0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » SORULAR & CEVAPLAR » sialik????

önceki konu   diğer konu
2 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
IREMkiz su an offline IREMkiz  
sialik????
37 Mesaj -
S.A.

Bir konuda bilenlerden yardim rica ediyorum. Bir arkadasim var. Mezhebi sia. Bilinen dört hak mezhep var. Bu mezhep nasil olustu? Veya islama aykiri birseymi? Yardimci olursaniz sevinirim. Allah razi olsun herkesden
Gönderen: 07.09.2005 - 12:11
Bu Mesaji Bildir   IREMkiz üyenin diger mesajlarini ara IREMkiz üyenin Profiline bak IREMkiz üyeye özel mesaj gönder IREMkiz üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Gast ahmet gunay  
A.S
Misafir
Kelime olarak "mezhep", girilen ve gidilen yol demektir. Kiþinin bir konuda herhangi bir görüþe sahip olmasý, o yöne doðru dönmesine ve gitmesine benzediði için, mecâzi olarak kiþisel görüþler de "mezhep" diye isimlenir. Bu anlamda mesela, "Ebu Hanife'nin mezhebi" demek, sözkonusu edilen meselede onun görüþü, demek olur. Daha sonra "mezhep" terimi; dini konularda bir þahsa ait görüþ ve yorumlarýn bütünü ve bilâhere de, usûl bakýmýndan bir þahsa ait görüþ ve yorumlara katýlan ve ilgili bütün zamanlarý içine alan tüm görüþ ve yorumlar bütünü ve sistemi anlamlarýný kazanmýþtýr. Bu anlamda meselâ "Imam Ebu Hanife'nin Mezhebi" veya "Hanefi Mezhebi" denebilir. Ama Ebu Hanife'nin ve diðer müctehid imamlarýn zamanýnda bu anlamda bir mezhepten söz edilemez. Onun ya da bunun görüþleri vardýr ve herkese ait görüþler diðerlerinden ayrý bir ünite halinde deðildir. Týpký birçok ortaðý bulunan katýþýk bir sürü gibi.

Ýslam'ýn asýl kaynaðý Kur'ân-ý Kerim ve onun açýklayýcýsý olan hadîs-i þeriflerdir. Icma, kýyas ve diðer þer'î deliller de Kur'ân'a tabi olduklarýndan, aslolan yine Kur'ân'dýr ve bu anlamda Kur'ân Ýslam'ýn yegâne kaynaðýdýr. Her müslüman fert için aslolan da Kur'ân'a göre yaþamaktýr.

Islam bütün insanlara ve geldiði andan itibaren bütün zamanlar için gönderilmiþtir. Bu süre içerisindeki olanlar sürekli ve sonsuzdur. Halbuki, Kur'ân-ý Kerim'in ifade ettiði hükümler bu hükümlerin esasý olan ve bizim telaffuz ettiðimiz kelimeler itibariyle, sýnýrlýdýr. Sýnýrlý hükümler sýnýrsýz olaylarý anlatamayacaðýna göre; yenilenen olaylara paralel olarak hüküm üreten bir kaynaðýn olmasý gerekir ki, o da "ictihat"týr. Içtihat, Islâmî hükmü belli olmayan bir olayýn hükmünü Kur'ân'a uygun olarak ortaya koyma çabasý olduðuna, göre, içtihat yapacak þahsýn esas kaynak olan Kur'ân'ý Kerim'i, onun açýklamasý olan sünneti ve bu ikisinin onayladýðý icmaý yeterince bilmesi gerekir. Ta ki, asýl kaynaklar da belirtilen bir hükümden habersizce ve kendi görüþünde aslolana zýt bir hüküm ortaya koymasýn ve olaylar arasýndaki ilgiyi görerek isabetli hüküm verebilsin. Demek ki bu oldukça zor ve herkesin ulaþamayacaðý bir seviyedir. Allah (cc) da "Bilmiyorsânýz zikir ehline sorun" (16/43) buyurduðuna göre Islâm toplumunda, hükmü bilinmeyen olaylarýn sorulacaðý bir bilenin ya da bilenlerin bulunmasý gereði ortaya çýkar. Ýþte bunlar müctehidlerdir ve genel kabul gören görüþe göre her devirde yeterli sayýda müctehit yetiþtirmek, Islâm milleti üzerine "Farz-ý Kifâye" düzeyinde bir borçtur. Çünkü her devirde hükmü belli olmayan meseleler ortaya çýkabilmektedir.

