0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » ANA, BABA ve ÇOCUKLAR

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
ezell su an offline ezell  
ANA, BABA ve ÇOCUKLAR
7 Mesaj


DUYGULAR VE ADETLER

ANDRE MAUROIS

ANA, BABA ve ÇOCUKLAR

Aile üzerine söz söylemem lâzým gelseydi, kendime esas olarak Valéri’nin cümlesini alýrdým: “Her aile, fertlerinden herbirini bunaltan ve onu kendisinde biraz yaþama imkâný kaldýkça yuvadan kaçýrtan, içten ve özel bir sýkýntý gizler. Fakat bununla beraber, onun akþam çorbasý etrafýnda toplanýþta, her ferdin aldatýcý bir tavýr takýnmadan olduðu gibi göründüðü aile meclislerinde duyulan eski ve faziletli bir kudreti de vardýr.”

Bu sözün sevdiðim tarafý, aile hayatýndaki yüðkseklik ve sefaleti ayný zamanda belirtmesidir: Eski ve kudretli bir fazilet... Ýçten ve özel bir sýkýntý... Evet, hemen hemen her aile bu iki kudreti doðurur.

Romanlarý açýnýz, çünkü insan tabiati üzerine bir arada yazýlmýþ sentetik görüþler için büyük romancýlarýn eserlerine baþvurmak lâzýmdýr. Balzac’ta ne buluyorsunuz? Goriot Baba’nýn kýzlarýna olan mutaassýp ve hemen hemen delice baðlýlýðý; fakat ayný zamanda bu kýzlarýn babalarýna gösterdikleri soðuk hainlik; diðer bir romanda karýsýný ve kýzýný cimriliðiyle ezen Grandet’nin nefret uyandýran evi, buna mukabil de, Béatrix’in baþlangýcýnda, le Guennic’in güzel yuvasý. Mauriac’ýn eserlerine bakarsak, orada da bu birbirinin aksi hisleri buluyoruz. “Yýlanlar Yuvasý”nda, öldüðü zaman kendi mal ve parasýný aralarýnda nasýl öleþtireceklerini münakaþa eden oðullarýný akþam, odasýndan duyan ihtiyar ve hasta bir adamýn acýsiyle menfaatleri çarpýþan, birbirlerinden nefret eden, fakat bir arada yaþamak zorunda olan bir grup insanýn trajik ve burjuvalara hâs korkularý. Fakat “Frontenac Esrarý”nda anlatýlamýyacak kadar tatlý bir aile baðý; týpký, kulübelerinin dibinde, vücutlarýnýn temasiyle ýsýnan ve bu müþterek sýcaklýkta korkunç bir âlemle boðuþmak güvenini bulan küçük ve ayný cinsten köpekler arasýnda rastlanan duyguya benzer, kuvvetli bir duygu.

Romanlarý kapatýp hayata bakalým. Orada da ayný þey: Akþam çorbasý etrafýnda toplanýþ... Ýçten ve özel bir sýkýntý... Ýçimizden hangimiz, Valéry’nin bu birisi öven, öteki tenkid eden cümlelerini kendi aile hâtýralarýna uygun bulmaz? Hangimiz hayatýn bir sillesini yedikten sonra, taþradaki ailemizin müsamahakâr sükûnuna sýðýnmamýþýzdýr? Bir dost sizi aklýnýz, bir metres de güzelliðiniz için sevebilir; fakat aileniz sizi menfaat beklemeden, ondan doðduðunuz, onun etinden bir parça olduðunuz için sever. Bu böyle iken, sizi herhangi bir insan grupundan daha fazla sinirlendirip kýzdýran da yine o olabilir. Gençliðin buhranlý bir devresinde, “Bunalýyorum, artýk ailem efradý arasýnda yaþýyamýyorum; beni anlýyamýyorlar, ben de onlarý anlýyamýyorum” dememiþ kim vardýr? Kathérine Mansfield on sekizinde iken, hâtýra defterinde kendisine, “Vazifen kaçmaktýr. Burada kalma!” diye baðýrýyordu. Nihayet kaçýyor, fakat daha sonra, yabancýlar arasýnda hasta düþtüðü zaman, yine ayný defterine: “Þu anda benim için en büyük saadet, büyükannemin gelip beni yataða yatýrmasý, büyük ve sýcak bir çanak sütle ekmek getirmesi ve þurada, yanýbaþýmda, ayakta kollarýný kavuþturmuþ durarak tatlý sesiyle, “Þunu iç yavrucuðum... Nasýl, hoþ deðil mi?” demesidir. Oh! Bundan daha mucizevî bir bahtiyarlýk olur mu?” diye yazan yine odur.

Gerçek olan þudur ki, aile de, evlenme gibi, yüksekliði yüzünden karýþýk bir hal alan kurumlardan biridir. Ölü olduklarý için, yalnýz mücerret fikirler basittir. Aile bir kanuncunun kafasýndan çýkmýþ mücerret bir kurum deðildir. O, insanlarýn cins itibariyle ikiye ayrýlmýþ olmasýnýn, insan oðlunun zaafýnýn ve bu zaaftan doðan anne sevgisiyle babanýn hem anneye, hem de çocuklarýna karþý duyduðu sevginin tabiî bir sonucudur. Konumuzu bir sýraya koymak düþüncesiyle, önce bu büyük kurumun deðerli taraflariyle, tehlikeli taraflarýný inceliyeceðiz.

Faziletlerinden baþlýyalým. Çift hakkýnda söylediðimizi aile hakkýnda da söyliyebiliriz: Sosyal bir bað olarak kuvveti, içgüdülere dayanmasýndan gelir. Bir anneyi çocuðuna baðlýyan duygu, hiçbir anlaþmazlýða meydan býrakmýyan, tamamiyle sâf ve güzel bir duygudur. Çocuk için anne bir tanrýçadýr. Kuvvet, kudret onun tarafýndadýr. Çocuðu o besliyorsa, bütün sevinç ve hayatýn kaynaðý olur. Hattâ beslemeden sade baksa bile, anne yine acýyý yok eden, her zaman göðsüne sýðýnýlabilecek olan, zevki, sýcaklýðý, tatlýlýðý, sabýr ve güzelliði sunan bir varlýktýr. Çocuk da anne için bir tanrýdýr.

Gerek annelikte, gerek aþkta, fedakârlýðý yaratan kendinden baþkalarýný sevmek arzusudur. Aile de, evlenme gibi, anne sevgisi vasýtasiyle içgüdüye dayanýr. Cemiyetin mevcut olabilmesi için “insaniyetin sevmeyi öðrenmesi gerektir.” Ýnsaniyet de sevmesini bilhassa anne sevgisiyle öðrenir. Bu o kadar doðru bir olaydýr ki kadýnýn erkeðe karþý duyduðu sevgide bile anne sevgisi gibi bir þey vardýr: George Sand, Musset’yi, Chopin’i seviyor muydu? Evet; fakat bu, þehvet duymaktan ziyade annece bir sevgiydi. Nadir görülen bir hal mi diyeceksiniz? Hayýr, sanmýyorum; Madame de Warens’i, Madame de Berny’yi düþünün...

