0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » USTAD BEDİUZZAMAN SAİDİ NURSİ HAZRETLERİ

önceki konu   diğer konu
6 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
muhammed yusa su an offline muhammed yusa  
USTAD BEDİUZZAMAN SAİDİ NURSİ HAZRETLERİ
944 Mesaj -
BEDÝÜZZAMAN SAÝD NURSÎ
Rumî 1293 (M.1873) tarihinde Bitlis vilâyetine baðlý Hîzan kazasýnýn Ýsparit nahiyesinin Nurs köyünde doðmuþtur. Babasýnýn adý Mirza, anasýnýn adý Nuriye'dir. Dokuz yaþýna kadar peder ve validesinin yanýnda kaldý.
Keskin zekâsý, hârikulâde hâfýzasý ve üstün kabiliyetleriyle çok küçük yaþlardan itibaren dikkatleri üzerinde toplayan Said Nursî, normal þartlarda yýllar süren klasik medrese eðitimini üç ay gibi kýsa bir zamanda tamamlamýþtýr. Gençlik yýllarýný alabildiðine hareketli bir tahsil hayatý ile deðerlendirmiþ; ilimdeki üstünlüðünü, devrinin ulemâsýyla çeþitli zeminlerde yaptýðý münâzaralarda fiilen ispatlamýþtýr. Bu meziyetleriyle ilim çevresine kendisini kabul ettirerek, "Bediüzzaman", yani "çaðýn eþsiz güzelliði" lâkabý ile anýlmaya baþlamýþtýr.


Üstadýn hayatý, küllî hizmeti noktasýndan topluca iki büyük safha arzetmektedir:


Birincisi: Doðuþundan itibaren tahsil hayatý, Van'daki ikameti Ýstanbul'a geliþi, siyasî hayatý, seyahatleri, harb-i umumîye iþtiraki, Rusya'daki esareti, Ýstanbul'da Dar-ül Hikmet-il Ýslâmiye azalýðýnda bulunuþu, Kuva-yý Milliyede Ýstanbul'daki hizmeti, Ankara'ya gelerek ilk Meclis-i Mebusandaki faaliyetleri ve kýsa bir müddet sonra Van'a çekilip inzivayý ihtiyar etmesi gibi; herbiri ayrý bir hayat sahnesi olan Üstadýn hayatýnýn bu birinci safhasý; iman ve Kur'an hizmeti itibarýyla ikinci safha hayatýnýn mukaddemesi hükmündedir. Ýkinci büyük hizmetine hazýrlýktýr. Ömrünün ellinci senesine kadardýr. Ýkincisi: Van'da inzivada iken Garb'a nefyedilip Isparta'nýn Barla Nahiyesinde ikamete memur edildiði zamandan baþlar ki; Risale-i Nur'un zuhuru ve intiþarýdýr. Azamî ihlas, azamî fedakârlýk azamî sadakat, metanet ve dikkat ve iktisad içinde Risale-i Nur'la giriþtiði hizmet-i imaniye ve manevi cihad-ý diniyedir.


Hayatýnýn bu ikinci safhasý: Harb-i Umumî neticesinde Ýmparatorluðumuzun inkýraz bulmasýyla insanlýk âleminde medeniyet-i beþeriyeyi mahveden ve semavî dinlerle mücadeleyi esas ittihaz edinen komünizm rejiminin insaniyetin yarýsýný istila ederek dünyayý dehþete saldýðý ve memleketimizi tehdide yeltendiði ve manevi tahribatýnýn tehlikesine maruz kaldýðýmýz bir devreye rastlar. Bu devre, bin senedir Kur'ana bayraktarlýk yapmýþ, Ýslâmiyet'e asýrlarca hizmet etmiþ kahraman bir millet için dikkatle incelenmesi lâzým gelen bir devredir.


Molla Said, Þarkýn büyük ulemâ ve meþayihinden olan Seyyid Nur Mehmed, Þeyh Abdurrahman-ý Tagî, Þeyh Fehim ve Þeyh Mehmed Küfrevî gibi zevat-ý âliyenin her birisinden ilm-i irfan hususunda ayrý ayrý derslere nail olduðundan, onlarý fevkalâde severdi. Ulemadan Þeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Þeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardý.


