimselere akla hayâle gelmedik iftiralar atýlmakta ve bu iftiralar zaman zaman (basýna) kadar intikal etmektedir.
“Meyveli aðaç taþlanýr” atasözünün verdiði teselli, insanlýða fâideli zâtlarýn en kuvvetli dayanaðýdýr.

HÜLÂSÂ:
Gerek Süleyman Efendi (72 senelik ömrü boyunca) ve gerekse ondan ilim ve feyiz almýþ bütün talebeleri ve talebelerinin talebeleri baþta kânunlara, selim akla, çaðdaþ medeniyetin nimetlerine, Ýslâm Dininin kâidelerine, kýsaca, insanlýða fâideli her þeye ters düþen ne bir düþünce, ne de bir faaliyet içinde asla olmamýþlardýr.

SÜLEYMAN EFENDÝ HAZRETLERÝNÝN DOÐUMU
Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri 1888 (1304) yýlýnda Silistre’de dünyaya gelmiþtir. Ceddi Ýdris bey’e dayanan bir âiledendir. Ýdris Bey, Fatih Sultan Mehmet Han tarafýndan Tuna Hân’ý nasbedilmiþ ve üstelik kendisine kýz kardeþi tezvic edilmiþ (evlendirilmiþgöz kırpma bir zâttýr. Süleyman Efendi’nin dedeleri, Kaymak Hafýz nâmý ile mâruf bir zât olup 10 yaþýna doðru vefat etmiþtir. Pederleri Hocazâde Osman Efendi ise, tahsilini Ýstanbul’da tamamlayýp yine vataný olan Silistre’ye dönmüþ ve orada Satýrlý Medresesi’nde yýllarca müderrislik yapmýþ mâruf bir dersiâmdýr.
Süleyman efendi ayný zamanda peygamberimizin soyundan gelen bir seyyid’dir, bunu gösteren þeceresi halen yakýnlarýnda mevcuttur.

Süleyman Efendi’nin pederleri Osman Efendi takvâ sâhibi bir insandý. Gönlü ilâhi ürperiþlerle titrer, dudaklarý hep Allah’ý zikr ederdi. Ömür trenini þeriat raylarý üzerinde yürütür, Sünnet-i seniyyeyi kendisine rehber edinirdi. Bu güzel hallerinin ilâhi mükâfâtýný almakta gecikmeyecekti. Þöyle ki;
Gençlik yýllarýndaydý.. Osmanlý pâyitahtý güzel Ýstanbul’da okuyordu. Ýþte bu demlerde bir gece bir rüya gördü. Rüyasýnda göðsünden bir ýþýk parçasý koparak yükselmeye baþladý. Yükseldi, yükseldi, yükseldi... Yükseldikçe parladý, ýþýltýsý arttýkça yükseldi. Tâ ki, bütün dünyâyý ve belki de dünyalarý aydýnlatana kadar.

Osman Efendi gördüðü bu rüya ile irkiliyor. Kalbi sanki göðsünü yarýp dýþarý fýrlayacaktýr. Yataðýnýn içine oturmuþ, biraz önce gördüðü rüyâyý yorumlamaya çalýþýyor, kendi vücudundan çýkýp yükselen ýþýðýn ne olabileceðine dâir kafa yoruyordu. En sonunda bu rüyâyý kendi sulbünden gelecek ve cihâna Ýslâm’ý yayacak, çevresini mânen ve maddeten aydýnlatacak hayýrlý bir evlâda yoruyor.

Ýstanbul’da medrese talebelerinden bir delikanlý olan Osman Efendi, tahsil hayatýný tamamladýktan sonra, memleketi olan Silistre’ye döndü. Satýrlý Medresesinde müderrisliðe baþladý.
Osman Efendi Satýrlý Medresesinde Müderrisliðe devam ederken bir taraftan da yýllar önce gördüðü rüyâya “hayýrlý evlâda” nâil olmak için sâliha bir kýz araþtýrýyor. Nihayet “Hafîza” isminde bir kýzla dünya evine giriyor.

Allah kendisine 4 erkek evlat bahþetti. O da bunlara, sýrasýyla, Fehim, Süleyman Hilmi, Ýbrahim ve Halil isimlerini verdi.
Çocuklar büyüyor, Osman Efendi de, rüyada kendisine iþâret edilenin evlatlarýndan hangisi olduðunu anlayabilmek için merak ve ilgiyle onlarýn hâl ve tavýrlarýný izliyordu.

Osman Efendi Silistre’nin Satýrlý Medresesinde müderris olduðundan, çocuklarýnýn ilk tahsillerini de kendisi vermektedir. Bu ilk tahsil sýrasýnda 1304 doðumlu Süleyman Hilmi, zekâ, anlayýþ, öðrenme kabiliyeti ve bilhassa takvâsýyla günden güne tebârüz etmekte, zamanla diðer kardeþlerinden “farklý” olduðunu hissettirmektedir.

Osman Efendi rüyâda kendisine iþâret edilen evlâdýnýn Süleyman Hilmi olduðunu Bütün ümidini Süleyman Efendiye baðlamýþtý. Bunun tabii bir neticesi olarak da Süleyman Efendi Satýrlý Medresesinin ilk yýllarýndayken,Osman Efendi ona ihtiramla muâmele eder, O içeri girdiði vakit “buyurun Süleyman Efendi oðlum” diyerek ayaða kalkmakta ve ona tâ’zim göstermektedir. Süleyman Efendi ise, bundan son derece sýkýlýp utanmaktadýr. O yüzden, babasý meþgulken, meselâ kahve yapmak için mangala cezve sürdüðünde yâhut arkasý dönükken, âniden ve hissettirmeden içeri girmektedir.

Bu arada Osman Efendi, nasihatleriyle oðlunun daha iyi olmasýna çalýþmakta, her fýrsatta ona bir þeyler öðretmeye gayret etmektedir.
Bir gün birlikte giderlerken, bir manda yavrusunun, körpe bir fidana sürtünmekte ve onu hýrpalamakta olduðunu görürler. Osman Efendi “Süleyman, koþ o manda yavrusunu fidanýn yanýndan kov” der. O da gider, manda yavrusunu uzaklaþtýrýr. Bunun üzerine babasý “Oðlum, aðzý dili olmayan canlýlara yapýlan iyilik de bir sadakadýr”der.
Süleyman Efendinin soyu ilmiyyûn (ilim ehli insanlar) sýnýfýndan idi. Ceddi Ýdris Bey’e dayanan þerefli ve soylu bir âilenin çocuðudur.

Süleyman Efendinin büyük dedeleri Ýdris Bey’in Tuna’ya Hân olarak nasbedilmesi ise þöyle olmuþtur. Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri, pâdiþahlýðý zamanýnda Rasül-ü Zîþan Efendimize fart-ý muhabbetlerinden (aþýrý sevgisinden) dolayý yeryüzünde Evlâd-ý Rasülden kimler kalmýþtýr diye araþtýrmýþlar. Araþtýrma sonucu Türkistan da þeceresine hiç þâibe karýþmamýþ olduðunu tesbit ettikleri Ýdris Bey’i bulunca, kendi kýz kardeþi ile onu evlendirerek Tuna havâlisinin Hâný olarak nasbetmiþtir ve o havâlinin vergi vesâir mükellefiyetini tedvir için onu vazifelendirmiþtir. Ýdris Bey ve kendinden sonraki ahfadlarý bu vazifeyi yürütmüþlerdir.

Süleyman Efendinin muhterem babasý Osman Beye kadar bu durum devam etmiþtir. Bu babtan Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hz. Ýle Hz. Fatih birbirlerine o kadar benzerlerdi ki bir defasýnda talebelerinden Seyfettin Alkan ile Ankara’yý teþriflerinde Ankara garýna geldikleri zaman trenden inmek üzere iken bir haným;
“Efendim siz kimsiniz?” diye sorar.
“Kýzým neden merak ettiniz” deyince
“Efendim ben ressamým, Ýstanbul’dan beri trende sizi takip ediyorum. Yandan görünüþünüz aynen Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerine benziyorsunuz” deyince Hazret; “Evet kýzým ben onun neslindenim, þecerem vardýr, gösterebilirim” buyurdular.
Süleyman Efendi Hazretleri, Satýrlý medresesinde okuduktan sonra babasý Osman Efendi onu Silistre Rüþdiyesine verir. Silistre Rüþdiyesi’nden mezun olduktan sonra sýra Ýstanbul’dadýr.