Korumak ihtiyacý birçok kadýnlarda, anne sevgisinin bir devamlý bir hali olarak yaþamaktadýr. Kadýnlarýn kuvvetli bir erkeðe baðlanmalarý zâhirî bir haldir; onlar daha ziyade baðlandýklarý erkeðin zayýf noktalarýný severler. (Bunun hakkýnda Shaw’un “Candida” ve “Çukulâta Asker” adlý eserlerini okuyunuz).

Çocuða gelince, o da, gerçekten anne olan bir anneye sahip olmak saadetine malik olursa, hayatýnýn ilk günlerinde hudutsuz ve karþýlýk istemiyen bir sevginin ne demek olduðunu bir anneden öðrenir. Ömrünün daha ilk yýllarýnda, dünyanýn tamamiyle menfi olmadýðýný; orada kendisini sevgiyle karþýlýyacak eller, daima hazýr bir þefkat bulunabileceðini, tam, sâf bir güven besliyen ve mukabilinde hiçbir þey istemeden her þeyi veren varlýklar mevcut olduðunu yine anne sevgisiyle öðrenir. Hayata bu þekilde baþlamýþ olmak bir çocuk için eþsiz bir mânevî mazhariyettir. Baþarýsýzlýk ve felâketlere raðmen, hayata karþý güvenlerini sonuna kadar saklýyabilen iyimser insanlar, daha çok iyi bir anne tarafýndan büyütülmüþ olanlardýr. Tersine, fena bir anne, beceriksiz ve haklý hareket etmiyen bir anne, çocuðu hayata en trajik bir þekilde baþlatan ve dünyaya kötümser ve daima kaygýlý insanlar yetiþtiren fena bir mürebbiyedir. “Aile Ocaðý” adlý eserimde, anne ile çocuðu arasýndaki uyuþmazlýðýn bir çocuk ruhunu nasýl zehirlediðini göstermiye çalýþtým. Bununla beraber, çok müþfik, çok hisli bir annenin de çocuðuna, hele erkek çocuðuna, onda yaþýndan evvel çok kuvvetli ve ihtiraslý duygular uyandýrmasý bakýmýndan çok fenalýðý dokunabilir. Stendhal bu konuya el atmýþ, D. H. Lawrence ise bütün eserini hasretmiþtir. Ýleride nesillerini birbirleriyle olan ilgilerini incelerken, bu nokta üzerine yine döneceðiz ve ayný zamanda daha yavaþ yavaþ doðan baba sevgisini konuþacaðýz.

Ailenin faziletlerini ve kötü taraflarýný incelemeden ilk öðrendiðimiz þey, o halde, þu oluyor: Aile ilk çocukluk devresinde bir çeþit “sevgi çýraklýðý”dýr. Hiç þüphe yok ki bizi kýzdýrmasýna raðmen aile muhitinde bulunduðumuz zaman duyduðumuz garip saadet de bundan ileri gelmektedir. Bununla beraber; aile ocaðýna koþarken bizde mevcut olan güvenin sebebi sade bu hâtýra deðildir. Aile ayný zamanda, Valéry’nin de söylediði gibi, herkesin kendisini “olduðu gibi” gösterdiði bir yerdir.

Bu çok büyük ve nâdir bir lûtuf mu? Elbette hayýr. Çünkü hayatta bir rol oynamýya mecburuz. Ona göre bir vaziyet takýnýrýz. Herkes bize bir þahsiyet vermiþtir. Resmî vazifeler görürüz. Bir cinayet içinde yaþarýz. Bir piskoposun, bir profesörün ve bir satýcýnýn hayatlarýnýn büyük bir kýsmýnda, “kendileri olmýya” haklarý yoktur.

Birleþmiþ bir yuvada, bu sosyal rol sýfýra düþer. Bir ailenin akþam yemeðinden sonraki durumunu gözlerinizin önüne getirin: Bir koltuða gömülmüþ olan baba gazetesini okur veya uyuklar. Anneyi yün örer veya büyük kýziyle bir ev kadýnýnýn hayatýný karartan üç dört meseleyi gözden geçirir. Oðullardan biri yavaþ sesle þarký söyliyerek bir hafiye romaný okur. Ýkincisi bir elektrik prizini sökmekle meþguldür. Üçüncüsü radyoda dalgadan dalgaya geçerek söylev veya müzikleri arar. Bütün bunlarýn hepsi akortsuz bir gürültü yaratýr. Radyonun gürültüsü babanýn okumasýný veya uykusunu bozar. Babanýn sessizliði anneye üzüntü verir. Anneyle kýzýn özel konuþmasý oðullarý çileden çýkarýr. Zaten yuvada kimse duygularýný saklamaz. Orada istiyen surat asabilir, sinirlenince kýrýcý hareketler yapabilir, sorulara cevap vermiyebileceði gibi sebep yokken çýlgýnca bir sevinç gösterebilir. Her fert, anne ve babalarýnýn böyle olduklarýný ve mümkün olduðu müddetçe onlarý olduklarý gibi kabul etmek gerektiðini bilir. “Samimi, teklifsiz” kelimesinin çift mânasýna bakýn. Ne iyi bir misal. Teklifsiz bir hareket demek, çok tekrarlanma yüzünden artýk þaþýrtmaz olmuþ bir hareket demektir. Bir aile dostu için “O yabancý deðildir, ailedendir”, denmiye baþlanýnca, bu onun önünde, cemiyet içinde yapýlamýyacak kadar “lâübalî” hareket edilebilir demektir.

Bütün bu aile fertleri, yuvada “sarhoþ” eden bir saadet bulamazlar; fakat orada olduklarý gibi görünmek hakkýný, her zaman oraya kabul edilmek kat’iyetini, rahatý ve Mauriac’ýn teþbihini kullanýrsak “hayvanî ve emniyet veren bir sýcaklýk” bulurlar. Bilirler ki orada birbirini tanýyan ve lâzým olunca birbirlerinin mesuliyetini yüklenecek insanlar arasýndadýrlar. Meselâ birisi birdenbire baþýnýn aðrýdýðýný, ateþi olduðunu söylese, derhal kovan içinde bir telâþ kendini gösterir. Kýz kardeþ bir yatak hazýrlamýya koþar; anne hasta ile meþgulken, erkek çocuklardan biri, soluðu eczanede alýr. Hasta olan kendini kat’iyen yalnýz kalmýþ hissedemez. Aile ocaðýndan mahrum bir kimse ise, bu geniþ dünyada soðuktan tirtir titremiye mahkűmdur. Amerika, Almanya ve 1914 harbinden sonraki Rusya gibi aile hayatýnýn deðiþik sebepler yüzünden zayýflamýþ bulunduðu memleketlerde insanlar, halk kütlesine sokulmak, onlarla birlikte düþünmek ihtiyacýný duyuyorlar. Dost ve sýcak bir aile grupunun noksanlýðýný gidermek için milyonlarca insanýn his ve hayatlarýna karýþmak zorunda kalýyorlar. Böylelikle ilk cemiyetlerdeki birlik hayatýný tekrar bulmýya çalýþýyorlar; fakat bu, büyük bir millet için, daima sunî ve tehlikelidir.