Van'da maruf ulemâ bulunmadýðýndan, Hasan Paþa'nýn daveti üzerine Molla Said, Van'a gitti. Van'da onbeþ sene kalarak, aþâirin irþadý için aralarýnda seyahatla tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi. Van'da bulunduðu müddet, vali ve memurîn ile ihtilat ederek bu asýrda yalnýz eski tarzdaki Ýlm-i Kelâm'ýn Ýslâm dini hakkýndaki þek ve þüphelerin reddine kâfi olmadýðýna kanaat hasýl etmiþ ve fünunun tahsiline lüzum görmüþtür...


Bu kanaatý hasýl ettiði o zamanda, ulûm-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbua baþlayarak pek kýsa bir zamanda Tarih, Coðrafya, Riyaziyat, Jeoloji, Fizik, Kimya, Astronomi, Felsefe gibi ilimlerin esaslarýný elde etmiþtir.


Molla Said Van'da bulunduðu zamanlarda bazý hususlarda o havalinin ulemasýna muhalif bulunuyordu...


Kat'iyyen hiç kimseden hediye olarak para almamak ve maaþ bile kabul etmemek... daima mücerred kalmak ve dünyada bir þeyle alâka peyda etmemek... Bunun içindir ki: "Bütün malýmý bir elimle kaldýrýp götürebilmeliyim" demiþtir. Bu halin sebebi sorulunca: "Bir zaman gelecek herkes benim halime gýbta edecektir. Saniyen; mal ve servet bana lezzet vermiyor, dünyaya ancak bir misafirhane nazarýyla bakýyorum." derdi.


Bediüzzaman, Van'daki ikameti esnasýnda Âlem-i Ýslâm'ýn vaziyetini bir derece öðrenmiþ bulunuyordu. Bir gün Tahir Paþa bir gazetede þu müdhiþ haberi ona göstermiþti. Haber þu idi: Ýngiliz Meclis-i Meb'usanýnda Müstemlekât Nâzýrý elinde Kur'an-ý Kerim'i göstererek söylediði bir nutukta:


Bu Kur'an, Ýslâmlarýn elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayýz. Ne yapýp yapmalýyýz, bu Kur'an'ý onlarýn elinden kaldýrmalýyýz; yahut Müslümanlarý Kur'an'dan soðutmalýyýz, diye hitabede bulunmuþ.


Ýþte bu müdhiþ haber, onda tarifin fevkinde bir tesir uyandýrmýþtý. Ýstidadý þimþek gibi alevli, duygularý ve bütün letaifi uyanýk ve ilim irfan, ihlâs, cesaret ve þecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman'ýn bu havadis üzerine: "Kur'an'ýn sönmez ve söndürülmez manevî bir güneþ hükmünde olduðunu, ben dünyaya isbat edeceðim ve göstereceðim!" diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanýr ve bu sâikle çalýþýr.


Bediüzzaman, Þarkî Anadolu'da "Medresetüzzehra" namýnda bir dâr-ül fünun açmak, ya Van'da veyahut da Diyarbakýr'da dâr-ül fünun derecesinde bir medrese te'sisine çalýþmak için Ýstanbul'a geldi.


Ýstanbul'daki ikametgâhýnýn kapýsýnda þöyle bir levha asýlý idi:

"Burada her müþkil halledilir, her suale cevab verilir. Fakat sual sorulmaz."


Ýstanbul'da grup grup gelen ulemanýn suallerini cevaplandýrýyordu. Genç yaþýnda böyle bilâistisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet mukni ve belið ifade ve hârika hal ve tavýrlarýyla, ehl-i ilmi hayranlýkla takdire sevkediyordu. Ve "Bediüzzaman" ünvanýna bihakkýn lâyýk görüyorlar ve bu fevkalâde zatý, bir "nâdire-i hilkat" olarak tavsif ediyorlardý.