Süleyman Efendinin Talebeliði
Osman Efendi farklý bir gözle bakmaya baþladýðý oðlunu Ýstanbul’a gönderirken, içinde, sevinç, umut, heyecan ve ayrýlýklarýn ayrýlmaz parçasý olan hüzün, birbirine karýþmýþtý. Oðluna bakarken, dolu dolu olan gözlerinde muhabbet ve hürmet bir aradaydý.Daha önce kendisinin de geçtiði yollardan geçmek üzere Ýstanbul’a gönderiyordu onu.

Ýstanbul o zaman, zamanýn ilim ve medeniyet merkezi, ulemâ-i kirâmýn toplandýðý bir yerdir. Osman Efendi oðlunu baþka yere gönderemezdi. Çünkü ilim sâhasýnda Mýsýr’da bulunan Ezher Üniversitesi vardý. Mýsýr, îtikâdî yönden saðlam deðildi. Vehhâbi ve reformist cereyanlar orada cirit atýyordu. Ama Ýstanbul her yönüyle saðlamdý: Ehli takvâ olan Osman Efendi, ümidini baðladýðý ciðerpâresini Ýstanbul’a gönderirken ona baþlýca 3 nasihatte bulunmuþtur ki; herkes için geçerlidir.
1- Ýstanbul’da parasýz kalmak âhirette imansýz kalmak gibi zordur. Onun için iktisatlý ol, on kuruþa alacaðýn bir þeyi beþ kuruþa almaya gayret et.
2- Usûl-ü fýkýh ilmine iyi çalýþýrsan, dîninde kuvvetli olursun
3- Mantýk ilmine iyi çalýþýrsan, ilminde kuvvetli olursun...
Babasýnýn bu çok fâideli nasihatýný gönlünde muhâfaza eden Süleyman Efendi (K.S) hem usûl-ü fýkha, hem mantýða ve hem de diðer bütün derslere “iyi” çalýþtý. Hem de ne çalýþma. O insan üstü gayrete, bazen vücudu isyan ediyor, burnundan gelen kan, önündeki kitabýn sayfalarýna damlýyordu. Fakat o, gene de pes etmiyor, çalýþýyor, çalýþýyor, çalýþýyordu...En büyük düþmaný uykuydu.
Uykunun pençesinden kurtulabilmek için fincan fincan kahve içer, kýþ gecelerinde pencerenin önünden alarak, avucunun içinde top haline getirdiði karlarý, gömleðinin yakasýyla ensesi arasýna koyardý. Karlar yavaþ yavaþ eriyerek boynundan sýrtýna doðru akar ve böylece kendisini uykuya karþý korumaya çalýþýrdý.

Bir gün aðýr þekilde hastalandý ve yataða düþtü. Hastalýðý öyle aðýrdý ki, hayattan ümidini kesmiþti. O böyle yorgan döþek yatarken, üstâzý Salâhuddin Ýbn-i Mevlânâ (K.S) kendisini ziyarete geldi. Hayattan ümidini kesen Süleyman Efendinin gözlerinden inci gibi yaþlar süzülüyordu. Üstazý, bunun üzerine “Evladým, sen hiç üzülme”dedi. “bu hastalýktan iyileþeceksin. Okuyup büyük adam olacaksýn ve çok itibar göreceksin. Hatta sen, kaptan-ý gayr-ý müslim olan bir gemiye binecek olsan, o dahi sana saygý gösterecek...”

Tabi ki herkesin yapacaðý gibi Süleyman Efendi (K.S) Ýstanbul’a -pâyitahta- gelir gelmez ilk iþ olarak ecdâdýný ziyaret ediyor. Bu meyanda büyük dedesi Ýdris Bey tarafýndan akrabalýk baðý kurulan, cennet mekân Fatih Sultan Mehmet Hân’ý ziyarete gider. Fâtih câminin içine girip câminin ortasýndaki kuyunun baþýna gelince Hz. Fatih’in ruhâniyeti zuhûr eder. Elinde iki kâse su bulunmaktadýr. Süleyman Efendi (K.S) hayretler içinde bakarken, Hz. Fatih elindeki kâselerden birini uzatýp içmesini söyler. Süleyman Efendi(K.S) her ikisini de içer.

Senelerce önce rüyâsýnda Rasülüllah (S.A.V)’i görerek aldýðý emirle, Baðdat’ta kürsüye çýkan Abdülkadir Geylâni (K.S) Hazretleri ne konuþacaðýný düþünürken yine sevgili peygamberimizin (S.A.V) emriyle
“Yâ Ali koþ evlâdýma yardým et” fermânýyla ve Fahr-i Kâinatýn bir mübârek tükrüðü ile bülbüller gibi coþan Abdülkadir Geylâni misâli, ilmin eþiðine gelen Süleyman Efendiye de “Rasulüllah Efendimizin izniyle Hz. Fatih tarafýndan iki kâse su içirilmiþtir.

Ýþte bu iki kâse su, Süleyman Efendi (K.S) nin hem zâhiri ve hem de bâtýnî ilimlerde yed-i tûla (zirve) sahibi olacaðýna iþâret ediyordu.
Fatih’te Sahn Medresesine kayýt yaptýrmak için gelen Süleyman Efendiye medresenin kadrosunun dolu olduðu söylenir, yalnýz bodrum katta yer olduðu bildirilir. Burasý öyle bir yerdir ki, penceresi dahi yok, mum ýþýðýnda ders çalýþýlabilen bir mekân. Râzý olursan orada kalýp tahsilini yapabilirsin derler. Süleyman Efendi (K.S) medresede okuma hevesiyle bu teklifi seve seve kabul etmiþtir. Ne Hikmetse, bir çok müstesnâ büyük âlimlerin yetiþtiði yerde o bodrum olmuþtur. Süleyman Efendi (K.S) medreseye adým atarken yeni mezun olmuþ bir büyük âlimle karþýlaþýr. O âlim genç Süleyman Efendiye çeþitli sualler sorar. Aldýðý cevaplardan çok memnun kalýnca medresede okuduðu kitaplarýný Süleyman Efendiye hediye eder.

Fatih’te Sahn Medresesine kaydolan Süleyman Efendi “Büyük” lakâbýyla da anýlan Bafralý Ahmed Hamdi Efendi’nin ki bu zât, devrin en büyük dersiâmlarýndandýr, ders halkasýna dâhil olur. Buradaki tahsil hayatý da oldukça parlak ve baþarýlý geçer. Derslere olan iþtiyâký ve üstün zekâsýyla dikkatleri celbeder. Medrese muhitlerinde kendisi hakkýnda “yetiþirse iyi bir âlim olacak” görüþü yaygýn olur. Ahmed Hamdi Efendi onun hem aklýný, hem de derslerini öðrenme hususundaki kâbiliyetlerini takdir eder, o derse gelinceye kadar talebeleri meþgul eder, o gelince derse baþlardý. Zaman zaman dersini takip için onu yerine halef býraktýðý oluyordu. Ona olan hayranlýðýndan, nesebi yakýnlýkta arzu etmiþ, fakat, takdîr-i ilâhi, bu iþin gerçekleþmesine müsaade etmemiþti.

Süleyman Efendi, Ýstanbul’da ki tahsili sýrasýnda, bir yýlda veya iki yýlda bir olmak üzere izne gelebilmektedir. Bu sýla-i rahimler sýrasýnda Osman Efendi oðluna gâyet hürmetkâr davranmaktadýr.
Günler günleri kovalar ve Süleyman Efendi, tarihler 1916’yý gösterirken, Bafralý Hamdi Efendi’den icâzetnâmesini alýr. Derecesi birinciliktir ve Süleyman Efendi, 28 yaþýndadýr.