Birbirine baðlý yaþamak sade aile grupuna inhisar etmez. Roma’da yalnýz gerçek akrabalar deðil, fakat uzak akrabalar, müþteriler ve köleler de bir kabîle gibi toplu ve birbirleriyle ilgili yaþarlardý. Bugünkü cemiyette, aile artýk sabit deðildir; fertler daðýlýrlar, fakat hayatýný gürültüsüzce aileye baðlamýþ birçok uzak yeðenlere, bekâr kalmýþ halalara rastlanýr. Meselâ Balzac’ta “Cousin Pons”, “Calixte Hala”; Mauriac’ta “Frontenac Esrarý”ndaki amca gibi... Péguy, klân üyeleri için yorulmak bilmez bir sabýrla üçüncü, hattâ dördüncü batýna kadar pul, niþan vesaire biriktiren o büyük siyasî ve üniversiter aileleri büyük bir kudretle tasvir etmiþtir.



Klân kelimesini kullandým; peki, ilk klânlarla, yazýn plâjda kamp kurmuþ bugünkü aile arasýnda çok büyük bir fark var mý? Anne, orada, kaba çadýr bezi altýnda en küçüklere bakarken, baba daha büyük çocuklarla karides veya kumbalýðý avlanmýya gider. Bu vahþi kabîlenin kendine hâs dili de vardýr. Birçok ailede kelimeler dýþarýdaki mânalarýnda kullanýlmaz. Birçok özel kelime ve tâbirler kullanýlýr ki, bu kelimeler yabancýlara tesir etmediði halde aile fertlerine kahkahayý bastýrýr. Bu klânlardan bâzýlar aralarýndaki bu gizli kapaklý iþlerden o kadar zevk alýrlar ki onlar için diðer insanlar âdeta yoktur. Çok kapalý ve içerisine girilemiyen aileler, çocukluklarý karýþýk geçtiði için ilgi derecelerini tam bulamýyan kardeþler vardýr. Bu aileler için dýþla ilgi imkânsýzdýr. Evlenseler bile, bu sayede aileye giren damat veya gelinler daima yabancý kalmýya mahkûmdurlar. Aileye nüfuz etmek kabiliyeti sayesinde kendilerini aileden saydýrabilenler hariç, bu þekilde dýþarýdan gelenler hiçbir zaman aileden sayýlamazlar. Onlara ya “ördek yumurtalarý” veya “getirilmiþ parçalar” adýný takarlar. Sâf kandan olan aile fertlerinin haklarýna hiçbir zaman sahip olamadýklarý gibi ayný hareketler için daha sert muamele görürler.

Öyle ihtiyar kadýnlar tanýrýz ki onlar için dünyada en önemli insanlar “aileye” mensup olanlardýr. Hattâ hiç görmemiþ de olsalar, yine aile fertleri onlarýn gözünde deðerlerini muhafaza ederler. Bu þekilde aile, sade sevgi deðil, fakat dýþarýya karþý müdafaa, birleþme demek olan ve bütün aileye þamil bir bencilliðe doðru gider. Gide, “Aile bencilliði þahsî bencilliðe nazaran olsa olsa azýcýk daha az çirkindir” diyor. Ben tamamiyle onun fikrinde deðilim. Aile bencilliðinde bir tehlike olmakla beraber, bu duygu, þahsý aþan bir sosyal hayat kuruluþuna yardým eden unsurlardan birisidir.

Yalnýz ailenin çok kapalý kalmamasý, dýþarýdan gelen rüzgârlarla havalandýrýlmasý gerektir. Valéry’nin sözüne dönelim: “Her aile içten ve özel bir sýkýntý gizler...” Yukarýda her ferdin vücut ve fikrinin gevþediði ve hepsinin kendilerini tabiî hareketlerine býraktýðý bir aile toplantýsý tasvir ettik. Dinlenme mi? Evet, fakat bu hürriyet nereye götürür? Bütün frensiz hürriyetler gibi, hayatý güçleþtiren bir anarþiye, Alain, birisinin hoþuna gitmeyen bir þeyin kapalý olarak diðerlerine de yasak edildiði ve konuþmalar yerine homurtular duyulan o aileleri þöyle anlatýyor:

“Birisi çiçeklerin kokusundan, diðeri de baðýrýþlardan rahatsýz olur; kimi akþamlarý, kimi de sabahlarý sessizlik ister; biri dine dokunulmasýný istemez, öteki politikadan söz açýlýnca diþlerini gýcýrdatýr; hepsi birbirine veto hakký tanýr ve hepsi bu hakký büyük bir azametle kullanýr. Biri:

-Senin çiçeklerin yüzünden akþama kadar baþým aðrýyacak, der.

Öteki:

-Saat on bire doðru gürültüyle kapadýðýn kapadýðýn kapý yüzünden sabaha kadar gözümü yummadým, diye sýzlanýr.

“Her biri sýzlanmasýný ailenin bir çeþit parlâmento gibi toplu bulunduðu yemek saatine saklar. Az zaman içinde bu karýþýk imtiyazý hepsi öðrenir ve terbiyenin biricik vazifesi bunu çocuklara öðretmektir.”

Bir gezintide yürüyüþ hýzý nasýl en aðýr yürüyene göre ayarlanýrsa, bu gibi ailelerde de hayat en deðersiz olanlara göre ayarlanýr. Feragat mi? Evet, fakat ayný zamanda ruhî hayat seviyesinin de düþmesi demektir. Bunun delili þudur: Aile sofrasýna yabancý, fakat akýllý bir adam davet edilince, seviye kendiliðinden yükselir. Her zaman sessiz olan veya saçma saçma konuþan bir grup insan, neden birdenbire parlak düþünceli insanlar oluyor? Çünkü davetli yüzünden her zaman sarfetmedikleri bir gayret sarfediyorlar da ondan.