Hattâ bu zamanlarda Mýsýr Câmi-ül Ezher Üniversitesi reislerinden meþhur Þeyh Bahid Efendi Ýstânbul'a bir seyahat için geldiðinde; Kürdistan'ýn sarp, yalçýn kayalarý arasýndan gelerek Ýstanbul'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî'yi ilzam edemeyen Ýstanbýýl ulemâsý, Þeyh Bahid'den bu genç hocanýn ilzam edilmesini isterler. Þeyh Bahid de bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti Ayasofya Camii'nden çýkýp çayhaneye oturulduðunda bunu fýrsat telakki eden Þeyh Bahid Efendi, yanýnda ülema hazýr bulunduðu halde Bediüzzaman'a hitaben:


"Avrupa ve Osmanlýlar hâkkýndâ ne diyorsunuz, fikriniz nedir?" der.


Þeyh Bahid Efendi'nin bu sualden maksadý; Bediüzzaman'ýn þek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateþpâre-i zekâsýný tecrübe etmek deðil, belki zaman-ý istikbale ait þiddet-i ihatasýný ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak idi. Buna karþý Bediüzzaman'ýn verdiði cevap þu oldu:


"Avrupa, bir Ýslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doðuracak; Osmanlýlar da Avrupa ile hâmiledir, o da onu doðuracak."


Bu cevaba karþý Þeyh Bahid Hazretleri:


-Bu gençle münazara edilmez, ben de ayný kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beligane bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman'a hastýr, demiþtir."


Nihayet menhus Otuzbir Mart hâdisesi meydana gelir. Þeriat isteyen ve o hâdisede ismi karýþan onbeþ kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasýnýn bahçesinde asýlý durduklarý ve kendisi de pencereden onlarý gördüðü bir halde muhakeme olunur.


Mahkeme reisi Hurþid Paþa sorar: "Sen de þeriat istemiþsin?.."


Bediüzzaman cevap verir: "Þeriatýn bir hakikatýna, bin ruhum olsa feda etmeye hazýrým. Zira þeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilalcilerin isteyiþi gibi deðil!"


Bediüzzaman'ýn divan-ý harbdeki bu kahramanca müdafaasý, o zaman iki defa tabedilip neþredilmiþtir. O dehþetli mahkemeden idamýný beklerken beraet etmiþ ve mahkemeye teþekkür etmiyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmet'e kadar arkasýnda kalabalýk bir halk kitlesi mevcut olduðu halde: "Zâlimler için yaþasýn Cehennem! Zâlimler için yaþasýn Cehennem!" nidalarýyla ilerlemiþtir.


Bediüzzaman'ýn bu mahkemedeki uzun müdafaasýndan iki parça:


Eðer medeniyet, böyle haysiyet kýrýcý tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsýzcasýna intikam fikirlerine ve þeytancasýna mugalatalara ve diyanette laubalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise, herkes þahid olsun ki; o "saadet-saray-ý medeniyet" tesmiye olunan böyle mahall-i aðraza bedel; Vilâyat-ý Þarkiyenin hürriyet-i mutlakanýn meydaný olan yüksek daðlarýndaki bedeviyet ve vahþet çadýrlarýný tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediðim hürriyet-i fikir ve serbestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Þarkî Anadolu'nun daðlarýnda tam mânasýyla hükümfermâdýr...


Bu hükümet, zaman-ý istibdadda akla husumet ediyordu; þimdi de hayata adavet ediyor... Eðer hükümet böyle olursa, yaþasýn cünun!.. Yaþasýn mevt!.. Zâlimler için de yaþasýn Cehennem!.. Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârýmý onda beyan edeyim. Þimdi bu Divan-ý Harb-i Örfî iyi bir zemin oldu.


Bundan sonra Ýstanbul'da fazla kalmaz, Van'a gitmek üzere Ýstanbul'dan ayrýlýr.


"Van'a muvasalat ettikten sonra, aþâiri (aþiretleri) dolaþarak içtimaî, medenî, ilmî derslerle onlarý irþada çalýþmýþtýr. Bu hususta, sual-cevab halinde, "Münâzarat" isimli bir kitab neþretmiþtir."