Ýlmî kariyerine son noktayý koyabilmek ve dersiâm olabilmek maksadýyla, Süleymâniye Medreselerinden Medresetü’l Mütehassisîn’e kaydolur.(Hafýz Ahmet Paþa Medresesi 30 Eylül 1916) Seçtiði bölüm “Tefsir ve Hadis’tir. Medresetü’l Mütehassisine kaydolmadan önce, Medresetü’l Kuzât ( Kâdý yetiþtiren mektep)’inde (þimdiki Hukuk Fakültesi) giriþ imtihanýný birincilikle kazanmýþ, fakat bunu büyük bir sevinçle pederine mektupla bildirdiði zaman ondan aldýðý telgraf þu olmuþtur.
“Süleyman; ben seni cehenneme göndermek için Ýstanbul’a göndermedim.”
Pederleri bu telgraf ile kendisine peygamberimizin “üç kâdýdan (hâkimden) ikisi cehennemde, birisi cennettedir.” Hadisi þerifini hatýrlatýp kâdýlýða yönelmemesini istiyordu.
Süleyman Efendi (K.S) pederine telgrafla verdiði cevapta kendisinin asla kâdýlýða talip olmadýðýný, maksadýnýn ise devrinin bütün zâhiri din ilimleri sahasýnda kemâle ermek ve vukûfa sahip olmak istediðini bildirerek pederlerini rahatlatýr. Gönlünü huzûra erdirir.

Süleyman Efendi (K.S) büyük bir iþtiyakla Medresetü’l Mütehassisin’e devam eder. Azim ve gayretin neticesi olarak daha 2. Sýnýftayken 1918 yýlýnda tefsir, hadis ve usul-ü fýkýh þubelerinden Ýstanbul müderrisliði ruûsuna nâil oluyor. Nihayet 27 Mayýs 1919’da Medresetü’l mütehassisinin tefsir ve hadis þubelerinden birincilikle mezun olup dersiâm (Ord.Pröfesör) olduðu gibi Medresetü’l Kuzat’tan da (Hukuk Fakültesi) iyi derece ile diplomasýný alýp Kaadilik rütbesine ulaþtý. Böylece hukuk ilimlerinde de “yedi tûlâ sahibi olur. Ancak Süleyman Efendi(K.S) hiçbir zaman hâkimliðe talip olmadý. Onun yapacaðý iþler hazýr bekliyordu.
Süleyman Efendi (K.S.) harf inkýlâbýný tasvip etmiyordu. Bundan fevkalâde rahatsýz olmuþtu. Konuþmalarýnda sýk, sýk bu konuyu dile getiriyor ve alfâbe deðiþikliðinin getireceði sýkýntýlara dikkat çekiyordu. Ýslâm’a, Ýman’a, âdet ve an’anelere, san’at’a, ticaret ve ziraate; en zararlýsý, Ýslam harflerinin kaldýrýp atýlmasýdýr, buyururlardý ve misal olarak Japonya’yý verirlerdi. Atom bombasýnýn atýlmasýyla Japonya Amerika’ya boyun eðmek zorunda kaldý, ancak okuyup yazma ve milli kültürleri hususunda serbest býrakýlmayý müttefiklerine kabul ettirdi. Bilindiði gibi kýsa sürede kendi eserleriyle geliþtiler.

Alfâbe deðiþikliði demek insanýn geçmiþi ile, kültürüyle baðýnýn koparýlmasý demektir. Dünyalar deðerindeki ilmi ve fikri eserlerin kütüphâne raflarýnda tozlanmasý, çürümeye terk edilmesi demektir. Býrakýn avam kesimi, ilâhiyat tahsili yapan gençlerin bile büyük kýsmý bugün bu eserleri okuyup anlayamamaktadýr. Bu da sonu yýkýma giden, toplumda maddi mânevi sýkýntýlar meydana getiren bir durumdur.
Harf Ýnkýlâbýyla alâkalý olarak, meþhur Ýtalyan Türkolog Prof. Rossi, Viyana da verdiði bir konferansýnda “Güzel Türkçe’yi hiçbir kuvvet yýkamamýþtýr. Yeni harfler yýkacaktýr. Bu harfler müslüman Türklerin geçmiþleriyle, tarihleriyle, gelenekleriyle alâkalarýný koparacaktýr.” diyordu.

Yeni devrin siyâsi simâlarýnýn hâkim olduðu anlayýþý en bâriz þekilde gösteren ifâde, “Bizim ne þark ile, ne þark milletleriyle, ne müslümanlýkla, ne islam ilimleriyle münâsebetimiz yok. Onlardan bütün alâkamýzý kestik kendilerini tanýmýyoruz.” Hâriciye vekili Tevfik Rüþtü Aras’ýn büyük bir cüretkârlýkla söylediði sözlerdi bunlar. Bu ülkeyi yöneten insanlarýn zihniyeti bu yöndeydi. Buna benzer daha nice ifâdeler, beyânatlar vardýr. Meraký olanlar TBMM zabýtlarýný ve konuya ilgi duyan, deðerli araþtýrmalar yapan yazarlarýn eserlerini okuyabilirler.

Ýþte böyle bir devirde Süleyman Efendi vazifesini icrâ etmeye çalýþýyordu. Vâizlik hizmetini hiç aksatmadan yapýyordu. Uzun müddet Ýstanbul’un Sultanahmet, Süleymâniye, Yeni câmi, Þehzâdebaþý, Kasýmpaþa camii kebir ve daha nice câmilerde vaaz etmiþtir. Dedik ya Ýstanbul’da o zaman mevcut olup da vaaz etmediði câmi yoktur desek yeridir. O kendisine Peygamber Efendimizin þu Hadis-i þerifini þiâr edinmiþtir. “Din nasihatle kâimdir. Din nasihatle kâimdir, Din nasihatle kâimdir.”

Ayný zamanda mensubu bulunduðu Nakþî tarikatýnýn baþbuðlarýndan olan Þâh-ý Nakþibend Hazretlerinin “Tarikunâ tarîkus-sohbet” sözünü kendine düstûr edinmiþti. Bulunduðu her mekânda irþad vazifesiyle uðraþmýþ, din ve îman mevzularýný yasak olmasýna raðmen her þeyi göze alarak en ince teferruatýna kadar anlatmýþtýr.

Ayrýca Süleyman Efendi Süleymâniye Medreselerinde Ýslam Hukukundan baþka Roma hukuku, Deniz ve Kara Ticaret Hukuku ile Devletler Hukuku da tahsil etmiþ bulunmaktaydý. Süleyman Efendi bu kadar kýsa zamanda bu ilimleri okumuþtu ama nasýl ? Boþ vakit geçirmek nedir bilmezdi. Derslere daha fazla vakit ayýra bilmek için uykusunu kýsardý. Dünyada makam ve mevkide gözü yoktu. O maddi ve mânevi bütün ilimleri tahsil ederek ileride alacaðý mânevi vazifeye hazýrlýk yapýyordu. Mâlum “tek kanatlý kuþ uçmaz” diye bir söz vardýr.

Süleyman Efendi dine hizmet etmek, Ümmeti Muhammed’in kurtuluþunu temin etmek için bütün gayretini gösterip ilim tahsil ediyordu. Ýlim tahsili hususunda kapasitesini o kadar zorlardý ki, bazen okuduðu kitaplarýn sahifelerine kanlanan gözlerinden kanlý yaþlar damlardý. Uykuya karþý amansýz bir mücadele verirdi. Uykuya maðlup olmayýp, çok ders çalýþmak için her gün bol miktarda kahve içerlerdi. Uzun kýþ gecelerini ders çalýþarak, fâideli geçirmek için pencereden uzanýp aldýklarý bir avuç karý sýkýþtýrýp kar topu haline getirdikten sonra, gömleði ile omurilik soðaný arasýna koyardý. Vücudunun sýcaklýðý ile yavaþ yavaþ eriyip sýrtýndan aþaðý akan kar suyu daima uyanýk bulunmasýný saðlardý.