Bu yüzden ailenin kapalý kalmasý iyi deðildir. Ýyi sulanan bir köy gibi ailenin de dýþtan gelecek akýntýlara açýk olmasý gerektir. Yabancý görünmeden de hazýr olabilir. Gerçek mevcudiyeti þart deðildir. O bâzan büyük bir müzisyen, büyük bir þairdir. Protestan ailelerinde, Ýncil’in her gün okunmasýnýn fikirleri nasýl düzenlediðini bir görün. En iyi Ýngiliz yazarlarý arasýnda birçoðu, güzel üslûplarýný bu büyük temasla her günkü temaslarýna borçludurlar. Bilhassa, bugün Ýngiltere’de iyi yazan kadýnlar varsa, bunun biricik sebebi, bu kadýnlarýn Ýncil’in okunmasý yüzünden aile gevezeliklerinden kurtulmalarý ve erkenden yüksek bir üslûpla karþýlaþmalarýdýr. Madame de Sévigné veya Madame de La Fayette gibi 17nci yüzyýl Fransýz kadýnlarý da, Lâtince sayesinde bu þekilde yetiþmiþlerdir. Alain, aile hayatýnda mevcut olan tehlikelerden biri de cümlelerin yarým býrakýlmasýdýr, diyor. Bu tehlikeyi önlemek için aileyi insaniyetin yarattýðý en yüksek eserler ve devamlý bir surette temas halinde bulundurmalýdýr. Hepsinin samimiyetle inandýðý bir din, sanat sevgisi (bilhassa müzik sevgisi), müþterek bir siyasete inanýþ, birbirinin yardýmýna dayanan iþler, bir ailenin seviyesini yükselten þeylerdir.

Aile, fertlerinden birinin istisnaî bir deðeri olduðu zaman, bu kolay kolay ciddiye alýnmaz. Bu ne düþmanlýktan, ne de kýskançlýktan, sadece onu baþka bir zaviyeden görmiye alýþmýþ olmasýndandýr. Bronté kýzkardeþlerin hayatýný okuyun. Onlarýn her þeyden evvel romancý olduklarýný kabul etmiyen bir tek kiþi varsa, o da babalarýdýr. Tolstoy’un karýsý, kocasýnýn dehasýný kabul ediyor, çocuklarý ona hayran oluyor ve onu anlamýya çalýþýyorlardý. Fakat kendileri istemese de, kadýn ve çocuklar onu, büyük bir yazar kabul etmekle beraber, sabit fikirleri, gülünç taraflarý ve saçma hareketleri olan tabiî bir insan olarak görüyorlardý. Kontes Tolstoy için, kocasý, “Hizmetçi kullanmak fena bir harekettir” diyen ve ertesi günü, hiç haber bile vermeden on beþ kiþilik bir þölen istiyen bir adamdý.

Ailede, herkesin nihayet istediði gibi yaþayabileceðini, “ne ise o” olacaðýný söyledik. Evet, fakat; daha da fazlasý olamaz; seviyesinden de yukarý çýkamaz. Meselâ aileden bir aziz çýksa, hepsi buna hayret eder. Bir kahraman da bir konserdeki yanlýþ nota gibi sýrýtýr. “Aile dehâyý inkâr etmezse de ona gösterdiði saygý þekliyle deðerini azaltýr.” Çünkü bu þekil kat’iyen onun fikirlerini anlamak deðil, sadece ailede bir dâhi çýkmasýndan sevinç duymaktýr. Meselâ Dupont ailesinden büyük bir vâiz veya büyük bir devlet adamý çýksa, Dupont’lar vâizin sözleri kendilerine dokunuyor veya devlet adamýnýn baþardýðý devrimler faydalýdýr diye deðil, fakat Dupont adýnýn gazetelerde çýkmasýný þerefli ve meraklý bulduklarý için sevinirler. Ýhtiyar hâlâ coðrafyacý olan yeðeninin konferanslarýný coðrafyayý sevdiðinden deðil, sadece yeðenini sevdiðinden ötürü dinlemiye gider.

O halde ailede müsavat taraftarý bir kifayetsizlik, fikir üstünlüðünü kabul etmeyiþ vardýr. Ýþte, aileye karþý baþ kaldýrmalarý, bu duygu izah eder. “Dünya Nimetleri” adlý eserinde André Gide, aileyi þu sözlerle batýrýr: “Aileler, kapalý yuvalar, sizden nefret ediyorum!” Size onun “Sefih Çocuk” adlý eserini ve kurtuluþ, hürriyet tavsiye etmek için aðabeyin küçük kardeþini nasýl çaðýrdýðýný da hatýrlatýrým. En iyi ve en büyük insanlarýn hayatlarýnda, böylece, kaderin kendilerine verdiði büyük vazifeyi yerine getirmek için, bu ýlýk yuvadan, bu çok kolay sevgiden ve karþýlýklý müsamahadan kaçýp uzaklaþmak gerektiðini duyduðu anlar olmuþtur. Bu, Tolstoy’un manastýra, ölüme doðru kaçtýðý, bu, gencin “Ananý babaný býrakacaksýn!” diye çaðýran sesi duyduðu, bu, Gauguin’in Tahiti’de bir resim keþiþi gibi yaþamak üzere çoluk çocuðunu býrakýp kaçtýðý andýr. Her birimiz, hayatýmýzda hiç olmazsa bir kere aðabeyimizin çaðýrýþýný duymuþ ve kendimizde, yuvayý býrakýp kaçan o “sefih çocuk”u sezmiþizdir.

Bana öyle geliyor ki bunda bir his aldanmasý vardýr. Aileden kaçmak, yani önce tabiî, sonra iradî olan ve bizi ailemize baðlýyan baðlarý býrakmak demek bence daha az tabiî olan baþka baðlara koþmak demektir. Çünkü insan yalnýz yaþýyamaz. Bu, manastýra, edebî âleme kaçmaktýr ki onlarýn da kendilerine hâs müsamaha, esaret ve kayýtsýzlýklarý vardýr, veya sadece, Nietzsche gibi, çýlgýnlýða doðru gitmektir. “Baþýboþ ruh mücerret fikirler arasýnda mahvolur.” Marc-Auréle’in çok güzel bir þekilde söylediði gibi marifet günlük olaylar dýþýnda büyük olmakta deðil. Fakat bulunulan yerde büyük kalmaktadýr. Aile hayatýndan kaçmak kolay, fakat boþ ve yersiz bir harekettir. Asýl güç ve güzel olan þey, aile hayatýný deðiþtirmek ve yükseltmektir. Yalnýz tabiî olan bir þey varsa, o da nankör yaþ denilen ve gençlerin ailenin yüksekliðinden ziyade içinde yaþattýðý esareti gördükleri bir an vardýr. Bu noktayý iyi anlamak için, önce, aile içinde nesillerin birbiriyle olan ilgilerini daha kesin ve daha açýk bir þekilde incelememiz gerekiyor.