Sonra Van'dan Þam'a gider. Þam ulemâsýnýn ilhahý ve ýsrarý üzerine, Câmi-ül Emevî'de on bine yakýn ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm bir cemaata karþý bir hutbe irad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur. Bilahare buradaki hutbesi, "Hutbe-i Þâmiye" namýyla tabedilmiþtir.


Þam'da fazla kalmadý. Þarkî Anadolu'da Medreset-üz Zehra namýyla vücuda getirmek istediði dârülfünunun küþadý için çalýþmak üzere Ýstanbul'a geldi. Sultan Reþad'ýn Rumeli'ye seyahatý münasebetiyle, Vilâyât-ý Þarkiye namýna refakat etti.


O vakit Kosova'da, büyük bir Ýslâm dârülfünununun tesisine teþebbüs edilmiþti. Orada hem Ýttihadçýlara, hem Sultan Reþad'a der ki:


"Þark, böyle bir dârülfünuna daha ziyade muhtaç ve Âlem-i Ýslâm'ýn merkezi hükmündedir." Bunun üzerine þarkta bir dârülfünun açýlacaðýný va'dederler. Bilahare Balkan Harbi çýkmasýyla o medrese yeri, yâni Kosova istila edilir. Bunun üzerine müracaatla Kosova'daki dârülfünun için tahsis edilen ondokuz bin altýn liranýn þark dârülfünunu için verilmesini taleb eder, bu talebi kabul edilir.


Bediüzzaman tekrar Van'a hareket eder. Van Gölü kenarýndaki Artemit'te (Edremit) o dârülfünunun temeli atýlýr. Fakat ne çare ki Harb-i Umumî'nin zuhuruyla, teþebbüs geri kalýr. Zaten o kýþ Molla Said talebelerine: "Hazýr olunuz, büyük bir musibet ve felaket bize yaklaþýyor" diye haber vermiþti.


Birinci Harb-i Umumîde gönüllü alay kumandaný olarak büyük fedakârlýklar Gösteren "Bediüzzaman, Kafkas cephesinde Enver Paþa ve fýrka kumandanýnýn hayranlýkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptýktan sonra, Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayý Van'a çekildi. Van'ýn tahliyesi ve Ruslarýn hücumu sýrasýnda, bir kýsým talebeleriyle Van kal'asýnda þehid oluncaya kadar müdafaaya kat'î karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Bey'in ýsrarýyla, Vastan kasabasýna çekildi. Vali, kaymakam, ahali ve asker Bitlis tarafýna çekilirken, bir alay Kazak süvarisi Vastan üzerine hücum etmiþti. Molla Said, Van'dan kaçan ahalinin mal ve çoluk-çocuklarýnýn düþman eline geçmemesi için otuz-kýrk kadar kaçamamýþ asker ve bir kýsým talebeleriyle o Kazaklara karþý koymuþ ve hepsinin kurtulmasýný saðlamýþtýr. Hattâ hücum eden Kazaklara dehþet vermek için, geceleyin onlarýn üstündeki yüksek bir tepeye hücum tarzýnda çýkýyor; güya büyük bir imdat kuvveti gelmiþ zannettirerek, Kazaklarý oyalayýp ilerletmiyordu.


Böylelikle Vastan'ýn Rus istilasýndan kurtulmasýna sebeb olmuþtur.


O muharebe zamanlarýnda sipere döndüðü vakit, kýymettar talebesi Molla Habib ile "Ýþârât-ül Ý'caz" namýndaki tefsirini te'lif ediyordu. Bazan avcý hattýnda, bazan at üzerinde, bazan da sipere girdikleri zaman kendisi söylüyor, Molla Habib de yazýyordu. Ýþârât-ül-Ý'caz'ýn büyük bir kýsmý bu vaziyette te'lif edilmiþtir.


Bediüzzaman, o harbde gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcý hattýnda dolaþýrdý.


Avcý hattýnda dolaþýrken, vücuduna dört gülle isabet etmiþ, fakat geri çekilmemiþ ve gönüllülerin cesareti kýrýlmamasý için sipere dahi girmemiþtir. Hattâ bunu iþiten Vali Memduh Bey ve Kumandan Kel Ali, "Aman geri çekilsin!" diye haber gönderdikleri zaman, demiþ:


-Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek...