Uykuya hasret öyle günleri geçerdi ki; Bir gün kendi kendine þöyle düþünür, “Bir ay hiç bir þeyle meþgul olmam, istirahat eder, dinlenirim, bu geçen sýkýntýlarý unuturum.” Ancak ileride de göreceðimiz gibi bu hayallerini uygulama sâhasýna geçirmeye fýrsat bulamayacaktýr. Bu esnâlarda bir rüya görür ve kendisinin uykuya hasret kalacaðýný, mühim vazifelerin kendisini beklediðini, çok gayret etmesi gerektiði ikâzýný alýr.
Böylece Süleyman Efendinin maddi tahsil hayatý noktalanmýþ oluyordu. Devrinin akli ve nakli ilimlerini en iyi derece ile tahsil etmiþlerdi. Artýk Süleyman Efendi müfessirdi, muhaddisti. Zira Medresetü’l Mütehassisinin tefsir ve hadis bölümünden icâzet almýþtý. Ýcâzet, iþin maddi yönünü gösteriyordu. Fakat o dersiamlýk ve vâizlik hayatýnda bunu bil fiil icra ediyordu. Seçmiþ olduklarý mevzuu ile ilgili âyet ve hadisleri mutlaka okurlardý.

Süleyman Efendinin Kaadýlýðý da vardý. Zîra Medresetü’l Kuzât (Hukuk Fakültesi) mezunuydu. Hukûki meselelere karþý engin bir vukûfu vardý. Lâkin o hiç bir zaman kâdýlýk yapmaya teþebbüs etmemiþtir.
“Süleyman Efendi(K.S)’nin hayran olduðumuz husûsiyetlerinden biride þu idi. Hazret bir mes’elenin izâhýný yaparken dâima delille konuþurdu. Konuþmalarý mutlaka bir âyet-i celîle ve hadis-i þerife istînâd ederdi. Yeri geldiðinde derhal Arapçasýný da okurdu. Âyet ve Hadis-i Þerif ile irtibatlandýrmadan konuþtuðuna hiç rastlamadým. Bunun daha ilerisi var mý? Tam bir Osmanlý müderrisi idi. Ayrýca bir müceddid husûsiyeti taþýdýðýný her hâl ve hareketiyle ispat ediyordu.”

Gerçekten de Süleyman Efendi, zâtýna mahsus tatlý bir üslupla hitap ederdi. Ýstanbul’da vaaz etmediði câmi pek kalmamýþtýr dersek mübalaða yapmýþ olmayýz. Her yerdeki vaazýnda; onun konuþmalarýndan istifâde etmek için ve onunla tanýþabilmek için büyük kalabalýklar olurdu. Âyet-i Kerimelerin ve Hadis-i þeriflerin sebebi nüzul ve vurûdunu da dikkate alarak tefsirini, îzahýný akýllarda en iyi derecede kalacak þekilde yapardý. Konuþmalarýnda dini, dünyevî, insanlar için faydalý olan þeylerden bahsederdi. O devirde yasaklanmýþ olan bazý mes’eleleri bile dile getirmekten korkmazdý.

Bir gün Sultan Ahmet Camii vaazýnda Cezayirli müslümanlardan bahsetmiþ , hükümetimizin onlarýn aleyhine olan tutumlarýný eleþtirmiþ “devlet yardým etmiyor bâri biz müslümanlar hiç deðilse dua ile yardým edelim, Cezayir müslümanlarý, kadýnlarý kollarýndaki bileziklerini, parmaklarýndaki yüzüklerini vererek Ýstiklâl harbinde bize yardým etmiþlerdir. Eðer onlara yardým etmezsek, onlarýn hürriyet ve istiklalleri için geceleri kalkýp hiç deðilse iki rek’at namaz kýlýp yalvarmazsak mes’ul oluruz efendiler” deyip onlar için dua etmiþlerdir. Bundan dolayý da karakola celbedilerek ifâdesi alýnýp mahkemeye sevk edilmiþtir. Bir hayli mahkemeden sonra berâet etmiþtir.

Süleyman Efendi (K.S.) dünya politikasýný dýþ ve iç siyaseti takip ederdi. Her gün gazete aldýrýr ve dýþ politika ile ilgili kýsýmlarýný okurdu. Pratik zekâsýnýn ve tecrübesinin ürünü olarak ilerde nasýl bir siyâsi yol takip edileceðini kestirir ve bunda isâbet ederlerdi. Tahsil hayatýnýn sona ermesinden sonra da boþ vakit geçirmek nedir bilmezdi. Hep halký irþad etmek için vaazlarda bulunur, vaaz haricinde yine kendini sevenlerle bir araya gelip, Ümmet-i Muhammed’in evlâdýna nasýl fâideli oluruz diye istiþârelerde bulunurdu.

Talebe Temin Etmede Takip Ettiði Yol ve Yöntemler
Ýlk zamanlar talebe bulma sýkýntýsý çeken Süleyman Efendi (K.S.) eline geçen talebeleri kendinden ayrýlmayacak þekilde baðlamýþtý. Yani onlara hem ders okumanýn faziletlerini öðretiyor, hem de talebeliði sevdiriyordu. Bir anne ve babanýn çocuklarýna gösteremeyecekleri ilgiyi, þefkati talebelerine o gösteriyordu. Talebe onun velî nimetiydi. Onlarýn her þeyiyle ilgileniyordu, her türlü sýkýntýlarýný giderir, onlarla hemhâl olurdu. Hasta olduklarý zaman da bizzat kendisi götürür veya ehemmiyetli bir iþi varsa bir baþkasýyla doktora gönderirdi. Bu hususu doktoru Kamil Karakayalý Bey bizzat müþâhede etmiþtir. Onun anlattýklarýna göre Süleyman Efendinin (K.S.) týpa tabâbet bilgisine de meyli vardý. Doktor Kamil Karakayalý onun bazý bilgilerinden kendisinin de istifâde ettiði söyler.

Bir gün bir zat Süleyman Efendiye müracaatla: Efendi hazretleri oðlumu okutmak istiyorum, ne ücret alýyorsunuz? Diye sordu. Süleyman Efendi (K.S.) de sen çocuðunu hemen getir, talebeden para alýnmaz. Talebeye para verilir. Okusun da, dinine, kitabýna, milletine hizmet etsin buyurdular. Nitekim, zât-ý þerifleri buyurduklarý gibi eski âdetleri kökünden deðiþtirip, bu usûlü ihdâs ettiler. Görülmemiþ bir uygulamaydý bu, talebeden para almadýðý gibi harçlýk da veriyordu.

Talebenin iâþesini zaten kendisi karþýlýyordu. Memuriyetten aldýðý paranýn bir kuruþunu kendisi için harcamamýþtýr.Hatta bu hususta þahsî mülklerini satarak talebelere harcamýþtýr. Her gün derse baþlamadan önce talebelerinin hâlini hatýrýný sorardý. Bir sýkýntýlarý varsa onu elinden geldiðince halleder, derse baþlayacak olan talebeyi psikolojik yönden zinde tutardý. Bazen de tatlý latifeler yapardý. Bu sâyede talebeler onu bir hocadan çok, kendileri üzerine titreyen merhametli bir baba olarak görürlerdi.
Talebelerine maîþet endiþesi içinde olmamalarýný tavsiye ederdi. Allah için okuyan kimsenin dünyalýðýnýn da iyi olacaðýný söylerdi. Talebelerine “Oðlum ilimsiz ibâdetin tadý olmaz. Tek kanatlý kuþ uçmaz. Ýnsanlarýn dünyaya dalýp, istikbal sevdâsýna daldýklarý þu günde Mevlâ’nýn ilmini okuyacaðýz. O, insana iki cihanda izzet ve þeref veren âlî bir iþtir. Ýhlas ve samimiyetle Allah ve Rasulüne yönelen, gölge gibi dünyayý ve hayrý kendine tâbi kýlar. Ahirete çalýþan, dünyayý elde eder. Dünyaya çalýþan ise ahireti kazanamaz. Zîrâ âhiret hakikat, dünya haleftir. Eðer aðacý kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir” diye mâlumat ve tavsiyelerde bulunurlardý. Bu yumuþak muâmeleden talebeler fevkalâde memnun olup etkileniyorlardý. Hocalarýnýn gerçek bir âlim ve çok büyük bir mürþit olduðuna, ihlasla ve Allah rýzasý için bu iþi yaptýðýna inanýyorlardý. Zaten doðrusu da bu idi.