Bu ilgilerin baþlangýçta, ilk çocukluk çaðýnda, nasýl olduklarýný daha önce söyledik. Tabiî olan þekil þu: Annede içgüdüden doðan ve hudutsuz bir þefkat, çocukta taparcasýna bir sevgi ve güven. Daha uzaða gitmeden evvel, görünüþte tesirsiz sanýlan bu çaðda ana baba tarafýndan yapýlan hatâlar hakkýnda birkaç söz söylemek gerek. Bunlarýn en sýk görüleni þýmarýk çocuk yetiþtirmek, yani gerçekte kuvvetsiz olduðu halde, kendisini çok kuvvetli sanmýya alýþtýrýlan ve görünüþteki kuvveti ana babasýnýn zayýflýðýndan doðan bir çocuk meydana getirmektir ki bundan daha tehlikeli bir þey olamaz. Karakter daha hayatýn ilk aylarýnda teþekkül eder. Doðumdan bir yýl sonra, ya bir disiplin tanýyan veya hiçbir disiplin tanýmýyan bir insan yetiþtirmiþ olursunuz. Þu sözü daima duyarým, (ben de sýk sýk söylemiþimdir):

-Ýnsanýn çocuklarý üzerindeki tesiri az oluyor; karakterler neyse odur, elden bir þey gelmez ki!

Evet ama, çok defa ilk terbiye ile bu karakterler baþtan yaratýlabilir; hem de akla en az gelen bir terbiye ile, çocuða daha ilk günlerden baþlamak üzere bir nizam itiyadý vererek. Çünkü disiplin tanýmýyan bir çocuk acý çekmeye mahkűmdur. Hayat ve cemiyetin deðiþmez kanunlarý vardýr. Herkes kendi yolunu kendi açar, hem de zahmetle, býçak ve balta ile, sabýr, feragat ve metanetle. Þýmarýk çocuk ise, yalan ve hayalî bir âlemde yaþar; son nefesine kadar, bir gülümsemenin, bir hiddetin acýma ve sevgi uyandýracaðýný sanýr. Çok zayýf ana baba tarafýndan gördüðü gibi, karþýlýksýz sevgi ister. Hepimiz ihtiyar þýmarýk çocuklar görmüþüzdür. Dehâ sahibi olduklarý için iktidar mevkilerine kadar yükselmiþ, fakat orada yaptýklarý çocukça, þýmarýk bir hareketten ötürü her þeyi kaybetmiþ adamlara rastlamýþýzdýr. Atmýþ yaþýna geldiði halde, hâlâ bir surat asma ile istediðini elde edeceðini sanan kadýnlar çoktur. Bunu önlemenin en iyi çaresi, annenin daha çocuk ilk aylarýnda hayat hakkýnda sessizce esaslý bilgiler edinilirken, ona disiplini öðretmesidir.

Doktor Adler, çocuklarý arasýnda tarafsýz olamýyan beceriksiz annelerin ne büyük fenalýklara yol açtýklarýný ve ne kadar hasta ruhlu çocuklar yetiþtirdiklerini göstermiþtir. Birçok yuvalarda, kýz ve erkek kardeþler arasýnda ilgi birer dostluk örneðidir. Yalnýz bunun tabiî olduðunu sanmak ihtiyatsýzlýk olur. “Düþman kardeþler” medeniyetin baþlangýcýndan beri görülüp tasvir edilmiþ trajik durumlardan biridir ve durmadan tekrarlanan bir dramdýr.

Doðum sýrasýna göre çocuklarýn iþgal ettikleri yer karakterin teþekkülünde oldukça büyük bir rol oynar. Birinci çocuk hemen hemen her zaman þýmarýktýr. Onun hareketleri, gülümsemeleri henüz birbirine tutkun olan yeni çifte sanki hiç iþitilmemiþ ve güzel bir hâdise olarak görünür. Ailenin bütün dikkati onun üzerine toplanýr. Onun bunu farketmediðini sanýrsanýz, aldanýrsýnýz... O, tersine, bu dikkatin, bu her þeyde esas oluþunun kendisine yapýlmasý gereken bir muamele olduðunu kabule kadar varýr.

Þimdi bir ikinci çocuðun doðduðunu kabul edelim. Bu takdirde ilk doðan, ana baba þefkatini yeni gelenle paylaþmak zorunda olduðunu, hattâ ikinci uðruna kendisinin ihmal edildiðini görünce acý çekecektir. Annede en zayýfýn kendisine ihtiyacý olduðu hissi vardýr. Bu da tabiî bir duygudur. Ýlk çocuðunun büyümesi bile onu üzer. Sevgisinin büyük bir kýsmýný yeni gelene verir. Bu hal, ilk çocuðun tam teþekkülde bulunan ruhunda, silinmesi çok zamana bakan derin ve acý izler býrakacak âni bir deðiþikliktir. Umumiyetle duygular çocuk ruhunda o kadar trajik bir kuvvet kazanýrlar ki bu yüzden yeni gelenin ölümünü temenniye kadar varýrlar. Bâzýlarý sýzlanma yoliyle dikkati kendi üzerine çekmiye çalýþýr. Zayýf insanlar için hastalýk ekseriye bir zafer vasýtasýdýr. Kadýn yaþadýðý muhitin merkezi olmak için acýma uyandýrmak yoluna baþ vuran klâsik bir tiptir. Çocukta da bu gibi gayri þuurî komedilere baþ vurmak kabiliyeti vardýr. Ýkinci çocuðun doðumuna kadar çok akýllý uslu olanlar bile, bu doðumdan sonra tahammül edilmez olurlar ve yaptýklarý binlerce yaramazlýkla ana babayý hem kýzdýrýr, hem de hayret içerisinde býrakýrlar. Halbuki gerçekte, biçareler kendilerine ilgi toplamýya çalýþýyorlardýr. Adler, büyük çocuk ruhunun bütün hayatý boyunca kendini belli edeceðini ileri sürüyor. Ben de bunu birçoðu için doðru buluyorum. Ýlk doðanýn geçmiþle ilgisi, menfaati çoktur. Bu yüzden o muhafazakâr, bâzan da melânkoliktir. Ýlk çocukluk çaðýndan söz açmasýný sever; çünkü en bahtiyar olduðu zaman o çaðdýr. Ýkincisi ise gelecekte, aðabeysini geride býrakacaðý istikbalde yaþar.

O, olaný yýkmak istiyen alaycý bir tabiattedir.

Son doðan da, hele aðabeyleriyle arasýnda büyük bir yaþ farký olduðu zaman, þýmartýlan bir çocuktur. Fakat son doðmuþ olmanýn ona kazandýrdýðý durum elinden hiçbir zaman alýnamýyacaðý için, hepsinden daha bahtiyar bir çocuktur. Aðabeyleri tarafýndan da iyi karþýlanýr; çünkü ona karþý âdeta ana baba hali takýnýrlar. O, ailenin daima “en küçük ve en sevgilisidir.” Çok defa da hayatta baþarý gösterir. Sebebi de önce kendisine olan güven, sonrada kendinden daha yaþlý erkek ve kýz kardeþleriyle büyüdüðü için, onlar tarafýndan yetiþtirilmiþ olmasýdýr; üstelik onlarý da geçmiye çalýþýrlar. Böylece doðumlarýndaki gecikmeyi telâfi ederler.