Hakikaten üç gülle, ölecek yerine isabet ettiði halde; biri hançerini, diðeri tütün tabakasýný delip geçmiþ ve kendisine bir zarar vermemiþtir. Sabahleyin düþmanýn bir taburu ile müsademe ederler, arkadaþlarýnýn çoðu þehid olur. Hattâ yeðeni ve fedakâr bir talebesi olan Ubeyd dahi kendi bedeline þehid düþtükten sonra düþmanýn üç sýra askerini yararak geçip, hayatta kalan üç talebesiyle pek acib bir surette su üzerinde bulunan bir sütreye girer. Hem yaralý, hem ayaðý kýrýk bir halde, otuzüç saat su ve çamur içinde kalýr.


Lâtif bir inayet-i Ýlahiyedir ki; otuzüç saat onlar Rus askerlerini gördükleri ve Ruslar da onlarý aradýklarý halde bulamadýlar. Bu esnada Bediüzzaman, talebeleri olan gönüllü fedâilere hitaben:


-Arkadaþlar! Durmayýnýz... Sizlere hakkýmý helâl ettim, beni býrakýnýz, siz kendinizi kurtarmaya çalýþýnýz, demesi üzerine, fedakâr ve kahraman talebeler:


-Sizi bu halde býrakýp gidemeyiz; þehid olursak, yine hizmetinizde olsun, deyip kalýrlar. Sonra Ruslar esir edip; Van, Celfa, Tiflis, Kiloðrif, Kosturma'ya sevkederler.


Bediüzzaman'ý üserâ kampýna götürürler. Burada þu þekilde þayan-ý takdir bir hâdise cereyan eder. Þöyle ki:


Bir gün Rus Baþkumandaný esirleri teftiþe gelir. Teftiþ esnasýnda, Bediüzzaman kumandana selâm vermez ve yerinden kalkmaz. Kumandan kýzar, belki tanýmamýþtýr diyerek tekrar önünden geçtiði zaman yine yerinden kalkmayýnca, kumandan tercüman vasýtasýyla der: "Beni herhalde tanýmadýlar?"


Bediüzzaman: "Tanýyorum, Nikola Nikolaviç'tir."


Kumandan: "Þu halde Rus ordusuna, dolayýsýyla Rus Çarýna hakaret ediyorlar."


Bediüzzaman: "Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman âlimiyim. Ýmanlý bir kimse, Cenab-ý Hakk'ý tanýmayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kýyam etmem." der.


Bunun üzerine Bediüzzaman divan-ý harbe verilir. Birkaç zâbit arkadaþý, hemen özür dileyerek vahim neticenin önlenmesine çalýþmasýný istirham ederler.


Fakat Bediüzzaman: "Bunlarýn idam kararý, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir."deyip kemal-i izzet ve þecaatle hiç ehemmiyet vermez.


Nihayet idamýna karar verilir. Hüküm infaz edileceði vakit, namaz kýlmak için müsaade ister; vazife-i diniyesini ifadan sonra, atýlacak kurþunlara göðsünü gereceðini beyan eder. Tam bu esnada, namazýný eda ederken, Rus kumandaný gelerek, Bediüzzaman'dan özür dileyip:


-O hareketinizin, mukaddesatýnýza olan baðlýlýktan ileri geldiðine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz, diyerek verilen idam hükmünü geri aldýrýr.


Bediüzzaman, iki buçuk sene kadar Sibirya taraflarýnda esarette kalýr.


"Nihayet esaretten firar ile kurtulup; Petersburg ve Varþova'ya gelmeye muvaffak olur. Bilahare Viyana tarikiyle 1334 senesinde Ýstanbul'a teþrif eder.


Ýstanbul'da Dârülhikmet'te bulunduðu zaman, Sünuhat Risalesinde yazdýðý gayet acib bir vâkýa-i ruhaniye:


Rüyada Bir Hitabe:


1335 senesi Eylülünde, dehrin hâdisatýnýn verdiði yeis ile þiddetle muzdarib idim. Þu kesif zulmet içinde bir nur arýyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadým. Hakikaten yakaza olan rüya-yý sadýkada bir ziya gördüm. Tafsilatý terk ile, bana söylettirilmiþ noktalarý kaydedeceðim. Þöyle ki: Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi: "Mukadderat-ý Ýslâm için teþekkül eden bir meclis-i muhteþem seni istiyor."