Talebelik yapmak için Anadolu’dan çarýklarýný sürüyerek gelen köylü çocuklarý izinli olarak veya Ramazan ayý münâsebetiyle evlerine Ýstanbul Beyefendisi olarak dönüyorlardý. Bunlarýn bu giyim kuþamý, edepli halleri ve hepsinden önemlisi küçücük çocuklarýn kürsülerden halka vaaz etmesi, bülbül gibi þakýmalarý milleti hayretler içinde býrakýyordu. Bu vesile ile yeni, yeni ders talebesi geldiði de oluyordu. Ders okurken baskýn olur endiþesi taþýyan talebelerine; “Endiþeye mahal yok. Burasý Dâr-ül Emân’dýr. (Ýnnellâhe Meanâgöz kırpma Allah bizimle beraberdir. Sýrrý bizde. Mahzun olmayýn. (Nasýrtü Birru’bi) sýrrý bizde”. Diyerek talebelerin yüreklerine su serperdi. Bu teselliler talebe için son derece önemliydi. Söylenilen sözler, gerçeðin tâ kendisidir, çünkü Cenâb-ý Hakk kendisine ve Rasulüne doðru hicrete çýkana, dinine hizmet edene elbette sýkýntý ve darlýk vermeyecektir. Din düþmanlarýnýn þerrinden muhafaza edecektir.

Dini Öðretmek Ýçin Verdiði Mücadele ve Talebe Bulamama Sýkýntýsý
Her þeyden evvel Silistreli Süleyman Efendi (K.S.), gerek tertemiz ve þerefli nesebi îtibâriyle, gerek zamanýndaki geçerli ilimlerin tamamýný biliyor olmasý ve gerekse þeriat-ý garrâ-i Muhammediye-yi harfiyyen yaþama gayreti sebebiyle, ulûm-u dîniyeyi öðretmeye tam ehil bir zâttý. Ýþte bu ehliyet ve dirâyet, ilmiye sýnýfýný yeniden diriltme ve yeþertme sevdasýndaki onu ýsrarlý kýldý.

Talebe okutmayý seçmiþti, fakat talebe bulunmuyordu. O günkü idarenin din üzerine uyguladýðý baský ve zulümden korkan, sinen insanlar, býrakýn okuyup yazmayý, “Allah demekten bile korkuyorlardý. Ýslâm’ýn 5 temel þartýnýn bile yerine getirilemediði, hatta bir hatim, bir yaðmur duasý merâsiminin bile tertiplenemediði, kiþinin kendi evlatlarýný bile okutamadýðý bir hürriyetsizlik ortamýydý. Hocalar hocalýklarýný, müslümanlar müslümanlýklarýný gizlemek zorundaydý. “Herkes pireler gibi saklanýyor ve ortaya çýkmýyordu”.

Süleyman Efendi Allah’ýn dinini öðretme iþinin kendisine yüklendiðini biliyordu ve bu iþin mesuliyetinin ne demek olduðunu da biliyordu. Çünkü kendisi ilim tahsil etmiþti ve bu öðrendiklerini baþkasýna öðretmesi gerekiyordu. Öðretmez ise Allah indinde mes’ul olacaðýný biliyordu. Hatta kendisine niçin kendini bu kadar yýpratýyorsun diye soranlara: “Yarýn hesap günü var. Allah-ü Teâla kullarýndan soracak, Süleyman verdiðim ilimle ne hizmet ettin, onu sana bu kara topraklara getir de göm diye mi verdim? Derse ne cevap veririm” derdi ve bu meyan da diðer âlimleri eleþtirirdi. “Zamâne âlimlerinin bu husustaki gafletleri büyüktür. Sözde vârisi Enbiyâ’yýz derler. Nebilerin býraktýðý miras þeriat-ý Ahmediye’ye hizmettir. Onlar kendi evlatlarýna dahi öðretmiyorlar”.

Evet onlar okutmuyorlardý. Ancak Süleyman Efendi okutmak istediði halde talebe bulamýyordu, talebe bulmakta güçlük çekiyordu. Hatta bu meyanda bazen dersiâm arkadaþlarýný ziyaret eder, torunlarýný okutup okutmadýklarýný sorardý. Onlardan; nerede, artýk böyle bir devirde nasýl okutabiliriz ki cevabýný alýnca çok üzülürdü. Kendisine verilmesi halinde okutabileceðini söylerdi. Ancak bu da kabul görmezdi. Talebe bulabilse her hâlükarda okutacaktý, birde talebe bulamayýnca iyice kahroluyordu. Öyle anlarda gelir evindeki iki kýzýný okuturdu. Bunu yaparken düþüncesi; bâri onlara öðreteyim de onlarda yarýn evlenince kocalarýna öðretirler, çocuklarýný okuturlar, hiç olmazsa kendilerini kurtarýrlar fikriydi. Bazen talebe bulur, birkaç gün okuttuktan sonra onlarda kaçar giderlerdi.

Süleyman Hilmi Efendi (K.S.), o zor günleri þöyle anlatýyor:
“Okutma imkâný yoktu, fakat okuyan dahi bulamadým. Bir zaman geldi, mebus (milletvekili) maaþý kadar para verip talebe okutmak istedim, bulamadým. Parayý alýp kaçýyorlardý, çünkü korkuyorlardý. O zaman ümidim kýrýldý. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Bunun üzerine kýzlarýmý okutmaya baþladým. Ýleride torunlarým olursa onlara öðretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz, dedim. Fakat sonradan Cenab-ý Hakk sebepler halketti ve okutma imkaný buldum. Yaþlýlardan baþladýk, gençler daha sonra geldi ve þimdi yürüyor. Bütün bunlar Cenâb-ý Hakk’ýn bize lütfudur.”

Evet önce yaþlýlar gelmiþti. Süleyman Efendi bir yandan Ýstanbul’un deðiþik camilerinde vaaz ediyor, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarýnda, bulabildiði her yerde talebe okutmaya çalýþýyordu. Ýlmiyye sýnýfýnýn ilk tohumlarý þekillenirken, ayný zamanda vaazlarýyla ve husûsi sohbetleriyle, ilmiyye sýnýfýný maddeten ve mânen destekleyecek gönüllüler halkasýný teþkil etmeye çalýþýyordu. Önce yaþlýlar gelmiþti. Gedik paþadaki Azakzaâde apartmanýnýn bodrumunda, Avukat Osman Bey, Hacý Refik, Mehmet Efendiyle oluþan halkaya, sonra, sonra, Biletçi Hüseyin efendi, Tüccar Çýrpanlý Mustafa Efendi, Beypazarlý Terzi Ali Bey, Kalaycý Hocalar dâhil oluyor. Samimiyetle, Ýhlasla söylenen “Allah” lafzýnýn etrafýndaki çember gittikçe büyüyordu.

Yeni, yeni tutuþan kandillerin etrafýnda, yeni halkalar oluþuyordu. Topçular da, Kýsýklý da, Þehzâdebaþý’nda. Bu arada gizli polis teþkilatýnýn amansýz takipleri sürüyordu. Tutuklamalar, nezâretler, sorgular, iþkenceler, zulümler, onun azimli ve þerefli direniþi karþýsýnda eriyip gidiyordu. Ýstanbul’da bunalttýlar, Çatalca’nýn Kabakça’ya, oradan Kuþkaya maðarasýna...

Yine yakaladýlar, Toroslar’a gitti. Toros yaylalarýnda çadýrlarda talebe okuttu.. Yýldýramadýlar, durduramadýlar. “Bizim hiç duracak zamanýmýz yok. Ümmet-i Muhammed’in evlatlarý Cehenneme bir sel gibi akýp giderken, biz onlara seyirci kalamayýz. Bu selden ne kütük kurtarýrsak kârdýr” diyordu. Vâizlik belgesini iptal ettiler. Hiç oralý olmadý. Güya maddi imkansýzlýklarla yoracaklar, ona rahatsýzlýk vereceklerdi. “Biz, deðil yorgunluk, rahatsýzlýk, mezara gidiyor dahi olsak, okumak, okutmak ve hizmet denince, koþarýz” buyurmuþtu.