Ana baba, çocuklarýna karþý gösterdikleri sevgide müsavat gütmiye çok dikkat etmelidirler. Bu sevgi gerçek olmasa da (çünkü kimi çocuk kendini ötekilerden daha fazla sevdirecek kadar hoþ tabiatli olabilir), hiç olmazsa çocuklarýn önünde, görünüþte bir müsavat güdülmelidir. Dikkat edilecek diðer bir nokta da, ana baba arasýnda çýkan anlaþmazlýðý çocuklara sezdirmemektir. Bir, küçük çocuðun sihirli kâinatýný, bir de tanrýlar gibi bildiði ana babasý arasýnda muharebe olduðunu görünce duyacaðý irkilmeyi düþünün. Önce bundan acý çeker, sonra da saygýsýný kaybeder. Hayatta her þeye baþ kaldýran erkek ve kadýnlar, gençliklerinde sýk sýk ana babalarýnýn tavsiyeleriyle karakterleri arasýnda aþýrý isabetsizlik görmüþ olanlardýr. Anasýný hiçe saymýþ olan bir kýz, sonra herkesi hiçe sayacaktýr. Babalarýnýn zulmünü gören çocuklar, hele kýzlar, uzun zaman evlenmeyi korkunç bir esaret gibi görürler. “Ailede gerçek bahtiyarlýða kavuþmak, çocuðu tarafýndan kendilerine saygý gösterilmesini saðlýyabilen ve ona kendileri de saygý gösteren ve lâzým olduðundan ne az, ne de çok disiplin tatbik etmiyen ana babaya müyesser olur. Böyle olunca, çocuðun hürriyet istediði çaða geçiþi onlarýn sayesinde ve onlarýn menfaatine olarak en az acý ile olacaktýr. Zalim ana babaya kýyasla daha çok sevinç duyacaklardýr. “Çünkü þefkat tarafýndan zulümden temizlenmiþ olan sevgi, herhangi bir heyecandan daha nefis bir sevinç verir.

*

**

Ýþte sakýnýlmasý gereken engeller bunlar. Þimdi tekrar nesiller arasýndaki tabiî tekâmüle dönelim. Ana ile oðulun meydana getirdikleri cemiyet bütün hayat boyunca en güzel insan gruplarýndan biridir. Çocukluk çaðýnda annenin küçük tanrýsý için duyduðu taparcasýna sevgiyi yukarýda anlattýk. Olgun yaþta, hele babanýn ölümünden sonra, bu bað tekrar çok güzelleþir; çünkü bir yandan çocuk annesine, öte yandan da anne bu yeni aile baþkanýna saygý gösterir; bununla beraber, anne tarafýndan çocuða karþý müþfik bir koruma da vardýr. Birleþmiþ iki güzel duygu ki ilk çaðlarda veya köylü kalmýþ cemiyetlerde daha iyi görülür. Böyle cemiyetlerde kadýn oðlu ile gelini arasýnda hâlâ hüküm sürer. Bâzan, yeni aile ile eskisi arasýnda anlaþmazlýklar da çýkar. Saadetinin geliniyle anlaþmakta olduðunu hissedemiyecek kadar oðlunu sevmiyen bu zalim anne tipi, romancýlarý en çok ilgilendiren bir konu olmuþtur. Önce de söylediðimiz gibi, bu meseleyi açýkça ve en iyi anlatan Lawrence’tir. Mauriac’ýn “Genitrix” adlý eserindeki anne tipi, çocuðuna karþý duyduðu derin sevgide þehvet olmadýðýný sanabilir; fakat gerçek hiç de öyle deðildir. “Ruskin’in karýsý kocasýnýn daha ziyade annesiyle evlenmiþ olmasý gerektiðini söylerken, hakikati söylüyordu. Lawrence böyle bir ana-gelin anlaþmazlýðýný çok büyük bir heyecanla anlatabildiyse, bu onun da bu dramýn aktörlerinden biri olmasýndandýr.”

Anne ile kýz arasýndaki ilgiye gelince, durum biraz farklýdýr. Bâzan aralarýnda hiç eksik olmýyan bir dostluk doðar. Hattâ evlenseler bile annelerinden vazgeçemiyen, onlarý her gün gören, onlarla yaþýyan kýzlar çoktur. Bâzan da, iki kadýn arasýnda bir rekabet baþ gösterir. Bunun sebebi, ya genç ve güzel anne büyümekte olan kýzýnýn tazeliðinden kuþkulanýr veya kendinden henüz emin olmýyan genç kýz annesini kýskanýr. Böyle durumlardan bu çeþit duygularýn doðmamasýna çalýþmak, tabiatiyle daha yaþlý olanýn, yani annenin vazifesidir.

Baba sevgisi bambaþka bir duygudur. Bu sevgide tabiî bir bað mevcut olmakla beraber, nisbeten daha az kuvvetlidir. Bunun aksini isbat eden Goriot Baba var, diyeceksiz. Daha iyi ya! Anne sevgisinin her türlüsünü, en ileri gidenini bile tabiî karþýladýðýmýz halde, Goriot Baba bize marazî bir tip gibi görünüyor. Biliriz ki iptidaî cemiyetlerde, dayýlarý tarafýndan büyütülen çocuklarý için babanýn hiçbir deðeri yoktur. Hattâ medeni ve babanýn hâkim olduðu bir cemiyette bile, küçük çocuðun büyütülmesi kadýna býrakýlmýþtýr. Çok genç çocuk için baba eskiden cenkçi, avcý, bugünse yemek zamanlarýnda anlaþýlmaz üzüntüler, projeler, huylar ve hikayelerle eve dönen bir iþ veya devlet adamýdýr.

Duhamel’in “Havre’daki Noter” adlý eserinde diþi bir arýyý andýran müsbet düþünceli anne ile, olmaz iþler peþinde koþan ve erkek arýya benziyen baba arasýndaki tam aykýrýlýðý görebilirsiniz. Dýþ âlemi temsil ettiði için, baba çocuklara yapacaklarý iþleri hatýrlatýr. O çocuklardan çok þey bekler, çünkü büyük plânlar kurmuþ ve onlarý hiçbir zaman baþaramamýþ olduðundan çocuklarýnýn daha fazla baþarý göstermelerini ister ve bekler. Kendisi baþarmýþsa, o zaman çocuklarýný âdeta iþle ezer. Onlarý mükemmel görmek ister. Çocuklar da insan olmalarý yüzünden hiçbir zaman mükemmel olamadýklarý için, baba fazla sevgisi sebebiyle çok sert bir adam kesilir. Onlara kendi huylarýný miras gibi býrakmak ister; fakat onlarý isyankâr bulur. Daha sonralarý, anne ile kýz arasýnda olduðu gibi, bâzan baba ile oðul arasýnda rekabet baþlar. Baba iþlerinin yönetimini oðluna býrakmýya razý olamaz. Hele ayný zanaatin, oðlu tarafýndan kendinden daha iyi yapýldýðýný görmek hiç hoþuna gitmez. Bu yüzden rekabet çetin olur. Asýl tabiî anlaþma ana ile oðul arasýndaki gibi, baba ile kýzý arasýnda teesssüs eder.