Gittim gördüm ki: Münevver, emsalini dünyada görmediðim, selef-i salihînden ve a'sarýn mebuslarýndan her asrýn mebuslarý içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab edip kapýda durdum.


Onlardan bir zat dedi ki: "Ey felaket helaket asrýnýn adamý! Senin de bir reyin var, fýkrini beyan et."


Ayakta durup dedim: "Sorun, cevab vereyim."


Biri dedi: "Bu maðlubiyetin neticesi ne olacak? Galibiyette ne olurdu?"


Dedim: Musibet, þerr-i mahz olmadýðý için, bazan saadette felaket olduðu gibi, felaketten dahi saadet çýkar. Eskiden beri i'la-yý kelimetullah ve beka-yý istiklaliyet-i Ýslâm için farz-ý kifaye-i cihadý deruhde ile, kendini yek-vücud olan âlem-i Ýslâma fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüþ olan bu devlet-i Ýslâmiyenin felaketi, âlem-i Ýslâmýn saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira þu musibet, maye-i hayatýmýz ve âb-ý hayatýmýz olan uhuvvet-i Ýslâmiyenin inkiþaf ve ihtizazýný hârikulâde tacil etti. Biz incinir iken, âlem-i Ýslâm aðlýyor. Avrupa ziyade incitse, baðýracaktýr. Þayet ölsek, yirmi öleceðiz, üçyüz dirileceðiz. Hârikalar asrýndayýz. Ýki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz maðlubiyetle bir saadet-i âcile-i muvakkata kaybettik; fakat bir saadet-i âcile-i müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz'î ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniþ istikbal ile mübadele eden kazanýr.


Birden meclis tarafýndan denildi: Ýzah et!


Dedim: Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ý beþer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beþer esir olmak istemediði gibi, ecîr olmak da istemez. Galib olsa idik, hasmýmýz düþmanýmýz elindeki cereyan-ý müstebidaneye belki daha þedidane kapýlacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimane, hem tabiat-ý Âlem-i Ýslâma münafý, hem ehl-i imanýn ekseriyet-i mutlakasýnýn menfaatine mübayin, hem ömrü kýsa, parçalanmaya namzeddir. Eðer ona yapýþsa idik, âlem-i Ýslâmý fýtratýna tabiatýna muhalif bir yola sürecek idik.


Þu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnýz zarar gördük. Ve nazar-ý þeriatta merdud ve seyyiatý hasenatýna galebe ettiðinden; maslahat-ý beþer fetvasýyla mensuh ve intibah-ý beþerle mahkûm-u inkýraz, sefih, mütemerrid, gaddar, manen vahþi bir medeniyetin himayesini Asya'da deruhde edecek idik.


Meclisten biri dedi: Neden Þeriat þu medeniyeti reddediyor? (*)

[(*) : Bizim muradýmýz, medeniyetin mehasini ve beþere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahlarý seyyiatlarý deðil ki; ahmaklar o seyyiatlarý o sefahetleri mehasin zannedip taklid edip malýmýzý harab ettiler. Medeniyetin günahlarý, iyiliklerine galebe edip seyyiatý hasenatýna râcih gelmekle, beþer iki harb-i umumî ile iki dehþetli tokat yeyip o günahkâr medeniyeti zir ü zeber edip öyle bir kustu ki yeryüzünü kanla bulaþtýrdý. Ýnþaallah istikbaldeki Ýslamiyet'in kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizliyecek, sulh-u umumiyi de temin edecek.]