Hâlisâne niyetle yola çýkýldýðý için halka yavaþ, yavaþ geniþliyordu. Küçükte olsa, bu sevindirici manzara 1943 yýllarýna tekâbül ediyordu. Süleyman Efendi, 1924 yýlýndan bu yýllara kadar didinmiþ, göz yaþlarý dökmüþ ki; Bunlarýn meyvesi olarak bu sevindirici tablolarýn ilk temelleri teessüs etmiþtir.Günümüzde bu tablolar dallanýp budaklanmýþ, her tarafa yayýlmýþtýr. Zaten Ýslam dâvasý garip gelmiþ garip gidecektir. Hz. Peygamber (S.A.V.)de yýllarca kendisine îman eden bulamamýþtý.
Müþriklerin her an baskýsý altýndaydý. Az olan müslümanlar rahat bir þekilde ibâdetlerini yerine getirip Ýslâmi ilimleri öðrenemiyorlardý. Ama Allah Rasulünün gece gündüz demeyen gayretleri sonucu Ýslam dini zamanla neþv-ü nemâ bulmuþtur. Süleyman Efendinin de karþýlaþtýðý zorluklar ve sýkýntýlar sanki insana Hz Peygamberin bi’setinin ilk yýllarýný andýrýyor.

Yaþlý da olsa, gelen bu talebeler Süleyman Efendinin yüreðine su serpiyordu. Yeni, yeni talebe geldikçe âdeta dünya onun oluyordu. Bu denli kendini islâma, dine hizmete ve bu millete adamýþtý.
1949’da resmi Kur’an kurslarýnýn açýlmasýna izin veren kanunla, nizamlý, intizamlý, yerleþik olarak baþlayan teþkilatlanmalar, 1950 Demokrat Parti iktidarýnýn getirdiði nisbeten rahat ortamda, hýzla inkiþâf etti.

SÜLEYMAN EFENDÝ (K.S.) HAZRETLERÝNÝN ESERLERÝ

A) Kur’an Harf Ve Harekeleri: Kur’an-ý Kerimi öðrenmede yepyeni bir tertip ve usül olan bu Elif cüzü altý sahifeden oluþmaktadýr. Efendi Hazretleri bu eseriyle kubbeyi habbe yapmýþ, yani hazmý, yutulmasý zor olan þeyi küçültmüþ ve hazmý yutulmasý kolay hâle getirmiþtir. Böylece Kur’an-ý Kerim-i öðrenmeyi birkaç güne hatta saate sýðdýran bir iksir olmuþtur.

Diðer Elif cüzleri ile uzun zaman, hatta bazýlarý aylarca okuduktan sonra Kur’an-ý Kerim-i okumayý öðrenebilirken bu elif cüzü ile birkaç günde Kur’an-ý Kerim-i okumak mümkündür. Bu elif cüzünün de kendine has bir okutma usulü vardýr. Ýnanýlmayacak bir þey deðildir. Kendimiz öðrendiðimiz gibi yaz tatillerinde, sýbyan mekteplerinde, küçücük yavrulara dahi bir haftada öðretiyoruz.

B) Risâle-i Kibrit-i Ahmer: Seyr-u sülûk için bâzý ehemmiyetli mevzularý ihtiva eden bir risâledir. Ehillerinin ziyâdesi ile müstefid olabileceði bir eserdir.

C) Mektuplar Risâlesi: (Bazý mesâil-i mühimme): Yine bunda da tarikat erbâbýnýn hallerinden, sohbet ve âdâbýndan tarikat ehlinin ictinâb etmesi gereken þeylerden bahseden, hacimli bir kitaptýr. Ýçindeki mâlumatlar hakikaten sadra þifadýr. Okuyan kimseyi derin derin düþündürecek olan fâideli bir eserdir.

D) Hepsinden önemli olan “CANLI ESER” diye hitap ettiði talebeleridir. “Eser müessirine delâlet eder.” Kaidesince talebelerine bakarak Süleyman efendi ‘nin zâhiri ve bâtýnî cephesini bir nebze olsun anlama imkaný buluruz. Bin bir sýkýntýlarla yetiþtirilen bu iman nesli bugün ayný saflýðý, ayný kararlýlýðý muhafaza etmektedir. Tasavvufi inançlarý gereði; sanki efendi hazretleri aralarýndaymýþ gibi daima onun rûhâni terbiyesindedirler. Bu anlayýþ onlarý hizmet hususunda hep dinamik tutuyor. Onun en büyük kerâmetlerinden birisi ,öyle bir devirde tek baþýna o kadar talebe yetiþtirmesi ve kalýcý bir kuruluþ olan Kur’an Kurslarýný tesis etmesidir. Onun yetiþtirmiþ olduðu talebeleri, yýllarca bu milletin mânevi susuzluklarýný gidermiþ ve geçmiþlerinden ve dinlerinden kopmalarýný önlemiþlerdir.

Süleyman Efendi de oturup ciltler dolusu eser yazabilirdi, bunu yapmaya kapasitesi yok deðildi. Bilakis muâsýrlarýndan daha yetenekliydi. Ancak o, bazý sebeplerden dolayý eser yazmaktan kaçýnmýþtýr. Kendisine niçin eser yazmadýðýný soranlara bir defasýnda þöyle cevap vermiþti. “Biz kitap yazýp eserlerimizin raflarda çürümesini arzu etmedik. Ýlmimizi yaþayan nesillere aktarýyoruz ki, onlar eser yazarlar, biz eser yazacak eserleri yetiþtirdik. Böylece ilmimizi gelecek nesillere miras býraktýk. Selefin mum ýþýðýnda yazdýðý paha biçilmez, hazine gibi eserlerin bir kýsmýnýn topraða gömülerek çürüdüðünü, bir kýsmýnýn da kütüphane raflarýnda tozlanmaya terkedildiðini gördüm. Medreseleri kapanmýþ, yazýsý deðiþtirilmiþ, dini, ilmi ve kültürü yok olmaya yüz tutmuþ zamanýmýzda, kitap yazmaktansa, yazýlmýþ olan ilmi eserleri anlayacak ve anlatacak, ilmi, satýrdan sadýr’a intikal ettirecek, yaþatacak talebe yetiþtirmeyi daha lüzumlu bulduðumdan kitap yazmadým” buyurmuþtur.

Süleyman Efendi Hz. nin Faaliyetleri:
1-Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Efendi Hazretleri Ehl-i sünnet Velcemaat inancýna bütün talebelerini eksiksiz baðlý olarak yetiþtirmiþtir. Tedris zincirine aldýðý Emâli ve Nesefi adlý metin kitaplarla, Ýslam akâidinin ve ehl-i sünnet düþüncesinin temelini öðretirken, Þerh-i Akâid (Kestelîgöz kırpma ile de, günümüzdeki ve tarihteki sapýklýklarý talebelerine tanýtmýþ ve dalâlet fýrkalarýna düþmekten korumuþtur. Ýnanç sapýklýðý içinde bir tek talebesi yoktur.

2-Türkiye’de Ýmâm-ý Rabbâni Hazretlerini tanýtmýþtýr. Onun öðüt ve hadis-i þeriften sonra en muteber kitabý iki ciltlik aslý Farsça olan “Mektûbât” adlý eser, ilk defa onun talebeleri tarafýndan Arapça olarak yeniden bastýrýlmýþ ve ilim erbâbýnýn hizmetine sunulmuþtur.

3-Ýslâmiyeti, tercüme kitaplardan yâhut kendi yazdýðý eserlerden öðretmek yerine, Hz. Ali’nin (R.A.) hazýrladýðý Emsile’den baþlayarak, bütün büyük ulemânýn bilhassa Osmanlý Medreselerinin takip ettiði Temel ders kitaplarý vasýtasýyla Ýslamiyeti kaynaðýndan, orjinal dilinden Arapça’dan okutmuþ ve öðretmiþtir. ÖÞÜR farizasýný Türkiye’de yeniden ihyâ için çalýþmýþtýr.

4-Tarikatý, sadece “hoþ sohbet vasýtasý” haline getiren son devrin tembelliðini yýkmýþ, onu, kitleleri harekete getiren, þeriat için çalýþan insanlarýn hareket ve heyecan vasýtasý kýlmýþtýr. Bu yüzden kerâmete îtibar etmemiþ, kendisi kerâmet izhârýndan müstaðni davrandýðý gibi, talebelerine de ayný yolu tâlim etmiþ, “En büyük kerâmet, ümmet-i Muhammed’e hak yolu telkin etmektir.” Buyurmuþtur.