Sophokles’in Antigone’si çaðdaþ âlemde Tolstoy’un küçük kýzýnda veya devlet adamý, sefir, kâtip olarak babalarýn sýrdaþlarý olan bâzý kýzlarda kendini göstermekte ve yaþamaktadýr. En insanî hakikatler için, bir kere daha romancýlara baþ vuralým: Grandet bir cimriden baþka bir þey deðildir. Fakat cimriliðini miras gibi kýzýna geçirmek ister ve neticede, babasý öldüðü zaman kýzý gerçekten kendisine benzemiye baþlamýþtýr.

Ana baba ile çocuklarý arasýnda çýkan sonu kötü anlaþmazlýklarýn sebebi olgun yaþtaki ana babanýn çocuklarýndan olgun yaþlýlara hâs duygular ve hareketler beklemeleridir. Çocuklarýn hayata ilk atýldýklarý zamanlarda karþýlaþtýklarý zorluklarý gören ana baba, o yaþta kendi yaptýklarý hatâlarý hatýrlarlar ve bunlardan sevdikleri yavrularýný korumak için onlara kendi tecrübelerini aþýlamak gibi sâf bir harekete baþvururlar. Bu tehlikeli bir teþebbüstür. Çünkü tecrübe aþýlanmaz. Her insanýn her çaðý yaþýyarak geçmesi, “fikirlerin ve çaðlarýn” beraber tekâmül etmesi gerektir. Öyle faziletler vardýr ki vücudun ihtiyarlýðýný baðlýdýr; hiçbir söz, hiçbir öðüt onlarý bir gence öðretemez. Madrid’deki Parado Müzesinde “Hayatýn Yaþlarý” adý altýnda Rönesans’tan evvel yapýlmýþ bir tabloda bir çocuk, bir genç, bir de ihtiyar kadýn görülmektedir. Genç kadýnýn omzuna dayanmýþ vaziyette duran ihtiyar, gençle konuþmakta, ona öðütler vermektedir. Yalnýz, hepsi çýplak olduðundan bu öðütlerin yýpranmýþ bir vücuttan geliþmekte olan genç bir vücuda verildiði, bu yüzden de boþ olduklarý anlaþýlmaktadýr.

Tecrübenin bir deðeri varsa, o da bir acý mukabilinde elde edilmiþ olmasýndandýr. Bu acý tarafýndan vücuda kakýlmýþ olan tecrübe, vücutla birlikte fikri de istediði kalýba sokmuþtur. Devlet adamýný realist yapan þey uykusuz geceler ve gerçekle yaptýðý mücadelelerdir; bu uykusuz gecelerini ve mücadelelerini, dünyayý zahmetsizce baþka kalýba istiyen genç bir idealiste aþýlamasý ondan nasýl beklenir? Olgun yaþ gençliðe sevginin kaçýcý bir þey olduðunu nasýl kabul ettirir? Polonius’un (*) öðütleri yersiz öðütlerdir, doðru; fakat hepimiz öðüt vermiye baþlayýnca birer Polonius oluruz. Bize mâna, hâtýra ve misalle dolu gibi gelen öðütlerimiz çocuklarýmýz için nazarî ve sýkýcý olur. Biz fizyolojik bakýmdan mümkün olmýyan bir þeyi, meselâ yirmi yaþýndaki bir kýzý akýllý uslu ihtiyar bir kadýna çevirmek isteriz. Vauvenargues, “Ýhtiyarlarýn öðütleri kýþ güneþinin þualarýna benzer; aydýnlatýr, fakat ýsýtmaz” diyor.

Gençlerde görülen isyan, olgun yaþlýlarda görülen hayal sukutu hep bundan ileri gelir. Ýþte o zaman, iki ayrý nesilden olan ana baba ile çocuklarý arasýnda bir sinir ve takbih havasý esmiye baþlar. Bereket versin, mâkul ana babalar bu hareketlerin çocukluktan ileri geldiðini düþündükleri için sinirlenme biraz az olur. Coventry Patmore’un “Oyuncaklar” adlý þiirini hiç görüp okudunuz mu? Bir baba çocuðunu fena halde haþlýyor. Akþam eve dönüp küçüðün odasýna girince, onu kirpiklerinde yaþlarla uyumuþ buluyor. Çocuk, masanýn üzerine, içinde kýrmýzý damarlar bulunan bir taþý, yedi sekiz istiridye kabuðunu, bir þiþe içinde birkaç çam çiçeðini ve birkaç kuruþ parasýný, yani hayatta en çok baðlý bulunduðu þeyleri acýsý içinde teselli bulmak gayesiyle sanatla dizmiþ, býrakmýþ. Bu çocukluk, bu dokunaklý zayýflýk karþýsýnda babasý çocuk ruhunun ne olduðunu anlýyor ve ne yaptýðýna piþman oluyor.

Biz, bilhassa çocuklarýmýz gençlik çaðýnda iken, o yaþlarda bizim yaptýklarýmýzý hatýrlamalý ve onlarýn fikir, duygu ve isyanlarýna kýzmamalýyýz. Evet sinirlenip kýzmamak çok güçtür. Yirmi yaþýmýzda hepimiz þöyle düþünürüz: “Bir gün çocuklarým olursa, onlardan hiç ayrýlmýyacaðým; onlara babamýn benim için olmadýðý bir baba olacaðým.” Elli yaþýna geldiðimiz zaman, biz de hemen hemen babalarýmýz veya annelerimiz kadar baba veya anne oluruz. Sonra, çocuklarýmýza sýra gelince, onlar da (bizim daha iyi olmayý çok, fakat boþ yere istediðimiz gibi) ayný þekilde hareket edecekler, ama en nihayet bize benziyeceklerdir.

Yalnýz bu, artýk biz dünyadan çekilip gittikten, onlar da dünyada bizim bugünkü rolümüzü oynamýya baþladýklarý zaman mümkün olacaktýr.

Bir delikanlýda “nankör yaþý” doðuran þikâyet ve mücadele ruhunun nasýl meydana geldiðini görüyorsunuz. Çocukluðun ilk devresinde, herkes “sihirli çað” denilebilecek bir çaðdan geçer; bu müddet zarfýnda yiyecek, sýcaklýk ve zevkler, lûtufkâr tanrýlar (ana baba) tarafýndan sunulmuþ nimetlerdir. Birçok çocuk için, dýþ âlemle karþýlaþmak ve çalýþmak mecburiyetini duymak büyük bir sarsýntý teþkil eder. Nihayet okula giden ve orada yeni dostlar tanýyan çocuk, bu dostlara bakarak ailesi hakkýnda hükümler vermiye baþlar. O zaman anlar ki önce kendisine “açýk”, hem de hava ve su kadar lüzumlu görünmüþ olan varlýklar, diðer çocuklar nazarýnda garip ve az deðerli olabiliyorlar. “Bu devrede çocuðun önüne yepyeni bir alan açýlýr: Ýhtiraslý ilgiler âlemi. Onu ana ve babasýna baðlýyan baðlar, hiçbir zaman kopmazsa da, yavaþ yavaþ gevþer. Bu, yabancýnýn muzaffer olduðu saattir. Býrakýn da çocuðun ruhuna girsin ve muzaffer olsun.” Bu, ayný zamanda çocuðun âsi kesildiði saattir. Ana ve baba da onu böyle âsi sevmesini bilsinler.