Dedim: Çünki beþ menfi esas üzerine teessüs etmiþtir. Nokta-i istinadý kuvvettir. O ise þe'ni, tecavüzdür. Hedef i kasdý, menfaattýr. O ise þe'ni, tezahümdür. Hayatta düsturu cidaldir. 0 ise þe'ni, tenazu'dur. Kitleler mabeynindeki rabýtasý, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfi milliyettir. O ise þe'ni, böyle müdhiþ tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teþci' ve arzularýný tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise þe'ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanýn mesh-i manevîsine sebeb olmaktýr. Bu medenilerden çoðu, eðer içi dýþýna çevrilse kurt, ayý, yýlan, hýnzýr, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. Ýþte onun için bu medeniyet-i hazýra, beþerin yüzde seksenini meþakkate þekavete atmýþ; onunu mümevveh (hayalîgöz kırpma saadete çýkarmýþ, diðer onu da beynebeyne (ikisi ortasýgöz kırpma býrakmýþ. Saadet odur ki: Külle ya eksere saadet ola. Bu ise ekall-i kalilindir ki, nev-i beþere rahmet olan Kur'an ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevanýn tahakkümüyle, havaic-i gayr-ý zarýýriye havaic-i zaruriye hükmüne geçmiþlerdir. Bedeviyette bir adam dört þeye muhtaç iken; medeniyet yüz þeye muhtaç ve fakir etmiþtir. Sa'y masrafa kâfý gelmediðinden hileye harama sevketmekle ahlâkýn esasýný þu noktadan ifsad etmiþtir. Cemaate nev'e verdiði servet haþmete bedel, ferdi þahsý fakir, ahlâksýz etmiþtir. Kurun-u Ulânýn mecmu-u vahþetini bu medeniyet bir defada kustu!


Âlem-i Ýslâm'ýn þu medeniyete karþý istinkâfý ve soðuk davranmasý ve kabulde ýzdýrabý cay-i dikkattir. Zira istiðna ve istiklaliyet hassasýyla mümtaz olan þeriattaki Ýlahî hidayet, Roma felsefesinin dehasýyla aþýlanmaz, imtizac etmez, bel' olunmaz, tabi olmaz... Bir asýldan tev'em (ikiz) olarak neþ'et eden eski Roma ve Yunan iki dehalarý; su ve yað gibi mürur-u a'sar (asýrlar), medeniyet ve Hristiyanlýðýn temzicine çalýþtýðý halde, yine istiklallerini muhafaza, adeta tenasuhla o iki ruh þimdi de baþka þekillerde yaþýyorlar. Onlar tev'em ve esbab-ý temzic varken imtizac olunmazsa, þeriatýn ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim pis medeniyetin esasý olan Roma dehasýyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel' olunmaz...


Dediler: Þeriat-ý Garra'daki medeniyet nasýldýr?


Dedim: Þeriat-ý Ahmediye'nin (A.S.M) tazammun ettiði ve emrettiði medeniyet ise ki, medeniyet-i hazýranýn inkiþaýndan inkiþaf edecektir. Onun menfi esaslarý yerine müsbet esaslar vaz'eder. Ýþte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktýr ki, þe'ni adalet ve tevazündür. Hedef de menfaat yerine fazilettir ki, þe'ni muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabýta-i dinî, vatanî, sýnýfidir ki, þe'ni samimi uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karþý yalnýz tedafü'dür. Hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki, þe'ni ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadýr ki, þe'ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayý tahdid eder, nefsin hevesat-ý süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ý ulviyesini tatmin eder.


Demek biz maðlubiyetle ikinci cereyana takýldýk ki, mazlumlarýn ve cumhurun cereyanýdýr. Baþkalarýndan yüzde seksen fakir ve mazlumsa; Ýslâmdan doksan, belki doksanbeþtir. Âlem-i Ýslâm þu ikinci cereyana karþý lâkayd veya muarýz kalmakla, hem istinadsýz hem bütün emeðini heder hem onun istilasýyla istihaleye maruz kalmaktan ise, âkýlane davranýp onu Ýslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kýlmaktýr. Zira düþmanýn düþmaný, düþman kaldýkça dosttur. Nasýlki düþmanýn dostu, dost kaldýkça düþmandýr. Þu iki cereyan birbirine zýd, hedefleri zýd, menfaatleri zýd olduðundan; birincisi dese "Öl!", diðeri diyecek "Diril!". Birinin menfaatý, zarar - ihtilaf - tedenni - za'fuyumamýzý istilzam ettiði gibi; ötekinin menfaatý dahi, kuvvetimizi ittihadýmýzý bizzarure iktiza eder.