Allah Rasûlü hayatta iken vahiy devam ettiði için yeni yeni ortaya çýkan meselelerin hükmünü öðrenmek problem deðildi. Rasûlullah'ýn vefatýndan sonra ve ona yetiþen arkadaþlarýnýn (sahabe) var olduðu sürede ortaya çýkan meselelerin hükmü, onlara soruldu ve onlarýn müctehid olanlarý ayetler ve hadisler ýþýðýnda görüþlerini açýkladýlar. Arkasýndan onlarý izleyenler (tabi'ûn) geldi. Meseleler de çoðaldýkça çoðaldý. Bu meseleleri de tâbi'ûnun müctehidleri cevaplandýrdýlar, bu meseleler hakkýndaki görüþlerini, yani mezheplerini açýkladýlar ki, imam Ebu Hanife ve Imam Malýk bunlardandýr ve o dönemde onlar gibi daha yüzlerce müctehid vardýr. Mes'elesi olan vatandaþ gidip onlardan herhangi birisine sordu ve davranýþýný ona göre ayarladý. O dönem bu açýdan çok zengin bir dönem oldu ve bu dönemin müctehidleri onbinlerce meselenin hükmünü tesbit etme baþarýsýný gösterdiler. Büyük imamlar olan Ebu Hanife, Mâlik, Þafiî ve Ahmed b. Hanbel (Allah onlardan razý olsun) hem birçok meziyetleriyle halk tarafýndan benimsendikleri, hem de daha çok mesele hallettikleri için onlarýn görüþlerine, yani mezheplerine daha çok baþvurulur oldu ve onlarýn görüþleri yazýlýp tesbit edilebildi. Diðerlerinin görüþleri ya unutulup gitti veya baþkalarýnýn aðzýndan çok sýhhatlý olmayan yollarla ve tektük aktarýlabildi. Dolayýsý ile ictihad adýna en önemli dönem olan o dönemden bize bütünüyle saðlýklý olarak sadece Dört Imam'ýn ve arkadaþlarýnýn görüþleri aktarýlabildi. Onlardan sonra da yüzlerce müctehid gelmiþ olmakla beraber henüz onlar kadar kapsamlý müctehitler çýkmadý. Çünkü onlar iþin kaynaðýna yakýn idiler, hadîslerin sahih olan ve olmayan yollarýný tanýyor, kendilerinden önceki sahabenin ittifak ettikleri noktalarý iyi biliyorlardý. Sonradan zorunlu olarak ortaya çýkan bir sürü hadîs ilmine ihtiyaçlarý yoktu. Arapçanýn henüz bozulmadýðý bir dönemde yaþýyorlardý ve ictihad için çok önemli olan Arapçayý, çaba göstermeksizin iyi biliyorlardý. Islâm hayata hâkimdi, çaba göstermeden, adý bilgi olarak zaten çok þey biliyorlardý. Ve belki de bütün bunlardan ve daha benzeri meziyetlerden ötürü Allah Rasulü Efendimiz (sav) onlarýn da "hayýrlý asýr"da bulunduklarýný haber vermiþti. Halbuki, daha sonra gelen müctehitlerin, sözünü ettiðimiz konularda fazla bilgiye ihtiyaçlarý oldu. Iþleri arttýðýndan ötürü seviyeleri de öncekilere göre küçük kaldý. Ictihat etmelerine raðmen onlar kadar kapsamlý olamadýlar. Ve o "Dört Imam" hep zirvede kalmaya, tabir caizse rekoru ellerinde tutmaya devam ettiler.