5-Lâik maarifin din adamý yetiþtiremeyeceðini yetiþtirmekte samimi olmayacaðýný olamayacaðýný temel fikir olarak ortaya koymuþtur. Hayatý boyunca Ýslamiyeti RESMÝ ÝDEOLOJÝNÝN tasallutundan ayrý tutabilmek için çalýþmýþ ve kendi teþkilatlandýrdýðý müesseseler KUR’AN KURSLARI bünyesinde buna muvaffak olmuþtur.

6-Bilhassa son iki asýrda Hýristiyan Batý hýyânetinin tesirinden kurtulamamýþ ÞAM ve KAHÝRE ulemâsý ve CÂMÝÜL-EZHER yerine ÝSTANBUL müderrislerini ve OSMANLI medreselerini örnek almýþ ve talebelerine OSMANLI’yý misal göstermiþtir.

7-Kendisine mânevi salâhiyet verildiði andan itibaren hem KÂDÝRÝ ve hem de NAKÞÎ tarikýyla vazife tarif etmiþ,zamanýnda ÞEYH olarak tanýnanlara haber göndererek, onlarý kendisinin varlýðýndan ve selâhiyetinden haberdâr etmiþtir. Said-i Nursi, Abdülhakim-i Arvasi Hazretleri ve Sami efendi dahil tanýnmýþ birçok zevâtla muhabere etmiþtir.

8-Sahte þeyhlerle, tasavvufu ve tarikatý Ýslamiyetin dýþýna çýkarmak isteyenlerle mücâdele etmiþtir. Bilhassa VAHDET-Ý VÜCUTÇU geçinen “Ýnsan da Rahmandýr. Allahtýr, abid ile mabud arasýnda fark yoktur” diyenlere karþý mücadele vermiþ “BÝZ HAYATTAYIZ” demiþ ve onlarýn faaliyetini tesirsiz hale getirmiþtir.

9-“Kuran-Kerimi en kýsa zamanda okumayý öðreten ELÝF CÜZÜNDEN baþka kitap yazmamýþtýr. Bir zamanlar Akâid Dersi okuturken baþlattýðý Takrir yazdýrma iþinden vazgeçmiþ ve talebelerine þöyle demiþtir:

10- Duydum ki bazýlarý hocalarýnýn yazdýðý kitabý okumak her þeye yeter diyorlarmýþ ve yerine göre KUR-AN`dan üstün tutuyorlarmýþ. Ben talebelerimin bu sapýklýða düþmelerinden korkarým. Her ilim yazýlýdýr. Ben anahtarýný size okutuyorum.

11-Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri, cemiyetten uzakta yaþamak yerine, cemiyetin içinde Müslümanlýðý yaþatmayý tercih etmiþ ve “Dýþýmýz halk ile içimiz hak ile” buyururken, Ýslâmiyete ters düþen kýlýk kýyafete de kat’iyen itibar etmemiþtir.(Kendileri kýþ-yaz ceketten uzunca, pardesü`den kýsaca olan bir kýyafet tercih etmiþlerdir.)

12-Dünya gündemini yakýndan takip etmiþler,bu mevzuda Ýmâm-ý Rabbâni Hazretlerinin “devrinin zâhiri idârecilerini bilmeyen hidayete kavuþmuþ deðildir” sözünü þiar edinmiþlerdir. ( Her sabah bir “Yeni Sabah” gazetesi aldýrýp, “Dýþ politika” yazarýnýn yorumlarýný okutturduklarýný talebeleri anlatmaktadýr.) Günlük hadiseleri ve dünyadaki Müslümanlarýn meselelerini câmi kürsülerinden dile getirmiþ, yerine göre, zamanýn Baþbakanýna cami kürsüsünden hitap ve tavsiyeleri olmuþtur.

13-Talebelerini hayatlarýnda daima itidâle teþvik etmiþ, ifrat ve tefridden uzak kalmalarýný tavsiye etmiþtir.

14-Kýsacasý Süleyman Efendi (K.S.) Hazretleri, Kuran-ý kerimde bahsedilenleri yaþamýþ ve yaþamak istemiþ, sünnet-i þerife uygun bir hayat sürmüþtür. Her iþini Ýslam üzere ayarlamýþtýr. Süleyman Efendi Hazretleri budur . Ýslâmiyetten baþka bir ölçü onu tarif edemez. Allah þefaatine nâil eylesin (AMÝN)

Bu gün onun açtýðý Yurtlar dünyanýn her tarafýna yayýlmýþ, Amerika, Avrupa, Türki cumhuriyetlerinin tamamý, Rusya, G.Afrika ve diðer ülkelerde Allahýn kitabýný okutmaya ve yaymaya çalýþmaktadýrlar.
Onun yurtlarý ve yurtlarýnda kalan öðrencileri hiçbir adli olaya karýþmamýþlar, ve Yurtlarýnda bu gün çeþitli okullara ve Üniversitelere giden binlerce vatan evladýna hizmet vermektedirler.

SAÝD NURSÝ HAZRETLERÝ’NÝN SÜLEYMAN EFENDÝ HAZRETLERÝ HAKKINDA SÖYLEDÝÐÝ SÖZLER:

“Süleyman Efendi, iþâret buyurulan zattýr"...
Bediüzzaman Said Nursi’yle ilgili olarak Yeni Asya Gazetesi’nde 3 Mayýs 1976 tarihinde Av. Abdurrahman Þeref Laç’la yapýlan mülâkattan iktibas edilmiþtir.
“Bizim bugün baþlýca vazifemiz; îman’ý muhafazaya çalýþmaktýr. Bunu yapýyoruz. Biz tedrîsat yapmýyoruz. Ýslâm’ýn esâsý maddi ve mânevi kurtuluþun kaynaðý olan Kur’an-ý Kerim’in okutulup öðretilmesi ve yalnýz Türkiye’ye deðil, bu yolla bütün dünyaya yayýlmasý iþini birâderim Süleyman Efendi ve O’nun tesis eylediði Kur’an Kurslarý yapýyor. Hem de çok kýsa zamanda yapýyorlar. Eskiden 10-15 senede öðrenilen Ýslâmi ilimleri þimdi Kur’an Kurslarý 1-2 sene içinde öðretiyorlar. Âlim yetiþtiriyorlar. Fakih (Fýkýh âlimi) yetiþtiriyorlar. Müfessir yetiþtiriyorlar. Bu hâl bir mûcize-i kur’âniyyedir.

Bugünkü bu þaþýlacak hal hakkýnda ben küçük yaþlarda iken; benim gözlerime doðru bir ýþýk çakmýþ ve beni ikaz eylemek istemiþti. O zaman her halde tekâmül etmemiþ olduðum için anlayamamýþým. Þimdi anlýyorum, îzah edeyim. Ben 6 yaþýnda iken Þirvan’dan Siirt’e gittim. Bir çok Ýslâmi ilimleri, Kur’an-ý Kerim’in mûcizesi olarak çok kýsa zamanda ve sür’atle tahsil eylemiþ bulunuyordum Siirt’teki büyük Müslüman âlimlerle münâzaraya girdim. Hepsini maðlup ettim. O büyük âlimler hayret içinde kaldýlar ve beni takdir eylediler. Ben bu hâlime çocukluk sâikasý (hevesiyle) ile maðrur oldum.

Ýþin esâsýný o zaman anlayamamýþým. Halbuki bu hâl bana bir iþâretmiþ. Sanki Rabbim bana demek istemiþ ki: “Ey Said, ileride bir zaman gelecek Ýslâmiyet sýkýþacak neþr-i Kur’an, neþr-i Ýslâm için uzun seneler bulunmayacak. Bunlarý bir senede, iki senede öðrenmek ve öðretmek ihtiyacý hâsýl olacak. Ýþte o zaman nasýl ki, þimdi sen; kýsa bir zamanda büyük âlimlerle münâzaraya tutuþacak kadar ilim kudreti iktisap ettin. Seninkinden çok daha kýsa zamanlarda, Ýslâm âlimleri yetiþecek ve ehl-i küfür ile mücâdele edecek sevgili kullarým ortaya çýkacak.” Ben o zaman bu iþareti anlayamamýþým. Ama þimdi hakikat tezahür etmiþ bulunuyor. Biraderim “Süleyman Efendi” iþâret buyurulan zâttýr. Büyük tedris iþi ile meþgul oluyor. O’nun Kur’an Kurslarý; Neþri Kur’an ve Neþri Ýslâm’ý bütün dünyâyý hayretlere gark edecek çok kýsa zamanda baþarýyor.”