Þark husumeti, Ýslâm inkiþafiný boðuyordu; zail oldu ve olmalý. Garb husumeti, Ýslâm'ýn ittihadýna, uhuvvetin inkiþafýna en müessir sebebdir, baki kalmalý.


Birden o meclisden tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: "Evet ümidvar olunuz, þu istikbal inkýlabý içinde en yüksek gür sada, Ýslâmýn sadasý olacaktýr!..."


Tekrar biri sordu: Musibet cinayetin neticesi, mükâfatýn mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdiniz ki, þu musibetle hükmetti. Musibet-i amme, ekseriyetin hatasýna terettüb eder. Hazýrda mükâfatýnýz nedir?
Gönderen: 31.07.2005 - 19:12
Bu Mesaji Bildir   muhammed yusa üyenin diger mesajlarini ara muhammed yusa üyenin Profiline bak muhammed yusa üyeye özel mesaj gönder muhammed yusa üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
mimli uye su an offline mimli uye  
Ne zman uyanacağız ?
206 Mesaj -
Kurulup yollarýn baþýna ne tuzaklar duruyor,
Bir insan uðruna Ya Rab ! Ne güneþler batýyor ?


:(


Mesaj 1 kez düzenlendi. En son mimli uye tarafından, 31.07.2005 - 20:27 tarihinde.
Gönderen: 31.07.2005 - 20:27
Bu Mesaji Bildir   mimli uye üyenin diger mesajlarini ara mimli uye üyenin Profiline bak mimli uye üyeye özel mesaj gönder mimli uye üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
aledingildoni su an offline aledingildoni  
28 Mesaj -
Su adamin adini dogru duzgun yazin bea.
Ya Said Nursi yazacaksin
ya da Said-i Nurs.

Said-i Nursi yazarsan seni goren arap olur harap.
Gönderen: 31.07.2005 - 23:58
Bu Mesaji Bildir   aledingildoni üyenin diger mesajlarini ara aledingildoni üyenin Profiline bak aledingildoni üyeye özel mesaj gönder aledingildoni üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Begum su an offline Begum  
S.a
621 Mesaj -
"Avrupa, bir Ýslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doðuracak; Osmanlýlar da Avrupa ile hâmiledir, o da onu doðuracak."

Ne güzel söylemis:(ağlar
Ruh-u sad olsun!
Gönderen: 04.08.2005 - 19:08
Bu Mesaji Bildir   Begum üyenin diger mesajlarini ara Begum üyenin Profiline bak Begum üyeye özel mesaj gönder Begum üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Devadam su an offline Devadam  
Konu icon    Hüdabin
326 Mesaj -
"Zahirde (görünüþte) zulüm olabilir fakat hakikatte adalet tecelli eder."
"Kadere iman eden kederden emin olur."
"Ey nefisperest nefsim..."


Þu sýkýntý ve günahlarla dolu ahirzamanda yolunu þaþýran biz gafil kullarý Kur'an ve sünnetin nurlu yoluna çaðýran ve hikmetli sözlerle gönülleri mest eden üstadýmýz efendimiz Bediüzzaman Said Nursi'yi Cenab-ý Allah cennette yüksek mertebelere nail etsin.
Gönderen: 05.08.2005 - 08:29
Bu Mesaji Bildir   Devadam üyenin diger mesajlarini ara Devadam üyenin Profiline bak Devadam üyeye özel mesaj gönder Devadam üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
KARASEVDALI su an offline KARASEVDALI  
BISMILLAHIRRAHMANIRRAHIM
70 Mesaj -
Selam aleykum kardesler !Allah Razı Olsun senden muhammed_yusa...Anlatdigin icin Allah Razı Olsun


gül gül gül
Gönderen: 08.08.2005 - 00:04
Bu Mesaji Bildir   KARASEVDALI üyenin diger mesajlarini ara KARASEVDALI üyenin Profiline bak KARASEVDALI üyeye özel mesaj gönder KARASEVDALI üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1302 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.77728 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.