Böyle bir özetten sonra baþlýkla ilgili soruya dönelim: Madem ki, esas olan Kur'ân-ý Kerim ve onu açýklayan sünnet-i seniyyedir, öyleyse bir müslümanýn ille de "Dört Imam"dan birini taklid etmesi ve Kitab'a-Sünnet'e deðil de onun görüþlerine uymasý þart mýdýr? Böyle bir soruya cevap olarak söyleyeceðimiz ilk þey; onlara uymanýn Kitap ve Sünnet'e uymaktan baþka bir þey olduðu izlenimini vermenin, yanýlgý ya da yanýltmaca olduðudur. Çünkü onlara uymak ve onlarý taklid etmek, Kitap ve Sünnet karþýsýnda onlarýn görüþlerini benimsemek demek deðil, Kitap ve Sünnete onlarýn yorumu ve anlayýþý ile baðlanmak demektir. Tâbi olunan yine Kitap ve Sünnet'tir. Herkesin Kitap ve Sünneti yeterince bilip kavramasý zor (imkansýz deðil) olduðundan herhangi bir büyük imamý (müctehidi) taklid etmek, pratik anlamda (dini anlamda deðil) vacip, yani gerekli görülmüþtür. Ancak bu gerekliliði dini anlamda "farz" görme yanýlgýsýna da dikkat çekmek gerekir. Çünkü bir þeyin farz ya da haram olduðuna hüküm verme hakký sadece Allah'a ve O'nun, kendi adýna hüküm koyma yetkisi verdiði Resûlüne aittir. Bu konuda genel kabul gören görüþün özeti sudur: Esas olan, Sünnet doðrultusunda Kur ân'ý Kerim'e uymaktýr. Bu yoldan baþka bir yolun olduðunu söylemek ve bu yolu herhangi bir kimseye kapatmak mümkün ve insanlarýn yetkisinde deðildir. Ancak herkesin her konuda ilgili âyet ve hadisleri ve anlamlarýný, nâsih ve mensûh olanlarýný, çeliþkili hadîslerin ve öyle görülen âyetlerin aralarýný bulmayý, icma yapýlan konularý bilmesi ve bunlardan, rehbersiz olarak istifade etmesi de mümkün deðildir. Öyleyse Kitabý ve Sünneti yaþamada bir mezhep imamýný rehber edinmesi gereklidir ve bunun Dört mezhepten biri olmasý konusunda da âdeta icma vardýr. Çünkü belli bir dönemden bize sýhhatli olarak aktarýlan ictihatlar onlarýn ictihatlarýdýr. Bu, onlarýn herhangi bir meselede bu dört görüþ mecmuasýnýn dýþýnda bir görüþün olamayacaðýnda ittifak yani icma etmeleri anlamýna gelir ki, fýkýh usülünde de "mürekkep icma" diye tabir edilir. Icma ise genel kabul gören görüþe göre baðlayýcý bir delildir. Bu, elbette onlardan sonra ortaya çýkan meselelerde ictihat yapmama ve onlarýn görüþlerinin delillerini araþtýrýp güçlü olanýna uymama anlamýna gelmez. Hatta onlarýn ittifaký örften kaynaklanmýþ ise ve bu örf de deðiþmiþ ise, onlarýn ittifak ettikleri görüþün aksine görüþ de ortaya çýkabilir.

Ancak þunu itiraf etmeliyiz ki, herkesi rehbersiz olarak Kitab'a ve Sünnet'e gönderme hatasýna düþüren sebeplerden biri de, hiç bir mezhebin ve mezhep imamýnýn kabul etmediði "mezhep taassubu" olur. Herþeyden önce bilmek gerekir ki, mezhepler birer din deðil, Allah'ýn kelamýný anlamaya götüren yollardan ibarettirler. Þahýslar birer mezhebe baðlý olabilirler, olmalýdýrlar ama Islâm'da mesela, Hanefi devleti Þafiî devleti vb. olmaz. Islâm devleti olur ve devlet kamu yararýný hesap ederek hangi mezhebin görüþü uygunsa onu alýr, uygular. Maalesef mezhepler zaman zaman birer din gibi görülmüþ, "mezhebimizin görüþüne uymayan naslarý mensuh sayarýz ya da uyacak þekilde te'vil ederiz" denebilmiþ, Hanefi olan bir erkeðin Þafiî bir kýzla evlenemeyeceði söylenebilmiþ, bir mescide dört ayrý mihrap dikilip Islâm cemaati bölünebilmiþ ve ne yazýk ki, kýyý da köþede de olsa, mezhepler arasý kavgalar görülebilmiþ ve bir mezhepten öbür mezhebe geçmek, ya da diðerinden bir hüküm almak dinden çýkmakla eþdeðer görülebilmiþtir. Bunlar elbette hiçbir zaman genel kabul halini almamýþtýr. Ama az da olsalar bir baþka ifratýn çýkmasýna sebep olmuþlar ve mezhepleri hiç tanýmayan bir diðer ucun doðmasýna sebep olmuþlardýr. Halbuki, bu konuda en makul ölçü þudur:

Bir mezhepten diðerine geçis, ya mukallidin muhtaç olduðu bir meselede o mazhebin görüþünü taklid etmek þeklinde olur ki, bunda bir beis yoktur ve câizdir.

Ya mezheplerin kolay taraflarýný araþtýrmak ve ihtiyaç yokken sýrf nefsinin arzusuyla iþine gelenleri almak þeklinde olur ki, bu câiz deðildir. Çünkü bu bizi, kabul edilmeyen telfike ve "mürekkep icma" ile câiz olmadýðýnda ittifak edilen sonuçlara götürür. Ancak bunu yapaný dahi dinen la'netlememiz mümkün deðildir. Yaptýðýnda deðil, yaptýðýnýn sonucunda hata vardýr.