Ýþte o zamanýn din mazlumlarýndan birisi olan Said-i Nursî, Süleyman Efendi Hazretleri hakkýnda bu sözleri söylemiþtir.

Süleyman Efendi, tarikatý sadece “hoþ sohbet vâsýtasý” hâline getiren son devrin tembelliðini yýkmýþ onu, kitleleri harekete getiren, þeriat için çalýþan insanlarýn hareket ve heyecan vâsýtasý kýlmýþtýr. Bu yüzden kerâmete itibar etmemiþ kendisi kerâmet izharýndan müstaðni davrandýðý gibi talebelerine de ayný yolu tâlim etmiþ. “En büyük kerâmet ümmeti Muhammed’e Hakk yolu telkin etmektir.” Buyurmuþtur.

Kendisine mânevi selâhiyet verildiði andan itibaren hem Kâdirî hem de Nakþî tarikatýyla vazife tarif etmiþ, zamanýnda þeyh olarak tanýnanlara haberler göndererek onlarý kendisinin varlýðýndan ve selâhiyetinden haberdâr etmiþtir. Said-i Nursi, Abdülhakim Arvâsi,ve Adana’lý Sâmi Efendi de dâhil bir çok zâtlarla muhâbere etmiþtir. Süleyman Efendi cemiyetten uzakta yaþamak yerine, cemiyetin içinde Müslümanlýðý yaþatmayý tercih etmiþ ve “dýþýmýz halk ile, içimiz Hak ile” buyurmuþlardýr.

SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN (K.S) HAZRETLERÝNÝN NASÝHATLERÝ

Bir Üniversite Talebesine Nasihatleri
Adapazarý’lý bir zât olan Osman Eslek, Ziraat Fakültesi’ne devam ettiði yýllarda, Süleyman Efendi (K.S.) Hazretlerinin yanýnda ve himâyesinde bulunuyordu. Süleyman Efendinin, akrabalarýndan olan bu genç talebeye, beþ maddelik bir nasihatý vardýr ki, bütün üniversite talebelerinin dikkatle öðrenmesi ve uymasý gereken düsturlarý ihtivâ etmektedir.

Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.), nasihatlarý sýralamadan önce de “Evlâdým, bu beþ hususa riâyet edersen, hem cemiyette îtibarýn hem de âhirette yerin iyi olur” buyurmuþlardýr. Bu nasihatlere muhatap olan Osman Eslek tarafýndan Hasan Arýkan Hoca efendiye ve ondan da bize intikal etmiþtir. Beþ maddede toplanan bu güzel nasihatlar, þöyledir:

1) Allah yolunda ol, dosdoðru ol, verdiðin sözün eri ol. Evlâdým, aðzýn laf ediyorsa dilinle doðru ol, sözünle doðru ol. Sana inanan kiþilere karþý sözünden cayma. Eðer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni Cennete götürür, tutmazsan “köz” olur. Elinle doðru ol. Kolunu, muzýrda deðil yardým iþinde kullan. Tartýyla iþ yapýyorsan terazinde, ölçüyle iþ yapýyorsan metrende ve litrende doðru ol. Doðrunun doðruluðu bütün sülâlesine akseder, hepsini hayra götürür.

2) Ýnsanlarý sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevâzu sahibi ol, zîra en hâlis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevâzi olan kimse, en güzel ziyneti takýnmýþtýr. Kimseyi kendinden aþaðý görme. Hayatta haset etmeden say, kýskanmadan sev. Bazý insanlar, baþkasýndakini istemez. Öyle olma. Gýpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ýn huzuruna fesatla çýkýlmaz.Memur olduðun zaman, sana gelen vatandaþlara sakýn yüksekten bakma, yanýna geleni ayakta bekletme. Yanýnda, daimâ bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, iþini hallet. Sakýn ha, “bugün git yarýn gel” deme! Ýþini, o gün bitir. Eðer öyle yapmazsan on parmaðým yakanda olacaktýr.Eðer memursan ve baþýnda müdürün varsa, haset etmeden say, kýskanmadan sev.Ýnsanlar muhteliftir. Bazýsý daha kabiliyetli, bazýsý daha yakýþýklýdýr. “Ben niye onun yerinde olmayayým” deme, elindekinden de olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaþýma, komþuma iki versin” diye düþünürsen, seninki üç olur. Eðer arkadaþýn veya komþun böyle düþünmüyorsa, onunki ikide kalýr.Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makâmýný ona ver. Ýþte vatanperverlik budur.

3) Çalýþkan ol, üretici ol. Zîra Peygamber Efendimiz “çalýþmak ibâ dettir” buyuruyor. Evlâdým, alýnteri olmadan hiçbirþeyin kýymeti bilinmez. Tarlaný ek, mahsülünü al, komþuna ver, aðaç dik... Sadaka-i câriye, iyi evlat yetiþtirmek, ilmi eser býrakmak ve aðaç dikmektir ki, aðaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceðiz, yeþil aðaç, yeþil âbide dikeceðiz.Bir dut aðacý 400 sene, ceviz aðacý 700 sene, kestane aðacý 900 sene, çýnar aðacý 1500 sene yaþar. Ihlamur aðacý dik, çiçeði þifalýdýr. Bursa’da Osman Gazinin ve Orhan Gazinin diktiði bin senelik çýnarlar var. Ben bekarken, her sene bir aðaç dikerdim. Þimdi evliyim ve yengen için de her sene bir aðaç dikiyorum. Ben reklam sevmiyorum, kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatih ve Beyazýt Camii yanýnda birer tane çýnar aðacým var.

4) Bildiðini öðret, temiz ol ve temizliðinle örnek ol. Münevver kiþi, münevvir kiþi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kýskançlýðýndan (dolayýgöz kırpma hiçbir þey öðretmez. Gerçek münevver, bildiðini yapan ve öðreten kiþidir. Temizlik, ibadettir ve imanýn yarýsýdýr. Eðer sokakta birisi hata yapmýþsa (yola pislik atmýþsa) sen, onu ayaðýnýn ucu ile örtüver...

5) Günde en az bir kiþiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapýsýný açmaktýr. Bu beþ maddenin en kolayý, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kýrmak ise, 40 vakit namazýn sevabýný kaybettirir. Ben sabahlarý kalkarken, “Ey Allah’ým, bana, bugün bir kiþiye iyilik yapmak nasip eyle” diye dua ederim. Evden çýktýðýnda veya eve dönerken karþýndan gelen ilk kiþiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. Ýþte o zaman, o da sana karþýlýðýný verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir...[/size]




Mesaj 2 kez düzenlendi. En son mavera02 tarafından, 06.10.2010 - 23:39 tarihinde.
Gönderen: 12.05.2007 - 16:09
Bu Mesaji Bildir   mavera02 üyenin diger mesajlarini ara mavera02 üyenin Profiline bak mavera02 üyeye özel mesaj gönder mavera02 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
mavera02 su an offline mavera02  
SÜLAYMAN HİLMİ TUNAHAN K.S.
30 Mesaj -
SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN K.S


Gönderen: 22.10.2007 - 12:09
Bu Mesaji Bildir   mavera02 üyenin diger mesajlarini ara mavera02 üyenin Profiline bak mavera02 üyeye özel mesaj gönder mavera02 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
mavera02 su an offline mavera02  
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN K.S-2
30 Mesaj -
SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN K.S


Gönderen: 22.10.2007 - 12:10
Bu Mesaji Bildir   mavera02 üyenin diger mesajlarini ara mavera02 üyenin Profiline bak mavera02 üyeye özel mesaj gönder mavera02 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
mavera02 su an offline mavera02  
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN K.S KARACAAHMET MEZARLIĞINDAKİ KABR-İ ŞERİFİ
30 Mesaj -
SÜLEYMAN HÝLMÝ TUNAHAN K.S KARACAAHMET MEZARLIÐINDAKÝ KABR-Ý ÞERÝFÝ

Gönderen: 22.10.2007 - 12:12
Bu Mesaji Bildir   mavera02 üyenin diger mesajlarini ara mavera02 üyenin Profiline bak mavera02 üyeye özel mesaj gönder mavera02 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1311 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.02722 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.