Din ve sanatýn bile kalkýndýrmadýðý aile hayatýnýn gerçek ve miskin taraflarýný gösterdik. Her zaman bir idealist olan genç, baba öðütlerinin “Polonius taraflarýna”, yani yersiz ve tesirsiz taraflarýna kýrýlýr. Hem aileye, hem de þartlarýna lânet eder. Daha temiz þartlar ister. Sevgiyi çok büyük ve çok güzel tasavvur eder. Þefkat ve dostluða ihtiyacý vardýr. Bu yeminler, iç dökmeler ve sýrlar devresidir.

Bu hemen hemen her zaman da, gençlerin hayal sukutuna uðradýklarý devredir; çünkü yeminler tutulmaz, sýrlar açýða vurulur, sevgililer de aldatýrlar. Genç iyi, dürüst hareket edeyim der, fakat neye sarýlsa, sonu kötü olur. O zaman o da terbiye kurallarýný ayaklarý altýna alarak utanmazýn biri olur. Yalnýz bu utanmazlýk idealinde aldanmýþ olmasýndan, huylariyle gerçek arasýndaki uygunsuzluktan ileri gelmiþ olur.

Herkesin hayatýnda, hattâ en iyilerinkinde bile acý bir devre vardýr. Gençlik en güç, olgun yaþ ise gerçek saadetin daha az rastlandýðý çaðlardýr. Bereket versin, önce sevgi, sonra evlenme, nihayet çocuklarýn doðumu bu tehlikeli ve mücerret serpilmeye, ailenin gerçek temelini verir. “Zanaat ve þehir sayesinde kibirli genç, gerçekle tekrar temasa gelir” ve hâdise baþtan baþlýyarak böylece devreder durur.

Bütün bu sebeplerden ötürü, nankör yaþýn büyük bir kýsmýnýn aile dýþýnda geçmesi iyidir. O takdirde dýþ âlemin keþfi okulda olur; aile de aksine bir sýðýnak gibi görünür. Bu mümkün olmazsa, kendi gençliklerini hatýrlýyarak çocuklarýný, hayatý öðrenmek üzere, serbest býrakmak ana babanýn ödevidir. Bâzý ana babanýn bunu beceremediði, büyükanne ve babalarýn genç nesli daha iyi anladýklarý görülmektedir. Çünkü büyükanne ve baba, ihtiyar olmalarý yüzünden daha az müþkülpesent, binaenaleyh daha durulmuþ, günlerini geçirdikleri hayattan baþka bir þey beklemedikleri için de fikir bakýmýndan daha hür olurlar.

*

**

Bu incelemeden ne gibi pratik dersler alýnabilir? Önce terbiyenin aile tarafýndan ilk çocukluk çaðýnda yapýlmasýnýn çok büyük önemi; “kötü yetiþtirilmiþ” çocuklar da þüphesiz karakterlerini düzeltebilirler; hattâ bâzan dehâlarýnýn doðmasýnda bu muvazenesizlikten faydalanabilirler; fakat onlara mesut bir çocukluk geçirtmekle, daha kolay bir hayat hazýrlamýþ oluruz. Mesut bir çocukluk nasýl geçer? Birbirine çok baðlý, çocuklarýný çok sevmekle beraber onlarý saðlam, sarsýntýsýz bir disiplin içinde tutan ve çocuklarý arasýnda tam ve görünür bir tarafsýzlýk güden ana baba yanýnda. Sonra hayatýn her çaðýna karþýlýk önüne geçilmez karakter deðiþmeleri olduðunu, öðütlerin de nadiren ve ihtiyatla verilmesi gerektiðini, gerçekten tesirli biricik öðüdün de örnek olduðunu; nihayet aileyi geniþ dünyadan gelen cereyanlarla havalandýrmak lüzumunu öðrenmiþ oluyoruz.

Bütün bu söylediklerimizin sonucu þu oluyor: Aile devamlý bir kurum mudur? Ben, hiçbir kurumun, evlenmedeki ayný sebepler yüzünden, onun yerini tutacaðýný sanmýyorum; çünkü o þahsî içgüdülerden sosyal duygular doðduran bir kurumdur. Gençlikte aileden uzaklaþmanýn iyi olacaðýný söyledik; yalnýz hemen herkesin hayatýnda bir an gelir ki, o anda insan, birçok çýraklýk yýllarýndan, lüzumlu saða sola atýlýþlardan sonra bu en tabiî sevgiler ocaðýna zevk ve þefkatle döner. Bu dönüþ ve akþam çorbasý etrafýnda toplanýþ, gününü ilgisiz ve hain bir âlemle geçirdikten sonra eve dönen talebeden, filozoftan, vekil, asker veya artistten, çocuk, ana baba, büyükanne, büyükbaba veya sadece insan yaratýr.





DÝPNOTLAR

* Polonius: Hamlet’te bir þahsiyet. Hafifmeþrep ve geveze bir nedim. Çocuklarýna verdiði öðütlerde bâzan asîl ruhlu görünen bir tip.

DOSTLUK



Mesaj 1 kez düzenlendi. En son ezell tarafından, 13.02.2007 - 15:41 tarihinde.
Gönderen: 13.02.2007 - 15:39
Bu Mesaji Bildir   ezell üyenin diger mesajlarini ara ezell üyenin Profiline bak ezell üyeye özel mesaj gönder ezell üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1599 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
apsikama (58), bosay (59), diclesu (), oguz5656 (37), Sevdigim (43), aseksioglu (41), hazangülü (38), Berk (43), sevgi mersin (52), UfukTuncer (46), dadas_25 (47), siynem (31), yayla_gülü (50), oktay (), gonulbahcesi (46), yeþilim (40), t_turan (41), USSAK 64 (65), ismail gülda&th.. (44), ezilmezhalil (50), m_aktaran (51), sudenaz (50), miftehul_kulb (47), sedanur (38), zeynepsu (47), caferyalcin2 (47), KÜRSAD (38), el-esed (46), kozlu67 (49), gezegen38 (46), zuley (41), sahra_a (41), kübranur (36), Mustafa TASKESE.. (46), bilvanis (70), aspirin28 (45), yorgunadam (57)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.82969 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.