Ya da bir meselede araþtýrma ve ictihat sonucu olarak ortaya çýkar. Bu durumda araþtýrýcý bu makama, yani müctehitlerin delilleri arasýnda tercih yapabilme makamýna ehil ise ve tarafsýz ise bunda da bir beis yoktur. Deðilse bu da câiz olmaz denmiþtir.

Hatta "avamýn mezhebi yoktur" esasýnca, avamdan olan birisi, ilk defa önüne çýkan herhangi bir meselenin hükmünü herhangi bir müctehid imama soruyormuþ gibi, herhangi bir mezhepten alabilir ve artýk ona göre yaþar. Elbette bu görüþleri daha geniþ ve daha dar tutanlar da vardýr. Ama en güzeli "orta yol"u izlemektir.

Özetlersek: Herkes için aslolan yaptýðý hareketin gerekçesini (delilini) bilmek ve sünnetin açýklamalarý doðrultusunda Kur ân-ý Kerim'e göre yaþamaktýr. Allah, "ölen de bir delille ölsün, yaþayan da bir delille yaþasýn" buyuruyor.

Dolayýsý ile bir mezhebe baðlý olarak yaþamak dini anlamda bir farz deðildir ama kolaylýk esasýna göre pratik anlamda bir farzdýr.

Mezhepler sayesinde sünnetin her çesidi uygulama alaný bulur ve Ýslam'ýn her yere ve zamana göre yaþanabilen bir din olduðu ortaya konulmuþ olur.

Bir mezhebe göre yaþama sayesinde Islâm toplumunda birlik, âhenk, tecanüs ve ittifak oluþur, toplumun ömrü uzun olur. Osmanlýyý belki bununla izah edebiliriz.

Mezhep, Kur'ân'da ve Sünnette bulunup açýk olmayan, ya da hiç bulunmayan konular hakkýndaki görüþ demek olduðuna göre, "dört mezhep de nereden çýktý?" deyip herkesi güya Kur'ân'a ve Sünnete göndermek aslýnda dört deðil, dörtyüz milyon mezhep kabul etmek demektir. Çünkü herþey Kur'ân'da bulunsaydý zaten mesele olmazdý. Bu yüzden, yukarýda da iþaret ettiðimiz gibi, mesela Hanefi Mezheb'ine baðlý yaþamak, Kur'ân'ý ve Sünneti býrakýp Ebu Hanife'ye uymak demek deðil, belki Kur'ân'ý ve Sünneti onun anlayýþý ile kabullenmek, yani Kur'ân'a ve Sünnete Ebu Hanife penceresinden bakmak demektir.

Tek bir konuda Resûlullah Efendimizden deðiþik uygulama ya da takrirler bulunabildiðine göre, tek bir mezhebin bulunmasýný istemek, Sünnetin bir kýsmýný budamak demektir. Halbuki buna bizim hak ve yetkimiz yoktur.

Sünnetin bu deðiþik uygulamalanna göre bazan deðiþik görüþlerden oluþan mezhepler bir zenginlik ve kolaylýk sebebi olmuþlardýr. Çeþitli zaman ve zeminlere göre birisinde týkanan yol diðerinde devam ettirilebilmektedir.

Öyle ise:

Ýslam'ýn bir alternatýf güç olarak kendisini gösterme kabiliyetinde olduðu günümüze benzer zamanlarda, müslümanlarýn meselesi mezheplerin meþruluk ya da gayrý meþruluðunu tartýþma olmamalýdýr. Böyle zamanlarda bu meseleler kasýtlý olarak körükleniyor ve müslümanlarýn birbirleriyle uðraþmalarý ve daðýlmalarý saðlanmýþ oluyor olabilir. Bu, müslümanlarýn bir iç meselesidir ve hariçte ugraþacak meseleleri kalmayýnca bunu kendi aralarýnda tartýþabilirler.
Gönderen: 07.09.2005 - 12:33
Bu Mesaji Bildir   Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1669 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
Takoral (54), zemve (61), acercis (55), iboþ-medin.. (61), adalat (45), kenandekan (42), murat_88 (36), aysebusra (39), yitik sevda (35), ozenoglu (45), semerkand1 (46), Zuhur (51), RaSuLuMe_hAsReT.. (39), Þükrü Ö&e.. (60), yarin_81 (41), fatihomer68 (44), hatice.y (30), Cici Kiz Tuba (36), kuala (53), cafeerciyes (39), Mehmetcebe (43), JonTÜRK (43)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 1.06223 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.